• vincent van gogh, kulağını da kestiği bir dizi sinir ataklarından sonra, aslında marsilya'da şehrin merkezinde bulunan büyük bir enstitüye gönderilecekti. burada 1000'den fazla hasta bulunmaktaydı. fakat kendisi, bunun yerine st.remy'de bulunan hastaneyi istedi. nispeten daha az hasta vardı. bilinen 41 kadar. burada tedavisi için yalnızlık ve çalışmaları için alan yaratılması gerektiğini düşünen doktoru théophile peyron ona 2 oda verdi. birisi atölyesi, diğeri kaldığı yer. vincent van gogh, kendisine göre mutluluk anlamına gelen sarı boyasını yiyerek gerçekleştirmek istediği intihar girişimi başarısız olunca, çizimlerine devam etti. 150'ye yakın tablo çizdi. kendisine mutluluk vermesi için yediği sarı boyasını, en iyi tablolarından birisi olan starry night için de kullandı. tahminlere göre 18 haziran 1889'da bu tabloyu yaptı.

    van gogh, bu tabloyu penceresinden gördüğü manzaraya göre yapmıştı ama şöyle bir durum vardı. van gogh'un çalıştığı odadan görünen manzarası, böyle değildi. bu şekildeydi. van gogh, bu tabloyu akşam yattığında gördüğü manzaraya göre yapmıştı. yani, meşhur yıldızlı geceler tablosu aslında gece görülen manzarayı aklında tutan van gogh tarafından gündüz yapılmış bir manzara tablosuydu. kendisi, daha önce kasabanın kuşbakışı görüntüsünü çizdiği için, şehrin yapısına ve binalara az çok hakimdi. van gogh, tablonun eskizini kardeşi theo'ya da göndermişti. şu an o tablo da rusya'da.

    o tarih için gökyüzünün, van gogh'un penceresinden gökyüzü görüntüsünün bu şekilde olduğu tespit edildi.

    görsel

    kırmızı yuvarlak içindeki ay, sol alttaki venüs, diğerleri de diğer yıldızlardı.

    görsel

    tablonun güzelliği, gök şekillerinin çizilmesinden değil van gogh'un görüşünden kaynaklıydı. akıl hastanesinde kaldığı süre boyunca görüp, oldukça sevdiği selvi ağacını tablonun merkezine yerleştirmişti. elbette bu tarz bir ağaç yerleştirme, etkilendiği uzakdoğu resim akımının bir parçasıydı. etkilendiği tek şey bu da değildi. hokusai'nin muhteşem tablosu olan the great wave de belki de gökyüzünün içinde bir dalga olarak yer alıyordu. çünkü, kendisinin uzakdoğulu ressamların tablolarından fazlasıyla etkilendiği, benzerlerini çizdiği biliniyor. önemli olan, gökyüzünün girdapvari, büyük dalgavari hareketleriydi. dahası, kasabanın durgunluğu yüzünden gökyüzünün müthiş hareketliliği de tabloya inanılmaz bir hareket kazandırmıştı. bu da empresyonizmin müthiş bir göstergesiydi.

    empresyonizm, bir tabloya konu olan şeyin, olduğu gibi değil, sanatçıda yarattığı duyguların yansıtılması şeklindedir. ressamın çizdiği tablodan içinde bulunduğu ruh hali, yansıtmak istediği hissiyatı bize sunmasıdır. claude monet, şu tablosu ile bu akımın öncüsü sayılır.

    işin daha da ironik kısmı, vincent van gogh, daha sonraları kardeşi theo'ya yazdığı bir mektupta starry night dahil olmak üzere yaptığı bir çok tabloyu aslında beğenmediğini şu şekilde dile getirmişti; "burada yaptığım resimler içinde buğday tarlası, dağ ve meyve bahçesi olan resimler içime sindi. diğer resimler bana hiçbir şey ifade etmiyor."

    van gogh, bu tabloyu yaptıktan 1 sene sonra intihar etti. kalbine sıktığı kurşun yüzünden ancak 3 gün sonra öldü. kardeşi theo da birkaç ay sonra öldü. sadece 1 resmi satıldı.

    kişisel bir dipnot: doctor who'nun en güzel bölümlerinden olan vincent and the doctor adlı bölümünde kendisi muhteşem bir şekilde anılmıştır.
  • üzerine çok şeyler söylenebilecek bir vincent van gogh resmi ve ona itafen bestelenmiş bir don mclean şarkısıdır. van gogh bunu akıl hastanesinde çizmiştir, edvard münch’ün çığlık tablosu ne kadar şok ediciyse, bu da o kadar acıklı, hüzünlü bir resimdir. yas tutmanın sembolü servi ağacı tablonun merkezindedir, turuncumsu ay ile güneş iç içe geçmiştir, boyaların geçişleri sanki izlerken duyguları da yönlendirir. şarkısını dinlerken diğer van gogh tablolarıyla birlikte buradan izleyin efendim:
    http://www.youtube.com/watch?v=dipfmjckzom
  • astronomi programı olanının 6.3 pro plus sürümü, bilgisayarlı teleskopları (computerized telescope diye geçer) kumanda etmeye yarıyor. gezegeninden kuyrukluyıldızına kadar her türlü yakın komşuya ilaveten 65 milyon kadar yıldız ve bir milyon kadar derin gök cisminin yerinin şak diye bulunması demek oluyor bu.

    not: diyelim ki paraları saçtık ve sistemi kurduk, artık mutlu muyuz? değiliz çünkü büyük şehirlerde ışık kirliliği o kadar abartılı bir hale geldi ki, gece diye bir şey kalmadı. yani bir de gecelerin normalde olması gerektiği gibi zifiri karanlık olduğu bir ortam bulmak lazım.
  • van goghun fransa'da kaldığı akıl hastanesinin penceresinden gördüğü manzarayı tasviridir. 'yıldızlı gece' ismiyle de anılır. rüyayla gerçek arasında kaybolmuş muhteşem, garip ve hüzünlü bir tablodur. şöyle de güzel bir gif i var
  • joe satriani babamızın bağımlılık yapabilen, insanı düşler kurmaya sevk eden harika parçalarından biri tabii ki. http://www.youtube.com/watch?v=q_m0-f7n9hm
    ayrıca çok beğendim, ben de gitarda bunu çalmak istiyorum derseniz, ders ispanyolcamıdır potekizce mi tam anlayamadım ama işinizi görür diye düşünmekteyim: http://www.youtube.com/watch?v=fgcqvlhgkvw
  • piyasadaki benim bildigim en muhtesem gokyuzu simulasyonu programi. 19 milyon yildizlik bir veri tabani var. gunes sisteminin ya da bize 20 milyon isik yili mesafedeki uzayin herhangi bir yerinden gokyuzune bakabiliyorunuz. jupiterden dunya nasil gorunur, ya da bir uydusundan mesela titandan saturne bakmak nasil bir duygudur merak edenler icin oraya gidip bakmak kadar gercekci bir cozum yolu sunuyor.
    ayrica web sitesi: http://www.starrynight.com/
  • yıllarca backyard ve enthusiast versiyonunu kullandıktan sonra pro plus 6 sürümü ile tanıştığım ve açık kalmış ağzımı henüz kapatamadığım muazzam "eser".

    program demeye dilim varmıyor, böyle program olmaz. bu bir sanat eseri.
  • güzel ötesi bir van gogh eseri.
  • "ayaklarını küller arasına uzatıp kocaman ocağın önünde oturmak, bacadaki bir çatlaktan sanki beni çağırırmış gibi ışınlarını gönderen yıldıza bakıp durmak, ya da derin düşlere dalarak ateşe bakmak, alevlerin yükselip, titreyip, kazanı, ateşten dilleriyle yalamak için birbirleriyle sanki yarışmalarını seyretmek ve düşünmek.. insan yaşamı da budur, diye: doğmak, çalışmak, sevmek, büyümek ve yok olmak."

    "bir akşam, bomboş deniz kıyısı boyunca yürüyüşe çıktım. neşeli değildi ama kederli de değildi, yalnızca çok çok güzeldi. gökyüzünün derin mavisi üstünde benek benek bulutlar vardı. kimisi, yoğun kobaltın temel mavisinden daha koyu bir mavi, kimisi de, samanyolu’nun ak mavisini andıran daha açık maviydi. bu mavi derinlikte yıldızlar ışıl ışıldı; yeşilimsi, sarı, beyaz, pembe, yıldızlar bizim orada olduğundan, hatta paris’te olduğundan daha parlak, daha bir mücevher gibi yanıp sönüyorlardı: sanki opaller, zümrütler, yakutlar, safirler saçılmıştı gökyüzüne."

    "hepsinin yanı sıra yıldızları, başının üstündeki sonsuz boşluğu da hissedebilmen gerek... işte o zaman, yaşam neredeyse büyülü bir şey... ah, asıl imansızlar, bu gördüğümüz güneşe inanmayanlardır."

    "kendi payıma, bu konuda bir şey bilmediğimi kabul ediyorum. ama yıldızlara baktığımda düşlere dalıyorum, tıpkı bir haritada kentleri ve köyleri gösteren siyah noktalara bakarken düşlere daldığım gibi. neden, diye soruyorum kendime, neden gökte pırıl pırıl parlayan noktalar da fransa haritasındaki kara noktalar kadar ulaşılabilir olmasın? bizi tarascon ya da rouen’a nasıl bir tren götürüyorsa, yıldızlara da ölüm götürür. bu düşüncede kuşkusuz doğru olan bir şey varsa, o da şu: yaşadığımız sürece yıldızlara varamayız, nasıl ki öldükten sonra trene binemeyiz, öyle."

    "anlayacağın, hep iki düşünce akımı içinde gidip geliyorum. birincisi, maddi güçlüklerle ilgili, yaşayabilmek için durmadan dönüp dolanıp durmak; ikincisi ise resimlerdeki renk sorunu... bu ikinci konuda bir buluş yapabilmek umudundayım hep: iki aşığın aşkını, birbirini tamamlayan iki rengin birleşmesiyle birbirlerine karışmalarını, birbirlerine karşıtlıklarını, akraba tonlarının o esrarlı titreşimleriyle ifade edebilmek. bir yıldız ile umudu, bir günbatımının ışınlarında bir ruhun heyecanını ifade edebilmek... göz aldatan gerçeklikle en ufak bir ilgisi yok bunun, oysa gerçekten varolan bir şey değil mi?"
hesabın var mı? giriş yap