• kişinin tanrı sevgisini ve ona boyun eğişini bir manastırda ya da bir tekkede sınaması kolaydır. çevresel yoksunluk altında ve herşeyin tanrı'yı çağrıştırdığı bir ortamda tanrı'nın hayırlı bir kulu olmak kısıtlı ölçülerde bir övünç vesilesi olabilir; kısacası kolaycılıktır.

    çuvalcı yazıhanesi-rahmetli ana babasından kalma sade evi-doğma büyüme mahallesi-namaz kıldığı cami-zikre gittiği dergah

    işte muharrem efendi'nin kendiği kapattığı açık hava manastırı veyahut tekkesi...

    hayat alelade, nefsin istekleri kapalı odalara hapsolmuş, akla geldiğinde bir "tövbe estağfirullah" ile sönüveriyor. geçiyor...

    muharrem, allah'ın elçisi saydığı muhammed kadar emin olan bir insan, yaratılışı bu. haram nedir bilmiyor, şeytan dürtüp aklına gelse bile hiç gözü yok.

    o kadar emin (emanete sadık) ki, gün geliyor ara sıra gittiği dergahın şeyhi ona dergahın ana gelir kaynağı olan kira gelirlerini toplama vazifesini veriyor. istemiyor ancak, "bu yola hizmetin sevabı" ile kandırılyor. ve dergahın maddi zenginliğini sembolize eden giysiler, saatler, araba, cep telefonu, vs. bir anda bir maddi gücün "üzerinde taşıyanı" oluyor. (filmin bir yerinde, şeyh, "acaba kızımı muharrem'e mi versem ?" diye bile düşünüyor, o derece emin ve tertemiz)

    ve olaylar gelişiyor...

    islam, belki de, yaşayan, aktüel dünya üzerine söyleyecek sözü en çok olan dindir. sadece bir "ahlak öğretisi" olmayıp, siyasi-idari-dünyevi işaretleri olan bir din olmuştur. fıkıh olgusu pek çok islami değerin önünde yer almış, önemsenmiştir.

    işte bu "kul işi" düzeniyle, islam içinde yer almak, sözün tam manasıyla müslüman olabilmek zordur, bazen imkansız derecesindedir.

    bu film, sadece mümin müslümanların değil; bu dünya düzeni içinde dürüst, temiz kalabilmeye çalışan insanların öyküsüdür. muharrem insancığı üzerinden anlatılmıştır, o kadar. yoksa tamamıyla dini referansları olan bir film değildir. öz kişinin vicdanıdır, kişi kendisi nasıl bilirse bilsin ve tanımlarsa tanımlasın.

    değerlerimizin, işin içine başkaları ve erişilmesi zor dünya nimetleri girdiğinde nasıl çelişkilere düştüğümüzün, nasıl git-geller yaşadığımızın filmi.

    biraz düşününce böyle denebilir sanırım...

    p.s. filmi izlerken bir ara, ak partililer için denen "önce mücahattiler, sonra müteahhit oldular, şimdi de müsait oldular" lafı geldi nedense... işte, muharrem, müteahhit yapılmaya çalışılan, ancak bir sonraki aşama olan "müsait olma"yı ruhunda bir damlacık taşımayan bir mücahitçik, bir adamcık. ya kafayı yiyeceksiniz onun gibi mana-madde arasında kalıp ya da şimdilerde memleketi idare edenler gibi müsaitleşip genleşeceksiniz, özünü-aslınızı yitirip unutma pahasını hiçe sayarak...

    son olarak, ayrıca,

    son yıllardaki en iyi türk filmidir bu film, izlemeyen izlesin; asla bir şey kaybetmez.
  • engin günaydın'ın çok şahane bir repliği var bu filmde, adamı yoldan çıkarmadan önce diyor ki...

    "ben karşıdan geliyorum"
  • filmin en vurucu sahnesi, muharremin namaza başlamadan önce elindeki para çantasını koyacak yer bulamaması sonucu yere bırakması ve bu para çantasının tam önünde secde etmesidir. karakterin kırılma noktası bu sahnededir ve dönüşümü burada başlar. imge kullanımı güçlü bir filmdir.
  • 96 dakikalık versiyonunu izledikten sonra gönül rahatlığıyla söylebilirim ki ele aldığı konuya ön yargısız, ayrıntılar konusunda alabildiğine titiz ve oldukça gerçekçi yaklaşan; oyunculuklar, müzikler ve görüntüler konusunda son derece başarılı bir film olmuş takva. ne "bu tarikatlar da böyle işte, pislik yuvası" gibi bir söylem içine girmeye çalışıyor ne de bunun tersi bir yücelteme çabasına giriyor ki ele aldığı konunun hassasiyeti düşünüldüğünde bu objektifliği muhafaza edebilmesi cidden takdire şayan bir başarı.

    --- spoiler ---

    lakin daha evvel de bir iki yerde söylendiği gibi filmin bu versiyonu montajda biraz fazlaca kırpılmış gibi geldi bana. final öyle çabuk gelişiyor ki sanırsın ekip sıkılmış karda kışta film çekmekten de "amaan neyse ya bu adam da böyle kafayı yedi işte, dağılın hadi" deyip apar topar bitirmişler işlerini. özellikle muharrem'in delirme sürecinin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak detaylarda rahatsız edici bir eksiklik hissediliyor. o yüzden (eğer gerçekten öyle bir versiyonu var ise) filmin daha kolay anlaşılmasını öykünün daha inandırıcı olmasını sağlayacak sahnelerin bulunduğunu sandığım (umduğum) daha uzun versiyonunun gösterime girmesi daha isabetli bir tercih olacaktır fikrimce.

    --- spoiler ---

    ve son olarak filmin senaristi önder çakar'la yapılan bir röporaj için de şöyle buyrun:

    http://www.ekolay.net/…pid=725&hid=1&haberid=435801
  • --- spoiler ---

    film bir bekar evinde açılır. daha sonra pek çok kez aynı şeyi yaparken göreceğimiz muharrem'le gecenin ortasında abdest alırken ilk kez burada karşılaşırız. kendini dış dünyadan ve büyük sorumluluklardan kısmen soyutlamış, dünyevi zevklerden elini eteğini çekmiş, doğasıyla boğuşmaktadır. film ilk bölümde o kadar etkileyicidir ki, filmin baş kişisi olan muharrem'den daha sonra tekkede göreceğimiz zikire katılan emekli / esnaf kalabalıktakilere kadar "ben bu adamları nereden tanıyor olabilirim ki?" diye düşündürür. özellikle istanbul'da, yanından geçip gittiğimiz ve anlık dikkatimizi çeken adamları aslında ne kadar iyi gözlemlemiş olduğumuza hayret etmek işten değildir. gerek güzel resimler gerek karakterlerin inandırıcılığı gerekse sosyal hayatın son derece sadeleştirilerek verilmesi olsun, ilk yarıda türk sinemasına ve bu kadar yol kat etmesine hayran olunabilir. takva, başından sonu kestirilemeyen filmlerden biri olduğundan, isminin avantajını burada kullanıyor diyebiliriz. herkesçe bir çırpıda anlamı söylenemeyecek bir isim koymak, bu film için yapılabilecek belki de ilk şıklıktır. fakat, ne yazık ki bu tür şıklıklar filmin sonunu getirmeye yetmiyor belki de. filmi ilk yarı / ikinci yarı diye ayırmak ne kadar doğrudur bilemiyorum ama, benim için filmin ilk yarısı popcorn molasına kadar olan değil, muharrem'in emaye tenceresinden, tarikat için para toplamaya çıktığı bir gün, kiraları aldıktan sonra namaz için camiye girmesi ve parayı çaldırmamak için gözünün önüne koyması yani paraya secde etmeye başlamasına kadar geçen süredir. gerçekten de bu iki sahne arasında olan biten her şey, ortalama bir sinema izleyicisi olarak söyleyebilirim ki beni tek kelimeyle 'yamultmuştur'. güven kıraç buna yakın bir rolde ve benzer kostümlerde hacivat karagöz neden öldürüldüde görüldüğünden beri bu tür cinfikirli, devrin adamı tiplere çok gidiyor. bu filmde ise karagöz hacivat'takinin tam tersi olarak tüyler ürperticidir. kafasından geçenleri ustalıkla gizleyen bir adamı o kadar başarıyla canlandırmıştır ki.. erkan can'a ise hayatında yapılmış en büyük haksızlık 'uy temel'li dizidir. zaman keşke geri alınabilse.. bir insanın takva ve doğası arasında yaşadığı ikilemi, baba yadigarı olduğu işyerinde çizdiği tip o kadar başarılıdır ki, ondan da nerede ürkmemiz, nerede anlamamız gerektiğini kestiremeyiz.
    gelgelelim film paraya secde sahnesinden sonra savsaklamaya başlıyor. muharrem'in tıpkı henüz tarikat içinde önemli bir yere gelmediği günlerde zikir için kapıdan girerken can havliyle tekkeden kaçarken omzuna çarpan meczup gibi işyerinden fırlayıp sokaklarda koşarken birine aynı şekilde çarpmasıyla iyi bir döngü yakalamışken, diğer bölümlerde olayları birbirine bağlamak güçleşiyor. kira ödeyemeyen evin numarasında yapılan karışıklık garip bir şekilde insanın aklında kalıyor -ama böyle şeyler hep olur, önemsiz bir hata-. güzel başlayıp sonrasında benzini bitiyor adeta filmin. bahsettiğim ilk yarıda hikayenin söylemek istediğini fazlasıyla söylemesinden midir bilmem, her şeyin basit bir ticari alış verişle darmadağın olması belki de fazla sembolik. tamam, devamı gelecek, boğazına kadar pisliğe batmak üzere olduğunun işareti ve muharrem de bunu kaldıracak bir adam değil ama belki de daha detaylı, daha kuvvetli bir etki verilmeliydi burada..

    sonuçta; en iyi senaryo (önder çakar), en iyi müzik (gökçe akçelik), en iyi erkek oyuncu (erkan can), en iyi görüntü yönetmeni (soykut turan), en iyi sanat yönetmeni (erol taştan), en iyi laboratuar (sinefekt), en iyi makyaj ve saç (nimet inkaya), en iyi kostüm tasarımı (ayten şenyurt) ödülleri boşuna verilmemiş, yerine gitmiş hakikaten de..

    --- spoiler ---
  • bu filmde benim de anlamadığım bir sahne vardı. (bkz: #28361809)

    ancak bugün filmi bir kez daha izledim, üst sıralardaki entry'leri de okuyunca (bkz: #15748792) kendimce bir bağlantı kurdum. daha doğrusu nedenini anladım.

    --- spoiler ---

    bu meczup da sanırsam önceki "muharrem efendi". yani o da bu yollardan geçmiş, kendince iletişim kurmaya haber vermeye çalışıyor muharrem efendinin başına gelecekleri. tabii ne dergahtan kopabildiği ne de kalbine söz geçirebildiği için elinden bir şey gelmiyor, açıkça söyleyemiyor. zira söylese bile "deli işte" deyip geçeceklerini iyi biliyor...

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    çok yakın 2 evliya arkadaş varmış, biri köyde çobanlık yaparken, diğeri şehirde kundura işiyle uğraşırmış, çoban evliya bahardan bahara, şehire erzak almaya gelirken arkadaşına uğrar muhabbet ederlermiş, bu çoban evliya her ziyaretinde arkadaşına incir yaprağı içinde süt getirir, dükkana gelir gelmez hemen orada bir askıya asarmış ,sevilen kul olarak kendisine verilen özellik gereği süt hiç yapraktan dökülmezmiş, gel zaman git zaman bir bahar herzamanki ziyaretini yapan evliya, astığı incir yaprağının altına oturur, başlarlar muhabbete, tam o sırada içeri gerçekten çok güzel çok alımlı bir bayan girer,
    "şıp"
    ya demiş çoban kardeş " dağda evliyalık kolay, zor olan şehirde evliya olmak"
    --- spoiler ---

    kısaca bu hikayeyi başarılı bir şekilde anlatan filmdir, ellerine sağlıktır.

    edit: -dengiz-arkadaşımızın bilgisine göre bu hikayenin, sehirde oturan oznesi, haci bayram veli hazretleri ( ankara) bir de kendisine anlatilan versiyonda, cuvalin icine sut konuyormuş. ( benim bilgim tamamen kulaktan dolmadır)
  • yeni sinemacılardan, gurur duyulması gereken her ayrıntısıyla tebriği ve ödülleri sonuna kadar hakeden, eleştirdikçe daha da yücelen (iyi bir filmin olması gerektiği gibi) bir trajedi . şöyle bir kendimce sinopsisini yazıveriyim, ardından görüşlerime geceyim.

    --- spoiler ---
    dinibütün, mülayim bir adam bağlı olduğu dergah tarafından, dergahın alacaklarını toplaması için görevlendirilir. dünyevi işlerden, paradan puldan elini eteğini çekmiş, bu kendi halinde adam* "dininin" zoruyla tekrar dünyevi işlerle ilgilenmeye başlar. bu düzene ayak uydurmayı beceremez, iyilik ve kötülük kavramlarını yitirir, fazla teslim olmuştur, meczup olur. filmdeki bir replikteki gibi "meczupa günah yazılmaz". muharrem sonunda amacına erişecek cennete gidecektir. meczupluktur aslında tek çaresi, çünki ne dinine ne de kişiliğine tanrı katında iyi bir insan olmak için güvenmiyordur artık.
    --- spoiler ---

    takva sanat yönetimi ve görüntü yönetimi açısından bir çok başarılı yabancı bağımsız film ile kıyaslanabilcek nitelikte olmuş. filme hakim olan beyaz renk ve rüyalardaki parlak renkler arasındaki zıtlık, muharremin hayattan ne kadar "uzak"laştığını da gösterir bi bakıma. tüm renkleri geride bırakmış sırf beyazla yetinmeye çalışmaktadır. olur mu, olmaz tabi ..
    zikir sahnelerindeki kendinden geçme halinin görselliği ve özellikle hem bu sahneler hem de genel anlamıyla "ses" ilginç bi şekilde* çok iyidir bu filmde. onur yavuz u tebrik etmek gerekir başarısından dolayı.

    filmin tarikat dünyasını gercek hayattan ayırmak amacıyla güttüğü görüntü yönetimi çok başarılı. ilk sahneden başlayarak son sahneye kadar, onlarınki ayrı bir dünya oraya ne girmesi ne çıkması kolay, düşüncesi gümbür gümbür veriliyor. biraz fantastik geldi bana bu yönüyle, arkada ateş yanıyor, önde bir şeyh, tanrı gibi konuşuyor, muharrem de alttan onu izliyor, eziliyor, kıvranıyor ve şükrediyor. neye şükrediyor ki muharrem, neyi var ki. fantastik olması gayet normal yani demek istediğim.

    bir tarikat filmine bu ülkenin ihtiyacı vardı zira çok fazla "doğru yol" var etrafımızda. ve çoğu dindar bu doğru yollardan birini tercih etmeye zorlanıyor. önder çakar filmin genel gidişatını yaratmak da pek zorlanmamış olmalı sanırım . ama detaylarla verdiği zenginlik filmi iki kere izlenesi kılıyor. yalnız filmdeki climax çok sert ve keskin biçimde kodlanmış bir rüya olarak, oraya kadar çıkış ordan sonrası iniş şeklinde bir grafiğe sahip. bu kadar kesin olması neye hizmet ediyor , sadece filmik zamana mı, yoksa bu kadar çabuk mu olur iniş ve çıkışlar.. biraz rahatsız oldum bu zirve noktasından ne yalan söyliyim.. bi anda adamın dellenmesi bağırıp çağarması nası desem çok ani veya çok içine şeytan girmiş gibi olmuş. değişimin iki ucu çok zıt ama zıtlıklar arasında daha yumuşak ve sürekli bir geçiş olabilirdi sanırım. bu haliyle anladığım, adamın hayatının bir rüyadan dolayı karardığıdır, çok yüzeysel bakarsam. ama öyle demek istenmediği aşikar zaten. neyse deşmeyeyim, diyalogların kalitesi ve akıcılığı (devamlılığı, mahiyeti) senaryoyu başarılı kılmaya yetiyor zaten.

    aşırılığın insanı ne hallere götüreceğini tarikatlar üzerinden anlatan bir filmdir bu aynı zamanda, tarikat zihniyetini eleştirmez, aşırıya kaçmayı ve teslimiyeti eleştirir. bu sebeple önder çakar ın dinsiz bir komünist olduğu da külliyen saçmadır, şüphesiz ki böyle manyakça düşünen insanlar* bu sayfayı açıp bu entryleri okuyacaktır, bu filmde islamiyete karşı en ufak bir sataşma yoktur, ama islamiyeti kullanan insanların da nasıl kullandığını deşifre eder.

    erkan can ın bu oyunla en iyi oyuncu altın portakalını aldığını düşündüğümüzde sibel kekilli ninki çok anlamsız kaldı. gemide ve takva daki iki nadir karakterin ikisi de erkan can dan çıkma.. türk sinemasının sean penn i demek istiyorum kendisi için..
  • --- spoiler ---
    filmin muharrem'in tarikatta yükselinceye ve dış dünyaya açılıncaya kadar ki kısmı son derece başarılı şekilde ilerliyor,istanbul'un söz konusu dışa kapalı mahallelerinin,hafiften tarikat bağlantılı, modern görünümlü vakit okuru orta sınıf esnafların ve hikayenin sahibi olan dini ve mahallesi dışında dünya ile bağlantısı olmayan muharrem'in yaşamına ilişkin atmosferlerin tamamı mükemmel kurgulanmış,tam da olması gerektiği gibi film ağır ağır akıyor ve tarikatçı muharrem'in kapalı bir istanbul mahallesindeki gariban hayatı büyük bir gerçeklikle seyirciye geçiyor.seyirciler arasında filmin bu sadeliği ve yavaşlığından sıkılan bir çok kişi olsa da,bu sıkılma sıkılanların filmle ilgili yanlış beklentilerinin bir ürünü, film bu bölümde tam da olması gerektiği gibi.

    ancak ne zamanki muharrem'in dışa açılması,sorumluluk alması ve buna bağlı travmatik bir ruh haline bürünmesi kısmına geliniyor o zaman fim zayıflamaya başlıyor.her yönetmenin anlatmak isteyeceği,hem istanbul'un ve onun arabesk kapitalizminin kaotik ortamıyla yüzleşme, hem de istemeden oluşan kişisel bir evrimin insanın psikolojisine yansıması gibi her türlü yaratıclığa açık heyecan verici hikayeyi,seyirciyi koltuğa çivileyecek türden anlatmak olası iken yönetmen burada fena halde çuvallıyor ve bu çok derin psikolojik değişim,son derece basit bir ticari ilişki üzerinden çok yavan ve üstün körü şekilde geçiliyor.finale bir anda bu kadar yüzeysel bir geçiş seyircide sanki film ileri sarılmış gibi bir his yaratıyor ve filmi çok iyi bir film olmaktan uzaklaştırıyor.

    iyi oyunculuklar,hikayenin ilk kısmındaki mükemmel atmosfer ve kurgu,siyasetten bağımsız olarak bir tarikatçının "insan"olarak hikayesine nesnel bakış filmi zevkle izlenebilir orta üstü bir fim yapmaya yetiyorsa da,muharrem'in geçirdiği evrimin kotarılamaması fimi çok iyi bir film olmaktan alıkoyuyor.
    --- spoiler ---
  • "marksist bir adam nasıl böyle bir senaryo yazar" gibi saçma tartışmalar doğuran filmdir.ne yani kalkıp devrimci sovyet sineması için mi yazacaktı senaryoyu.bu topraklarda yaşıyoruz ve bu ülkenin lirizmine uygun filmler çeken bir avuç adamın içinde filmin senaristi önder çakar.yok bu olmuyorsa maskeli beşler var mesela.

    altyazı dergisi aralık sayısındaki söyleşiden alıntı: ö.ç.:"bosna,çeçenistan,afganistan,ırak,filistin,durduğu sürece elbette müslümanım.burada toronto'da müslümanım ve bunu çok gururla söylerim"
hesabın var mı? giriş yap