• --- spoiler ---

    ilk yarısı olaylar biraz karışık olduğu için sıksa da sonradan bayağı saran bir film. sonunda da güzel ters köşeler var. ben hiç böyle bir son beklemiyordum mesela. ya pointcorp'u devirirler ya da başrollerden biri ölür falan diye sıradan bir son bekliyordum. ama ucu açık noktalar da var. mesela cal ve anne ilişkisi ne oldu, pointcorp ne oldu, o gazete basıldıktan sonra ne gibi gelişmeler oluyor vs... sanki ikinci bir film gelecek gibi bitirmişler filmi.

    yorumu seyirciye bırakmışlar desem, alakası yok. sanki 2 saat değil de 2.5 saat olması gerekiyor gibi. son 20 dakikası yok filmin.

    7/10

    --- spoiler ---
  • az önce bitirdiğim film. (bkz: ben affleck) nasıl oyuncu oldu, hala hayret ediyorum. tam bir kalas. tuzluk gibi duruyor. hiçbir duyguyu yansıtamıyor. film fena değil. rachel yine gazeteci, robin wright yine birinin karısı. her filmde illa birinin karısı olur zaten. russell abimiz yine tatlış tuntiş!
  • konusu bakımından klişe sayılabilecek fakat kurgusu fena olmayan filmdir. ayrıca finali yüzünüzde tebessüm bırakan, merakla izlettiren bir özelliği de vardır.
  • russell crowe'un şişmanlıktan patlamak üzere olduğu zaman, çektiği film.

    ayrıca;
    (bkz: dolma parmak sendromu)
  • 2003 yapimi sahane bbc mini dizisi. bbc dizisi takipcileri icin all star gibi kadrosu var: life on mars'in basrolundeki eleman, hustle'in basrolundeki eleman, morrissey dizisinin morrissey'i, sonra bill nighy. 6 bolum, her bolum 85 dakika. bir milletvekilinin evlilik disi iliskide oldugu yardimcsinin oldurulmesi uzerine olayi arastiran muhabirlerin uc dort gunluk haberi olusturma oykusu. bas muhabirin milletvekilinin yakin arkadasi olmasi, sonra aldatilan karisiyla iliskiye girmesi bu arada cinayetin arkasinda tabi ki daha buyuk hesaplarin cikmasiyla ortalik karisiyor. muthis bbc atmosferi, bill nighy ve bas muhabir onde olmak uzere acayip oyunculuklar var. amerikada filme uyarlanacakmis; olurdu olmazdi diye tartismaya gerek yok. zaten olmayacagini biliyoruz da basrol milletvekili rolunde ben affleck kazmasini oynatmak ne oluyor? resmen bbc'ye hakaret..

    edit: yazmadan olmaz genç fırlama muhabir ve bill nighy'nin oğlu james mcavoy da süper.
  • had safhada hoşnut kaldığım film.

    son zamanlarda iyi plan/iyi çekim/iyi anlatım içeren filmler türk futbol camiasındaki zeka pırıltısı kadar ender çıkıyor önümüze. ortalık ilkokulda giriş-gelişme-sonuç kısımları içeren sıradan ve standart bir kompozisyon yazma eğitimi almadan yönetmenliğe atlamış insanlarla dolu sanki. hele ki en son imdb'de falan yere göğe konamayan ama ciddi şekilde nefret edip bilim-kurgu türüne hakaret olarak kabul ettiğim district 9'u izledikten sonra umudu kesmeye başlamıştım sinema dünyasından. ama bu film - açıkçası zaman geçirmek için hiç bir beklentim olmadan başladım izlemeye - ilk sahnesinden itibaren insanı içine alıyor. çekimlerde, renk kullanımında, kullanılan geri planda hep bir özen görüyor insan. hani bir efsane vardır, heat'in çekimleri sinema okullarında okutulurmuş, sahneler müthiş ipuçları içerirmiş çünkü filmin gidişatıyla ilgili (gerçi michael mann da bir daha asla heat'in kenarına kıyısına uğrayamadı). burda o kadar abartılı olmasa da sahnelerin anlattığı ayrı bir metin var ve bunu izlemek büyük keyif. oyuncular yeterli (hatta russell crowe'u a beautiful mind'dan beri ilk defa pek beğendim), senaryo fena değil, film akıyor bir şekilde.

    filmin yönetmeni kevin macdonald'ı tanımıyorum ama bundan sonraki filmleri beklenecekler listeme girmiş durumda kendisi.
  • görseli, oyuncusu, müziğiyle tam bir hollywood filmi ama öyle vasat değil. hikaye yine bildiğimiz tony gilroy senaryolarındaki gibi seyrediyor. nedir o seyir; genellikle büyük kurumları ya da şirketleri karşısına alan birey kendince adaleti arıyor, hikaye genelde bireyin küçüklüğü ile karşısına aldığı şeyin büyüklüğünün asimetrisinden şekilleniyor. bu erken dönem gilroy senaryolarından biri olan armegeddon'da da böyle, son dönem örneklerinden bourne'da da böyle; michael clayton ha keza. yeni bir gilroy senaryosu olan duplicity'e baktığımızda da benzer şekilde şirketler arası savaşın daha hafif, romantizm soslu versiyonunu görüyoruz. yine bu örneklerden yola çıkarak şunu diyebiliriz ki gilroy'un senaryoları genelde twistlere fazla bel bağlıyor, misal tam film biterken twist üstüne twistle baş döndürebiliyor.

    o yüzden state of play de bu anlamda pek şaşırtıcı değil, bahsettiğim noktalar yine mevcut. bu sefer adalet arayışında olan bir gazeteci, karşısına yine büyük adamları alıyor; eski ordu mensuplarını. bu anlamda filmin konu ettiği, savaşın getirdiği rantın boyutları ve amerika'da ordunun şirketleşip ekonomide oynadığı rolün mahiyeti önemli. gazete, skandal dedik, burada akla all the president's men ya da the insider gelebilir, ama state of play deneyimli ama geri kafalı, çaylak (blogger olması ilginç olmuş) ama hevesli gazeteci klişe ikilisine oynayarak zaten çapını da belli eder gibi oluyor. russell crowe'un ezber oyunculuğu ve hikayede az da olsa (olmazsa olmaz) hissettirilen romantik hava, seksüel gerilim; türün örneklerine oldukça benzer. yine de kevin macdonald'ın hakkını yememek lazım, filmin anlatımı sağlam. misal açılış sahnesinde çocuğun oraya buraya çarparak kaçması seyirciyi gererken neredeyse çaba harcamadan onu yakalayan düşmanının niteliği iyi vurgulanmış, daha bu sahneden anlıyoruz ki bazı insanların boyunu aşacak düşmanları olacak. sonra buluşma sahneleri var, hepsi yüksek binaların dibinde gerçekleşiyor ve bu da filmin hikayesi adına önemli bir görsel tercih, özetle yönetmenin işi bildiği aşikar.

    toparlayayım; film çok üst düzey değil ama yine de vasat bir hollywood filmi olarak görmemek lazım. helen mirren bile izlemek için iyi bir neden olabilir ki ona kadar birkaç tane daha sayarsın.
  • russel crowe'un biraz pasaklı, düzensiz ama çok başarılı ve yıllanmış bir gazeteciyi canlandırdığı film. bir haberin izini sürerken, gazetenin yeni trendlere uymak zorunda kalarak işe aldığı genç bir bloggerla (ki o da rachel mcadams) iş ortaklığı yapmak zorunda kalıyor.

    --- spoiler ---
    film boyunca son zamanlarda alışık olduğumuz gazetecinin yılların verdiği mesleğinin oturmuş kuralları ve işleyiş şekline karşılık; ani olarak gelişip, ona yabancı gelen bir dünya ve araçlarına karşı eleştirel ve isyankar duruşunu; bloggerın ise sıradan biriyken, birden popüler olmanın verdiği heyecanla “her şeyi en iyi ben bilirimci” tavrını ve bu ikilinin yer yer çatışmalarını görüyoruz. tecrübe ile yeniliğin bu keyifli atışmaları özellikle konunun içinde olanlar için oldukça zevkli.
    --- spoiler ---

    klişeler başlarda sıkıcı bir etki yaratsa da sonlara doğru yapılan akıllı müdahalelerle, filmin başından mutlu ayrılıyorsunuz.
  • soner yalçın 'ın [http:// http://www.sozcu.com.tr/…/kafa-ayni-kafa-2-1363001/ şu] yazısını okuduktan sonra ve de çiğdem toker'in de inatla yazdığı sadat a.ş. şirketinin kurucusunun cumhurbaşkanı danışmanı olmasından sonra seyredince çok güzel bir küçük amerika olduğumuzu gösteren film.

    sonda russell abinin olayın cücüğünü anladığı nokta süper tırt.
    onun haricinde güzel film; üstte dediğim gibi bi kere türkiye ile paralelliği var.

    bi de filmin türkçe ismi olmamış. derin devlet daha çok yakışırdı. çeviriyi yapan adam da götünden çevirmiş. oyun devleti bire bir çeviri. devlet oyunları ne alaka?
  • oyuncu kadrosuna kanip izledigim ama beklentilerden bir hayli uzak kalan film. senaryo yuzeysel ve klişe. anca otobüs yolculugunda falan izlenebilir filmlerden ki ben de oyle izledim zaten.
hesabın var mı? giriş yap