• özneyi şeytanlaştırıp anlaşılamaz, anlaşılması teklif dahi edilemez kılmak için bir araç.

    ceza hukuku açısından türkiye'de "terör", ikinci anayasa gibi kullanılan tmk sebebiyle son derece geniş, sınırları belirsiz bir tanımın içine yerleştirilmiştir. belirsizlikle birlikte hacimli bir siyasal-toplumsal-hukuksal alan, devlet erkinin ideolojisi tarafından işgal edilerek temel hakların erk tarafından askıya alınabileceği durumlar ve temel hakları kullanmasına engel olunacak yurttaşlar oluşturuldu.

    sıradan yurttaş ile "teröristin" tabi olduğu haklar ayrıştırıldı. yurttaşın sahip olduğu haklar, "terör zanlısı" için ortadan kaldırılmaya başlandı. hukuki boyutu bir tarafa, "terör" tanımı siyasal olarak yerleştirildiğinden (o kadar barizdir ki, siyasi şube, terörle mücadele şubesine dönüştürülmüştür) ve yorumlandığından, "terörist" olduğu zımnen veya açıkça söylenen yurttaşlar toplumsal olarak "cezalandırıldı".

    lanetlemeden çok şeytanlaştırma aracı olarak kullanılan, siyasal gaye ile yöntemi özdeşleştirerek, yargılamadan cezalandırma işleviyle birlikte siyasal hedefleri, dolayısıyla siyaseti ve bağlantılı olarak düşünceyi mahkum etme aracı haline geldi. şeytanlaştırılan siyasal hedef, artık yöntemin erk tarafından belirlenen adı ile anılır oldu. örneğin parasız eğitim istemek meşruiyetini "terör eylemi" olmaya kaybetti. farklı bir ekonomik düzen hedefi "terörizm" haline geliverdi. veya güncelinde kobani'de ışid karşısında suriyeli kürt hareketini desteklemek "terör örgütü üyeliğine" dönüştü. gezi parkına kışla yapılmamasını istemek, polis şiddetine karşı eylem yapmak, hükümetin iktidardan gitmesini arzulamak gibi gayet makbul ve makul talepler terörizm oluverdi.

    oysa esasen, uluslararası düzeyde kabul edilmiş, üzerinde uzlaşlaşılmış hukuki bir "terör" tanımı yoktur. ülkeden ülkeye farklılık gösterebildiği gibi ceza hukukuna sokuşturulması da nispeten yenidir.

    siyasal olarak tanım, haliyle nesnel değil özneldir. tanımı yapan kişiye/tarafa göre değişiklik gösterir. kullanıldığı bağlam içerisinde anlamı değişkendir. ayrıca "terör" olarak "lanetlenen" eylemi/düşünceyi/siyaseti muğlaklaştırır, anlaşılmasını zorlaştırır, analiz kabiliyetini ve analizin kendisini ortadan kaldırır. "terör" kavramının ardında kalan siyasal amaç görünmezleşir.

    "ha ışid ha ypg/ypj" dendiğinde müşterek payda her iki örgütün de "terör" örgütü olmasıdır. böylelikle her iki öğenin amaçları eşitlenir ve ortaya konan amaç "terörizm" oluverir. her iki öğenin de tarihi, toplumsal arkaplanı, gelimi, yöntemleri ve emelleri tahlil edilemez bir denkliğe eriştirilir.

    özetle "terör" üzerinde evrensel olarak uzlaşılmış, genelgeçer kabul edilen mutlak bir tanım yoktur. kavram muktedirin elinde tamamen siyasal olarak pozisyonlandırılmaktadır.

    dolayısıyla x terör örgütüdür diyememek şeklinde kullanılagelen ve "işbirliği" iddiasına varan söylemlerin tamamını anlamak mümkündür. fakat "terör" etiketiyle şeytanlaştırılmış herhangi birinin kavramı başka bir kişiye/örgüte karşı kullanmasını anlamam olası değil.

    edit: ab ile vize muafiyeti müzakereleri çerçevesinde birliğin türkiye'nin terör tanımını değiştirmesini istemesi üzerine, dış işleri bakanı mevlüt çavuşoğlu da, evrensel bir "terör" tanımı olmadığını itiraf edivermiş: http://www.milliyet.com.tr/…bul-yerelhaber-1384210/
  • türkiye cumhuriyeti'ni bitiren kavram. bütün bir milletin içine hapsolabildiği, bu uğurda anayasasını bile çöpe attığı kavram.

    yargıtay, aym'nin kapatıldığını ilan ettiği kararında, anayasanın niçin çöpe atılması gerektiğini açıklamaya çalışırken, aslında kafasındaki (ve aynı zamanda onları oraya atayan iktidarın kafasındaki) bir ideal hukuka yaslanıyor. hukuk felsefesinin en kadim tartışmasıdır; doğal/ideal hukuk ve pozitivist hukuk tartışması. çok kabaca özetle tartışma konusu şudur: yürürlükte olan hukukun üstünde dayanılacak bir ahlak var mıdır yok mudur? bütün insanlık olarak üzerinde uzlaşabileceğimiz ahlaki ilkeler var mıdır, olmak zorunda mıdır, uzlaşmak zorunda mıyız gerçekten vs. gibi pek çok soru doğuyor buradan.

    hangi fizikçi söylüyordu hatırlamıyorum: her bir fizik deneyinde, aslında bütün fizik kanunları test edilmiş olur. aynı şekilde, devletin yaptığı her bir hukuksuzlukta, aslında hukukun bütün evrensel ilkelerini, bir bütün olarak hukuk denen şeyi teorik olarak da sorgulayan bir meydan okuma vardır, kimse farkında olmasa da. dolayısıyla bu ülkede her gün bütün bir hukuk tarihi ve hukuk felsefesinin en büyük tartışma konuları masaya yatırılıyor aslında, hukukun temel ilkelerinin tekrar tekrar üstüne tükürülüyor. adeta ne yaptığını bilmeyen bir çocuk gibiyiz ülke olarak. oyuncaklarımızı kırmayı nasıl başarabiliriz diye uğraşıyoruz, mesela arabamı kaç defa duvara çarparsam kırılır diye merak ediyoruz, her defasında daha sert fırlatıyoruz duvara, aa bak yine kırılmadı, demek bir şey olmuyor diyoruz, acaba ne zaman kırılacak diye fırlatmaya devam ediyoruz, ben şahsen öyle yapmıştım bir kere, bir noktada anne terliği nedeniyle bu müthiş bilimsel deneyim yarım kalmıştı. (still better than alper gezeravcı'nın deneyleri)

    biz de toplum olarak bunu yapıyoruz şu an, hukuku her gün duvara çarpmaya devam ediyoruz, hayat gitgide boktanlaşsa da bir şekilde akıyor nihayetinde, hukuksuzluktan hala yeteri kadar ölmüyoruz. yani geçen yıl kaç bin insan öldü elimizde gerçek rakam olmasa da hala yetmiyor demek ki ikna olmasına büyük çoğunluğun. işte bak anayasayı da çöpe attık, ne oldu? hiçbir şey gibi, hayat devam ediyor, milyonlarca memur her sabah işe gidiyor, bütün kurumlar hala çalışıyor, bir şeyler yapıyor gibi görünüyorlar filan en azından. bütün memurlar mutsuz, bir avuç üst düzey kadrolar dışında. özel sektörün haline bakıp hallerine şükretmelerini sağlayabilecek bir teselli bile çıkaramıyor büyük çoğunluk. o üst kadrolardakilerin bile bir çoğu korku içinde yaşıyor bir yandan, vahşi bir rekabet var orada da, her an bütün mevcut konumlarını ve ikballerini kaybedebileceklerini biliyorlar, her yeni doğan gün yeni bir yarışa giriyorlar.

    her neyse yine çok dağıttım. mevzuya döneyim. yürütmenin aym'yi kapatma veya en azından hadım etme vizyonunun tebliğini üstlenen, yani suçun büyüğünü üzerine almaya talip olan yargıtay da ideal hukukçu bir pozisyondan savunuyor ve meşrulaştırıyor kendisini ve iktidarı; zımnen diyor ki, mevcut mevzuatın, pozitif hukukun üstünde bir ideal vardır, o da devletin bekasıdır. o bekanın önündeki en büyük tehdit de terördür. söz konusu vatansa, gerisi teferruattır diyor. yani insan aklının ürettiği belki en yüce değerler olan insan hakları hukukunun, insanlığın bin yıllara yayılan kolektif deneyimleri ve evrensel hukuki ilkeler üretebilme gayretiyle geçtiğimiz yüzyıllar boyunca adım adım inşa ettiği aydınlanmanın, ve o aydınlanma birikiminin üzerinde yükselen mevcut pozitif hukukun çok gerisinde ısrar eden bir tavrı idealize ediyor hala. bütün uluslararası kamuoyuna, bütün insanlığa, söz vererek imza attığımız avrupa insan hakları sözleşmesi'nin ruhunun tam aksi yönde bir cehenneme doğru sürüklüyor hepimizi.

    ve böylelikle, pkk dahil bütün örgütler birleşseler yapamayacakları, hiçbir terör örgütünün asla beceremeyeceği bir ölçüde, kamu düzeni denen şeyi ortadan kaldırıyor. yani "terör" tanımını üzerinden yaptığı, kendisinin de varlık ve meşruiyet zemini olan şeyi, güya terörle mücadele uğruna dinamitliyor. o kadar saçma bir şey yapıyor ki nasıl anlatsam bilemiyorum, pire için yorgan yakmanın bile ötesinde bir şey yapıyor.

    dur bak güzel örnek geldi aklıma: babaannem anlatmıştı bir zamanlar, onun gençliğinde, yaşadıkları köyden hallice şehre, yılda bir defa filan ek iş olarak seyyar diş hekimliği yapan birileri gelirmiş. bir gün yine gelmiş bir tanesi, artık berber midir nedir, her neyse, babaannemin komşusu bir evdeki genç gelinin ağzında birkaç tane çürük varmış, büyükleri demişler ki hazır dişçi gelmişken git bütün dişlerini çektir hepsini takma yaptır, bir daha uğraşmazsın çürük filan. ve yapmış gerçekten.

    bakın bu ülkenin önemli bir kısmı maalesef böyle korkunç imkansızlıklarla, böyle bir cehaletle yaşıyordu gayet yakın zamanlara kadar. belki de kendimize çok yükleniyoruz evet, çok fazla şey bekliyoruz bu toplumdan, ama ömrümüz çürüyor bir yandan da, bize de yazık. çok daha hızlı ilerleyebiliriz, çok daha iyi yaşayabiliriz, her geçen gün ömrümüzden, hürriyetimizden, sağlığımızdan, refahımızdan, huzurumuzdan gidiyor.

    neyi bahane ederek? terörü. evet mevcut iktidar tam olarak bunu yapıyor şu an, terörü bitirmek için hukuku bitiriyor. anayasal düzeni korumak için en kestirme yolu seçerek anayasayı, bütün bir hukuk kavramını ortadan kaldırıyor. halbuki "terör" diye bir kavram üretebilmemizi sağlayan şey hukuk. devlet denen şeyi bir terör örgütü, bir mafya, bir eşkıya olmaktan ayıran tek şey hukuk. hukuku ortadan kaldırınca, terör kavramı da devlet kavramı da tamamen anlamsızlaşıyor. yani devlet kendi ayağına kurşun sıkıyor. on yıllardır, dişim çürümesin diye kökten bütün dişlerini çektiriyor, onun yerine düzenli fırçalamayı ve diş ipi kullanmayı ısrarla reddediyor. gitgide durum kötüleşiyor, daha da fazla el artırıyor. bu uğurda avrupa birliği hayalini de tamamen çöpe atıyor, yüzümüzü ısrarla doğuya çeviriyor. dünyanın doğusu batısına kaçmaya çalışırken, biz doğuyla bütünleşme peşindeyiz. ağzımız yüzümüz kan içinde artık.

    elbette, ortada diş diye bir şey kalmayınca, çürümesine de imkan yok. yumurtanın ipana ile fırçalanmayan tarafı gibi yumuşuyoruz gitgide, üzerimize hafifçe basılınca içeri göçüyoruz. kore'nin hukukla fırçalanmayan kuzey tarafı gibi, gitgide karanlıkta kalıyoruz. orwell'ın "aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu" dediği yere doğru hızla ilerliyoruz.

    çok şükür, terör belasını hallediyoruz ama, önümüzdeki on yıllar boyunca kürtler icabında dünyanın hiçbir yerinde devlet kuramasın diye savaşmaya hazırız daha, bu uğurda kendimizden de vazgeçtik, onlar iki gözünü kaybetsin diye kendi gözümüzü de ellerimizle çıkarıp fırlatıyoruz. onları da kapsayan, bu devleti onların da devleti yapabilecek, herkesin gönül rahatlığıyla sahiplenebileceği bir devlet inşa etmek için çalışmak yerine, bekamızın önündeki en büyük tehdidin onlarla eşit bir statüye gelmek olduğuna inanıyoruz. ve maddi manevi sefalet içinde, sürekli bir korku/tehdit altında ve sürekli bir şiddetle, birbirinden nefret eden türlü çeşit topluluklar halinde, kendi özgürlüğümüzden refahımızdan vazgeçerek, boğazımıza kadar bok içinde yaşasak bile sonsuza kadar yaşamanın iyi bir şey olduğuna inanmayı tercih ediyoruz hala.

    ihalarımız sihalarımızla, parıl parıl parıldıyor altın implantlarımız.
  • terörle mücadele kanunu'na göre : "terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, anayasada belirtilen cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, türk devletinin ve cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."

    kimse çıkıp bebek katilleri şu bu diye ağlayıp zırlamasın. devlet için bebeklerin ölmesi terör değildir. temel hak ve hürriyetler zurnanın son deliğidir. temel hak ve hürriyetlerin tanımlanış biçimi ise evrensel hukukla uzaktan yakından alakalı değildir. lamı cimi yok, terör bu ülkede devletle kavga etmenin adıdır, başka da bir şey değildir.
  • teror cok basit bir ifadeyle bir kesim uzerine korku yaymaksa eger, teror eylemlerinin yuzde doksani devletler tarafindan gerceklestiriliyordur. ancak devletlerin terorist eylemde bulunma haklari yasalarca taninmis ise buna teror eylemi degil; operasyon, savas, catisma vs. denir. eger bu tur eylemlere kalkisan grup/olusum yasalarca taninmiyorsa ya da yasalar tarafindan boyle bir hak kendilerine taninmamissa, bu eylem medyaya teror eylemi olarak yansir. buna ilaveten bu tur faaliyette bulunan kurumun populerligi de eylemin (en azindan destekcileri tarafindan) legal ya da illegal kabul edilmesi acisindan onemlidir.
    bu yuzden israil'in gazze'de yaptiklari, amerika'nin irak'ta yaptiklari, sirplar'in bosna'da yaptiklari, tsk'nin dogu illerinde yaptiklari, polisin her gun yaptiklari, okulda ogretmenin yaptiklari...bunlarin hepsi legal teror eylemidir. amaclari sizleri kontrol altinda tutmaktir. ironik olarak, sizleri kontrol altinda tutmak icin basvurulan bu eylemlerin destekcisi de yine sizlersinizdir. 12 eylulu hatirlayin; pek cok turkiyeli, askerin zamaninda ve dogru bir mudahale yaptigini dusunmedi mi? 11 eylul sonrasi amerika'yi hatirlayin; pek cok amerikali, amerika'nin politikalarini hakli bulmadi mi? chp'nin son bir kac yildaki "cumhuriyet elden gidiyor" soylemlerini hatirlayin; chp'nin ne kadar anti-demokratik oldugunu bilmenize ya da deniz baykal'i sevmemenize ragmen korkup onlara oy vermediniz mi? ogretmenlerinizden tokat yediginiz gunleri hatirlayin; arkadaslariniz size "bosver" deseler de ogretmenin boyle bir hakki oldugunu dusunmediler mi? bu tur ve benzeri orneklerde korkmaniza ragmen, yapilanlari kabullenmediniz mi?
    demek ki teror legal oldugu zaman daha iyi isliyor.daha iyi isliyor cunku hedef kitlesi bile teror eylemi oldugunu dusunmuyor, dusunseler bile buna karsi harekete gecmeye cesaret edemiyor...
  • devletin bakış açısından, sahip olduğu meşru şiddet kullanma monopolisini kırmaya yönelik devlet dışı faaliyet.

    başka bir devletin bu tekeli kırma amaçlı, proxy'ye başvurmadan doğrudan kendi imkanlarını kullanarak giriştiği eylemler (savaş gibi) terör olarak algılanmaz.

    mafya da monopoliyi aşındırmakla birlikte, yıkılmasını hedef olarak belirlemez.
  • tdk'ya göre anlamı 'yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş' olan kelime.

    bir devletin sınrları içerisinde yaşayan insanlar enerjiyi ucuza kullanmaya devam edebilsinler diye başka bir devletin vatandaşı olan 50,000 masum sivilin hayatını gözden çıkarmak en şahanesinden bir terör örneğidir; terörün önde gidenidir.

    bahsi çeken hayat başkasının hayatı olunca savaştan gerekli diye bahsetmeye ise savaş çığırtkanlığı diyoruz.
  • ulusaldır.
    her devlet kendi terör tanımını kendince yapmaktadır. evrensel bir tanımaysa kavuşması pek olası değildir zira x devletinde terör olarak tanımlanan bir eylem, ya da terör örgütü olarak tanımlanan bi grup, y devletinde kahramanlık eylemi ya da kurtarıcılar olarak tanımlanabilir. bu yüzden terörün uluslararası bir sorun olarak algılanışı şüphelidir çünkü
    terör çifte standartlı bi sistemin elinde, çıkar amacı güden bir bahaneler silsilesinin ilk maddesi olmamalıdır.
  • uzun yıllar boyunca lanetlenmesine rağmen, lanetten gram etkilenmeyen eylem biçimi.
  • israil-filistin sorunu üzerine tekrardan üzerine düşünülmesi gereken kavram. öncelikle israil katil ve işgalci bir devlettir diyelim ki safımız belli olsun.

    bir yöntem olarak terör ne anlama gelir? neden teröre başvurulur?

    "savaş bir politika biçimidir" der clausewitz. diplomasiyle çözülemeyen meselelerin çözümü için savaşa başvurulur; terör de bir savaş biçimi olduğu için terörü siyasi mücadelenin (pek de iç açıcı olmayan) bir hali olarak nitelendirebiliriz.

    terör olarak nitelendirilen eylemlerin amacı temelde karşı tarafın kamuoyunu uzun vadede bıktırmak ve o ülkeden istediğini elde etmektir. bu teoriye göre, sözgelimi, cezayir'de yaşayan fransız kolluk kuvvetlerine ve sivillerine yapılacak saldırılar bir süre sonra fransız halkında bıkkınlığa ve yılgınlığa sebep olacak ve fransız kamuoyu kendi devletine cezayir'den çekilmesi için baskı uygulayacaktır. terörü bir yöntem olarak kullanan yapıların nihai amacı budur.

    peki terör her zaman işe yarar mı? böyle olduğunu söylemek zor. bunun detaylı analizini burada yapmak mümkün değil fakat başarılı olan örneklere bakınca (ilk aklıma gelenler cezayir, afganistan*, ırak) ortak bir nokta bulmak mümkün: bu örneklerde işgalci devletler işgal bölgesinde yerleşik değil. orada işgalci kuvvetler olarak bulunuyorlar ve söz gelimi marsilya halkı terörün direkt muhatabı değil. terör yönteminin nihai bir sonuç vermediği yerlerde ise (filistin, bask, türkiye, sri lanka) burada yerleşik bulunan devletlerden bahsediyoruz. savaştığı unsurla aynı bölgede yerleşik olarak ikamet eden toplumlarda terör bir caydırıcı unsur olmaktan ziyade tam aksine karşı tarafı daha da kararlı hale getiren ve savaş karşıtı sesleri bastıran bir unsura dönüşüyor. ayrıca terör eylemlerinde yaşanan sivil kayıpları da bu yapıların uluslararası arenada destek görmesine engel oluyor. bu da teröre sırf pragmatik amaçla dahi bakacak olsak dahi kullanılabilirliği hakkında düşündürüyor.

    fakat bu şerhi düştükten sonra şunu da söylemek gerekir: ortalama bir filistinliyi sonu kesinlikle ölümle bitecek bir eyleme iten nedir? bu onun psikopatlığından mı ileri gelir? bunu söylemek ve konuyu açıkladığını düşünmek kolaydır, fakat ne yazık ki bu konu bu kadar kolay geçiştirilemeyecek kadar komplike bir konudur. radikali radikalleştiren nedir? bir sabah uyanıp radikal mi olmuştur yoksa onyıllara yayılan, hem kendisinin hem de halkının yaşadığı olayların mı sonucudur?

    üzerine düşünülmesi gereken bir diğer husus da şudur: neden iki devlet arasında olan silahlı mücadeleye savaş derken, bir devlet ve devlet olmayan bir yapılanma arasında geçen silahlı mücadelede devlet olmayanın yaptığı eylemlere terör diyoruz? sivillere dönük saldırılar mı bu ayrımı yapmamıza sebep olan? sivil öldürme konusunda devletler de oldukça mahirdir. hatta devletlerin sivil katliamları söz konusu olduğunda terör örgütlerinin sivil katliamları bunların yanında butik katliamlar kalır. dolayısıyla bir tarafı sivil öldürmek üzerinden mahkum etmek ve canileştirmek buradan bakınca egemen düşünce biçimine ve hukukuna hizmet ediyor gibi görünüyor.

    "anayasanız varsa atom bombası kullanabilirsiniz; ama anayasanız olmadan bir havaalanına saldırı düzenlerseniz sizi terör örgütü olarak nitelendiririz. bizim cinayetlerimiz meşru savunmadır, sizinki ise amaçsız ve gözü dönmüş bir şiddetten başka bir şey değildir. soylu şiddetin ruhsatı anayasadır. tanktır. jet motorlu uçaktır. fiyakalı bürokratlar, konsolosluklar, mahkemeler, vergi daireleri, üniformalardır. basındır. sinemadır. yaptıklarımızı aklayan ve akla uyduran akademidir. sizin bunlar olmadan uyguladığınız şiddet ise sadece vandallıktır, sosyopatlıktır."

    noam chomsky , korsanlar ve imparatorlar adlı kitabında büyük iskender ile bir korsan arasında geçen bir diyalogdan bahseder. iskender korsana "hangi cüretle denizlerde dolaşıp saldırganlık yapıyorsun?" diye sorunca korsan da "ben bunu küçük bir gemiyle yaptığım için haydut oluyorum; fakat sen bunu bir donanma ile yaptığın için imparator oluyorsun" der. ilginçtir ki kendisi de yahudi olan chomsky filistin sorunu konusunda ortalama bir türk beyaz yakalısının aklını durduracak derecede filistin yanlısıdır.

    ayrıca terör kavramının yaygınlaşmasının 19. yy sonu 20. yy başında ulusal bağımsızlık mücadelelerinin başladığı döneme denk gelmesi de dikkat çekicidir. bir anti-sömürgeci hareketi kriminalize etmenin en kolay yolu onun faaliyetlerine terörizm demektir. 100 yıldır her seferinde işe yarayan, oldukça kullanışlı bir hiledir bu. söz konusu eylem sivillere değil doğrudan silahlı kuvvetlere dönük dahi olsa terördür. burada egemeni dehşete düşüren eylemin hedefi veya niteliği değil, eylemin bizatihi kendisidir. başkaldırıdır. itaatsizliktir. itaatsizlik cüretidir.

    bu ikiyüzlülüğü teşhir etmek kendine dürüst diyen her insanın görevidir.
  • insanları yıldırmak, sindirmek yoluyla onlara belli düşünce ve davranışları benimsetmek için zor kullanma ya da tehdit etme eylemi. ilk olarak 1200'lü yıllarda semerkantta kendine "dağların yaşlı adamı "dedirten hassan-el-sabbah'ın kurduğu haşşaşinler grubu tarafından gerçekleştirilmeyle başlanmıştır. o kendine bağlı olanlara haşhaş içirtiyor çok güzel bir vadiye götürüyor ben size ne diyorsam onu yapın yoksa bu cennetten çıkmak zorundasınız diye zorlayarak devrin otoritesini sarsıyordu.
hesabın var mı? giriş yap