• alzheimer hastalığını anlatan 9/10'luk film. 2015'te vizyona girmesi beklenen filmlerden biri idi ancak malum sebeplerden vizyona girmeden izlenebiliyor. öncelikle altyazı sıkıntısı var, türkçe zaten yok da ingilizce de yok. italyanca, ispanyolca, portekizce, almanca altyazıları buldum ama ingilizce yok. o açıdan ingilizcesi olmayanlar/olup da çok iyi olmayanlar filmi izlemek için bir süre daha beklemek isteyebilirler. film hakkında bu derece az entry girilmesinin sebeplerinden biri de bu çeviri sorunu muhtemelen.

    julianne moore müthiş bir kadın. çok iyi seçim olmuş bu film için. daha geçenlerde maps to stars'ı izlerken de aynı hayranlığa sahiptim, filmi izlerken bir alzheimer hastasının yaşadıklarını hissedebildim, öyle müthişti. ancak maalesef aynı şeyi kristen stewart için söyleyemeceğim. bana göre kadın harbiden güzel bir kadın ama oyunculuk yok. sıfır. hani bir şeyi çok iyi yapmak için kasarsın ama daha da batırırsın ya aynı öyle. iyi bir oyuncu olmak için o kadar sıkmış ki kendini bunu filmi izlerken farkediyorsunuz. aşırı rahatsız edici.

    oyuncularla ilgili son söz: alec baldwin sen nasıl bi adamsın! hay maşallah şarap gibin! ancak oyunculuğu için maalesef aynı şeyi söyleyemeceğim.

    --- spoiler ---

    evet film alzheimer üzerine ancak filmi orjinalleştiren dünyanın en iyi filologlarından birinin alzheimer hastası olması. üstelik genetik. alice bu yüzden kendini suçlu hissediyor, çocuklarımda da olabilir mi endişesiyle. intiharını planlaması vurucu sahnelerdendi gerçekten de. bir de 50 yaşında bir profesörün altını ıslatması? ne pislik bi hastalıkmış bu alzheimer dedirtiyor insana. bir süre sonra kendi çocuğunu bile tanıyamıyorsun.

    aile çok tipik. büyük kardeş sorumluluk sahibi, ebeveynlerin gözüne girmek için her şeyi yapıyor. küçük olan da tam aksine, şimarık kafasının dikine giden, daha özgür, daha birey. en basitinden abla test sonuçlarını öğrenmek isterken küçük kardeş öğrenmek istemiyor. buna rağmen içlerinde en ama en güçlüsü, en cesuru "küçük" lydia çıkıyor ya... işte bu diyorsun, ordan belki john stuart mill'in bireysel özgürlüğüne kadar gidiyorsun işte.

    "please do not think that i'm suffering, i am not suffering, i am struggling to be a part of things, to stay connected who i once was. all i can do, it's really all i can do to live in the moment, not beat myself up too much for mastering the art of losing."

    --- spoiler ---

    ayrıca filmde alzheimer ile ilgili müthiş bilgiler de var. misal daha eğitimli insanlarda hastalık daha hızlı ilerliyormuş. çok enteresan.

    filmi izlerken aklıma alzheimer olan babaannem geldi. beni, annemin gençliği zannetmişti. annemin babası çok erken yaşta ölmüş, babamla evlendikten hemen sonra, annem 20 yaşındayken. babaannem beni annem zannetmişti bir gün, "senin de baban erkenden öldü yazık" demişti. o sırada babam, babaannemin öbür yanında oturuyordu.

    izleyin, film gerçekten güzel.
  • ailemizde artik kızıl adiyla andigimiz julianne mooreun alip goturdugu, her zamanki gibi muthis oyunculugu ile kalbimizi caldigi film olmustur.

    film bittikten sonra, karsinizda still alice yazisi yer aliyor. bu filme konulacak en isimi bulmuslar. insana evinin yolunu, evlatlarinin adini unutturan, bir sure sonra konusmayi unutan sey siz degilsiniz, hastalik. hastaligi kenara koydugunuzda siz gene kendinizsiniz. alice'in hala alice olmasi gibi ....

    hayatini dile adayan, akademisyen bir insanin sozcukleri kaybetmesi bambaska bir hikaye. egitimli kisilerin kelime haznesi daha genis oldugu ve bir kelimeyi kaybettikleri zaman yerine koyacak cok kelimeleri oldugu icin daha gec fark ediliyor ve hizli ilerliyormus hastalik.... bir de dusunun genetik miras nedeniyle 50'lerinizin basinda geldigini ....
  • izlediğim en çarpıcı filmlerden biri olabilir.
    süssüz, püssüz, son derece dingin ve sade. bu yüzden avaz avaz, sarsıcı ve sahici.
    julianne moore'a altın küre'den fazlasını getireceği kesin.
  • filmi seyrederken doğal olarak hastalığa, hastaya odaklanınca sanırım arada güzel bir nokta gözden kaçmakta:

    --- spoiler ---

    alice daha hastalığının başında, düşüncelerini sağlıklı, normal bir şekilde toparlayıp konuşabilirken, tiyatro gruplarında oyunculuk yapan kızına artık sağlam bir kariyer yapmasının zamanı geldiğini söyler, pek memnun değil gibidir kızının oyuncu olmasından; ama kızı oyunculuğu çok sevdiğini, kendini orada gerçekleştirdiğini söyler, oyunculuğuna devam eder. daha sonraki bir konuşmalarında alice yine kaygılarını dile getirir ve hayatın çok zor olduğunu (burası hayli dramatiktir) söyler, kariyerin öneminden bahseder, kızı yine benzer cevaplar verecektir. mesleğinde başarılı, iyi bir kariyeri olan kocasına başka bir şehirden cazip bir iş teklifi geldiğinde - ki alzheimer hastaları için fazla değişiklikler iyi değildir - kocası biraz bunun sarhoşluğuna kapılır, sonunda oyuncu olan kızı kendi isteğiyle annesine bakmaya gelir, babası ona sarılıp kendisinden daha iyi bir insan olduğunu söyler. ayrıca yapacağı konuşmanın ilk hazırladığı taslağı çok sıkıcı bir metin halindeyken oyuncu kızının önerisiyle (aslında çok basittir; sadece kendinden bahsetmesini söyler) o son halini alır.

    ---spoiler---

    sineması, tiyatrosu, müziği, edebiyatı, resmi, balesi ... her şeyiyle sanatın, hem hayatımızı daha bir anlamlandırdığını, hem onunla hayatı daha iyi anladığımızı da hissederiz.
  • karakter değişimi üzerinden abartısız drama. sinema bu kadar basit aslında. film mesaj kaygısı gütmeden hastalığa dikkat çekiyor ve duyguyu size geçirebiliyor. julianne moore oyunculuğuna yakışanı yapmış fazlasını değil. kristen stewart önce clouds of sils maria'da juliette binoche ile sonra da bu filmde moore ile oynayarak doğru yolda, umarım oyunculuğunu daha da geliştirir.

    --- spoiler ---

    filmin en çok hoşuma giden sahnesi alzheimer üzerine yapılan konferansta alice'ın konuşması. hastalığı sebebiyle üniversitede hocalığı bıraktıktan sonra ilk defa kalabalık bir grubun önünde konuşma yapıyor ve bu bir dilbilimci için çok önemli:

    "tutunmaya çalışacağım şeylerden biri de bugün burada konuşmamın anısı olacak. elimden gidecek, biliyorum, belki yarın gitmiş olacak. ama bugün burada konuşuyor olmak... benim için çok anlamlı... bana iletişime her zaman hayran olan eski beni hatırlatıyor."

    --- spoiler ---
  • kendi başıma gelse ne hissederdim ne yapardım diye düşüne düşüne izledim filmi açıkçası.
    belki julianne moore'un yeteneğine borçluyum bunu bilemiyorum ama her insan için beyninin kapasitesi aynı önemi teşkil etmiyor, tabi tuvaletin yerini unutmak herkes için önemli oluyor bir noktada ama.
    hele ki alzheimer veya demans hastası bir tanıdığınız varsa kesinlikle hüzünlenerek seyrettirir.
  • hastalık temalı filmleri izlerken çok zorlandığımdan bu filmi es geçmeyi düşünüyordum ama izledim.
    izlediğime de çok memnunum. benimle benzer yapıda olan birileri varsa, temasından çekinip de izlemekten imtina etmesinler bu filmi. acındırma, duygu sömürüsü vs. yok. mevzu temiz anlatılmış. güzel anlatılmış.

    oyunculuklarını -bu filmde de, genel olarak da- hiç beğenmediğim kristen stewart ve alec baldwin'e rağmen, julianne moore döktürüyor. demek ki; karşındaki oyuncu kötü olsa da, sen iyiysen, bunu bir şekilde ortaya koyup, hem izleyenin takdirini alabiliyor hem de ödüllere layık görülebiliyorsun. moore oscarı evine götürmezse, sebebi rosamund pike'ın amy'sinin popülaritesi olacak.

    --- spoiler ---

    "it's about love..."

    --- spoiler ---
  • hayatta en sevdiğim insanı alzheimer'dan kaybettiğim için korkarak ve tabii ki hüngür hüngür ağlayarak izlediğim film. keşke 8-10 sene önce çekilseydi ve ben de izleseydim, daha bilinçli bir hasta yakını olabilirdim. filmi izledikten sonra atıp tutanlara söylüyorum, hepsi gerçek, hastanın yaşadıkları, hasta yakınlarının yaşadıkları, o konduramama, kabullenememe, ne yapacağını bilmeme, sevdiğin insan giderek uzaklaşırken ve yabancılaşırken elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışma ama onu da becerememe hali hepsi gerçek.

    çok beğendim. rosamund pike en iyi kadın oyuncu oscar'ını alamadı diye çok söylenmiştim ama julianneciğim dibine kadar haketmiş.
  • öncelikle filmin konusu gerçekten bir ironi. dil bilimci bir insanın, serveti olarak adlandırılabilecek kelime hazinesinin teker teker kaybolması, bu kayboluşun anılara sıçraması ve kişiyi benliğinde hiçleştirmesi. hatta en güzel örnek columbia universitesi'nde profesör olan alice'in 'october' kelimesini, hastalığının ileri seviyesinde 'ohctober' yazması, ama bu kadına günah değil mi, dedirtiyor adama.
    kesinlikle julianne moore, bu rolü yaşamış. filmi izlediğim süre zarfında, aktarılan hikayenin bir hollywood ekranından değilde, hakikaten gerçekmişçesine kaptırdım kendimi. eminim her izleyen gibi, alzheimir hastalığına yakalanma korkusuna artık sahibim. çünkü keşke kanser olsaydım diyen alice'n yüzündeki çaresizlik, adeta içimde fırtınalar kopardı.
  • insanın boğazını düğümleyen film. en azından bittiğinde ben öyleydim. bu kadar zor bir hikayenin ve hastalığın, bu kadar sade ve incitmeden anlatılması öyle güzeldi ki. kimseyi incitmiyor film. ne bu hastalığa maruz kalanları ne de yakınlarını. alice'in zorlu serüvenini görerek düşünüyoruz, üzülüyoruz, gülümsüyoruz şüphesiz burkuluyoruz. ama insana işleyen bişeyler olduğu muhakkak. julianne moore tabii ki çok iyi. rol hep onunmuş gibi ya da oymuş gibi. çoğu kişinin aksine kristen stewart'ı da gayet başarılı buldum. aslında tek kişilik bir film ama arada role yardım edenler oluyor denebilir. izlenmesi gereken filmlerden olduğu da kesin. bu sene filmlere kadın oyuncuların damga vurduğu da apaçık ve gurur verici.
hesabın var mı? giriş yap