• anlamını unutup durduğum kelimelerden. böyle durumlarda cümle içinde kullanmak iyidir:

    çocuk topun kendisine ait olduğunu söyleyerek, diğer çocuklar üzerindeki tahakkümünün altını çizdi.

    lan yine olmadı.
  • " 'tahakküm', diye homurdanıyor joe, 'bir polistir. tahakküm, bir papazdır. bir başkandır; bir silahtır; nükleer bombalardır, napalmdir.'
    deirdre, tahakküm, kanun yazan ve ceza veren bir yok-tanrı'dır diyor.
    'toplumdan hayatta kalış satın almak amacıyla senin hayatının saatlerini satıyor.'

    felsefenin öldüğü gün - casey maddox
  • zorbalık etme, hüküm altına almaya çalışma, egemen tutum takınma.
  • türk dil kurumu sitesinde şu cümle ile anlatılmaya çalışılmış kelime.
    tahakküm
    isim baskı, zorbalık, hükmetme

    "sen böyle karı tahakkümü altında mı kalacaksın?" - m. ş. esendal
  • (osmanlıca) hüküm altına almak. ("hüküm" kökü ile aynı...)
  • peki ya tahakküme hazır olanlar? onu bekleyenler? onu arzulayanlar? barbarları bekleyenler? ne olacaksa olsun artık biz celladımızı istiyoruz diyenler? peki topu topu 4 ss subayının eşliğinde kurşuna dizilmeye giderken bir an olsun onların boğazına sarılmayı aklının ucuna bile getirmeyen yüzlerce yahudi?..

    dünya bir garip, dünya bir tuhaf. insanlar, insanların üzerinde kurulan iktidarlar, üzerinde iktidar kurulan insanların iktidarı tasdik etmesi. tuhaf. ola ki tahakküm işteş bir fiil. efendi varsa köle, köle varsa efendi var. hiç de birbirine muhtaç olmaması gerekenlerin birbirine bunca muhtaç olması... sen söyle albayım, tuhaf değil mi?

    kafka'nın 'eski bir varak' başlıklı kısa bir anlatısı vardır. kuzeyden bir yerlerden barbarlar, göçebeler gelmiş imparatorluğu işgal etmiştir. kafka o puslu diliyle devam eder:

    "kendilerine ne lazımsa alıyorlar. kuvvet kullandıkları söylenemez. insan onlar ellerini uzatmadan önce yana çekiliyor, her şeyi onlara bırakıyor."

    "onların atları da et yiyor. çoğu zaman bir atlı atının yanına uzanıyor, ikisi de aynı et parçasını yemeye koyuluyorlar; her biri bir ucundan. kasap korku içinde, et getirmekten vazgeçmeye de cesaret edemiyor. fakat biz anlayış gösteriyoruz, aramızda para toplayıp ona destek oluyoruz. göçebeler etsiz kalırsa kim bilir akıllarına neler yapmak gelir, öte yandan kim bilir her gün et bulurlarsa akıllarına neler gelecek?"
  • uzlaşılan noktalarda bir eşelenme olmadığı müddetçe gerçekliğin süregelen normal düzeyinde ikamet ederken aleladeliğinden hortlaması, uzlaşmada, karşılıklı çıkarlarda, yatırım yapılan psikolojik odakta bir eşelenme olduğunda gerçekleşir ve tü kaka olur. hiçbir müzik, gevşeyen bir tasmanın sebebiyet verdiği hırlama kadar zevk vermez ayaktakımına.

    friedrich nietzsche: itaatte bile direniş vardır. hiçbir şey kendi kudretinden vazgeçmez; buyurmak daima bazı uzlaşmalar içerir.

    raoul vaneigem: köleler eğer boyun eğmelerinin karşılığı olarak iktidardan küçük bir parça edinemezlerse uzun süre köle olarak kalmaya istekli değildirler: her bağımlılık ilişkisi belli bir ölçekte iktidar kurma hakkını içerir.

    edgar allan poe: kaba olan ince olanı harekete geçirir, ince olan kaba olanın içine yayılır.

    (bkz: rebis)
    (bkz: bdsm)
  • ornek cumle icinde kullanalim

    "dussun sana meyyal-i tahakkum egilen ser
    kopsun seni "bir hak!" diye alkislayan eller"

    namik kemal'in hurriyet kasidesi'nden bir bent..
  • işgalci devlete ait kolluk kuvvetlerinin yerel halk üzerinde ya da belli bir kişi veya sınıfın başka bir kişi, sınıf ya da toplumun geneli üzerinde uyguladığı zulüm düzeyindeki baskıcı tutum.
  • zorbalıkla hüküm sürme, baskı yaparak hükmetme.

    dikkatli bakılırsa tanımda iki farklı davranış modelinden bahsedilmiş. birincisinden başlayalım.
    burada tahakkümün ham, işlenmemiş halinden bahsediliyor.
    bir kısma mensup olanlar, kendi içlerindeki hükmetme arzusunu saklama gereği duymazlar. zorbalıklarında açık ve nettirler.

    eğer hayat da kendilerine cömert davranıp biraz imkan sunmuşsa, zorbalıklarının hammaddesi olan kibirleri herhangi bir güç unsuru ile birleşmişse yapabileceklerinin sonu yoktur. kendilerinde öyle bir güç, kudret, yanılmazlık atfederler ki, önlerine karşıların çıkan hemen her şeyi ve herkesi ezer geçerler.

    doğru nedir, ben neye göre, nereye kadar haklıyım? yanılıyor olma ihtimalim var mı şeklinde özeleştiri gerektiren sorular sormazlar. soranı da sorduğuna bin pişman ederler. yahut ettiklerini sanırlar.

    gelelim tanımın ikinci kısmına mensup olanlara.
    birinci kısımda yazdığım hemen her özellik bu kısımda da geçerlidir. fakat burada önemli bir ayrıntı vardır. bu kısımdaki insanlar zorba değildir. mütehakkimdir. yani, yukarıdaki hamlık, işlenmemişlik burada yoktur. tepkisel değildirler.

    mütehakkim, aleni olarak zorbalık yapmaz.
    hükmetme dürtüsünü, kitabına uygun bir şekilde uygulamaya koyar. ve kitabına uydurma noktasında elinde tek malzeme vardır; o da ödül ve cezadır.

    kendi kafasında belirlediği sınırlar içerisinde kaldığınız müddetçe o son derece cömert, merhametli ,müşfik biridir.
    bu sınırları ihlal etmeniz durumunda öyle acımasız olur bu acımasızlıkla sizin canınızı öyle acıtmak isterler ki hayrette kalırsınız.

    bununla da yetinmezler; size yaşattıkları acıyı cümle aleme ilan ederler. sizi yaşıyor olduğunuz acıyla beraber teşhir ederler ki, tebaalarının geri kalanına ibret olasınız.

    ancak kendisine sorsanız bu yaptıkları acımasızlık, hakkaniyetsizlik, kibir değildir. kendince o , iyi niyetlidir. tek yapmak istedikleri; sizi terbiye etmektir.
    bir hayvanı eğitir gibi, duymak istedikleri şeyi söylediğinizde alkışlamaları; duymak istemediklerini söylediğinizde taşlamaları tamamen sizin iyiliğinizi istemekten kaynaklanmaktadır.

    ben duygusal tasvirde iyi biri değilimdir. bu tarz insanları bu derece ayrıntılı anlatabiliyor olmamın sebebi , reel hayatımda böyle insanlarla çok hem de çok vakit geçirmiş olmam.

    kendilerini tanıdığım için, onların kendilerinden başka kimseye inanmadıklarını yakinen müşahede ettiğim için kolay kolay izahat vermem.

    ancak kendileri, bir şeylerin ters gittiğini idrak etmeye başlarlarsa o başka. o zaman konuşurum.

    ancak eğer mümkün olsaydı, bir an için sesimi duyurabilseydim onlara şunu söylerdim: bir insanı, cezalandırarak değiştiremezsiniz. değiştirdiğinizi zannedersiniz.

    mesnevide bu durum, çok güzel örneklendirilmiş. tövbe meselesi anlatılırken, bir bela ve musibet sonucu yapılan tövbenin kalıcı olmadığı, esas tövbenin herhangi bir dış uyaran olmaksızın kişinin kendi özü ile pişman olması ile gerçekleşeceği bildirilmiş ve şu örnek verilmiştir:
    bir kılıcı ateşe koyduğun zaman ateşin rengini alır, ateş gibidir. ancak ateşten çıkardığın zaman kendi aslına döner.

    ateş burada dış uyarandır. dış uyaranı şiddetlendirerek kılıçta bir değişim oluşturabilirsiniz ama bilmeniz gerekir ki, o değişim geçicidir.


    sonuç olarak şunu söyleyebilirim, baskıdan nefret ediyorum. insanların zorbalıkları neticesinde diğer insanlardan kopardıklarını boyunlarına takıp teşhir etmelerinden, bunu bir zafer nişanesi gibi taşımalarından nefret ediyorum. bu baskıya direndiğimde karşılaştığım zorbalıktan ne kadar nefret ediyorsam; gücümü aşan durumlarda direncimi kırdıklarını zannettikleri için bana sundukları merhametten de en az zorbalıklarından nefret ettiğim kadar nefret ediyorum.

    yenildiğim çok olmuştur. var güçleri ile güce itaat edenlerin hezimetimle avunmalarından nefret ettiğim gibi nefret ediyorum beni hizaya getirdiğini zannedenlerden.

    bu konu benim için hassas bir konuydu. bir yerde içimi dökmüş oldum. iyi geldi.

    nasıl bir konuysa içim soğumuyor iyi mi:)
    tamam. sustum. sakinim.

    son bir şey daha; bir insan üzerinde tahakküm kurma teşebbüsü, o insanın ruhuna tecavüz etme teşebbüsü ile aynıdır benim gözümde. dolayısı ile bir insan, kendisine tecavüz eden yahut tecavüze yeltenen bir insandan ne kadar nefret edebiliyorsa o kadar nefret edegeldim benim üzerimde tahakküm kurmak isteyen insanlardan.

    bu yazı içimi çok kararttı. en kısa zamanda bu halet-i ruhiyeden kurtulmayı umuyorum.
hesabın var mı? giriş yap