• woody allennin jazz tutkusundan hareketle gerçekleştirdiğini sandığım ve sanatçının aşkla sanatı arasında yaşadığı bocalamaları eğlenceli bir dille anlattığı filmi. sean penn emmett ray rolünde döktürürken, woody allen da anlatıcılardan biri olarak gözüküyor filmde. filmin en güzel sahnesi alternatiflerle aktarılan benzin istasyonu sahnesi. woody allen'ın diğer filmlerinde de görmeye alıştığımız "tereyağından kıl çeken" espri anlayışı filmin en çok bu sahnesinde kendisini belli ediyor.
  • film iki duygu arasinda izlettiriyor kendini. ara ara gercek bir yasam oykusu filmi gibi gelirken, arada yuzunuze carpan woody vari esprilerle kendine gel bu bir allen filmi dedirtip gulumsetip, yerine gore kahkahalar attiriyor.

    --- spoiler ---

    - hilal seklindeki sandalyeden inis sahnesindeki sean penn'in hareketleri woody allen'in bir cok filmindeki kendi hareketlerini andiriyor. bir nevi sarlo havasi da sezilen bu absurd hareketlerin fazlasi biraz itici gelebiliyor.

    - uma thurman'in, emmat ray'e tren seyrederlerken sordugu hafif felsefik sorular ise love and death'i animsatir fena halde ve emmat ray'in ne kadar derin (!) bir kisilik oldugu anlasilir.

    --- spoiler ---

    son olarak:
    (bkz: okuz trene bakar gibi bakmak)
  • jazz, sean penn ve uma thurman gibi üç sebepten çok eğlenerek izlediğim bir hikaye. sanatçı travmaları, takıntılar, o cânım müzikler, absürd komedinin başarılı ama çok da fazlasını vaad etmeyen kıvamı ile nostaljik bir biyografi.
    woody allen, emmeth ray hakkında öne sürülen rivayetler sunan "tanık"lardan biri olarak son derece objektif görünmeye çalışan, matrak bir aktarımcıydı. aktarılan olay "ben öyle değil şöyle duydum..." şeklinde yeniden gösterilirken özellikle emmeth ray'in karısını takip ederken, karısıyla sevgilisinin bindiği otomobilin arkasına binince yaşadıkları her bir rivayette daha çok eğlenceliydi.
    uma thurman 1999 versiyonu su gibiydi.
    müzikler sean penn çalmasa da orjinal kayıtlardı, en azından sıkı taklit yapıyordu.
    woody allen beni nihayet güldürdü, sean penn ve diğer kadın oyuncular eğlendirirken hayranlık vericiydi.
    sanatçı obsesyonları bazen abartı sosuyla da olsa keyifli bir kıvamda bir biyografide yer etmiş.
    "dünyanın en iyi 2. gitaristi"ni tanımanın en keyifli yolu bu.
  • izlerken behzat ç.'yi sıklıkla anımsadığım ve emmet ray'in boğa burcu erkeği mi yoksa yay burcu erkeği mi olduğunu deli gibi merak ettiğim (sanatta sığlık!) woody allen filmi. bir de üç kez seni seviyorum diye uyandım var.

    --- spoiler ---

    - eninde sonunda herkesin rüyası böyle kül olur.
    + peki ya benim rüyalarım?
    - tekdüze bir hayat bana göre değil, ann. özgür olmalıyım. ben bir sanatçıyım.
    + benden hoşlandığını sanıyordum.
    - birlikte eğlendik. seni çöplüğe götürdüm. tabancamla farelere ateş etmene izin verdim. sandviç yedik.
    + demiryolunun kenarında oturup trenleri izledik, bu da oldukça garipti.
    - işte bu. ben de bunu kastediyordum. benim yapmayı sevdiklerimi, sen sevmiyorsun.
    + konu bu değil. sen duygularını hep kilitli tutuyorsun. başka kimse için bir şey hissetmiyorsun.
    - bunu kötü bir şeymiş gibi söyledin. aşık olan insanlara korkunç şeyler oluyor.* bunu söyledim, çünkü, onları gördüm. ben bir kadının eşlik etmesinden hoşlanıyorum. kadınları seviyorum. sadece onlara ihtiyacım yok.

    --- spoiler ---

    canım çok sıkılıyor, hadi trenleri izleyelim.
  • round midnight'dan bildiğimiz bir cazcı dünyası var. böyle paristi, niyorktu bazı şehirlere gidiyorlar, uyuşturucu kullanıyorlar, milletin efsane diye dinlediği adamlar böyle beatnik ile berduş arası bi noktadalar. şu önemli: marjinal bir hayat yaşayan bu adamlar, marjinal olma, "sanatçıyım ben" deme peşinde değiller. sefil olmuş afro amerikalılar bunlar. uyuşturucuyla, düzensiz yaşamla zihinleri bulanmış, müzik yapmaktan başka birşey bilmeyen adamlar.

    emmet ray (ki kendisi fransa'daki bir çingeneden sonra dünyanın en büyük gitaristi olan bir karakter), bir yandan böyle yaşayan, öbür yandan böyle yaşamayı sanatçı olmanın, fransa'daki çingene gibi çalmanın bir şartı olduğunu zannedip; sırf böyle yaşamak uğruna yaşamak istediklerini yaşayamayan, müziği bu yüzden azıcık duygudan yoksun bir karakter. bir sinir krizine, ilk defa çatlaktan sızan gerçek duygulara denk geliyor filmin finali, emmet ray muğlak bir şekilde kadrajdan uzaklaşırken öğreniyoruz ki en güzel, duygu dolu eserlerini ondan sonraki yıllarda vermiş gitarist. vudi elın'ın en eğlenceli eserlerinden biri olan sweet and lowdown'ın, böyle sweet ve bilgece bir yanı da var, sonuna kadar gülmekten öldürürken, sonunda çok hafif, gülümseten bir buruklukla bitmesi bundan olsa gerek.

    böyle 125346262134 film olsun, hepsini izlerim.
  • sean penn'i izlemeye doyamadığım film.
    emmet ray izlediğim en orjinal karakter.
    dönem mekanlarını seyretmek çok keyifliydi. şikago'da caz yapılan eve bayıldım new jersey, atlantic city sahilde yürüyüşe çıkmış gibi hissettim.
    accayip keyifli film.
  • woody allen'in ozellikle hilal ay seklindeki sandalye tasariminda ve ayni sahnede sean penn'e giydirdigi pantolonun rengine dair secimde on plana cikan ve filmin hemen her planindaki diger secimleriyle de butunun ahengini basariyla koruyan tatli 'sari' filmi.
  • woody allen'ın emmett ray karakterini güzel betimlediği ve orjinal müziklerini barındıran yarı kurmacalı biyografi filmi. yarı kurmacalı çünkü filmde adamın hayatı rivayetler üzerine anlatılmış. oyunculuklar olmuş mu? ee sean penn varsa sorun yok.
  • emmet ray'in olduğu kadar django reinhardt'ın da hikayesi. ray'in django'ya olan hayranlığı ve ondan ölesiye çekinmesi ilginç. sean penn ise serseri caz gitarist rolünde o kadar başarılı ki izleyende şampanya patlatıp serseri bir caz müzisyeni olma isteği uyandırıyor. işte şampanyanın gücü de bu... hık...
  • everything you always wanted to know about sex * but were afraid to ask'ten beri izlediğim ilk woody allen filmi.

    sanırım hafızama
    "her hayal bir gün kül olur." repliği ile kazınacak. emmet, sahneye sarhoş çıktığı için özel sahne tasarımının ihtişamı felakete döner. bunun üzerine şovdan sonra dekoru yakarken bu repliği söyler.

    film boyunca, bencil, hedonist ve korkak emmet ray'in iç dünyasına girmeye çalışıyoruz. aslında emmet'i tanımlamak için seçtiğim sıfatlar onun iç dünyası hakkında da biraz ipucu veriyor. öte yandan woody allen'in hayat boyu gördüğü psikoterapilerin sonucunda filmi de karakterin iç dünyasını deşifre etme üzerine kurmuş. oysa bilindiği üzere narsisizm sanatçılarda sıkça görülen bir ruh hastalığıdır. (ancak bu teşhisi koymak için acele edip de kendinizi rezil eden psikologlardan olmayın.)

    görüntü yönetmeni de filmi sepya filtre ile çekse, sanat yönetmeni daha az yorulurdu herhalde diyorum.
    öyle bi sarı tonlar hakim her yere.

    woody allen'i bilirsiniz işte. yani kamera açıları, dönüşler filan. kahire'nin gülü'nden, annie hall'a kadar hep benzerdir.
    adamın motor zihin yapısı film çekmeyi alışkanlık haline getirmiş ama ilginç bir şekilde de izlenebiliyor.

    uma thurman sadece yardımcı bir rolde oynuyor. aslında yardımcı rolde oynamak küçümsenecek bir şey değil. aksine iyi oyuncular için bir nevi lütuf gibi bir şey. zira bir filmin iskeleti başrol oyuncusuysa, kasları da yardımcı oyuncudur. kaslar olmadan iskelet hareket edemez. olduğu gibi durur. zaten bir hikayede gereksiz bir kahraman veya olay varsa bu, hikayeyi anlatanın acemiliğidir. woody allen'ın da böyle acemice bir şey yapmayacağını bildiğimize göre, hikayedeki yan rol bayağı kıymetli. zira uma thurman'ın oynadığı karakteri filmden çıkarsak, filmin ne anlatmak istediğini %60 olarak anlayamayız. yani, boyu değil işlevi prensibi yan roller için de geçerli.

    sonuç olarak, iyi kötü gideri olan bir film.
hesabın var mı? giriş yap