• hani o vitrinin içinde yıllardır dekoratif dekoratif bekleyen şişe var ya... onu açtıran film.
  • bir işçi filmi; işsizlik, suç ve şiddet, yozlaşma, sosyal devlet ve artı-değer... hepsi bir arada.

    --- spoiler ---

    dünyanın her yerde bulunan en ucuz içkisinin şişesinde en nadide içkisini sunmak çelişkinin başlıcası idi; zaten her şey kendi çelişiğini barındırmaz mı içinde? hem böylesi artı-değerin eleştirildiği bir filmde bu noktaya değinilmeseydi olmazdı. hem ucuz olmasaydı o şişeler de çat diye kırılmazdı.

    açık arttırmada her fiyat artışından sonra kameranın bir bizim zorunlu kamu hizmetlilerimize bir arttırmayı yönetene bir de çekişen ikiliye dönmesi güzeldi; şöyle ki bizimkiler değil milyon poundla beş bin pound ile hayatını değiştirecekti, elemanlar yazı ile bir milyon yüz elli bin sterline bir efsane ile efsunlanmış fıçı viski alıyor. açık arttırmanın galibinin ise içinde değil yıllanmış viski, kristal kola bile olsa o haz anını yaşayacaktı kaçınılmaz olarak. neticede açık arttırma sahnesi yıllar önce piyasa için üretilmiş alalade bir viskinin yıllar sonra nasıl da emekçilerin hakkının ödenmeksizin yendiğini göstermesi açısından güzeldi, sıkı bir kapitalizm eleştirisi vardı.

    alberto'nun tavırları ise ayrıca komikti.

    robbie'nin isminin ise ingilizcede hırsız sözcügünü çağrıştırması ayrı bir güzellik, türkçe kelime oyununa benzetmedim değil. bunun yanı sıra film başlar başlamaz robbie için duyulan sempati bir anda ağır suç sonrası görüşmede yerle yeksan oldu; dedik "ulan robiie ne piç adam, ne ergen minibüsçü kılıklı herifmişsin sen öyle!" robbie'yi hastanede sevgilisinin amcaları dövünce üzüldük, ama robbie'nin de elemanı döve döve kör ettiğini öğrendiğini anda bu kez de elemana üzüldük

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    bir eserin ismi ve içeriği arasında kurulan biraz şaşırtıcı, biraz gizemli ama çokça dramatik bağlardan etkilenen ve bu işi layığıyla yapanları takdir eden cinsten bir kimseyim. bu sebeple film, ismin içeriği estetikle taşıması mevzusunda beni iki kez keyiflendirdi. öncelikle viski üretim aşamalarının anlatıldığı sahnedeki "the angel's share" açıklaması yeteri kadar tatmin ediciyken, filmin sonunda kurgunun da bu eski sahneye bağlanarak bambaşka bir ahenk yaratması anlatının tadını çok üst seviyeye çekti. film, adı, başlangıcı ve sonu itibariyle devamlı birbirinin özüyle ışıyan, diğerini tamamlayan parçalardan meydana gelen bir eser izlenimi yarattı. çocukken dinlenen masalların baharatı vardı üzerinde bu yönden filmin. tabii ken loach faktörünün amansız britanya kokusu bunu dengelemekle kalmayıp çokça da öğüterek güzel bir öykü ortaya koymuş. sürekli marjinal ve denenmemiş fikirler peşinde koşan biri değilseniz bir izleyici olarak, eski usul komediye de ayıracak yer varsa zihninizde severek izleyeceksiniz.

    --- spoiler ---
  • başımızın tacı ken loach'un, kısmen çok dokunaklı, vurucu ve acıklı, kısmen yumuşak ve tatlı filmi.

    --- spoiler ---
    filmin ilk yarısı gayet sertken ikinci yarısı bir o kadar yumuşak ve masalsı. önce mahkemeler, şiddet, yoksulluk, nefret, sonra müthiş iskoçya manzaraları, damıtımevleri, viskiler, kiltler var.
    --- spoiler ---

    viski üzerinden anlatılan hikaye o kadar güzel ki insanı birdenbire 'single malt'çı yapabilir.
  • içinde albert gibi bir karakteri barındıran ''scum of the earth'' tabir edilen adamların hikayesi.

    --- spoiler ---

    albert bombaydı be gerçekten. pisliğini falan geçtim; o polislere atarlandığı filmin kilit sahnesi efsanedir başlı başlına.

    - billy connolly! robert the bruce! brave heart ya' bastards! alex ferguson! we are the fucking champions! cheers!

    --- spoiler ---

    ken loach'a acayip imreniyorum lan! maalesef genelde boş salonlara oynasa da, kahramanları ezik, zincirin son halkası adamlar olsa da; sıcak, insanı sarıp sarmalayan hikayeleri var adamın.
  • --- spoiler ---
    başta biraz şaşırarak karşıladığım ken loach abimizin yep yeni filmi. şaşırmamın sebebi ise şu, birleşik krallıkta'da ekonomik kriz herkesi korkuturken, işsizlik başını alıp gitmişken, britanya'nın en muhalif yönetmeni, zamanında 'land and freedom' veya ' its a free world'u yöneten ken loach amca niye böyle bir seçim yapıp drama komedi tarzında bir eser sunuyor bize? neden daha ağırlaştırmıyor üslübünü? doğrusu anlayamadım henüz. ha sevmiyormuyuz, hayır, bayılıyoruz o ayrı bir mevzu.
    filme gelecek olursak, herşeyiyle tipik bir ken loach filmi diyebilirim. looking for eric'in damağımızda bıraktığı tad gibi. aslında film boyunca çok uç duygular arasında geçişler yapıyor loach, sosyal bir dramadan ( robbie'nin dövdüğü çocuğun ailesiyle buluşma sahnesi), komediye ve esprilerle dolu sahnelere geçiş gibi, ama tüm bu geçişleri loach çok iyi yönetiyor. karakterler klişeye kaydığında bile oyuncular başarılı bir performans sergileyebiliyorlar kanımca. izleme şansınız varsa kaçırmamanız gereken bir ken loach filmi daha.
    benim için yeri apayrı, iskoçya'dan yeni dönmem sebebiyle, manzaralar ve insanlar gözümde canlandı resmen diyebilirim. filmden sonra kilt giyip evde dolaşmaya başladım, allah sonumuzu hayır etsin.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    "... mesele şu ki, bize baksana. orada yırtık dondan çıkmış gibi dururuz. bari alınlarımıza "zorunlu kamu hizmeti cezalıları" yazdıralım. hepimiz eşofman giyiyoruz. aptal çocuklar gibi görünüyoruz, değil mi? takım elbise giysek o zaman da mahkemeye gidiyor gibi görünürüz."

    --- spoiler ---
  • dün kalktı vizyondan. son seansına yetiştim. koskoca salon, 6 kişi izledik.

    tek kelimeyle mükemmeldi.
  • ağızda iyi bir viski tadı bırakan film. biraz tuzlu, biraz buruk, biraz neşeli, insana iyi gelen.
    sinemaseverlere bir de sürprizi var.
    (bkz: 500 miles)
  • senaryosunu paul laverty'nin yazdığı son ken loach filmi. başrollerde roger allam, john henshaw ve daniel portman oynuyor. film hapis cezasından son anda kurtulduktan sonra hayatını değiştirmeye çalışan genç bir babanın hikayesini anlatıyormuş.

    http://www.imdb.com/title/tt1924394/

    filmden ilk kareler için: http://www.bakiniz.com/…yeni-filminden-ilk-kareler/
hesabın var mı? giriş yap