• larrain'in izleyiciye kürekle alegori, metafor, analoji attığı şu filmde diana'yı yüzeysel anlatıyor demek büyük özgüven.

    açılış planında kadrajın ortasına kadar uzanmış dallarla, oynayan kareler bütününde yırtılmış bir fotoğraf, mazide kalan kötü bir gün hissi yaratmayı başarmak kolay mı? devamında diana'yı sembolize eden ve filmin devamında da "sülünler aptal kuşlardır vurmazsanız arabanın altında kalırlar" atıfı ile hatırlatılan açılış sekansının ikinci planında, askeri araç tekerlerinin teyet geçtiği kuş ölüsünün üstünden tam teker geçecekken kesilip diana'ya dönmesi alkışlanacak hareket değildir de nedir?

    bunun gibi 10 tane daha sahne yazabilirim. larrain (bence) çağımızın en iyi 5 yönetmeninden biri. film de ismi ile müsemma tam olarak diana spencer'ı anlatıyor, sadece 3 gününü değil. ruhunu, amacını, başına neden bunların geldiğini...
  • diana spencer'ın kraliyet ailesindeki yalnızlığını deneysel bir şekilde ekrana taşıyan bir pablo larraín filmi.
    kullanılan renk paleti, seçilen kamera çözünürlükleri 1990 yılından fırlamış gibi. tüm filmi tüplü televizyondan izlediğime yemin edebilirim ama kesinlikle ispatlayamam. filmin birçok yerinde geçmişe tanıklık ediyormuşuz gibi hissettim. fakat genel olarak yönetmen larraín'in bu sanatsal spencer denemesini iyi veya kötü başlığı altında toparlayamıyorum. zira ilk sahneleri izlerken kesin sıkıcı bir film bu diye başlamıştım, bitirirken aslında yönetmen alışılmışın dışında, çok farklı bir yerden, kafesteki bir kadının sıkışmışlığını farklı bir gözden ele almış diye bitirdim. kesinlikle sürrealist bir çalışma. temposu bir hayli düşük, atmosfer melankolik, dialoglar yorucu ama bazı kadrajlar, bazı sahneler, bazı uyanışlar fazlasıyla iyi. aldatılan ve ocak dışına alınan bir kadının hissettiklerini, sıkışmışlığını, sessiz çığlıklarını gözümüze sokması bir yana, hizmetçisiden kraliçeye kadar herkesin bildiği inci kolye detayının bile pek umursanmaması diana karakterinin yalnızlığını ve önemsenmeme seviyesinin sınırlarını pek güzel çiziyor. ilk sahnesindeki ölü sülün cesedinin üzerinden kılçıksız geçen kraliyet ailesi arabaları özdeşimi zaten bir yerde tüm filmin özeti.
    yok sayılan, terk edilen, cesedi bile önemsenmeyen bir sülün. diana.
    tekrar uçmak için kanatlarına ihtiyacı olan, ama uçmaya kalktığında öldürülmeyeceğinden emin olamayan bir av. sülün.
    filmin bir yerinde bahçede gördüğü sülünle özgürlük üzerine yaptığı konuşma -aslında bir tür monolog da diyebiliriz-, oğullarının bu av/sömürü/tüketim çemberine dahil olmalarını istemeyip av esnasında kendisini ortaya sürmesi bu metaforu besleyen kritik sahnelerdi.

    fakat açıkçası tüm bunlara rağmen ben kristen stewart'ın boynunu eğe eğe diana olmaya çalıştığı performansını pek beğenmedim. bazı sahnelerde çok karikatürize geldi. yönetmen stewart yerine daha farklı bir isimde diretse şu an çok daha farklı şeyler konuşuyor olabilirdik. aksan olmamış misal. ingiliz oyuncuların amerikan aksanı yapması daha kolayken, amerikalı oyuncuların kusursuz bir şekilde ingiliz aksanı yapmasını elbette beklemiyoruz. ama filmdeki tek amerikalı olan stewart'ın ağzından çıkan tüm kelimeler yer yer kulak tırlamıyor. ha sadece bu mu, elbette değil. gözlerini devirmesi olmamış. çocuklarına bakışı olmamış. diana'nın boynunu hafif eğdiği o ikonik duruşu olmamış. the bent neck lady mi yoksa lady di mi izliyoruz insan ister istemez sorguluyor. duygu mu geçiriyor kamyon mu deviriyor anlayamadım açıkçası. bilmiyorum. belki bundan çok daha iyi diana yorumları izlediğimden, diana ile ilgili yüzlerce eski video kurcaladığımdan kafamda bir türlü kristen stewart ve maskülen kamburunu, zarif lady di ile oturtamadım. bu seneki oscar kulislerinde en iyi kadın oyuncu başlığında ismi sıklıkla geçiyor. gerek şili'li yönetmenin yarattığı atmosferin etkisi, gerekse de akademinin diriltilen ikonik karakterleri sevmesinden ötürü sarı heykelciği alırsa şaşırmam. ama almamasını canı gönülden dilerim. en büyük şansı yönetmen olan bu filmin kristen stewart ile anılması üzücü olacaktır.

    filmde anlatılan olayların gerçek hikayeyle olan bağlantısı içinse tık tık
  • bugün izlediğim, diana spencer'ı ruh dünyasını anlatan film.

    film etkileyici ve sanatsal olmuş. müzik seçimleri filmin etkileyiciliğini artırmış.

    --- spoiler ---

    kullanılan metaforlar enfes, yukarıdaki suserların yazdığı gibi: sülün sahneleri, inci kolye sahnesi, diana ile giydiricinin* dostluğu, hepsini sevdim. hatta anne boleyn ile kurulan bağlantı şiirsel olmuş, diğer çoğu sahnesi gibi. diana'yı şımarık bulmak şöyle dursun, buhranını ve üzüntüsünü paylaşabildim izleyici olarak. çocuklarıyla olan ilişkisi de hoş. kristen stewart'ın oyunculuğunu çok sevdim. bence rolüne çok yakışmış. hem konuşma tarzı hem bakışları hem de beden duruşu.

    ayrıca film için antipatik bir diana yaratılmış denilmiş, hem burada hem başka yerde bu tarz yorumlar okudum. psikolojisi bozulmuş bir insanı izliyorsunuz, sürekli tatlı tatlı ağlayan birini mi görmeyi beklemiştiniz? gerçek hayat böyle bir şey değil. hatta böyle ruh halinde bir kadının etrafı kırıp dökmesini beklenebilir ki filmde kadın öyle şeyler yapmıyor. charles ile bilardo sahnesinde ben topları fırlatmasını beklemiştim örneğin*

    inci kolye sahnesi üst düzeydi, tekrar söylemek istedim.

    --- spoiler ---

    tanım: vizyonda olan ve izlenesi bir film.
  • ingiltere'nin en koklu aristokrat ailelerinden biri. cogu kisi bilmez ama ilginctir ki hem prenses diana hem sir winston churchill spencer ailesinin mensubudur, yani 20. yuzyilda bile ingiliz tarihine damga vurmuslardir.
  • filme sadece “story of diana” gözüyle bakmamak gerekiyor. bir kadının yaşadığı ruhsal ve bedenen baskıyı iliklere kadar hissettiren bir film var karşımızda.

    hikayenin öncesi ya da sonrasını bilip bilmemeniz çok önem teşkil etmiyor. ister bir kraliyet, isterseniz bir kadın hikayesi olarak bakın, film her türlü etkilemeyi başarıyor.

    sinematografi, yönetmenlik, müzikler, oyunculuklar cidden şahane. baştan sona tam bir karakter gerilimi izliyoruz. bu yılın cidden en iyi filmlerinden birisi.
  • acayip yordu film. skeç oyunculuğu sergileyen kristen stewart'ın üzerine bi makyaj gibi yapılmış diana sanki. o kadar olamamış ki.
    filmin görselleri, müzikleri çok güzeldi ama neden psikedelişik film yapasınız geldiğinde biyografilere yöneliyorsunuz ben onu anlayamadım pablo larrain bey. ruhsal analizlerinizi tarihi karakterler dışında bi şeylere harcasanız...
    yapılmış neredeyse bütün diana belgesellerini izleyen biri olaraktan, diana hakkında hiçbir şey anlatmadığını söyleyebilirim filmin. spencer hakkında da anlatmıyor. inci kolye ve korkuluğun üzerindeki ceket üzerinden ilerleyen hikaye bir yere varabilseydi onu da kabullenecektim. ama olmadı bu sefer de.
  • --- spoiler ---

    sadece şımarıklık izlediğini söyleyen yazarların görmek istedikleri gibi baktıklarını, taraflı baktıklarını düşünüyorum. ya da filmin sadece birkaç dakikasını izlemiş olmalılar.

    diana'nın depresyonu iyi anlatılmış. diana'nın, serveti içinde bulamadığı başka istekler yüzünden şımarıklık yapması kesinlikle söz konusu değil. filmde açıkça gösterilmiş ki diana'nın isteği, bir servetin her halükarda sağlayabileceği bir şey olmayan; sevgi. diana sadece kurallara uymak zorunda olduğunu söyleyen o baskı yüzünden kendini kaybetmiyor, onun kaybolmasına sebep olan oynaması gereken rolü gerçek olmayan, bitmeye mahkum bir evlilik yüzünden yapmaya zorlanması. diana geçmişe de özlem duyuyor, sahip olamadığı şeylere değil bir zamanlar sahip olduğu şeylere özlem duyuyor. bu onu şımarık biri yapmaz.

    anne boleyn'e kendini benzetmesi ve kurtarıcısı olarak görmesi içinde bulunduğu duruma karşı hissettiklerini açıkça gösteriyor. filmdeki bu benzetme diana'nın trajedisini çok iyi anlatıyor. mesela bir sahnede de, diana, prens charles'ın metresi camilla'dan bahsederken camilla değil de jane seymour diyor. jane seymour; kral 8. henry'nin onunla evlenmek uğruna anne boleyn'in idam edilmesini sağladığı (ya da idam edilmesine göz yumduğu), sevgilisi.

    diana prensle tartışmasında da, prensin birileri yüzünden geç kalması hoş görülürken kendisinin geç kaldığı için birisi yüzünden geç kaldığı ithamında bulunulmasına sinirleniyor.

    nasıl filmde bunları göremediniz de, filmde sadece diana'nın şımarıklıklarının olduğunu düşündünüz?

    filmin çekimleri çok güzel, müzikler de çok güzel. inci kolyeyi kopardığı sahneden önceki kıyafet değişimli, danslı sahneler evliliği süresinde diana'nın hissettiklerini ve nasıl biri olduğunu güzel anlatmış. kolyeyi kopararak kimi zaman hayali kimi zaman korkusu olan kurduğu hayatı eliyle yıkıp kendini özgür bırakıyor, çocukluğunu geçirdiği bir evde. ama buna üzüntü de duyuyor, çünkü küçükken kurduğu hayaller var, oynadığı oyunlar var. hayal kırıklığı, arzuladığı ama bulamadığı sevgi... depresyona, bulimia hastalığına itecek güçlü sebepler bunlar, ne acı!

    anne boleyn de diana da bir hayat düşlüyorlar ve bu hayal medet umdukları prensler tarafından yıkılıyor. aralarındaki fark ise diana özgürlüğüne kavuşabiliyor.

    film bu hikayeyi güzel anlatmış. film gerçi masal/efsane diyor yaşananlara. doğru, hatırlatmak gerekir ki diana prensten boşandıktan sonra evliliklerinde hep üç kişinin bulunduğunu söylemiş, prens charles'ın da zina yaptığını itiraf etmesine sebep olmuştur. bir masal gibi değil mi? filmde de gösterildiği gibi diana içindeki savaşı da nispeten kazanıyor, yapması gereken şeyin farkına varıyor. filmde, yazı sonra şöyle devam ediyor, trajediye dönüşen masal. evet, ne yazık ki prenses diana bu özgürlüğünün tadını yeteri kadar çıkaramadı.
    --- spoiler ---
  • öncelikle kristen stewart sana çok aşığım.
    filme gelecek olursak, psikolojik drama türünde ve olaydan çok diana'nın ruh haline odaklanmış film. christması da içine alan 3 günü diana ekseninde izliyoruz. müzikler inanılmaz. zaten jonny greenwood yapmış. kostüm ve mekanlar da gayet iyiydi. kristenın oyunculuğu da eklenince tüm bunlar sizi filmin içine sokuyor.
    ancak şöyle bir şey var ki filmi cinemaximumda izlemek zorunda kaldık ve filmin ortasında 10dk mola verildi. film sizi tam almış götürmüşken birden saçma sapan reklamlara vs. maruz kalmak berbat bir şey. umarım bi daha bu deneyimi yaşamak zorunda kalmam.
    neyse, kristen stewart'a çok aşık olduğumu söylemiş miydim.
  • trailer sonundaki “they don’t” deyişine bakılırsa ingiliz aksanı da yapmış stewart. valla açıkçası bu kadının oyunculuğunu hiç beğenmiyorum (ki şu video ve hesapta acaip güzel taklitleri yapılıyor stewart’ın). sadece twilight faciasından bahsetmiyorum, son zamanlarda çekilen birkaç filmini de izledim seberg falan faciaydı. en iyisi yine still alice filmindeki oyunculuğuydu bence, onda da julianne moore faktörü var yani.

    bunca yeteneksizliğe rağmen neden hala böyle önemli filmlerde başrol aldığını anlayamıyorum, yani anlıyorum fan’ı çok, filmleri izleniyor, popüler vs ama tüm bunlara sahip olup yeteneği olan oyuncular da var abi. bi yandan bakıyosun kadın fransa’nın oscar’ı cesar ödülünü alan ilk amerikan aktrisi oluyor falan. neyse bu filmde şeytanın bacağını kırmıştır inş, bizim neslin (80’ler) önemli figürüdür prenses diana, dünyadan bihaber analarımız, anneannelerimiz kadının cenazesinde hüngür hüngür ağladıydı. milletin kaza yerine bıraktığı çiçekler, yaktığı mumlar hala gözümün önünde. ingiliz aksanını becermiş, iyi bir oyunculuk çıkarmış olsun yeter. diana kırmızı çizgimiz, izleyip görelim bakalım.

    edit: oğlum bu cesar ödüllerinde de torpil dönmüş ya la. meğersem tam ödül almadan önce chanel'in reklam yüzü olan stewart, ne hikmetse yine chanel’in sponsor olduğu cesar ödülünü kazanmış. bu bir tesadüf değil elbette. kaynak bu uzuuun yazı: link

    filmi izledikten sonra gelen edit: aşağıdaki suserlerin söylediklerinin büyük çoğunluğuna katılıyorum, film psikolojik yönü ağır basan bir film olmuş. olayı değil de ruh hallerini izliyoruz. lakin diana’nın şimarık bir kadın olarak yansıtıldığını düşünmüyorum açıkçası o kasvetli kraliyet hayatının etkisini iyi yansıtmış film. bunda tabii stewart’ın oyunculuğunun da etkisi var. bence bir oscar’lık performans değil (herkes stewart’ın bu filmle oscar alacağını söyleyip duruyor), lakin bu kadının bugüne kadar yaptığı filmler içindeki en iyi performansı buydu bence. aksan, kamburluk, bakışların baygın olmaması vs. kadın nihayet kendini aştı sanırım. oscar alma ihtimali yüksek bence, bi kere lgbti+, üstüne garip bi fan base’i var, oldukça dikkat çekiyor medyada. dolayısıyla performansından ziyade oscar’ın son yıllarda “çeşitlilik” içeren ödül dağıtımının etkisini görebiliriz. benden bi 7/10 çalışır.
  • trailer'a bakılırsa kristen stewart'ın her daim acı dolu bakışlarının bu sefer işe yaramış gibi durduğu pablo larrain filmi. müziğe değinmeden geçemeyeceğim, bambaşka bir formda perfect day.. çok yakışmış.
hesabın var mı? giriş yap