• james l.brooks'un yönettiği ve debra winger'in mükemmel bir oyun sergilediği oskar ödüllü unutulmaz film. özellikle emma'nin (debra winger) ameliyati öncesi çocuklariyla vedalasma sahnesi çok çarpicidir.yillar geçti üzerinden ama (1983) unutamadim bu filmi...
  • shirley maclaine ve debra winger ın muhteşem oyunculuklarından ötürü jack nicholson un bonus oyunculuk kıvamında kaldığı oscar ödüllü müthiş film. filmin içinde " sabırsız erkekler bazen lokumdan olurlar" gibi diyalogların mükemmelliği göze çarpar. aile kurumuna çok önemli görevler yükleyen filmde kadını edilgen bir yapıda gösterir. zira emma kadının ev içinde hapsolmuş sadece çocuk yetiştiren tarafıyla gösterilir. annesi aurora da kendini yıllarca bir ilişkiye kapatmış evinden ve bahçesinden çıkmayan çitlerle sınırları belirlenmiş bir yerde yaşayan ancak beyaz atlı birisi tarafından kurtarılmayı bekleyen bebeklikten beri kızını koruyan anne rolündedir. filmde özellikle anne ve kızı ilişkisini dikkatle incelemek gerekir. bununla birlikte kent/ kırsal kod ayrımı da göze çarpar. markette parası yetmeyen emma ya kötü davranan kasiyer kıza "new york lu olmalısınız" denmesi büyükşehirde yaşayanların meta odaklı ve insanların kötü duruma düşmesini anlamayan kişiler olarak gösterilir. bununla birlikte serbest cinsel yaşantıyı da onaylayan bir filmdir. emma nın kocasını aldattığı kişi tarafından baştan çıkarıcı olmanın övgüsü ile karşılaşır. burada zina vurgusuna rağmen yapılan eylemi olumlu gösterme hareketi vardır. en yakın arkadaşı tarafından new york a tatile götürülen emma burada büyükşehir yaşamını eleştir. her kadının çalışıyor olması ve yaşadıkları olaylar emma yı çok şaşırtır ilgi çeken iki nokta emma nın en yakın arkadaşının onu new yorklu arkadaşlarıyla tanıştırırken kullandığı cümledir "onlar senin gibi arkadaşlarım değil" diyerek büyükşehir yaşantısında ilişkilerin yapay sürecine bir göndermedir. film boyunca kırsal yerleşim yerlerinde dış mekan çekimlerde meydana gelen sessizlik new york ta yapılan dış mekanlar çekimlerde yerini adeta vuvuzela sesine bırakır. filmin sonlarına doğru insan ruhunu acıtan bir yapıya dönüşen filmde ilk olarak aurora nın ve sevgilisinin ayrılma sahnesinde esen rüzgar ruhunuzu yakar. buna ek olarak emma nın ölüm döşeğindeyken oğullarıyla vedalaşma sahnesinde göz yaşlarınız akmaya başlar. izleyiniz, izlettiriniz.
  • içinde şöyle güzel de bir sahne barındıran film ;

    spoiler--

    debra winger hasta yatağında, ölmek üzeredir. ona tavır yapan ve küs olan büyük oğlu , annesine ilgi göstermez.. annenin muhtemelen hayatında son görüşüdür oğlunu ve şöyle der arkasından;

    ''biliyorum ki bu sahne birçok defa canlanacak gözünde, biliyorum ki ; 'keşke anneme onu sevdiğimi söyleyebileydim' diyeceksin, ama ben bunu biliyorum, beni sevdiğini biliyorum, bunu bilerek ölücem, o yüzden hayatın boyunca bu sahneye takılma, yoluna devam et... beni sevdiğini ve ölümüme üzüldüğünü biliyorum..''

    hüngür hüngür ağladığımdan mıdır nedir,bu lafın sonunda çocuğun gelip anneye sarılıp sarılmadığını hatırlamıyorum.. bilmeyeyim zaten, koskoca film benim için şu sahneden ibaret zaten.

    spoiler---
  • hungur hickirik aglatir. film yarisina kadar romantik komedi tadinda giderken, bes dakikalik bir surec sonunda bildiginiz, sumukleriniz aka aka hickirip "ay neler oluyor ayol?" derken buluyorsunuz kendinizi. simdi agir spoiler basliyor, katil usak. bu sakaydi. bir nevi tatli bir nukte. ama bundan sonrasinda filmin sonu dahil anlaticam ve irdeliyicem, uyariyorum.

    su gune kadar izledigim tum filmler arasinda, ask ve tutkuyu bu kadar guzel ve dogal aktaranini gormedim. ciddiyim. bir sahne var, debra hamile (ayrica hamileyi oynarken ve pofuduk coraplarla da mi seksapel olunur guzel kardesim) yeni tasindiklari evde kocasinin yanina yer yatagina yatiyor, birbirlerine sarilip salak salak geyik yaparken, birbirlerinin orgazm olus sesleri ve cumlelerini taklit etmeye basliyorlar, "esas sen kendine bak, ah evet.." tadinda, sonrasinda da o hamile halle sevismeye calisma sahneleri var ki omre bedel. en azindan benim izlediklerim arasinda daha sahici bir ask ve tutku sahnesine denk gelmis degilim henuz. ha herkesi acar bir ask tanimi degil, boynuzu da yiyor, kendisi de aldatiyor, ve hani debra winger gibi olmek istemiyorum sonunda o da apayri bir mesele ama iki insanin aldatma, aldatilma takmadan ve "her seye ragmen" birbirlerini sevis bicimleri hayran kalinasi guzellikte. ya da ben premenapozdayim, o da var, o da can.

    shirley maclain ve jack nicholson'in hikayesiyse apayri bir vaka analizi. guzel bir kurkcu dukkani hikayesi olmus. en carpici kismi tabii ki anne-kiz iliskisi. shirley gibi obsesif ve ufak capta histerik egilimler gosteren annenin daginik* kizi hikayesi. bu iliskiye dair en hosuma giden, yillarca telefonda devam eden muhabbetler sonunda shirley'nin "yeter artik seninle kavga etmeyelim" dediginde, debra'nin "biz hic kavga etmedik ki" demesidir saniyorum, ayni iliskinin (ki o kadar yakin bir iliski) o iliskiyi yasayan iki insan tarafindan o kadar apayri bicimde algilanmasi ne ilginctir. asktan olume, "akan" bir film, hic zorlama olmadan cok guzel.
  • başrollerini debra winger , shirley maclaine , jack nicholson , jeff daniels ve danny devitonun oynadığı etkileyici film. yıllar önce tv'de izlediğimde ne yalan söyliyim ağlamıştım o debra wingerın çocuklarıyla vedalaştığı sahnede. hatta kızmıştım biraz izleyicinin duygularıyla bu kadar oynanmazki deyyu.. aşık olmuştum debra wingera o film sayesinde. oyunculuğundan olmalı. ismini her duyduğumda boğazım düğümlenir sanki gerçekten ölmüş gibi. velhasıl kelam bi yerden bulucam bu filmi.
  • film boyunca için için usul usul ağlayıp sonunda bi sigara yakıp hıçkıra hıçkıra ağladım. ama içim mutlulukla doldu aynı zamanda. yaşayan normal abartısız hayatları aynı sadelikle anlatan yönetmen senarist ve tüm oyuncuları için izlemek şart. ben de tekrar izlicem.
  • filmde herşeyden önce dikkatimi çeken konu amerikalıların bir tek dünyanın geri kalanına değil aslında kendilerine de yabancı oluşu. ne bileyim bugün veya filmin çekildiği yıllarda olsun farketmez bir trakyalı, bir tunceliliye bu kadar uzak olmazdı herhalde. ne bileyim texasli kocasının peşinde nebraskalara sürüklenen emma'nin new yorklu 3 hemcinsiyle yaptığı konuşmadan sonraki uğradığı şok bana bunu gösterdi.

    onun dışında;

    -the apartment filminde görüp tutulduğum shirley maclaine'i ikinci kez yaşlı haliyle görmek biraz tuhaf oldu. bunun dışında benim açımdan iyi filmdi

    -jack nicholson filmde bütünü tamamlayan muazzam bir parça olmuş.

    - debra winger 80lerde değilde günümüzde çıkış yapsa kariyeri çok farklı olabilirmiş. hani şu maradonanın bütün ingiltereyi ipe dizdiği gol varya işte tam oradaki gibi oynamış.
  • türkçe'ye ismi sevgi sözcükleri diye çevrilmiş.

    işte uzun zamandır hasret kaldığım türden film gibi film bir film. insanın neden sinemaya âşık olabileceğini gösterişe bulaşmadan, minnet altında bırakmadan, şov yapmadan anlatan kaliteli, içten, yalın ama satır aralarında hayatın kederli ve neşeli yanlarını ustalıkla tasvir edebilen harika bir sanat eseri.

    sinemada uzun zamandır hastası olduğum temalardan biridir; sıradan insanların aileleriyle, kendileriyle, çevreleriyle kurdukları veya kurmaya çalıştıkları kırık dökük ilişkiler. dünyanın her yerinde birbirine benzeyen beşeri sorunlarımız; tercihlerimizin, arzularımızın, zorunluluklarımızın sonucunda ödemememiz gereken bedeller, ve hayatın öyle ya da böyle bir şekilde bizi çok zorladığı dönemleri anlatan düşük bütçeli ama oyunculuklarla, diyaloglarla, çok iyi gözlenmiş detaylarla insanı saran, düşündüren, kendi hayatını da muhasebe etmeye sevk eden bu tür filmleri seviyorum.

    bu filmin ağızda tat bırakan en güzel yanlarından biri de müzikleri. daha ilk sahnede yaşamın iç içe geçmiş yin yang gibi coşkusunu ve hüznünü kompoze etmiş müziklerinden anlıyorsunuz ki; iyi bir film izleyeceğim!

    amerikan sineması derya deniz zaten de adamların bu hikâye anlatma ustalığına şapka çıkarmamak elde değil. küçük bir kasabada yaşayan birkaç kişinin hayatını isterlerle öyle güzel öyle efsunsuz öyle içli, ama aynı zamanda öyle estetik dokunuşlarla anlatıyorlar ki yani sanki karşınızda lirik bir tablo var da uzun uzun bakmak istiyorsunuz gibi..

    tabii ki benim daha çok the newsroom dan hayran olduğum jeff danıels in 80'lerdeki gençlik yıllarını görmek harikaydı. hakeza dexter dan beri çok sevdiğim john lithgoe'u da o kadar genç görmek benim için başka nefis bir deneyimdi. ancak jack nicholson'un herhalde en güzel dönemiymiş 80'ler. filmde kendisi için yaratılan karaktere de bayıldım. o kadar gerçek ve kanlı canlı bir karakterdi ki. o bohem, tasasız, zampara görünüşünün altına gizlediği hüzünlü, yaralı ve insanlardan umduğunu bulamamış adamı öyle güzel canlandırmış ki jack nickholson neden jack nicholson olmuş anlıyorsunuz. bu adam hiçbir şey yapmasına gerek yok sadece konuşması bile her şeyden öte bir zevk zaten. daha önce birkaç filmini izlediğim ama körlüğümden olsa gerek fark edemediğim debra winger'in önündeyse şapka çıkarıp yerlere kadar eğilmem isterdim. o nasıl bir karaktere kendini adamaktır? krakterini oynamamış adeta yaratmış.taşrada büyümüş hoyrat kasaba kızı yürüyüşleri, duygularını içinden geldiği gibi yaşaması ve kendisini hiç zorlamadan ifade edişi, annesiyle kavga edişleri, evliliği, hamileliği, sonra işlerin yolunda gitmeyişi karşısındaki tutumu ve özellikle de başına gelen o korkunç trajediyi olağanüstü bir gerçeklikle oynamış.

    velhasıl, mutlaka izlenmesi gereken bir film. izleyip izlettirmek gerek ancak böyle filmlerin kadrini kıymetini bilebilecek insanlara..
  • the x files'in 6. sezonunun 6. bolumudur. fakat yayinlanis sirasi olarak how the ghosts stole christmas'tan sonradir. olaylar, başında ve sirtinda anormal cikintilar olan bir bebek bekleyen cift ile baslar ve gelisir.
  • hayattan bir kesit

    --- spoiler ---
    güldürür de ağlatır da
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap