• lenin, stalin, kruşçev,brejnev yönetimleri sırasında çok farklı politikalara sahne olmuş devlet.
    bunu daha iyi anlamak için güzel bir fıkra:

    devrim sırasında bir tren rusya topraklarında yol almaktadır.aniden tren durur. makinist telaş içinde koşarak vagona girer:
    “yoldaş lenin, beyazlar tren yolunu sabote etmiş, tren ilerlemiyor, ne yapalım?”
    lenin soğukkanlılıkla cevaplar: “haydi yoldaşlar, herkes iş başına, kazma küreği kapıp el birliğiyle demiryolunu tamir edelim.”
    herkes şarkılar eşliğinde işe koyulur ve tren tekrar yol almaya başlar.

    sonra tren tekrar bir engele takılır. makinist telaş içinde koşarak vagona girer:
    “yoldaş stalin, demiryolu kesilmiş, karşı devrimciler buradan geçmiş, ne yapalım?”
    stalin tereddütsüz cevap verir: “demek aramızda hainler var. yolcuların hemen yarısı kurşuna dizilsin, diğer yarısının da üzerine birer çizgili üniforma geçirin, hemen çalışmaya başlayıp tren yolunu tamir etsinler.”
    söyledikleri hemen yapılır, tren tekrar yol almaya başlar.

    sonra tren tekrar bir engele takılır. makinist telaş içinde koşarak vagona girer:
    “yoldaş kruşçev, devrim düşmanlarının hepsi ölmemiş, tren yolunu yine sabote etmişler, ne yapalım?”
    kruşçev yanıtlar: “endişeye mahal yok. arkamızda bıraktığımız rayları alıp önümüze döşeyelim, böylece her şeye rağmen ilerleyebiliriz.”
    böylece tren tekrar ilerlemeye başlar.

    sonra tren tekrar bir engele takılır. makinist telaş içinde koşarak vagona girer:
    “yoldaş brejnev, sovyet karşıtları yine yolu kestiler, ne yapalım?”
    brejnev cevap verir: “hımm, oldukça can sıkıcı bir durum, ama bir çare bulabiliriz. tüm vagonların perdelerini indirin ve arada bir vagonları sallayın. böylece herkes ilerlediğimizi zanneder...”

    *
    *
  • sözkonusu cumhuriyetler birliği'nin sınırları içerisinde 1984-1987 yılları arasında yaşamış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, burada yazılanlar ne tamamen doğru ne de tamamen yanlıştır. ne solcuların savunduğu kadar toz pembeydi herşey, ne de sağcıların savunduğu gibi kötüydü. ayrıca çok merak ediyorum, benden başka oralarda yaşayan sözlük yazarı var mıdır acep? varsa bir gün buluşup başbaşa sscb anma zirvesi yapabiliriz pekala.

    peşin olarak belirtmem gerek, o dönemdeki yaşım ve de yaşadığım yer itibariyle yapacağım yorumun tüm birliği kapsaması mümkün değil. nitekim 6 ile 9 yaş arasında oradaydım ve de letonya cumhuriyetinin başkenti riga'daydım. buna karşın bir doğu bloku ülkesinde doğup büyüdüğüm ve de babamla(ki bir dönem komünist parti üyeliği de vardır) bu konularda uzun uzun konuşmuşluğum olduğu için yapacağım yorumlarda ülkeden ülkeye çok çok derin farklılıklar görmediğimi de belirtmem gerek.

    öncelikle insanlar açtı, çok zor şartlar altında yaşıyorlardı tartışmasına şu soruyla yanıt vermek isterim: neye göre aç, kime göre aç?

    ticari olarak doğu blokü ülkeleri birbirlerine karşı yüksek dış ticaret dengesizliği vermemek için alışverişlerini birbirlerinden yaparlardı. ve de bir mal doğu bloku ülkelerinden birinde(buna küba, çin vb.yi de eklemek gerek) bulunmuyorsa, evet o mal market raflarında bulunmuyordu. paranız da olsa alamıyordunuz. mesela muzu kış aylarında belli bir dönemde market raflarında görebilirdiniz. o da geldiği gibi tükenirdi. yanılmıyorsam kolombiya ya da o taraflardan bir yerden geliyordu. keza portakal da öyle. yılbaşına doğru görülen bir meyveydi. şu an türkiye'deki gibi bir bolluk, 12 ay portakal yiyebilme lüksü yoktu insanların. ha yılda bir de olsa yediğimiz portakalda, domateste hormon da yoktu, o da ayrı bir tartışma konusu.

    market raflarında tek tip ürünler vardı. mesela tek bir marka sıvı yağ, tek bir marka katı yağ veya un gibi.(bizim buradaki bim gibi düşünün. bu arada bim, tek tip ürün satmasına karşın türkiye'nin pazar payı ve ciro olarak en büyük marketidir, antiparantez belirtmekte fayda var.) et, süt ve peynir gibi temel ürünler -çok çeşit olmasa da- her daim raflarda olurdu. çok enderdir markete gidip temel bir gıda maddesini bulamadığınız.(nutella yoktu, onu belirtmem gerek.) mesela çok sevdiğim gofretler vardı, onları ne zaman istesem bulabiliyordum. üstelik de çok hesaplıydılar. içi likör ve rom dolgulu nice çeşit çikolata vardı, ki 2012 türkiye'sinde hala pek göremediğimiz şeyler bunlar. aynı şekilde mevsiminde yetişen herşey bulunabiliyordu raflarda. mesela letonya'da yaz aylarında bile karpuz-kavun yetişmediği için karpuz bir diğer sscb cumhuriyeti olan azerbaycan'dan geliyordu. avuç kadar minik fakat lezzetli karpuzlardı. buna karşın letonya genel itibariyle soğuk bir cumhuriyet olduğu için inanılmaz güzel dondurma çeşitleri üretiliyordu. ve neredeyse halkın temel besin kaynağıydı dondurma. dışarısı -40 derece iken dondurma yiyerek keyif yaptığımızı hatırlıyorum annemle başbaşa. burada garipsenebilecek şeyler onlar için normaldi.(mesela ben de türkiye'ye geldiğimde yaz aylarında bile o sıcakta herkesin günde 5-10 bardak çay içmesini garipsemiştim.)

    ev kullanımı için olan beyaz eşya olsun, elektronik cihaz olsun o zamanki batının, hele japonya vs.nin gerisindeydi ülke teknolojisi. bunun sebebi belki de teknolojik yatırımların uzay ve de diğer teknolojik harcamalara kaydırılması olarak gösterilebilir. buna karşın her elektronik cihazı sürekli olarak raflarda bulamıyordunuz. fakat yine de herkesin evinde bir buzdolabı, televizyon ve de fırın gibi temel ürünler vardı. herhangi bir yerde çalışan biri, maaşı olduğu sürece 5-10 yıl önceden takside girerek arabasını da alabiliyordu.(bu ilginç sistemi aslında başka bi entryde anlatmak gerek.) şu an bulunduğumuz tüketim toplumunda sıfır aracı krediyle alıp 4-5 yılda kredi bitinceye kadar eskitirken, orada ise piyasaya sürülecek aracı 5-10 yıl(vadeye göre fiyatlar değişiyordu) önceden alıyordunuz ve ödemeye bugünden başlıyordunuz. eğer ihtiyacınız çok acilse, aracını teslim almaya çok az kalmış birisinden bu hakkını ekstra ücret ödeyerek alabiliyorunuz. böylece aracınızı daha kısa sürede kullanmaya başlayabiliyordunuz.

    şunu belirtmem gerek ki benim gördüğüm ve de uzun uzun sohbet ettiğim babamın anlattığı kadarıyla sscb'nin, hatta tüm doğu blokunun temel sıkıntısı "verimlilik anlamında, üretim teknolojisinin yenilenme süresi anlamında batıya göre yetersiz kalmasıdır."

    yapılan buluşların azalması, üretim bantlarının hızlı bir şekilde yenilenmemesi zaman içinde teknolojik olarak tüm doğu blokunu ve sscb'yi geri düşürdü. halktaki temel rahatsızlıklardan biri de buydu aslında. batıdaki refahı ve hayatı istiyordu herkes. hiç unutmam, biz 1984 model 1500 motor gıcır gıcır lada 2107 aracımızla bulgaristan'ın başkenti sofya'ya gittiğimizde amerikan büyükelçiliği'nin önünden geçmiştik. elçiliğin önünde büyük bir kalabalık vardı. merak edip bir yerde arabayı durdurup oraya doğru yürüdük. amerikan büyükelçiliğinin camına yerleştirilmiş dev ekran renkli bir televizyonda(ki o zaman 4 televizyonu yan yana getirerek oluşturuluyordu sanırım) devasa amerikan arabalarının filmleri, hawaii'deki yazlıklar, plajlar filan gösteriliyordu. o kadar güzel ve renkliydi ki herşey... insan hırsının törpülenip varolanla yetinmesi gereken bir düzende, tam tersi bir dünyanın reklamı yapılıyordu.

    düzeni çatlatan tam da buydu; innovasyonun olmaması ya da çok yavaş ilerlemesi. aynı şekilde insanların, batının zenginlik ve refah artışında yaşadığı muazzam ilerlemeyi görerek kendi hayatlarını sorgulamaya başlaması, memnuniyetsizliğin ortaya çıkması.

    yoksa çalışma barışı olsun, sağlık hizmetleri ve belli alanlardaki ilerlemeler olsun(babam türkiye'ye geldiğinde zirai konularda konferanslar verdi buğday tohumları konusunda, sonra o tohumlar ithal edildi ve şu an trakya'da ekilen tohumların çok büyük miktarını oluşturuyor.) insanların memnun olduğu gelişmelerdi.

    gündelik hayat da canlıydı bu arada. kazanılan parayla isteyen iş çıkışı ailecek bir şeyler yiyip içebilir, arada düzenlenen partilerde eğlenebilirdi. opus'un, modern talking'in klipleri bile dönüyordu televizyonlarda 1980li yıllarda. hatta müzikle tanışmam cheri cheri lady'yledir. 80'ler fırtınası orada da esiyordu kısacası.

    örneğin 1984 yılında riga'da bulunma sebebim de sağlık alanında yapılan çok ciddi bir icattı. (bkz: ilizarov yöntemi) (bkz: gavriil abramoviç ilizarov) üstelik orada bulunduğum süre boyunca tüm masrafları devlet karşıladığı gibi, annem için de refakat ücreti veriyordu. hastanede tüm doğu bloku ülkelerinden hastalar olduğunu hatırlıyorum, hepsi aynı şartlarda tedavi görüyordu.(ücretsiz.)

    kısacası, insan doğasının dikte ettiği "daha fazlası olsun", "daha iyisi olsun" mantığı ne yazıkki o dönemin sonunu getirdi. pepsi'nin o meşhur reklam sloganı geliyor aklıma: ask for more!
  • soğuk savaşın erken evrelerinde gayet de bir kötülük imparatorluğu imajı vardır. nüfuzu altında gördüğü sözümona bağımsız ülkelerdeki en ufak bir kargaşada oraların başkentlerine tanklar sokan, sağa sola fırsat buldukça askeri güç enjekte eden, halkı dışarı iltica etmesin diye yurtdışı seyahat gibi bir kavramı hiç olmamış, uydu devletlerinde duvarlar inşa ettiren kapkara bir şeydir.

    ancak en azından bize karşı olmadıkları bir dönem de varmış. sovyetler yeni yeni ayağa kalkar iken 1930'lu yıllarda kendileriyle ilişkilerimiz böyle ecnebinin "cordial" olarak tanımlayacağı şekilde karşılıklı sevgi saygı çerçevesinde ilerlemiş. en azından bir süre.

    bayram ziyaretlerine bile gidiyormuşuz.

    1934 yılında atatürk hem sayısı gittikçe artan uçak sayısını ve havacılık kabiliyetlerini dosta düşmana göstermek hem de komşu sovyetlerle ilişkileri hoş tutmak için 1 mayıs işçi bayramında kızıl meydan üzerinde kol uçuşu yapsınlar diye bir uçak filosu yollamaya karar verir.

    eskişehir hava üssünde 1. tayyare alay komutanlığına bu görev verilince kurmay yarbay celal (yakal) bu görevi bizzat üstlenerek, kur.yzb ihsan (orgun), yzb. enver (akoğlu), ütğm ismail hakkı (aksel), ütğm. basri (kula), ütğm. vehbi (uçaner), ütğm. hakkı (sayıl), tğm necdet (?)'den müteşekkil 8 subay ve 2 de hava astsb sınıfı henüz doğmadığından hüsam ve niyazi efendi namlı iki de başmakinisti görev için seçer. görev yarı diplomatik olduğundan subayların hepsi lisan bilen, temsil yeteneği güçlü ve uçuş kabiliyetleri de en yüksek personel arasından seçilir.

    uçuş planında 1 mayıs'ta moskova'da bulunmak için 10 gün öncesinden eskişehir'den kalkacak olan 5 adet breguet 19 uçağı sinop - sivastopol - kharkov - moskova rotasını izleyerek gidecekler, dönüşte de dubosar - bükreş ve istanbul rotasıyla döneceklerdir.

    hareket etmeden kendilerine ruslar ve rus ihtilali hakkında ders verilen bu heyet atatürk'ün de karşısına çıkar ve o da heyete "kendinizi ruslara iyi gösterin" diye tembihler. alay komutanı celal bey de "atam, türk'ün güç ve kabiliyetini en iyi şekilde göstereceğiz" diye yanıt verir.

    21 nisan günü 5 adet uçak karadenizi geçmeden önce bugünkü sinop havaalanının olduğu noktanın az güneyindeki toprak düzlüğe inerler. alan daha önce pek uçak görmemiş (5 tanesi bir arada hele) sinopluların askeri ve sivil şehrin tüm ileri gelenleriyle beraber meydanı binlerle ifade edilen sayılarla doldurmasıyla tam bir festival havasına bürünür. o noktaya bu günü hep hatırlatması için bir hatıra taşı dikilir. 80'li yıllarda sinop'ta bu taşın ne diye dikildiğini hatırlayan şehrin en yaşlıları hariç pek kimse kalmamıştı.

    2 saat 10dk'lık bir uçuşun ardından filo sivastopol'a iner. karadeniz'i geçerken başlarına bir iş gelmesin diye de sivastopol sinop arasında donanmaya ait torpidobotlar devriye atarlar. ertesi gün kharkov ve onun da ertesinde moskova'ya iniş yaparlar. uçuş esnasında çekilen bir fotoğraf için bkz.

    1 mayıs törenlerinde türk filosunun geçişi ve aldığı tezahürat gazetelere şöyle aksetmiş. ardından inişlerinde moskova büyükelçimiz ile de hatıra fotoğrafları var. burada general kliment voroşilov türk askeri erkanıyla da bir araya gelir ve dostane mesajlar paylaşırlar. o akşam moskova sinemalarında türk askeri heyetinin şerefine "türkiye'nin kalbi ankara" filmi dahi gösterilir.

    1 mayıs'tan sonra 11 gün daha rusya'da kalan havacılarımız şerefine her gün ziyafetler verilir ve karşılıklı devlet başkanları adına konuşmalar yapılarak karşılıklı kadehler kaldırılır. gündüz sovyet havacılığını, askeri tesislerini ve zamanının en büyük uçağı olan 8 motorlu tupolev ant-20 maksim gorki uçağını teftiş ederken akşamları temsillere ve ziyafetlere katılırlar. türk heyeti stalin'e kadeh kaldırırken stalin, vyaçeslav molotov, mihail kalinin kendilerini samimi olarak selamlarlar. general voroşilov söz alarak o ortamda atatürk şerefine kadeh kaldırır. daha da ilginci küpürleri okursanız türk basınının sovyet liderlere atıf yaparken yoldaş ünvanını da kullanmaya özen gösterdiğini görürsünüz. yoldaş kalinin, yoldaş voroşilov gibi. (aynı yıllarda almanya bahis konusuysa bir führer, herr hitler falan dememektedirler mesela, ünvanlar orada kısa düşmektedir)

    moskova'daki temasları tamamlayan havacılarımız leningrad'a geçerek orada da törenle karşılanır, mareşal budyonny refakatinde şehri gezer, kızılordu kıtasını beraberce teftiş eder ve ziyafetlere katılır. mareşalle elele fotolar çekerler. fotoğrafın daha yüksek çözünürlüklü hali için bkz.

    oradan tekrar moskova'ya gelirler. veda konuşmaları yine samimi bir ortamda ziyafet esnasında yapılır 12. oradan havalanıp kendilerine romanya sınırındaki podolsk'a kadar kılavuzluk edecek rus pilot ilin ile beraber kharkov'a geri dönerler. kharkov'da konaklarken şehir tiyatrosu türk havacıları için perdeye türkçe "türk misafirlere hararetli dost selamları" yazarak oyunlarını oynarlar. orkestra istiklal marşı ve enternasyonel'i ardarda çalar. burada gördükleri sevgi ve saygı havacıları özellikle çok duygulandırır. yarbay celal bey :

    -"sovyet rusya'da geçirdiğimiz günleri asla unutmayacağız. her şehirde hararetle kabul olunduk. bilhassa harkof (kharkov)'ta gördüğümüz hüsn-ü kabul bizi fevkalade mütehassis etmiştir. bu güzel şehri daha iyi tanıyabilmek üzere fazla kalamadığıma çok müeessifim" diyecektir.

    dönüş yolunda 10 mayıs'ta bugün ukrayna iç savaşının merkezinde olan luhansk şehrinde geçit resmi sırasında çekildiği not edilmiş bir fotoğrafları burada var.

    ezcümle o yokluk yıllarında dosta düşmana 10 yıl önce kurulmuş bir cumhuriyetin var olduğunu gayet nazikane bir şekilde gösteren hoş bir girişim olmuş. ancak işin bir de sovyet rusya tarafı var. 1917'de savaşın içinde devrimle kurulup izolasyonun içinde büyümek zorunda kalan ve 1930'lara gelindiğinde batı ile arasını bir türlü düzeltememiş bir sovyet rusya ile tarihinde ilk kez bilim ve aydınlanmaya sırtını dayamış bir türk devletinin birbirlerine herhangi bir komşu gibi sıcak davrandığı bir dönem de yok değilmiş.

    burada parantez açıp türkiye cumhuriyetinin sosyalizme bulaşmaya çok da istekli olmadığını ve bütün bu mevzunun cihanda sulh prensibiyle ilerlediğini de yazalım. yani rusyaya uçağı heyeti filoyu sınıf mücadelesine, proleterya devrimine destek yüzünden göndermiyorduk. yoksa nazım hikmetlerin vs bu olaydan 3 yıl önce 1931'de komünizm propagandası yapması yüzünden yargılanmasını veya ondan bir önceki yıl adana'da tkp'lilerin aynı sebepten içeri alınmasını falan açıklayamayız. uçakları heyetleri daha çok bir tür "komşularla sıfır sorun politikası" yüzünden gönderiyorduk. bu iş ideoloji mezhep vs dinlemeden bu şekilde yapılır. yani genç cumhuriyet bunu günümüzdeki örneklere kıyasla 1930'larda gayet de güzel işletiyormuş.

    ancak bu karşılıklı samimi ilişkiler gün gelecek bir daha geri dönülmemecesine bozulacaktı. sovyetler birliğinde 1936 sonrasında stalin kendine bağlı olmadığını düşündüğü hemen herkesi asıp kesip fişleyecek, bu durum yüzünden ikinci dünya savaşına eğitilmiş subay sınıfından yoksun bir şekilde çok rezil başlayacak, deli gibi toprak kaybedecek, moskova çevresinden savaşı döndürüp 20 milyon falan kayıpla savaştan her haneden bir ölü vererek çıkacaktı. amma aynı zamanda bir askeri süpergüç olarak çıkacaktı. çıkınca tüm doğu avrupa'yı demir perde arkasına çekecek, türkiye'den toprak talep etmeye falan kalkışacak ve türkiye ile yaptığı 1936 tarihli saldırmazlık anlaşmasını da tek taraflı olarak iptal edecekti. yani savaşa doğru adım adım ilerleyecek ve cihanda sulh diye yola çıkmış ve savaşta taraf olmamış türkiye'yi cebren karşı cenaha, nato'ya ittirecekti. kore'ye gönderilen o gariban mehmetçikler "aman bizi nato'ya alsınlar da sovyetler ülkenin yarısını almasın" diye ta oralara, dünyanın diğer ucunda çin taarruzlarına karşı göğüs germek zorunda kalıyordu. yani durduk yerde yurtta sulh cihanda sulh prensibini rafa kaldırmamıştık, sovyet tehdidi çok ayan beyandı. adamlar geliyoruz diye bağırıyordu.

    sinop'ta dikilmiş olan o taş da işte bu yüzden unutulmuştu. 1930'lardaki o gücünden emin olamayan sovyetler gitmiş, yerine koskoca almanyayı devirmiş ve istediğini tank tümenleriyle alacağından emin bir sovyetler gelmişti. sovyetlerle türkiye arasındaki o sıcaklık ikinci dünya savaşından itibaren bu yüzden artık yoktu. hatta sinop'a amerikalılar gelip yerleşmiş, sovyet rusya'yı dinlemek için tuslog4 adında bir radar üssü kurmuşlardı. sovyet rusya ile oluşacak dostluğun kitabesinin bulunduğu şehir 1992'ye kadar sovyet sinyallerini dinleyen bir amerikan üssüne ev sahipliği yapacaktı. ironiye bak.

    ve ruslarla garip münasebetlerde bulunduğumuz bu zamanlarda ta o dönemlere kadar geriye dönüp bakarsak ben o şartların artık tekrar gelebileceğini düşünmüyorum. zira o köprünün altından çok sular aktı. ruslar o dönemden sonra gidip süpergüç oldular. tüm doğu avrupayı kendi hegemonyaları altında bir tür tampon sınır olarak kullandılar. asla eşit veya denk addettikleri bir müttefikleri olmadı. müttefik addettikleri her devlet rusların "baba" statüsüne zorla biat etmiş, kendi coğrafi konumlarıyla rusya'yı bir kara harekatına karşı kendilerini siper etmiş buffer/tampon devletlerdi. sovyetlerin zorla seçtirdiği ve o ülkenin başında zorla tuttuğu hükümetlere sahip, halkın gerçek temsilcilerini seçemediği "müttefik" lerdi bunlar. bütün amaçları sovyetleri korumaktı.

    ("ee amerika da nato da aynı böyle, sen ne anlatıyorsun" diyenleri de brüksele davet ediyorum, genel kurulda amerikanın isteyip herhangi başka bir üye devletin veto ettiği şeylerin listesini 120 cilt olarak bastırıp takdim edeceğim. varşova paktında rusların bir dediğine iki demiş bir silahlı kuvvet varsa gösterin ben de bakayım.)

    işte türkiye tüm bu olaylar olurken sovyetlerin güney-güneybatı cephelerindeki asli düşmandı. bugün bile nato doktrini tamamen potansiyel rus hareketlerine ve sorunlarına karşı yazılmış çizilmiş cevaplar/çözümler içeriyor. geçmiş 75 yılda sovyetler ve rusya türkiye için hep en büyük tehdidin kaynağı olagelmiş. bugün de tüm o sovyet nükleer mobil bataryaları türkiye'deki hedeflere (tüm nato hedeflerine olduğu gibi) kilitli vaziyette hala dağ bayır gezerken sıcak ikili ilişkiler kurduğumuz bir dönemi okumak da öyle ilginç bir ironi içeriyor.

    kendi işimize yolumuza bakmamıza bir türlü izin verilmemesi, progresif programlara kaynak aktarılacak yere sovyet tehdidi altında dinciliğin aradan hortlatılması gibi sebepler yüzünden bu adamları türkiye'nin bugününe yaptıkları katkı yüzünden sorumlu tutuyor olsam da (niye tutmayayım. sovyetler toprağımızda gözü olan yayılmacı siyaset yerine bölgesel bir aktör olarak kalmış olsa, finlandiya gibi bitaraf kalabilmiş olsak, ülkede bir 1980 darbesi olur muydu?) geçmiş dönemlere ait bu dostluk gösterileri "neler olabileceği" konusunda hayal gücüne bir miktar ışık tutuyor. alternatif tarih hayal bile olsa çok güzel, herkesle hep dost kalmışız. silahlanmak zorunda kalmamışız, tüm kaynak eğitime, bilime vs aktarılıyor. pii. o taş kadar unutulmuş hayaller bunlar. olmasına hiç izin vermemişler.

    keşke öyle olsaymış.

    --- dipnot--

    twitter'da bir kaç gün evvel konuya yüzeysel girmiştim ama gazete küpürleri birikince buraya daha etraflıca girmek istedim. twittera eklemeyenler ekleyiniz.

    bazı fotoğraflar kürşad malkoç ve kara harp okulu tarih bölümünden fatih baş'a aittir. selam ederim.
  • şu başlığa ne vakit girsem, kendimi japon kültürüne dair safsataları yalanlayan youtuber yoshi enomoto gibi hissediyorum.

    sovyetler birliğine dair çok garip efsanelere sahip bir milletiz biz. yıkıldığında daha doğmamış gençler sanki savaş sonrası kolhoz da orak sallamış, sıcaktan bunalınca çitlere oturup buratino gazozundan ufak yudumlar alırken volgaya doğru pliska marka sigarasını tellendirmiş gibi anlatıyor.

    şu yaşıma geldim ben hala insanımızın neden her konuya siyah beyaz olarak baktığını anlayabilmiş değilim. ne demek istediğimi şu başlık altındaki her hangi bir sayfada rahatça görebilirsiniz. bunu söylemekten yoruldum. sovyetler 70 küsür sene sürdü. adında birlik geçtiği için kütük gibi tek parça zannediliyor fakat öyle değildi. bunun her dönemi farklı şartlar altında yaşandı. 1940 ile 1950 arasındaki on yılda değişen yapı üzerine altı ay konuşsak bitiremeyiz.

    mesela sovyetlerde evsiz insan yoktu, herkesin bir evi vardı şeklinde bir lakırdı var. bunu iddia edenin elinde hiç bir bilgi yok. neden ve nasıl sorularına yanıt veremediği gibi sistemin nasıl işlediğine de yanıt veremiyor. çünkü ne sistemi ne tarihi biliyor. kulağına kim üfürdüyse öyle konuşuyor. gelin ben konuyu örnekli belgeli şekilde dilim döndüğünce anlatayım;

    öncelikle kanuni tarafına bakalım. bildiğiniz gibi sscb resmi olarak 1921 yılında kuruldu. vatandaşlarına barınma hakkı ise 1977'de sscb anayasası ile geldi. şurada 1977 sscb anayasası mevcut. bizi ilgilendiren ise 44. madde

    44. madde özetle der ki; sscb vatandaşları barınma hakkına sahiptir.

    bu anayasa gelene kadar sovyetlerin böyle bir kanunu da iddiası da yoktu. stalin'in ölümünden sonra çalışmalar yapıldı lakin asıl hareket kruşçev döneminin sonlarına doğru başladı. onun da ne kadar başarılı olduğu tartışılır. stalin ölene değin evsiz kabul edilen insanlara ev vermek yerine göz önünden kaldırma projesi yürütülüyordu. bu hala rusya'da tartışılan ve stalin'e karşı nefret beslenmesine sebep olan bir konudur. hatta daha saçma bir şey anlatayım. günümüz rus ve eski sscb devletleri de uluslararası bir organizasyon yapılacaksa (bkz: 2018 rusya dünya kupası) benzer refleksle evsizleri toparlayıp başka şehirlere götürüp bırakıyorlar. bunu ayrıca anlatacağım.

    stalin döneminde uygulanan insanları temizleme operasyonuna "antisosyal ve paraziter unsurlarla mücadele" adını vermişlerdi. evsiz, dilenci, çingene, bedeni bütün fakat çalışmayanlar, haksız kazanç elde edenler, buna mukabil okumuş etmiş aristokrat tayfanın bir kısmını içine alıyordu. kanunun ucu öyle açık ki, bolşoy terör dönemi kamplara gönderilen vatan haini yakınlarına kruşçev döneminde af gelmesine rağmen bazıları bu kanun yüzünden büyük şehirlere dönemediler. buraya kadar sıkılmadan geldiyseniz asıl ilginç konuya gireyim. kendine ayrı bir başlık açacağım.

    sscb'de 101. kilometre adında kanunlarda yer almayan fakat fiilen uygulanan sözlü bir kural vardı. yukarıda bahsettiğim antisosyal veya parazit tanımına giriyorsanız moskova, leningrad veya diğer birlik başkentleri minsk, kiev gibi şehirlerin 100 km çevresine yerleşmeniz yasaklanıyordu. buna sivastopol gibi büyük şehirler de dahildi. konu üzerine filmler, şarkılar, çeşitli kitaplarda atıflar var. dileyen mesaj atsın linke boğayım. konuyla ilişkin şöyle dikitler de mevcut. görsel1, görsel2

    bu insanlar kruşçev dönemine değin rastgele toplanıp çalışma kamplarına gönderildiler. malumunuz kruşçev, sscb tarihinde stalinist katı uygulamaları kaldırıp halka biraz nefes aldıran başkan olarak bilinir. yalnız bu tavırlarının sebebi hümanizmden ziyade çalışma kamplarının verimsizliğiydi. zorla gönderilmiş, yarı tok yaşayan insanların ne kadar verimli çalışabileceği malumunuz. kruşçev bunları verimli hale getirelim diyerek yeni bir kararname çıkarılmasını istiyor. ahanda şöyle

    burada, parazitlerin çoğu moskova (1.586 kişi), kemerovo (886 kişi), leningrad (816 kişi) ve sverdlovsk (737 kişi) bölgelerinden tahliye edildi yazıyor. 1961-1965 arasındaki dört sene boyunca toplam yarım milyon insan daha tespit ediliyor. uygulamaya ise 1965 senesinde geçilerek milyona yakın insan şehir dışına atılıyor. çalışma kampı yerine ise kim nereye yerleştiyse orada bir iş icat ediliyor. örneğin kruşçev, şehir dışında başı boş gezen çingeneleri toplayıp vremenka adı verilen prefabrik evler/çadırlar hazırlatarak burada tarım yapın diyor. bunlar da bir kaç ay sonra hiç bir altyapısı olmayan saçma sapan bir yerde kalmak istemediklerinden ötürü kaçıp gidiyorlar. çılgın bir fikirle konar göçer çingeneden çiftçi yaratmayı denemiş adam.

    yerleştirildiği sik sok köylerde yaşamı kabullenerek çalışmaya başlayanlar ise emeklerinin karşılıklarını alamadıkları için yan yollara başvurmuşlar. gerçi ne kadar yan yol sayılır bilmiyorum. örneğin kafkaslarda yaşayan bir adam hakkında rapor var. adam tarlasını ekip biçiyor. kalan vaktinde ise tavşan yetiştiriyormuş. tavşan eti ve derisini pazarda satarak haksız kazanç elde ettiği sebebiyle bütün malına el konulup ceza evine gönderiliyor. sonrasında ise şehirlerin 100 km yakınına giremeyeceğini belirtiyorlar. halbuki bu adamın yaptığının bir benzerini çinli çiftçiler yaparak ülkenin gidişatını değiştirmişlerdi. ilginizi çekerse sizi şuraya alayım. (bkz: #102932820)

    anlatmaya devam edeceğim fakat arada bir not düşeyim. şu yukarıdaki kanunun çıkarılması dahi sscb'de evsiz yoktu mavrasını boşa düşürüyor. resmi rakamlar çok düşük ama hadi elimizdeki en net veri olarak bunu baz alalım. resmi kayıtlar diyor ki; 1921 - 1953 aralığında kurulan mahkemelerde 3.777.380 kişi hüküm giydi ve bunlardan 642.980'i vuruldu. böylece en az üç milyondan fazla sscb vatandaşı moskova, leningrad, kiev, minsk, diğer başkentler ve büyük şehirlerde ve ayrıca sivastopol gibi kapalı ve liman şehirlerine yakın yerlerde yaşama hakkından mahrum bırakıldı. yani ölmeyen burjuva kesimi tek iş yapabilecekleri büyük şehirlerden uzak tutuldu. ressamın, baletin eline kazma verip madene yolluyorlar.

    daha önce şurada (bkz: #103218580) bahsetmiştim. bu yukarıdaki rakamlarda vurulmayanlar vatan hainlerinin yakınları olarak damgalanıyorlardı. bir çoğu stalin ölene değin çalışma kamplarında kaldılar. şöyle düşünün. babanız anti-sosyalist veya burjuva sınıfında sayıldığı için bütün malına mülküne çöküp kafasına tek kurşun sıkıyorlar. sizi de cinsiyetinize göre ayrıştırıp çeşitli kamplara çalışmaya gönderiyorlar. kamplarda yaşanan tacizin, tecavüzün, çekilen çilelerin auschwitz'den fazlası var eksiği yok. kruşçev bu insanlara af çıkarıyor fakat bu seferde şehirlere girmelerine izin verilmiyor. çarlığın yetiştirdiği en elit insanları öldürdükleri yetmiyormuş gibi bir de suçsuz günahsız, yüksek eğitimli eşlerini ve çocuklarını at tezeğine mahkum bırakıyorlar.

    bunlardan en meşhuru ise nobel edebiyat ödüllü joseph brodsky olsa gerek. servet ve aristokrasi düşmanı bir beyinsizin bu adam hakkında; saçma sapan şiirler yazıyor. bir halta yaradığı yok. biz bunu sürelim demesi üzerine adamı yerinden yurdundan ediyorlar. adam abd'de vatan hasreti ve nobel ödülüyle ölüyor. anlayacağınız sanatçının yandaş olmayanı da işsiz sınıfına giriyor. bir sürü hayvan gibi yetenekli ressamı, heykeltraşı boş beleş işler yapıyorlar diyerek ebesinin fizanına sürüyorlar. bizdeki tabirin aslı sibirya soğuktur şimdi olsa gerek.

    gelelim ev ve toplu konutlar hususuna. yukarıda bahsettiğim üzere koca birliği sadece moskova'dan ibaret zannededen insanlar var aramızda. bir kaç entry önce birisi suçu yeni döneme yüklemiş. arkadaşım bugün moskova'nın bir kaç yüz km dışına çıktığında bırak binayı, suyu elektriği olmayan yerleşim bölgeleri var. türkiye'de dahi böyle şeyler kalmadı lan. ankara'nın 100 km dışında bırak suyu elektriği, internet olmayan köy bulamazsınız. yalnız bu köyler sscb öncesinde dahi vardı. sorunu çardan stalin'e, kruşçev'den putin'e kadar kimse çözemedi. ortada bir suç varsa o da slav halkının bazı durumlarda siki taşağına denk olmasındandır. buyrun konuya dair bir kaç haber. sivodniya, lenta

    sscb dönemimde ise konut hususu geçmişten beri var olan çok büyük bir problemdi. yöneticiler bunun için gerçekten çabaladılar. kendilerince farklı çözümler ürettiler. bazılarının iyi niyetinden kimsenin şüphesi yok yalnız bu binalar dünya mimarisinde devrim filan yaratmadı. af buyurun o zaman için de yarrak gibi binalardı. hala da öyleler. mevzu bahis binalar aha şunlar. dönemin başkanı nikita kruşçev'in başlattığı bir proje olduğu için bu evlere kruşevka veya hruşçyovka demişlerdir. görselden anlayacağınız üzere hazır beton bloklardan imal edilen, beş katlı prefabrik evler desek yanlış olmaz. 1970 sonrası kerpiç versiyonları da türedi ki bunun da sebebi blok betonun aşırı soğuk çekmesiydi. asansör pahalı olduğu için, asansör gerektirmeyecek maksimum kat sayısının beş olduğunu düşünmelerinden ötürü bu binaların hepsi beş katlıdır.

    ara edit- konuya dair ingilizce bir video buldum. isteyen bu evler hakkında mama kıvamında özet olarak izleyebilir: https://youtu.be/zn-419d7vt4

    binalar dönemine göre çok kaliteliydi diyen her kimse bariz yalan söylüyordur. yok efendim soğuk bölgelerde evler küçük olur gibi akla hayale sığmayacak iddialar okudum. birader, sscb öncesi toplu konut mu vardı ki evler ufak olsun? bir kaç büyük şehrin merkezi dışında hiç taş yapı bile yoktu. nasıl uyduruyorsunuz lan bunları? aha bu moskova bu da petersburg. çarlığın selası okunurken çekilmiş bu fotoğraflar. gördüğünüz binalar ve evler ise bizim cihangir, beyoğlu civarında bolca bulunan tarzdaki 18-19. yüzyıldan kalma eski evlere benziyor. tavan yükseklikleri 4-5 metre, koca koca at koşturulacak cinsten yapılar. zaten buralar han konak bir şey değilse sıradan halk yaşamıyordu. dostoyevski'nin betimlemelerinden hatırlarsınız. raskolnikov, büyük bir binanın içinde 13 basamakla çıkılan tavan katında yaşar. dostoyevski'nin petersburg'daki şu evden bahsettiği rivayet edilir. bahsettiği tavan arası dediği alan bugün bizim evlerin standart tavan yüksekliği kadar. çünkü bu evlerin çoğunun mimarı almanlardı ve dönemin mimari anlayışına göre inşa edilmişlerdi.

    rus evi dediğiniz şey ise köylerde aşağı yukarı şöyledir. gayet de güzel, estetik ve süslü evlerdir. bu evler ise küçük müçük değildirler. soğuk bölgelerde kullanılan kerpiçten sobalar vardır. yatak bunun kenarına ya da üstüne konulur ki sıcak uyuyasınız. bu soba ayrıca yemek pişirmek için de kullanılır. gayet pratik ve koca evi rahatlıkla ısıtabilecek boyutlardadır.

    ruslar evleri küçültmeye, komün yapılar oluşturulmaya 1960'dan sonra başladılar. bunun da basit sebepleri vardı. birincisi daha az malzeme ile daha çok kişinin barınmasını sağlayacak konutlar oluşturmak. ikincisi kitle üzerinde kontrol sağlamak. bu problem bir çok kez tekrar ettiğim üzere uzun zamandır vardı. ha keza çarlık dönemi kimse steplerde yaşayan insanları umursamıyordu. vergilerini aldıkları sürece sorun yoktu. devrim sonrası diğer ülkeleri de birliğe kattıkları vakit hayvani bir nüfusa sahip oldular. sorun kendiliğinden ikiye katlandı. lenin bir şeyler inşa ettirecek kadar yaşamadı. stalin ise konut problemini çözmek yerine fasarya bir sürü proje ile ilgilendi. birliğin imajı onun için daha önemliydi. sovyet sarayı adında, tepesinde 100 metrelik lenin heykeli olacak şekilde tasarlanan çakma empire states tasarımı da bu dönemde peydah olmuştu. hatta inşaatına da başlamışlardı fakat savaş başlayınca çelik yapıyı söküp başka işlerde kullanıyorlar.

    stalin döneminde yapılan evlere stalinka adı verilmiştir. ilk dönemin anlayışına göre bu evler komün hayatı desteklemeliydi. o yüzdenbir çoğunun kendi mutfağı yoktu. her katta köhne yatakhaneler gibi şöyle mutfaklar vardı. asıl çözüm planı stalin sonrasında ortaya konuldu. o da girizgahını yaptığım kruşçev evleri. blok betondan üretilen bu binaların ilk taslaklarında her masraftan kısmaya çalıştıkları için tuvalet ve mutfak giderini dahi tek çıkışa bağlamaya çalışmışlardı. prototip binalarda bu sistemler patlayınca yüzlerce kez değişiklik yapmak zorunda kaldılar. o yüzden teknik olarak çok sıkıntılı binalar ortaya çıkmıştır. şöyle anlatayım. tek oda olanların tavan yüksekliği 2.5 metre, mutfak 5 m2, banyo daha küçüktür. ilk versiyonun tek odalı dairerleri 29 metre kareydi. bu tek odaların minimalizm seviyesi japonları kıskandıracak kadar ufaktır.

    tek güzel tarafı merkezi ısıtma sistemine sahip olmalarıydı. yalnız diğer dönem binalarına göre en soğuk kalan evler yine bunlardır. çünkü bir çoğu dümdüz betondan imal edilmişlerdir. bugün dahi rusya'da rastgele bir emlakçıya gidip sorarsanız. eski binalar arasında en ucuza satılan/kiralanan olarak bunları göstereceklerdir. özellikle beton panel mi yoksa kerpiç tuğladan mı mamül olduğunu belirtirler. çünkü beton olanlar aşırı soğuktur. balkonu ufak ve genellikle sac demirden olduğu için daha ilk senesinden pas tutmuştur. zaten kibrit kadar olan bu evlerin bazı cephelerinde penceresiz odalar bulunur. iki odadan fazla olanların hepsinde mutlaka böyle penceresiz oda bulunur. ilk planlamasında küçük yapacağız derken o kadar kasmışlar ki banyo planına standart küvet sığmamış. o yüzden yarısı uzunluğunda oturaklı küvet olarak bilinen şu ürünü icat ediyorlar. yahu sadece mutfağa şöyle bir bakın ne demek istediğimi anlayacaksınız. bu yapı değil yarım asır önce, taş devrinde dahi konforlu sayılmaz.

    buradaki asıl sorun zaten binaların kalitesinde değil. sscb vatandaşlarının barınmadan çok daha farklı dertleri vardı. liyakatsızlık diz boyu olduğundan ötürü elde olan az sayıda konutun dağıtımında dahi adaletsizlik yaşanıyordu. şehir merkezindeki güzel evler tabi ki rütbeli parti üyelerine ve yakınlarına veriliyordu. moskova merkezindeki beş oda evde tek başına yaşayan parti üyesi varken, şehir dışında saçma sapan bir kasabada tek oda evde 3-4 kişi sıkış tıkış yaşayan işçiler vardı. bunu çok basit şekilde bugün dahi teyit edebilirsiniz. moskova merkezinde aileden kalma evi olan bir insana denk gelirseniz babasının ne iş yaptığını sorun. babası düz işçi, ne bileyim alt kademeden memur olan bir kişi dahi bulun getirin dişimi kırarım.

    o dönemde bizdeki ikamet kaydının benzeri olan propiska sistemi vardı. bizimkinden farklı olarak ortak mülkiyet kavramından ötürü kayıtlı herkes çeşitli konutlara yerleştiriliyordu ama bir tapu verilmiyordu. adres kaydınızı ise kafanıza göre değiştiremiyordunuz. atama olmadan köyünüzden çıkıp büyük şehre yerleşemezdiniz. bunun için mutlaka bir sebep ve izin gerekliydi. mesela öğrenciyseniz okul bitene kadar yatakhaneye kayıt yaptırabiliyordunuz fakat okul bittiğinde orada kalmak isterseniz oraya atanmadan kalamıyordunuz. para verseniz dahi şehirde kalamazdınız. çünkü devlet malını kiralamak büyük suçtu. akraba eş dostta kalsanız bu kez hiç bir hak hukuk, sağlık hizmetinden yararlanamıyordunuz.

    bahsettiğim üzere 1977 öncesi evsiz yoktu çünkü evsiz olmak suçtu ve tutuklanıyordunuz. o yüzden sokakta evsiz göremezdiniz. düşkün, akıl hastası, eski mahkum, taşradan atamasız göç etmiş insanlar vs. hepsi bu sınıfa giriyor. o şehirde propiskanız yoksa serseri anlamına gelen bomj (bez opredelonnogo mesta zhitelstva) yani ikameti olmayan kişi sıfatına nail oluyordunuz ve gideceğiniz yer cezaevi veya çalışma kampı oluyordu. hapise düşerseniz ve kayıtlı evinize gelen memur sizi üç sefer adresinizde bulamaz ise kaydınız siliniyordu. çıktığınızda ise sik gibi ortada kaldığınız için aynı döngüye düşüyordunuz. sonrası yukarıda anlattığım 101. km işte.

    var sayalım 70'li yıllarda sıradan bir sscb vatandaşısınız. ev araba almak hayal. yurtdışına zaten çıkamıyorsunuz. hadi başka şehire taşınayım diyorsunuz. o da islamın köleleri serbest bırakma şartlarından daha ağır. bırak şehri, üç aylığına köye gidip gelseniz dahi arada evi kaybetme riskiniz var. şair düşünür insansanız, sırf yavşağın teki size kıl diye tek şikayette elinize kürek verilip madene gönderilebilirdiniz. yahu bu sistem en başından beri öyle çürük ki sovyetlerin uzaya çıkmasında baş rol oynayan sergey korolyov'u senelerce uranyum madenlerinde çalıştırdı. (bkz: #113469547)

    sscb'nin yayıldığı coğrafyanın büyüklüğünü az çok biliyorsunuz. her bölgeye yeterli konut yapılamıyordu. bugün dahi yapılamıyor. konunun sadece sscb ile alakası yok. büyük bir nüfusunuz ve bok gibi bir ekonominiz varsa bu sonuç kaçınılmaz. ipin ucunu kaçırırsanız sonunuz hindistan oluyor işte. sonra bırak binayı umumi tuvalet yapamaz hale geliyorsunuz, halkınız da sağa sola işeyip sıçıyor. yukarıda bahsettiğim kruşçev evleri sorunun sadece çok küçük bir kısmını çözebildi. üstüne göt kadar evlere tıkılan insanları çözülme sürecine sürükledi. malumunuz amerika rüyası dediğimiz nane sadece bizi etkilemedi. sscb halkı salak değil. birliğin soğuk savaş içerisinde olduğu, kendisine denk dahi görmediği abd hakkında bir çok şey biliyorlardı. belki bir çoğu şehir efsanesi olan hikayelerdi fakat temelde istedikleri çok ironik şekilde eşitlikti. temeli eşitlik üzerine kurulmuş bir sistemde batılı ülkelerdeki yaşamın kendilerine sunulan ile eşit olmadığını biliyorlardı.

    gorbaçov dönemine kadar bu binaların inşaatı hiç bitmedi. özellikle taşrada sayıları gittikçe arttı. vremenka, yani geçici süreli ev dedikleri gece kondular ise daha küçük yerleşim birimlerinde inşa edildi. çünkü taşrada kontrol daha serbestti. yeter ki şehir merkezinde evsiz gözükmesindi. koca sscb'nin büyük şehirlerinde evsiz mi olurdu? bazı bölgelerde o konutlar hiç bitmedi. o gece kondular ise sabit yerleşim alanlarına dönüştü. hatta mevzu ev ise sovyetler dağıldığında orta asya ülkelerinde milyonlarca kıl çadırda yaşayan insan vardı. bu insanların hangisine ev verildi de kabul etmediler?

    yani demem o ki; burada ezelden beridir gelen bir sorun var. sorunu hadi hep bokladığınız çarlık rusyası çözemedi. stalin ne yaptı? birliğin şanına yaraşır hayvan gibi toplu konutlar yaptırdı fakat hem büyük hem üretimi uzun sürdüğü için yakın çevresi dışında kimsenin işini çözmedi. konuttan evvel kendisi için başta gürcistan'da olmak üzere hanlar hamamlar, sovyet elitleri için tesisler, saray yavruları yaptırdı. sonrasında gelenler prefabrik yapılar denedi o da yeterli olmadı. bunları zamanla yıkar yenisini yaparız dediler onu da yapamadılar. aynı sorun yarım asırdan uzun süre önlerinde döndü durdu. hatta bugün dahi devam ediyor. o çirkin binalar antik eser gibi duruyorlar. hepsi bir yana başkentinin çevresindeki yerleşim alanlarına dahi su, elektrik, gaz vs. getirememişsin. peki şimdi bu durumda sscb nasıl başarılı olmuş kabul ediliyor ben anlamıyorum.

    haa unutmadan şu evsizlerin toplanıp taşraya bırakılma konusunu anlatayım da aradan çıksın. moskova'nın kuruluşunun 800.yılı olan 1947 senesinde ve 1980 yaz olimpiyatları esnasında, koca birliğin başketinde evsiz mi olur lan diyerek bütün evsizleri toplayıp şehirin bir kaç yüz km ötesine bırakıyorlar. yalnız bununla sınırlı kalmıyor. gariban sokak hayvanlarını da ya öldürüyor ya da şehir dışına atıyorlar. bu öyle bir gelenek ki 2018 rusya dünya kupası döneminde dahi uygulandı. bir benzerini kazakistan, expo 2017 döneminde uyguladı. toplamaya maruz kalan insanlardan bir tanesini de bizzat tanıyorum. garibim evsiz de değil halbuki. sadece biraz berduş bir adam. bir gün kafa güzel evinin önüne kadar gelip orada yere sızmış. polis de bunu evsiz zannederek alıp otobüse koyduğu gibi şehir dışına bırakmış. bıraktıkları bölgeden bir tanıdığını bulup yol parası alıp gelene kadar canı çıkmış garibin.

    entry yine tuğla gibi oldu ama son olarak bir özet yapmadan geçemeyeceğim. sürekli tekrar ediyorum. canlarım, kardeşlerim, romalılar! elbette bir ideolojiye taraf olabilirsiniz. bu kumkumada sempati beslediğiniz kişiler veya farklı fikirler, akımlar da olabilir. yalnız bu durum fanatikliğe dönüştüğünde sıkıntı oluyor işte. bazen okuduklarımı aklım hafsalam almıyor. resmi rakamlara göre dahi milyonlar sırf karşıt görüşten oldukları veya öyle oldukları zannedildikleri için kafalarından kurşunlanmış. (bkz: balşoy terör) salak saçma tarım politikaları yüzünden milyonlar kıtlıktan kırılmış. (bkz: holodomor) bedava köle ordusu yaratmak için ahıska türklerinden tutun da elin kuzey korelisine kadar evinden yurdundan koparılıp bozkırda ölüme terkedilmiş. (bkz: #103218580) nükleer testlerden (bkz: semey poligonu), (bkz: semipalatinsk test sahası) ve çernobil faciası yüzünden milyonlarca insan etkilenmiş. hatta nesiller boyu devam edecek etkiler bırakmış. savaştan ve getirdiği acılardan, katyn katliamı gibi savaş suçlarından. gulag gibi insan eliyle icat edilmiş en rezil köle kamplarından bahsetmiyorum bile.

    sonra bugün ülkenin sözde muhalifi görünümlü tipleri burada zırvalıyor. salt aidiyet hissi duydukları için saplandıkları köhne ideolojileri ve yanlış uygulamaları cansiperane şekilde savunuyorlar. bunca acıyı yok sayarak devrim için gerekliydi veya halk için halka rağmen gibi slogan cümleler kurmaktan çekinmiyorlar. bu nasıl bir hipokrasi kardeşim? kaldı ki bunlar polisten fi tarihinde yedikleri biber gazını dillerine türkü eden, köroğlu destanı gibi her ortamda anlatan tipler. sizin de çevrenizde vardır bunlardan. bugün muhalif bir kişi haksız yere tutuklansa bunlar veryansın ederler. etsinler. haksızlıklara hep birlikte ses yükseltelim. ona bir şey dediğim yok yalnız muhalif milyonların sorgusuz sualsiz katledildiği olayları böyle aşağılıkça basite indirgediklerinde ne kadar iki yüzlü olduklarını gösteriyorlar. kaldı ki bunu sadece ikiyüzlülükle açıklamak mümkün değil. okudukça tiksiniyorum. üşenmeden yazıyorsam sırf yeni nesil bunların çirkin lakırdılarına kanmasın istediğimdendir. şurada yazdıklarımdan bir kaç ipucu yakalayıp sorgulasalar benim için kafi.

    bu birliğin iyi yanları var mıydı? elbet vardır. yalnız ödenen bedellere karşılık elde olan koca bir sıfır. okyanusta bir damla. ödenen bedel dediğim ise sınırsız acı, işkence, ölen milyonlar işte... gel gelelim derdimizi yazarak anlatamıyoruz. çok enteresan şekilde ne vakit burada ciddi bir şeyler karalasam anında kapitalist vatan haini ilan ediyorum. yemin ediyorum ölesiye nefret edilen yandaş kesimden zerre farkları yok. hatta onlar kadar akılları da yok. onlar en azından bugün nemalanacakları kapıya yandaş oluyorlar. vasıfız, onursuz ve haysiyetsizler ama karınları tok. rasyonel bir fayda elde ediyorlar. bunlar ise biteli 30 seneyi geçmiş, bir kaç seneye bu dönemi görmüş insan kalmayacak bir birliğe yanlıyorlar. anlayacağınız, ölmüş eşeğin götünden medet umuyorlar. sene 2021 oldu, hippilik öldü, ülkücülük bitti, radikal dincilik çöktü ama bu dalyarak kantin solculuğundan ve basma kalıp sloganlarından hala kurtulamadık. hayret ediyorum.

    edit

    ne zaman sscb ile ilgili her hangi bir konuda entry girsem ertesi güne kalmadan çok enteresan mesajlar alıyorum. bu bir ritüel halini aldı. rus arşivi belgelerini paylaştığım bir entry üzerine cia o arşiv belgelerini gizlice değiştirdi yazan da oldu. paylaştığım resmi sscb verilerini sol haber linkiyle yalanlamaya çalışan da çıktı. bu sefer ise yepis yeni bir kafa ile tanıştım. yukarıda konut işlerinin sscb döneminde çözülemediğini anlattığım kısım için şöyle bir mesaj geldi:

    "aç bak, engels'in konut sorunu adında eseri var. ya da lenin'in devlet ve devrim'ini oku. devrim sonrası, evler ve iş yerlerine ne olmuş; ne gibi planlar kurulmuş ve atılımlar yapılmış bir oku."

    bunları bence merdiven altı tesislerde numune olarak üretiyorlar. engels'in alakasını sormayın ben de çözemedim. muhtemelen bak adamlar hepsini düşündü etti demeye getiriyor. şimdi eşek kadar insana teori ve pratik arasındaki farkları anlatacak değilim. onu artık kendisi çözsün. lenin 1924'de nalları dikti. kruşçev'in toplu konut atılımı ile arasında 40 sene var. bakın koca 40 sene. madem engels öngördü ve lenin çözdü bu sorunu. be pezevenk, kruşçev keyfine mi başladı projeye? tabi ki sorun çözülmediği için bu projeleri planladılar. lan şu basit korelasyonu kuracak kadar zekaya sahip değil fakat sözlüğe bir şekilde kayıt olmayı başarıp mesaj atıyor. çok acayip.

    bir de "bu sovyet düşmanlığını para aldığın için yaptığını düşünüyorum" yazmış. evet arkadaşlar itiraf ediyorum. kennedy ailesinden yıllardır yüklü miktarda para alıyoruz. dedem, rahmetli john f. kennedy ile yakın ahbaptı. ben de bacısının kızı olan maria shriver'dan uzun süre destek aldım. abla rahmetli olunca eniştem arnold schwarzenegger aradı ve dedi ki; shinigami, sen göynünü ferah tut yeğenim! sen bana rahmetli hanım ve kayınçomun emanetisin. entryleri kesme. sana her ay emekli valilik mayışımdan harçlığını göndereceğim. yeter ki biteli çeyrek asırı geçmiş sovyetler birliğini kötülemeyi unutma dedi. tamam enişte, ben şimdi tuvaletteyim konuşamıyorum, i'll be back dedim. (sana döneceğim manasında)

    edit 2

    bazen anlatıyorum inanmıyorsunuz. aha gelen mesaja bakın. muhatap olduğum kitle bu işte. komik bir şeyler yazacaktım vazgeçtim. yaptığı şeyin projection olduğunun farkında dahi değil. yazık lan.

    edit 3

    kerkenezlerle uğraşacağım derken yaptığım düzeltmeleri yazmayı unutmuşum. araya bazı görseller ve ufak eklemeler yaptım. binalar konusunda detaylı bilgi için şu wiki makalesine bakabilirsiniz: https://ru.wikipedia.org/…щное_строительство_в_ссср
  • türki cumhuriyetleri afganistan olmaktan kurtaran ülke.

    şu an türki ülkelerde sekulerizm namına ne kaldıysa bu ülkenin eseridir.

    balesi operası kadınların burkasiz dolasmasi....
  • az once sosyalizm deneyimini yasamis, rus bir arkadasla, sovyetlerden sonra dagilan ulkelerden birinde kahve icerken bu tartismaya denk geldim. kendisine danistim, buradaki tartismayi da kabaca ozetledim. kendisi der ki:

    "sahte ozgurluk masallariyla kandirilan, sefalet icindeki su toplum mu sosyalizmden daha iyi? hadi oradan! mc donald's a hic birimizin ihtiyaci yoktu sovyetler doneminde, cozulme surecini boyle hizlandirdilar iste. ayrica 30 yil once o gordukleri evler bu sekilde degildi, 30 yildir bakim yapilamadigi icin oyle o evler."

    dipnot: bu arkadas sovyetleri oldukca elestiren, rus komunist partisi'nden hic hazzetmeyen bir vatandas.
  • (bkz: sma tip 1 hastasi iki bebege destek kampanyasi)

    hakkinda debe'ye giren entry'yi okuduktan sonra artilari ve eksileri hakkinda biraz bilgi vereyim istedim.

    (uzun yazi okumak istemeyen en altta bu #111344096 entry'ye verilen kisa cevabi okuyabilir)

    artilari:

    egitim: ucretsiz olarak herkese acik, bir cobanin oglu ile komparti'den tassakli bir politikacinin oglu ayni siralari paylasabilir, egitimde ayrimcilik ve torpil siddetle yasakti.

    saglik: ucretsiz olarak herkese acik, ustelik daha dogumdan itibaren. egitim herkese acik olunca saglik personeli kadrolarinda bir sikinti ortaya cikmiyor, hali ile bir poliklinik veya hastaneye gittiginizde sira beklemek gibi bir sikintiniz yok, tanidigim bir pontus rumu cok guzel turkcesi ile 70'li yillarda turkiyeden sscb'ye tedaviye gelen insanlari misafir ettiginden bahsetmisti.

    gida/beslenme: fiyatlandirma konusundan bahsetmek bile gereksiz, temel gidalar neredeyse ucretsiz, kalitesi ise tartismasiz acik ara tum dunyada en iyi, boyar madde olarak balkabagi, domates, pancar ve bitkisel esanslar kullaniliyor, koruyucu kimyasallar yasakti, bati ulkelerinde margarin palm yagi ile ozdeslesmis ve 100% bu yagdan uretilirken, sscb'de 10%'dan fazla palm yagi margarinde bile yasakti kaldi ki sut urunlerinde ve dondurmada kullanilsin.

    devletin vatandasina sagladigi diger imkanlar ise soyle:
    yarininiza dair bir endiseniz yok egitim ne olursa olsun is garantisi var.
    evlenene kadar komunalka denilen binalarda oda,
    evlenince devletin insa ettigi bloklardan bir daire garanti.
    "bomj" denilen evsizler grubu yok cunki evinizi elinizden alabilecek bir kurum/kurulus mevcut degil.
    kaplica-termal otellerde veya karadeniz kiyisi sehirlerde ucretsiz tatil imkani.

    eksileri:

    egitim: egitiminizi tamamladiktan sonra devlet sizi nerede ihtiyaci varsa oraya gonderiyor, sscb'nin yuzolcumunu hatirlarsaniz bu baba ocagindan binlerce kilometre uzaklara, arktik bolge ve sibiryalara kadar varan bir cografyada yasamak demek.

    saglik: sovyet saglik sisteminin en buyu sikintisi farmakoloji alaninda geri kalmisligi idi, tum dunyada hali hazirda kullanilan basit ilaclari bulmak mumkun degildi, ilac konusunda bir kacakcilik sistemi vardi, bati ulkelerine politik veya bilimsel gorevlere gidenler tanidik / est-dost / akraba icin kulotlarinin icine ilac saklayip getiriyorlardi.

    gida/beslenme: "kolbasnie poezda" boyle bir terim var, insanlar salam-sucuk almak icin trenlerle buyuk sehirlere gidiyorlar, cunki, raflarda yok. karaborsa almis basini yurumus, meshur "rus salatasi" olarak adlandirdigimiz "olivye"nin vazgecilmez unsuru olan mayonez ve bezelye konservesi icin, veya caniniz birden portakal cekti ise bazen gunlerce surebilen sira beklemeniz gerekebilir kaldi ki eger bu gida satisa geldi ise, paraniz varsa karaborsacidan alabilirsiniz tabi.

    vatandas olmanin getirdigi eksiler ise soyle:

    bir koyden kalkip sehire yerlesemiyorsunuz, cunki orada yasayabilmeniz icin gerekli olan huviyet belgesini alabilmek imkansiza yakin.

    sscb'de hakim bir gorus varsa o da suruden farkli gorunmedir, farkli gorus bir yana farkli bir giyim veya hayat tarzi bile sorusturmalar gecirmenize, evinize surekli baskinlar yapilmasina neden olabilirdi. ilaveten sscb sizin aile hayatinizi da es gecmezdi, eger bosanmaya karar vermisseniz kariyerinize elveda diyebilirdiniz.

    bir ustteki maddeye ithafen ayrica sovyet sansuru hakkinda en kultursuz insan bile en azindan bilgiye sahiptir, ideolojik olarak ters oldugu icin yayinlanmayan kitaplarin, oynatilmayan tiyatro gosterilerinin, kesilip kirpilan, senaryosu parti kodamanlari tarafindan degistirilen filmlerin haddi hesabi yoktur, komunist olduklari halde 1927-1929 sscb ziyareti sonrasi yaptiklari elestiri yuzunden nikos kazancakis ve panait ıstrati'nin kitaplari basimlardan kaldirilmis ve toplanmistir.

    --- alinti ---
    sovyet halkının ekseriyeti sovyetlerin çözülmesini hiçbir zaman istemedi. işlerin gidişinden memnun değillerdi
    --- alinti ---

    sovyet halkinin ekseriyeti sovyetlerin cozulmesini istemiyordu cunki kendi basina karar verme yetisini yitirmisti, kom. parti ve diger organlari ile vatandasin tum yasami, ne giyecegi, ne yiyeceginden nerede-ne diyecegine kadar bu kisitlik ve kisitlamalarla bir standart haline getirilmisti. iste bu bagimsiz yasama gudusunu yitirmis, devlet ananin memesine yapismis bebekler sovyetlerin dagilmasina karsiydi.

    --- alinti ---
    halka silah doğrultmayan bir kapitalizm, kansız bir karşıdevrim tarihte görülmemiştir. ne 70'lerde şili'de, ne 80'lerde türkiye'de, ne 90'larda rusya'da, ne 2020'lerde bolivya'da.
    --- alinti ---

    komunizm zaten silahli bir devrimle degil, carlik yanlilarina cicek atilarak kurulmustu,
    (bkz: #17107927) bunun yaninda (bkz: gulag) stalin doneminde yapilan represyonlari (bkz: büyük temizlik) ahiska turklerine yapilan tehcir olayini, novocerkask katliamini okumanizi tavsiye ederim.

    (bkz: sma tip 1 hastasi iki bebege destek kampanyasi)
  • yıkılması ve çözülmesi 20. yy'ın en büyük 3 felaketinden birisidir. 21. yy'ın ise en büyük eksiğidir.

    sscb yıkıldıktan sonra dünya'nın politik dengesi bir daha düzelmemek üzere bozulmuş, haydut devletlerin sirkine dönüşmüştür. kıta avrupası'ndan, kuzey afrika'ya, ortadoğu'dan yakın asya'ya bütün ülkelerde sol zayıflamış, büyük bir kısmına kökten dinciler, bir kısmına neo faşistler hakim olmaya başlamıştır. neo liberal politikalar bütün dünyayı ele geçirmiş, gelir eşitsizliği tavan yapmış, işçilerin bir yüzyılda kazanabildikleri haklar teker teker erozyona uğratılmıştır.

    sscb'nin yıkılması ile birlikte yeni doğan insanların hayal güçleri zayıflamış, bir alternatif sistem düşünemez hale gelmişlerdir. 80-90 nesli alternatifsizlikten ve batı medyasının anti komünist fikirlerinden etkilenerek çarkın dişlilerine uyum sağlamış, güvencesiz çalışmaya alıştırılmış, paradan para kazananların yüzyılını kafasında normalleştirmiş, insan olmaktan çıkmış ve bir ürün haline gelmiştir.

    buna ek olarak siyasi partiler ideolojilerini kaybetmiş, halka yeni bir şey sunmayı unutmuş, kimliksizleşmiş ve milletlerine yardım eli uzatmaktan bi haber, kimlik politikaları ile zamanını tüketen içi boş vakıflar haline gelmişlerdir. özellikle avrupa'da sosyalist ve sosyal demokrat partiler büyük darbe yemiş ve meydanı hristiyan liberaller ile yeni faşistlere bırakmışlardır.

    sscb kesinlikle mükemmel değildir, melek değildir, hükmettiği coğrafyalarda her büyük medeniyetin yaptığı gibi suç da işlemiştir, mağdur da yaratmıştır, yanlış da yapmıştır. bunun yanında sscb'nin dünya halkları açısından önemi yadsınamaz derecede büyüktür, tekrar etmekte fayda var; sscb terazinin sol ağırlığının %90'ını oluşturan bir kütle iken yok olmuş, terazinin sağ tarafının dünyaya hakim olmasına sebep olmuştur.

    bugün etrafımıza baktığımızda hissettiğimiz alternatifsizliğin en büyük sebeplerinden biri budur. insanların ruhlarını kaybetmeleri, teslim olmaları, mücadeleyi terk etmeleri ve bir insandan çok ürün haline gelmelerinin son 20 yılda tavan yapmış olması tesadüf değildir.

    edit: sscb'yi yekten sevmek ya da toptan şeytanlaştırmak zorunda değilsiniz. hayat gri bir tuvaldir, sscb'nin "var olmasının" bu dünyadaki dengeler ve çatışmalar açısından insanlık lehine çalıştığını iddia ediyor olmam sscb'nin yaptığı her şeyi savunuyor olmam anlamına gelmiyor. aynı şekilde abd'nin sistemini savunan arkadaşların abd'nin her yaptığını savunmadıkları gibi. son 100 yılı ele aldığımızda pre ve post sscb olarak dünyaya bakarsak, hangisi daha yaşanılır bir dünya idi?

    debe edit: şaşırttı.
  • çok garip bir karşı mantalitenin olduğu başlıktır.
    1000lerce sscb fabrikasının abd tarafından kuruldugunu söyleyip 3 örnek vermiş. hatta verdiği örneklerin birinde sovyet mühendisleri ilk başta ford'dan parça gelmesine karşın araç üretimini değiştirerek farklılaştırıp kendi tasarmlarını geliştirdiklerini yazıyor.
    kendisi de söylüyor zaten 30larda 40larda ülke sanayi olarak geriydi evet. ama daha sonra beğenmediğin ussr kendi sanayileşmesini tamamladı. hatta türkiye gibi nato bloğundaki bir ülkeye iskenderun demir çelik fabrikaları, aliağa rafinerisi, cayırova cam fabrikası, seydişehir alimünyum gibi sanayi tesislerini kazandırdı.

    yani gibritian mantığı ile gidersek wernher von braun nazi almandı nasada roketi geliştirdi nasa = nazi.
    türkiyeye iskenderun demir çelik fabrikaları, aliağa rafinerisi,cayırova cam fabrikası sovyet teknolojisi ile inşa edildi. türkiye = komunist
    charlie chaplin sosyalist ve anti-kapitalist sinema oluşturdu. bunlar abd film sektörünün ilk örnekleriydi. hollywood = sosyalist.

    gibi garip ve çarpık bir felsefeye ulaşıyorsunuz.

    edit: bu arada türkiye sanayisi sovyet teknolojisi ile kurulmuştur. bazılarının sevgilisi amerika ve avrupa müttefiki türkiyeye parasıyla dahi endüstri kurulmasına hep karşıydı. türkiyeden beklenen pamuk gibi hammaddeleri üretip avrupaya göndermesi idi. neyseki sovyetler sayesinde türkiye sanayiye sahip oldu. bugün biraz çelik kimya kumaş cam vs üretiyorsak bunun temeli sovyetlerden gelmiştir. sevgili müttefiklerimiz bizi pakistan gibi bir sanayisiz bir ülke olarak görmek istemişti hep...
    bir ara sovyetlerle yaptıgımız "teknik ve ekonomik işbirliği anlaşması" hakkında da yazarım vaktim olunca. sovyetlerin kazandırdığı endüstriyi bildiğin narenciye, salatalık, domates ihraçıyla sağladık. sscb 1967 anlaşmasında bizden nakit para bile istemedi.
  • bu ülkeye sırf ideoloji muhabbetinden ütopya diyenle iktidardakiler kendi ideolojisinden diye ehonomiçoheyi duble yol yaptılar diyen arasında hiç fark yok. vallaha yok.

    komünizm olan yerde ütopya olmaz. kapitalizm olan yerde de ütopya olmaz. binaenaleyh bu gezegende ütopya olmaz.
hesabın var mı? giriş yap