78 entry daha
  • sükunet sahibi biri olmanız sakin biri olduğunuz anlamına gelmez. bununla beraber, sükunet sahibi biri olmanız sakin biri olduğunuz anlamına da gelebilir. dışarıdan sükunet halinde görünen bu iki zıt modelin biri hırçın, fırtınalı, tutkulu olmadığı için sükunet sahibidir, diğeri ise hırçın, fırtınalı, tutkulu olduğu halde… içeriden farklı, dışarıdan aynıdır onlar.

    (ay çok heyecanlıyım, yıllar sonra ilk kez sözlüğün prime-time'ında yazıyorum. “bir bölüm daha izleyeyim, yatarım” hastalığına kapılmışım, tatile de girmiş olmanın rehavetiyle the persistence of memory misali erittim, dallara astım saatleri. neyse dur.)

    geçenlerde burada mı okudum bilmiyorum, keşke içimdeki yoğun tutkuyu görebilseler, ama ben yansıtamadığım için beni görmüyorlar, fark etmiyorlar, benimle konuşmuyorlar bile, türünden bir serzenişi olmuştu birinin. kendisine unisex bir isim bulalım. deniz olsun.

    her insan tutkulu, fırtınalı değil bu çok açık. öylesi var ki duygu dünyası stabil, doğumdan ölüme metronom gibi düzenli ve aynı yoğunlukta akıp giden bir ritme sahip. kimi ise içindeki coşkunun durup dururken ya da tetiklenmelerle kendisini ayağa kaldırıp bir süre etkisi altında tuttuğu, dışa da yansıyabilen daha dalgalı bir döngü içinde hayat boyu.

    bu tutkuyu (deniz'in yapamadığı gibi) gündelik davranışlarla hissettirmek tutkunun yansımasının sadece bir yolu. gelgelelim, her tutkulu bu yapısını, aynı ortamdayken fark edilen türden bir kişilik özelliği gibi göster(e)mez. başka yollarla gösterir mi? gösterir. çünkü tutkululuk “susamaz”. bu imkansızdır. o bir şekilde konuşur. ve biz onları bir şekilde biliriz. kitaplarını aldığımız için, oyunlarına gittiğimiz için, konferanslarına katıldığımız için, müziklerini dinlediğimiz için, yazılarını, makalelerini okuduğumuz için, yüksek dağlara tırmandıkları için, suyun kırk metre altında dolaştıkları için, çantalarını sırtlayıp şehir şehir gezdikleri için biliriz onları. bize bir şekilde kendilerini bildirmişlerdir.

    aynı masadayken sakin görünümlü, belki de sıkıcı olabilecek bu insanların hırçınlıklarını, fırtınalarını, tutkularını; sinirlenince yıkıp dökmek istemelerine rağmen, hoşlanınca anında sahip olmak istemelerine rağmen, sevince hiç bırakmak istememelerine rağmen, kızınca can acıtmak istemelerine rağmen, muhataplarıyla doğrudan alakası olmayan eylemlerinde buluruz. bir sükunet içinde olduklarını, ama yine de hırçınlıklarını boşaltmak için “boş durmadıklarını” görürüz.

    sakin ya da hırçın sıfatını alıp almayacağınız bir soruya vereceğiniz yanıtla belli olur: insan hırçın, fırtınalı, tutkulu bir yapıya sahip olduğunu anladığında bununla ne yapacaktır?

    bu yapıya sahipsek çok öfkeleneceğiz, çok hayal kırıklığına uğrayacağız, çok hesap sormak isteyeceğiz, çok sahip olmak isteyeceğiz, çok paylaşmamak isteyeceğiz, öyle ya... peki bununla spesifik olarak ne yapacağız?

    bu yapıda insandan elbette yer yer eğlenceli olabilecek bir birliktelik (her türden birliktelik) beklenir ve/fakat beraberinde de şu riskler de vardır: kırıp dökebilir, kolaylıkla kalp kırabilir, yıkıp bozabilir, kendisini paralayabilir, çevresindekileri paralayabilir, intikamcı olabilir... elbette intikam için kiddo beatrix gibi geçerli sebepleri varsa bilemem ama, peki, birebir aynı yapıya sahip bir insan, başka ne yapabilir? ya da mayamızın farkına vardığımız o yukarıdaki sorunun tekrarıyla: insan hırçın, fırtınalı, tutkulu bir yapıya sahip olduğunu anladığında bununla ne yapacaktır? sükunet sahibi olanın aslında içinin boş bir ovadan ibaret olmadığını ispatlayan meziyet işte orada başlar: o, kendisinin farkında olabilir, kendisine dışarıdan bakabilir, kendisine rehberlik edebilir.

    bu hayatta bir insanın çoğunluktan ayrılabileceği en önemli vasıflarından biri, kendine, eylemlerine bir malzeme gibi dışarıdan bakabiliyor olma becerisidir. dışarıdan baktığı o “malzemeyi” çeşitli yollarla anlamaya, tanımlamaya veya eleştirmeye geçebilen insan, içindeki tutkunun da -kendisi dahil- bir şeye zarar vermeden akacağı yolları bulmaya başlar. deniz de, tutkusunu dönüştürerek gösterebileceği yolu bulamamış henüz sadece. çünkü ne demiştik, tutku rahat durmaz. hiç bir “huzursuzluk” yaşamadan rahat rahat duruyorsan, sen doğuştan durgun deniz'sin zaten. ama fırtınası olan deniz, elindeki bu güçle ne yapacağını bir şekilde bulmak zorunda. suça meyletmesin diye boks sporuna yönlendirilen çocuk misali, kendi velisi olmak zorunda.

    tutkululuğun “ortam” işaretleri kabul edilen cazibe, cesaret, cüret, alım, tatlı/sivri dil, hoş sohbet/tartışmacı tavır, yüksek enerji gibi davranışsal göstergeleri olmadığı için yalnız kalacağını düşünüyor, deniz. oysa sadece, insanları tutkusuna davet ve şahit etmenin başka yolları olduğunu keşfetmeli.

    bazı denizler içlerinde fırtınayla doğar, kimi o fırtınayı yatıştırmanın yolunu -ilk refleksle- dışarıdan çıkarmaya çalışır, ona hırçın derler; kimi fırtınasını aniden dindirmez, iç penceresinden oturur seyreder, tanımlar; notasını, dizesini, öyküsünü kendi dilince yazar, ona sükunet sahibi derler. dışarıdan farklı içeriden aynıdır onlar.
hesabın var mı? giriş yap