• bizim müslüman olmamıza neden olduğu söylenen bu savaşta sadece arapların değil, çinlilerin saflarında da savaşmışızdır. herhalde savaşı çinliler kazansa toplu şekilde taocu seksi öğrenecektik. kısmet işte, namaz kılmayı öğrendik!
  • 751 talas savaşi'nin türklerin müslüman olmasiyla ilgisi, tigana'nin ağzindaki kürdan'in beşiktaş'in "muhtemel" bir uefa şampiyonluğuna olan katkisi kadardir. yani çok zayif bir doğrudan ilişkiden sözedebiliriz. ama elbette dolayli bir ilişki sözkonusudur çünkü talas savaşı birçok yönüyle asya tarihinin ve çin'den anadolu ve arap yarimadasina kadar olan coğrafi alanin siyasal tarihi açisindan önemli bir gelişmedir. türklerin ilgili dönemdeki durumu dağınık göçebe kavimlerden ve parali askerlerden pek ötede değildir yabgu gençler o mevzuda yanliş anlama olmasin..
    ama illa söylemek gerekir ki savaş'in olduğu dönem araplar'in islam imparatorluğu için de, çin imparatorluğu için de karişikliklarla dolu bir evreye rastlar. iktidarin "peygamber ailesi"ne, "peygamber soyundan gelen"lere iadesi temasi etrafinda süregiden araplar içi iktidar ve pay alma savaşı özellikle 720'lerden sonra hizlanir. iktidarin emevi'lerden alinarak ali soyuna ya da peygamberin amcasi abbas soyuna devri amacini güden ayaklanmalar 730'lara damgasini vurur ki dikkat ediniz çin dolaylarina doğru savaş sathi mailine girilirken arap tarafindaki gelişmeler zincirinin en önemli halkasi budur. islam'in arap yarimadasi dişindaki en önemli genişleme halkasi olan ve giderek vergiler vs. yoluyla zenginliğin temel kaynağı olan bugünkü iran ve hazar'in doğusu, imparatorluğun olduğu kadar isyancilarin da en önemli merkezi durumuna gelmektedir. horasan, belh ve daha sonra zeyd yanlilarinin küfe ayaklanmalari direniş eğiliminin hizla biriktiğini gösterir. ancak tüm bu ayaklanmalar hizla bastirilir. mevalilerin, şiilerin yoğunlukta olduğu bu bölge muhaliflerin de merkezi haline gelmeye baslar. emevilerin horasan valisi olarak tanidiği ve hala şiilerin adi etrafindaki efsaneleri cari kildiği ebu müslim, bir yandan çeşitli isyanlari bastirirken bu direniş eğilimlerini de kendi etrafinda toparlar. (ebu müslim önemli aklinizda tutunuz, emevileri içerden hançerleyen adamdir...) 474 yilinda merv'e ve daha sonra'da imparatorluk merkezi irak'a kadar giderek emevi iktidarina son verir. ebu müslim'in öncülüğünü yaptiği ve ebu abbas'i başa getirerek abbasi soyunu başlatan bu süreçin en ilginç olgusu, "peygamber soyu'nun başa gelmesine" rağmen yoksul mevali şii ayaklanmalarinin sürmesidir. buhara ve semerkant'taki 750 yili ayaklanmalari bu kez abbasi'ler ve ebu müslim'in komutanlari tarafindan bastirilir vs.. neyse konuyu dağıtmayalim..

    talas savaşina giderken ikinci önemli dinamik malumunuz çin tarafidir. çin bu dönemde özellikle bugün seyhun diye bildiğimiz siri derya'nin doğu'suna egemendir ya da bu bölgedeki sogd ve türk egemenlerinden vergi almaktadir. bu egemenleri devlet sanmayiniz, daha çok kent yaşaminin ve ticaretin yöneticisi kent ve kabile yöneticileri sifatinda soylardir. çin hindistan ticaret yolu üzerine araplarla isbirliği yapan kabileler vs. dolayisiyla ortaya çikan rahatsizliklari ortadan kaldirmak ve arap yayilmasini engellemek için 750'de bir çin ordusu bölgededir. abbasilerin iktidara geldiği ve araplarin iç kavgalarla boğuştuğu dönemde önce kaşmir ve tibet daha sonra da taşkent üzerine yürüyen çinliler taşkent'i alir ve kentin valisini öldürür. vali'nin oğlu müslim'den yardim ister ve müslim bu bölgeyi kontrol etmek ve doğu'ya doğru açilmak üzere firsat olarak gördüğü bu savaş için güçlü bir orduyu bölgeye yollar. (buralar biraz emin oktay tarih kitabi gibi oldu idare edin..) ve iki ordu güzelim talas ovasi'nda karsilasir. çin ordusu çinlilerin yanisira, geçtiği yerlerden topladiği, bizim insan haklarini sadece dayak yiyince hatirlayan memleket proletaryasini kazak şantiyelerinde benzetenleri andirdiğina iddiaya girebileceğim karluk, fergana vs. türklerinden oluşur. doğan avcioğlu savaşın gelişme sürecine dair 25-30 bin kişilik orduya 40 bin civarinda türk kabile askerlerinden oluşan bir destek sağlandiğini yazar bu mevzuda. riyoux falan ise biraz daha insaflıdır. türk sayisini 20 bin civarinda verir. ama arap tarafi, yani müslim'in komutani ziyad'in ordusu esas olarak soğd, türk ve araplardan oluşur. (türkü türke kirdirmiş araplarla çinliler taaa 1300 yil önce görüyor musunuz gençler, hep aynı oyunlar oynaniyor bu millet üzerinde heyhat..) neyse, savaşin 5 gün sürdüğü ve türk tarafina geçen karluklarin çinlilere arkadan saldirmasiyla yani bildiğin türklerinin taraf değiştirmesiyle çinliler yenilir. budist rahipler'ini de alip memlekete dönerler. yine bu siralarda çin karişir, imparatorluğa karşi iç savaş süreci başlar, hatta bir bölüm uygur türkü imparatora yardim için çin'e kadar gider vs.. arap tarafinda da türklerin etkinliği bu savaş sonrasinda artmaya baslar. abbasi saraylarinda, bağdat'a taşinan iktidar merkezinde vs. türkler önemli bir askeri inisiyatif almaya baslarlar.

    ama milliyetçi ya da yüzeysel türk tarihçiliğinin sık sık iddia ettiği gibi tarihin savaş sonrasinda lise tarih kitaplarindaki gibi akin akin müslüman olan türk kabileleri aramak pek olumlu netice vermez. "bu araplar çok delikanliymiş, şahane savaşiyorlarmiş, biz de hemen müslüman olalim" ya da "arap kılıcıyla türkler müslüman edildi" gibi bir baskiyla müslüman olan topluluklara rastlamak mümkün değildir. o dediğiniz biraz conan filmlerinde cereyan eder. talas savaşı'nın asıl önemi bölgedeki çin egemenliğinin çok uzun bir süre için ortadan kalkması ve bölgenin daha kesin olarak arap islam hinterlandina yerleşmesidir.. seyhun'un batisi artik araplar için, yari bağımsız türk kabile devletlerinin, soğdlularin ve çin kontrolünün bulunduğu savaşlarla dolu korkutucu bir yer olmaktan çıkmış ve araplar ve islam imparatorluğu seriderya'nin batisina da yerleşmeye başlamıştır. islam dininin genişlemesi için uygun siyasal ve toplumsal koşullar sağlanmış, özellikle hint ve çin ticaretini kontrol eden yari bağımsız soğd tüccarlarla ilişkiler genişlemiş ve doğuşundan itibaren ticaretle içiçe gelişen bi din olan islam bölgede hareket yeteneği kazanmiştir. bu önemli bir dinamiktir çünkü islam bu bölge için uzunca bir süre "tüccar ve asker dini" olarak gelişmiştir. elbette bir diğer sonuç da islam'in bir arap dini olmaktan çıkmaya başlamasıdır. ortaasya bölgesindeki türk kabilelerin, abbasilerin islami "arap dini" olmaktan çikararak tüm müslüman toplumlari eşitleyen bir yorum getirmesine rağmen kolay kolay müslüman olmadiğini unutmamak gerekir. özellikle bu tarihten sonra abbasilere ve islamiyete karşi düzenlenen tüm ayaklanmalarda budist, şamanist, maniehist türk kabilelerin büyük katkisi vardir. bir kentlere talan saldirilari düzenleyen türklerden korunmak için kentlerin çevresine surlar dikilir, türklerden köle askerler yapilir vs.. müslüman türk topluluklarinin kitleselleştiğini görmek için ise 10. yüzyila kadar beklemek gerekir. "türkler gibi kafir" sözünün bu dönem boyunca bölgedeki arap ve şii mevali arasinda yaygin bir kalip olduğunu da belirtmeden geçmeyelim ki o vakitler türklerin araplar tarafindan nasil görüldüğünü anlamayi kolaylaştırsın.
    ki türklerin bin yillik bir müslümanlik, onun yarisi kadar da bir halifelik ve imparatorluk geçmişi olmasina rağmen arap yaramidasinda hala "türk gibi kafir" sözünün cari olmasi biraz da bu işlere bağlıdır. bütün küffarlara selam ederim..
  • sonucunda arapların neden kitleler halinde şamanizme geçmediklerini bir türlü anlayamadığım savaştır.
  • islam dinini görüp beğenmekle pek ilgisi yoktur.
    tıpkı nato-sovyet bloğu ayrımı gibi, türklerin varlıklarını sürdürmeleri için islam ülkeleri bloğuna dahil olmaları gerektiğini anladıkları savaş olmuştur. stratejik bir ortaklığın başlangıcıdır.
    namaz, abdest ondan sonra...
  • savaş başladığında türkler ve araplar müttefik değildir, hatta türkler çin ordusunun yanında savaşa başlarlar. ancak savaşın ilerleyen dakikalarında, türk güçleri arapların safına geçerler ve bu destek ile birlikte arap orduları savaşı kazanarak çin güçlerini doğuya doğru iterler.
    bu gibisavaşsırasında saf değiştirme olayları türkler açısından ne ilk ne de son kez olmaktadır, zira o dönemde türk savaşçıları devlet düzeninde değil, birbirleriyle sadece savaş zamanı bir araya gelen paralı asker statüsündedir. zaten türk göçebe ve yarı yerleşik topluluklarının en önemli gelir kapılarından biri yağmalar ve savaş ganimetleridir o dönemde. eğer karşı taraf savaş sonrası ganimetinden daha fazla pay verirse, türk güçleri taraf değiştirebilir. bunun din veya inrançla bir ilgisi yoktur, zira o döneme kadar türk güçleri müslüman araplarla savaşmışlardır, sonrasında da yüzyıllarca bu savaşlar sürmüştür. ha, bu savaştan sonra türklerin müslümanlaşması hızlanmıştır, bunun nedeni de çin etkisinin uzaklaşıp bölgenin arap etkinliği altına girmesidir.
    (bkz: nasıl müslüman olduk)
  • yenilginin ardindan turklerin kendi kulturlerinden yuz cevirip, arap kulturunu benimsedikleri savas.

    o kadar ki, gunumuzde bu savasta" iyi ki yenildik de kulturumuzu birakip araplastik" diye sevinip, sukreden milyonlarcasi var.
  • bu savaşta çinliler yenildiği için türkler de müslüman sayılmıştır.

    ulan hep başka milletler kaybediyor, olan bize oluyor. geçen de birinci dünya savaşı'nı almanlar kaybetti diye yenilmiş sayıldıydık.
  • "türkler bu savaş ile kitleler halinde müslüman olmaya başladı" yazar tarih kitapları.
  • bu topraklarında yüzyıllar boyunca süregelen `alevi` katliamlarını da upuzun bir süreç olarak değerlendirmeye kalktığımızda, ister istemez önümüze çıkacak ilk soru şu olacaktır: bu karanlık zincirinin ilk halkasını meydana getiren olan neydi? orada ne yanlış gitmişti de islam dini içerisinde önce bir ayrışma başlamış, bu ayrışma zamanla ‘ötekileştirmeye’, en son evrede de bir planlı kıyım politikasına evirilmişti? bu soru, kaçınılmaz olarak bizi yolun en başına, müslümanlığın anadolu’ya girişine, türklerin müslümanlaştırılmasına kadar götürecek, orada resmi olmayan, okullarda okutulan kitaplarda yer almayan bir tarihle yüz yüze getirecektir. işte yolculukta, bir yandan ‘gayri resmi tarihin’ merceğinden görünen manzaraya şaşkınlıkla bakakalırken, biryandan da şimdiye dek önümüze konmuş olan o ‘kesin doğruları’ yeniden gözden geçireceğiz.

    türklerin müslümanlığı kabul etmeleri hiç de öyle güle oynaya olmamıştır; biraz irdelenip araştırıldığında görülecektir ki bu kabullenişin arkasında, bize öteden beri söylenegeldiği gibi bir gönüllülük, bir dirençsiz kabullük değil, koskoca kıyımlar tarihi yatmaktadır. neredeyse seksen yıl süren (670–750) bu kıyımlar, yağmalar tarihi bilinçli ve kurnazca bir eylem şekli olarak hep gözlerden uzak tutulmuş; resmi tarih kitaplarında verilen örneklerle, islamiyet’in yayılışında bir hoşgörü anlayışının egemen olduğu izlenimi yaratılmış, bununla da kalınmayıp adeta bir gül bahçesi resmedilmiştir. oysa tarihi gösterilenden, önüne koyulandan ibaret saymayıp, onu farklı şekilde okumak isteyen herkesin de kolaylıkla göreceği üzere, arap yarımadasında kılıç şakırtıları arasında ilerleyen müslüman araplar, ulaştıkları başka topraklarda da kılıçlarını bir kez olsun kınına koymamışlardır. işte din adına çekilen bu kılıç en çok, dört halife dönemi’nin (632–661) hemen ardından başlayan emeviler zamanında kana bulanmıştır. adı her günümüzde bile zalimlik, kötülük, hilebazlıkla eşanlamlı görülen emevi hanedanlığı, ali’nin 661’de öldürülmesinin ardından halifeliğini ilan eden muaviye tarafından kurulmuş, abbasilerin iktidarı ele geçirdiği tarih olan 750 yılından dek hüküm sürmüştür. dikkat edileceği gibi resmi tarihin dilinden, türklerin araplarla dostluk kurup, islam’a sıcak bakmaya, ardından da toplu halde müslümanlığı kabul etmeye başlamalarının ateşleyici unsuru olarak sunulan talas savaşı, tam da emevi devletinin yıkılışından hemen sonra, 751 yılında olmuştur? peki bu tarihe kadar islam’ın yayılım savaşları esnasında, araplar türklerle hiç karşılaşmamış, bu iki halk birbirlerinden hiç etkilenmemişler midir? çinlilere karşı kol kola girilen talas savaşı’ndan önce bu halklar arasında nasıl bir ilişki olmuştur? yoksa bilmemiz gereken ve bize lazım olan yegâne bilgi, kitaplarda yazılı olan şu satırlardan ibaret midir? “araplar ve türkler, talas savaşı (m.751) ile çinlilere karşı ortak mücadele etmişlerdir. bu savaş sonrası oluşan, dostluklar beraberinde türklerin hızla islâmlaşmasını ve islâm devletinin hizmetinde görevler almasını sağlamıştır.” talas savaşı sırasında, araplarla ilk dirsek temasında bulunan ve bunun sonucu olarak da islamiyet'i topluca kabul eden ilk türk devleti karahanlılar, türklerin müslümanlaşması tarihinde önemli bir yere sahiptirler. ismail hakkı küpçü, talas savaşı başlıklı yazısında bu olayı şu cümlelerle anlatır: “… islam imparatorluğu’nda emeviler yıkılarak (750), yerine abbasi sülâlesi gelmişti. bu durumun gerçekleşmesinde horasanlı türk olduğu söylenen `ebu müslim`’in (kendisini o bölgedeki milletlerin hepsi, kendi ulusundan biri olarak görüyordu. bunun nedeni bölge halkının emevilere karşı duydukları nefretti) çok önemli bir rolü oldu. ebu müslim kendisinden yardım istenince, arap liderleri gibi düşünmedi ve komutanı ziya bin salih’i gönderdi. kartuk türkleri (karahanlılar devletini kuran ana boydur) ise zaten çinlilere düşmandı. onlar da olumlu cevap verdiler. böylece 751’de birleşen kuvvetler, talas nehri kıyılarında çin ordusunu ezdiler.” aslında horasan halkının “emevilere karşı nefret duy”masının altındaki nedenler saymakla bitmeyecek kadar çoktur; bu nefret bir günde değil, onlarca yılda, kıyımlar ve katliamlar sonucunda ortaya çıkmış, kendini göstermiştir. bu nefreti var eden sebeplerden biri, `erdoğan aydın`’ın, türklerin müslümanlaştırılmasının resmi olmayan tarihi alt başlıklı, nasıl müslüman olduk? kitabında, emevi hükümdarlarından ii. ömer (717–720) dönemine ilişkin bir bölümde şu şekilde yer alır: "türkler her vesileyle ayaklanmaya ve önceki dinlerinin gereklerini sürdürmeye devam etmişlerdir. nitekim vali cerah’ın horasan’da geçirdiği belli bir zaman sonrasında halife ii. ömer’e yolladığı mektuptaki düşünceleri de bu durumu kavramak açısından vurgulayıcıdır: “horasan’a geldiğimde fitne ve karışıklık çıkarmaya düşkün bir kavimle karşılaştım. onların hakkından ancak kılınç ve kırbaç gelecektir.”
    650’li yıllarda başlayan ve 700’lerde tam anlamıyla işgal ve sömürgeleştirme hareketine dönüşen arap saldırılarından sonra, türkler nihayet müslümanlaşmaya kabul edilebilir bir seçenek olarak bakmaya başlarlar. elbette bu süreç müslümanlaşmış türklerin, kendinden olmayan diğer ‘kâfir’ türk boylarını katledecekleri, kendi aralarında kan dökecekleri, sünni mezhebini kabul etmeyenleri kılıçtan geçireceği bir geçiş sürecini de ister istemez beraberinde getirecektir. ancak türk halkının sünniliği tamamıyla içselleştirmesi için bir 450 yıl geçmesi gerekecektir; bu tarih, `yavuz sultan selim`’in, resmi islam’ı hazmedemeyen halkın muhalifliğini tasfiye ettiği, kökünü kazımaya giriştiği ilk kanlı alevi katliamına denk gelir.
  • bok mu vardı dedirten...
hesabın var mı? giriş yap