• aenima albümü çıkar çıkmaz şarkı listesine bakan gözler yerinden fırladı. ilk şarkının adıydı stinkfist. gelmiş geçmiş en acaip şarkı ismiydi bu ilk görenler için. sunduğu ima şarkıyı dinlemeyenler için, hele ki albümün adının içinde bulunan enema imasından da yola çıkarak tereddüt etmeden bunun fist fuck içeren bir ifade olduğunu düşündüler. ilk algıda yaşanan bu toplu anomali, aslında şarkının adının neden stinkfist olduğunu da açıklıyordu. her şeyi tek anlamıyla algılamaya alışmışlığın bir refleksiydi bu. pis bir yumruk neyle pisletilmiş olabilirdi ki başka? göte girmişti o yumruk illa ki. ama tek bir cümleyi okuyarak bir yumruğun göte girip çıktığını anında zihninde var eden insanın, bu hale gelmesini anlatıyordu şarkı. iç güdülerimiz bizi hep aklımızın en olası bölgesine yönlendiriyordu ivedilikle. kimsenin aklına başka bir şey gelmiyordu. üstüne, tüm müzik kanalları şarkının adını yayınlayamıyordu bile bu ima nedeniyle. vauuv tool çok asi grup. isme bak. tool rocks! bazı radyo dj'leri bu yasakla dalga geçmeye çalıştıkları anda yayınları yarıda kesiliveriyordu.

    ancak artık ''algı''da bir şeyler değişmeliydi.

    böyle başlıyor bu şarkı. artık bir şeyler değişmeli.

    değişmesi gereken şeyleri sayamayız bile. hatta, topyekün her şey değişse keşke. devletler yok olsa, algılayışı yönlendiren ve sürekli olarak aynı şeyleri göstererek insanların bir şeyleri edinebilme dürtülerine inen sessiz yumruklar değişse örneğin. televizyon izleyen yatağından her gün kumlar içinde kalkan, nerdeyse tüm ihtiyaçlarını oturduğu yerden mekanik bir aparatla almaya razı fazlasıyla yerleşik, evinden bile çıkmak istemeyen, aynen foucault'nun söylediği gibi kapalı kapılar ardından kendine gömülü varlıklar halini aldık. söylesenize en son ne zaman durup ''bugün hiç canım sıkılmadı'' diyebildiniz. can sıkıntısı. yapacak bir şey bulamamanın verdiği garip ruh şişkinliğini tek bir gün içinde en son ne zaman yaşamadınız? belki çok sevdiğiniz bir konser olduğu gün, yada senede sadece bir hafta çıkabildiğiniz bir tatilin ilk günü, belki çocuğunuzun doğduğu gün, belki mezun olduğunuz gün, belki de aşık olduğunuz gün. liste uzar gider.

    ancak bu günler hayat boyu sadece bir kaç kez yaşanabiliyor. arkadaşlar, aile, sevgili, iş, güç, yapmaktan zevk alınan şeyler bütün bunlar hayatı dolduruyor. tüm bu öğelerin toplamı bir yumruk aslında. ancak insan her daim yalnızdır düşüncesi, ruhen birliği ancak bir kişiyle sağlayabildiğinizden, tüm bu bütünlülüğün geride kalan kısımları birer tekrara dönüşüyor. can sıkıntısı, nerdeyse uykudan daha fazla süre insan hayatında yer kaplıyor. ancak insan buna ne yaparsa yapsın alışıyor. insanın bu can sıkıntısını aşmak için geliştirdiği refleksler bile bir süre sonra kendini tekrar etmeye ve bu can sıkıntısı topuna ister istemez katılıyor. insan ruhu tekrarlardan tiksiniyor. (bkz: stink) ancak bundan kaçış yok. hayat, topyekün sıkıcılıkla doldurulmuş yıldız kümesi. büyük yüzdesi sıvı olan organik bedenimizde aslında bizi hareketsiz bırakan, olduğumuz yerde tutan tüm öğeler, televizyon, politika, toplumsal kurallar, aile baskısı, her sabah kalkıp gidilen iş, bilgisayar oyunları daha binlerce şey insanı bir yerde ''hareketsiz'' tutuyor. tüm bunlar gizlice hayatı insanın içine sindiriyor. insan her ne kadar yaratıcı bir varlık da olsa, müzikle, refleksleriyle, ancak en fazla delilikle kendine ''belki'' bir çıkış bulabiliyor. işte kaçınılmaz olan ''dilemma'' burada devreye giriyor. ya insanı gerçekten insan yapan, tüm zincirlerinden ve onu aslında içten içe öldüren bu yumruktan kurtulacak ve bu kurtuluş hamlesi -işten ayrılma, yaşadığı şehri terketme, hayattan arkadaş çıkarma- kaçınılmaz olarak acıtacak. insan, sırf canı yanmasın diye hayatı boyunca korkuları nedeniyle risk almadan efendi efendi yaşamaya devam eder. kendi hayatından nefret etse bile bu hayatın ötesinde ne olduğunu bilemediği için, kendi içselliğine öz güven yerleştiremediği için o hayattan nefret etse bile o hayatı yaşamaya devam eder. bu dilemma her insanın kaçınılmaz belasıdır. ancak bu reddedilir. huzurluyum ifadesi aslında tam bir yalandır. insan tamamen huzurdan yoksun bırakılmış bir varlıktır. huzuru ancak kendi animasını yada animusunu bulduğu zaman gerçekten hissedebilir. bütünleşebilir. korku, bu bütünleşmeyi yüzde doksan dokuz oranında engeller. ancak anomaliler kurtulabilir. bu pis yumruktan kendini çekebilir.

    daha da beteri nedir biliyor musunuz? hayat boyu peşinde koşulan şeyler, bir yerde insana dur denilecek sanılır. para, popülerlik, güç. bu materalistik gök tasviri içinde tek bir bulut dahi yoktur ve insan her elde ettiği şeyden sonra o göğe dokunacağını zanneder ancak asla dokunamaz. bir yerden sonra bu da insanı yok etmeye başlar. yaşayabilmek için insan elde etmeye bağımlı olur. daha fazlasını ister hep. siz hiç belli bir miktar para kazanmış ve sonra herşeyini bırakmış bir iş adamı gördünüz mü? milyarlarca doları bile olsa bu adamlar doymazlar. durmazlar. çünkü doyumsuzluğu besleyen şey elde edilen yekünün fazlalığıdır. adam ne kadar çok para kazanırsa o kadar fazla hırslanır. yetinmez. çünkü bu bir ters orantıdır insan doğasında ve bu giderek o insanı yok eder. bu insan hep bir bahane bulur. ''çoluğumun çocuğumun geleceği için'' der mesela. ''ben kazanmasam haram yiyenlere kalacak onlardan bunu koruyorum'' diyenler de vardır. bahane hep hazırdır. ancak insan hep en fazlayı ister. çünkü insan yok olma kaydırağına bindiği anda o andan zevk alır. aldığı zevk kesildiği anda da devamı için elinden ne gelirse yapar. borsada kaybeden insanların intiharlarını anımsayın. bir savaşı kaybetmiş bir hükümdarı düşünün. tüm bunlar insan doğasının en basit özelliğidir. önemli olan, insanın en başında bu fazladan gelen şeylerden sıyrılabilmesidir. ''verebilmesidir''. işte bu yüzden

    it's not enough
    i need more
    nothing seems to satisfy
    i don't want it
    i just need it
    to breathe, to feel, to know i'm alive

    artık bu tatminsizlik, elde bulunan tüm şeyleri yadsımaya dek gider. küçümseme ve yok etme dileği öne geçer. artık bu insanlar bir şey hissedememektedirler. aldıkları yüksek tatmin sonucu onları aslında mutlu edebilecek çok basit şeyleri ıska geçerek, belki de hayatı tamamen ıskalayarak yaşamaya devam ederler. ancak bunu farkedenler kendini öldürerek buna son verebilirler. her şey onlara dert olur. gördükleri rüyalar bile onlara yüktür. bilmeleri hiç gerekmeyen bilgilere sahiptirler ancak bunları bildikleri için kendilerini iyi hissedebilirler. yarayışsızlık içlerine işler. zaten her insana bir hastalık bulabilme gücüne erişebilmiş, her insan davranışına bir anomali kalıbını biçebilecek kadar çeşitlenmiş psikoloji ilimi de hemen etiketlemeye hazırdır bu insanları. bu insanlar kendilerinin hastalıklı durumunu göz ardı etmekten başka bir çare göremezler. ancak can sıkıntısı, tatminsizlik tam manasıyla götü göbeğiyle her saniye hükümranlığını ilan etmiş o koccaman anlamsızlık bu insanı parça parça yok eder. bu insanlar, sırf bir şeyler hissedebilmek için olur olmaz şeylere kendilerini inandırırlar. (bkz: scientology) hayatın anlamsızlığından bahseder dururlar. ancak asıl anlamsız olan kendileridir. ruhani şeylere merak salarlar. abbuk sabuk meraklarla hayatı delmeye çalışırlar. ancak hayatın örten bir şey yoktur. onları örten kalın mı kalın bir kabuk vardır. onlar onca bilgiye, tatmine, beğeniye erişmiş yüce insanlardır kendi gözlerinde. hata yapmak bir yana dursun, onlar hayatı çözmüş insanlardır. herkesi etiketleyebilen, herkes hakkında bir fikri olan, hemen her şeyi bilen bok insanlardır aslında. kendi kabuklarına ay lov nihilism. çuuz layf yazarlar ellerindeki yoktan kalemlerle.

    ancak içten içe kazınırlar. tek bir şeyi gerçekten hissedebilmek için her şeyi yapmaya hazırdırlar ama artık yok. tatmin olmaktan, beğenilmekten aslında hayatın ana elementlerini çoktan kaçırmışlardır. zaman geçtikçe üzerlerini kaplayan o kumdan kabuk kalınlaşır. göt olamaz onlar. haksız çıkamazlar. yanlış yapmazlar. asla tutarsız değillerdir. insan olmanın getirdiği tüm hatalardan yoksundurlar kendilerine kalsa. ama içten içe bilirler aslında ''ne'' olduklarını.

    i'll keep digging 'til
    i feel something

    eğer şansları varsa, bir pencere açılır bir yerlerden. bir el olmayacak biçimde uzar onlara doğru. ve belki o gün her şey değişir. bir şeylere kendini zorla inandırarak, çoğunluk inanıyor diye değil, yaptıkları beğeniliyor diye değil, gerçekten kendisinde olan bir şeyi ''hissedebildiği'' için değişim başlar. gölgesi uzamaya başlar. kasları olduğunu anımsar. hep oturduğu koltuğundan kalkıp kendinden var edebileceği o parçayı, gözü gibi baktığı o parçayı sakladığı yerde unutur. aslında kendinde olanı saklamanın anlamsızlığını kavrar. kumunu döker tamamen ve yüzündeki şekiller belirir. kapak açılır ve kendisini bir tankın içinde hareketsiz, kısılmış olarak görüverir. o büyük nefret beslediği hayatı, o riyakar bulduğu küçümsediği insancıklarından zerre farkı olmadığını anlayıverir. işte o anda o pis yumruğun böğrüne kadar girdiğini anlar. tek bir ağızdan ibaret olduğunu anlar. sadece konuşmuştur bugüne dek. konuş konuş konuş. peki ne ürettin? ne var ettin? hiç. sen de tam bir hiçsin.

    tüm öğrendiği ve alaycılığıyla kendini büyülediği o emolar, metalciler, fettocular, sağcılar, solcular, ulusalcılar, tikiler, bağnazlar, düz tabanlar, abazalar, bağımlılar daha binlercesi. hepsini çoktan yaftalamıştır. asla onlardan biri olmamıştır. onlardan ayrı olmuştur hep. kim ona laf anlatmaya çalıştıysa hep taşşak geçmiştir. taşşak geçtikçe servetine servet katan ancak sadece kendini yok eden adamlar gibi egosuna ego katmıştır. ancak her seferinde o içine giren anlamsızlık önce parmaklarının boğumlarını, sonra elini, sonra dirseğine kadar sonra da omzuna kadar sokmuştur kendini içine. o buna gizlice izin vermiştir. ama ne yapsaydı peki? kendi egosunu yıkarsa kendini yıkmış olacaktı. o hep sayıp sövdüğü insanlardna biri olmanın yıkımını yaşayacaktı.

    ancak bilmiyordu ki o insanlardan biri olmaktan kurtulacaktı. işte o zaman gerçekten bir şeyler hissetmeye başlayacaktı. insan olmanın, aslında ne kadar ''pis'' bir şey olduğunu, hata yapmanın insanı olduğu yerden alıp ilerlettiğini, gölgesini uzattığını bilemezdi elbette. o da hep kendini savundu ne yapsın. herkes ona saldırabilirdi. herkes onun o eşsiz dilemmasını yıkabilirdi ne de olsa.

    eğer bu yazılanları okuyunca, kendinize dair bir şeyler bulabildiyseniz, stinkfist dinleyiniz. gevşeyin. önce biraz acıyacak. ancak sonra şarkının ellerinden tutacaksınız. o sizi gideceğiniz yere kadar götürecek. umarım o sınırdasınızdır. sınırı geçtiyseniz yine sadece öfke hissedeceksiniz. başka bir şey değil..
  • değişime aç insanı, bu yüzden insanın hayatına birşeyler kabul ettiğini, ancak bu seylerin zararını fark edip baska yönde degisiklikler yapmak yerine, ileri götürdüğünü, değişimi kötü yönde kullandığını anlatır bu sarkı. kısacası göz göre göre girdiğimiz bataklıkları tanımlar. sınırları doğru çizemediğimizi anlatır.

    (en açıklayıcı olduğundan sigara örneğiyle giriyorum.)
    ilk sigarasını yakan kişi umursamadan yakmıştır bu sigarayı. değişiklik için. sıkıldığı için yakmıştır. ve bu sıkıntılarla nasıl olsa herkes yüzleşir.
    "something has to change. un-deniable dilemma. boredom's not a burden. anyone should bear."

    sonra sigarayla bu mesafeli duruş kişinin hoşuna gitmez. bağımlılık yapmamıştır kesinlikle. ama hala bir değişikliğe ihtiyaç vardır. artık farklı sigaralar denenir. paketler alınır. ya da türlü tütünler denenir. fark etmez hangisi olduğu. yeter ki değişiklik olsun. sonuçta onu sevdiğimiz yok, sadece ihtiyaç duyuyoruz.
    "i don't want it. i just need it. to breath to feel to know that i'm alive."

    ama ileride durum farklı olacaktır. ileride bu kavramlara bağlanırsınız. ve o zaman çok geçtir. artık knuckle elbow derken arkanıza dönüp baktığınızda "shoulder deep in borderline" dersiniz. o an sıçmışsınızdır. (akciğer kanseri olmak gibi) sevmediğiniz bu şeyler sizi ne hale getirmiştir. "how can this mean anything to me. if i really don't feel anything at all?"

    bugun insanların internetin başından kalkamaması hastalık boyutuna gelmiştir. tatillerde bile cep telefonunu kapatamayan, plaja giderken yanımızda taşıyan insanlar olduk. 10 yıl önce nerdeydi cep telefonları? dünyanın en zengin insanı bile şirketlere lisanssız kullanımdan dolayı dava açmaktadır. ihtiyaç duymadığı paralar için. saatlerce world of warcraft oynayan, ogame için saatlerini gece bilmem kaça kuran bireyler ilk oynadıklarında hayatlarının bir parçasını yok edeceğini bilirler miydi?
    herhangi bir bataklığa batan birey, sınırları* göremediği için batmaz mı?

    bu arada maynard'ın konser versiyonuna eklediği sözler de bunu destekler. o sözler bence kesinlikle şarkının bir kadına yazılmış olduğunu göstermez. aynı metaforun bir parçasıdır. "caught in a trap, can't walk out. because i need you too much baby. why can't you see, what you're doing to me? i love you too much baby" burada "baby"yi sigaranın yerine bir zamir olarak düşünün. ya da cep telefonunun.

    neticede kendimize üçüncü bir gözle bakamadığımızda, sınırlarını belirleyemediğimiz değişimlerin bizi ne hale getirebileceğini fist fuck gibi komik bişeyle anlatabilmiş aşmış bir tool parçasıdır.

    bir de, klibinde eleman karenin içinden duvarın arkasına bakınca görünen yer, hayko cepkin'in yalnız kalsın sarkısının gectiği atmosferi andırıyo bende.

    edit : tortu'ya teşekkür ederek, şarkıya mjk'nin sonradan -konserlerde- eklediği kısmın elvis'ten olduğunu öğrendik. (bkz: suspicious minds)

    edit'in devamı : ayrıca hayko'nun klibine hiç de benzemiyomuş, bi anlık gaza gelme işte...
  • sözlerinin alegorik bir anlatımı olduğunu düşündüğüm tool şarkısı. bir boyutta okunduğunda fisting , diğer boyutta okunduğunda ise insanoğlunun kendisini "numb" hale getiren şeylere duyduğu bağımlılıktan ötürü duyduğu acı (ki bu, fisting in verdiği acı olarak düşünülebilir, dolayısıyla şarkının ismi olan stinkfist bir metafordur aynı zamanda) ve kendini bu şeylerden sıyırarak daha üst bir noktaya erişmesini konu alıyor. zaten klibi de bu görüşü destekliyor. "constant over stimulation numbs me and i wouldn't have it any other way" ya da "i don't want it, i just need it" or "desensitized to everything. what became of subtelty?" gibi bölümler de bu görüşü destekliyor.

    en rafine tanımıyla şarkının sözleri, televizyon, eroin gibi modern teknoloji ürünü uyuşturucuların bizi "fist" ettiğini söylüyor bence.
  • duyarsızlaşmayı konu edinen tool eseri.

    benzetme temi olarak anal seksi baz alabiliriz...
    parmak, bilek ve dirsek... daha da derine giden bir süreç.
    çünkü her safhada acısını yitirir, esneklik kazanır. bir süre sonra acısı duyulmaz ve zevk almak için acıya, acı için derine...*
    birey o kadar duyarsızlaşmıştır ki yaşadığını hissetmesi için daha da derine daha da derine kazması gerektir.
    bunu istemez ama ihtiyacı vardır, yaşadığını tekrar kavramaya ihtiyacı vardır. çünkü onu tatmine yetmez...

    aslında doz arttırmayı daha da çok karşılıyor şarkı.

    yani her duyarsızlaşmada biraz daha öteye... biraz daha, biraz daha yaşadığını hissedene kadar taa ki ölene kadar!
    bütün bağımlıların düştüğü inkar edilemez dilemma!

    bu şarkı o kadar güzeldir ki...
  • 13 yıldır entry girmeyen yazar.
  • cok guzel olan, klibi de muhtesem olan tool sarkisi. elleri goguste kavusturup headbang benzeri bisey yapma istegi dogurur(yalniz degilim di mi bunda, normalim bırakın beni!!), klibinde mavi insanlar vardır, sonra bu kaplarini yirtip cikarlar, severim.
  • vokalleri pek bir $ahane tool $arkisi.
  • (bkz: tool)

    something has to change.
    un-deniable dilemma.
    boredom's not a burden
    anyone should bear.
    constant over stimu-lation numbs me
    and i wouldn't have
    it any other way.
    it's not enough.
    i need more.
    nothing seems to satisfy.
    i don't want it.
    i just need it.
    to breathe, to feel, to know i'm alive.
    finger deep within the borderline.
    show me that you love me and that we belong together.
    relax, turn around and take my hand.
    i can help you change
    tired moments into pleasure.
    say the word and we'll be
    well upon our way.
    blend and balance
    pain and comfort
    deep within you
    till you will not have me any other way.
    it's not enough.
    i need more.
    nothing seems to satisfy.
    i don't want it.
    i just need it.
    to breathe, to feel, to know i'm alive.
    knuckle deep inside the borderline.
    this may hurt a little but it's something you'll get used to.
    relax. slip away.
    something kinda sad about
    the way that things have come to be.
    desensitized to everything.
    what became of subtlety?
    how can it mean anything to me
    if i really don't feel anything at all?
    i'll keep digging till
    i feel something.
    elbow deep inside the borderline.
    show me that you love me and that we belong together.
    shoulder deep within the borderline.
    relax. turn around and take my hand.
  • maynard james keenan'ın bütün insanlığın özetini geçtiği şarkı, ayrıyeten sadece bir şarkı olmasından öte herkesin anlaması gereken görsel ve yazılı bir sanat eseridir.

    bize sağladığı avantajlar ve dezavantajlarla birlikte biz buyuz, medeniyetimizi oluşturan mefhum bu olduğu gibi sonumuzu da büyük ihtimalle bu getirecektir, lakin umut var.
  • "if i really don't feel anything at all?" derken insan birdenbire "noluyo lan?!?!" moduna giriyor.
    hemen ardından gelen "i'll..!!!! keeepppp!!...." bölümünü ise "kaçın lan kaçın delirdim galiba" olarak algılıyor insan haliyle.
    üfff...
hesabın var mı? giriş yap