• ''düşünen futbol dergisi'' sloganı ile yayın hayatına devam eden ve türkiye'nin en iyi spor içeriğini üreten medya portalı.

    hedef kitle olarak düşünen ve beyin sahibi okurları baz aldıkları için aptallar tarafından linç ediliyorlar şu sıralar.

    az önce sahibi can öz twitter'da tane tane, mala anlatır gibi anlattı mesut özil süreci ile ilgili durumu:

    ''çocuğumla kartopu oynuyordum bu sene ilk. böyle büyük resimci, külhanbeyi bir açıklamadan ötürü bunu kesmek zorunda kalmış olmaya değer miydi, emin değilim. şimdi şu iddialara hızla bir cevap vereyim.

    1 - socrates'te transfer haberi verilmez. türk futbolu transfer haberi hiç verilmez, çünkü taraftarların tarafsızlık beklentisi altında sizi imha etmesine engel olmak çok zordur.

    2 - mesut özil üzerine şimdiye kadar 3 programda konu etraflıca yorumlandı, ayrıca 11'inde program çekildi, resmi açıklama bekleniyor. görseli aşağıda.

    görsel

    3 - ben fenerbahçeliyim. socrates'in futbol ve basketbolda önde gelen yorumcuları mehmet demirkol ve ibrahim kutluay. neyin ince hesabını yapıyorsunuz?

    4 - socrates mensuplarının kişisel hesaplarının sahibi değiliz. bu tarz bir patronajı da kabul etmiyoruz. isteyen istediğini yazar. bunun da bize saldırılarak baskılanması söz konusu değil.

    5 - daha ayrıntılı olarak sosyal medyada kendinden geçip sürekli saldırı, öfke yaratan taraftarlık tarzına dahir düşüncelerimizi de bugün sabah bizbize programında kayıt altına aldık, çarşamba günü yayınlanacak.''

    https://twitter.com/…ozz/status/1351170527461855234
  • mehmet demirkol, yıllardır televizyon ekranlarında mangal yakan kabadayılar arasındaki ender kültürlülerdendi gözümüzde. socrates dergi ise okulun okuyan, üreten aykırı çocuklarının takıldığı otantik bir kafeydi. bir gün geldi, mehmet demirkol bu mangal ortamından kalktı bu kafeye geldi. demirkol aynı demirkol'du ama üzerine koku sinmişti,tadımız kaçtı.
  • ülkedeki 2022 katar dünya kupası ile ilgili tek yazılı basını çıkarmış olmaları nedeniyle saygıyı hak etseler de bazı hususlarda eleştirmeden geri duramayacağım dergi.

    youtube sayfalarındaki dünya kupası öncesi hazırladıkları videoların bir kısmını izledim. 1998 dünya kupası hakkında konuştukları programda yok roberto baggio öküzü, yok şu gerizekalısı, yok bu salağı deyip durmuşlar. ya kardeşim, ekşi sözlük'te entry mi giriyorsunuz? bu nasıl bir konuşma adabı? "sayfa bizim, kanal bizim" diyerek her istediğinizi söyleyebileceğinizi mi sanıyorsunuz? bu samimiyet falan da değil ha! düpedüz sokak ağzıyla yayın yapmak.

    diğer yandan bir videoda konu 2022'nin 32 takım ile düzenlenen son turnuva olmasına gelince biri çıkıp "doğru mu o ya, 2026'da takım sayısı artıyor mu?" diye soruyor. bunu soran da oraya güya bilgilerini paylaşmaya gelmiş biri. hey allah'ım. ya kardeşim sen o programda bulunacak kadar futbolla ilgiliysen bir zahmet bunu bil. 2026'nın 48 takımla düzenleneceği resmiyet kazanalı yıllar oluyor. hatta ev sahipleri abd, meksika ve kanada'nın doğrudan dünya kupasında olacakları da çok önceden açıklandı. dünya kupası hakkında konuşuyorsan en azından bu basit bilgiyi öğrenmiş olmalısın. biri de jules rimet kupasının dünya savaşları arasında italyan federasyonu görevlileri tarafından saklandığını anlatırken ilgili görevlilerden, yani dıdısının dıdısından için "özür dilerim, isimlerini hatırlayamadım" gibi bir söz söylüyor. tamamen samimiyetsiz, tamamen "işte biz bu kadar bilgiliyiz" düşüncesinin ürünü bir söz. sanki arkadaşlar dünya kupası tarihi hakkında çok bilgililer de bir o federasyon görevlilerinin isimleri eksik.

    gelelim dergiye. socrates dergi'nin bir yıl boyunca abonesiydim. abone olmadığım zamanlarda da ara ara alıp okuduğum olur. ayrıca yirmi yıla yakın zamandır avrupa şampiyonaları ile dünya kupalarına ilişkin dergileri, gazete eklerini (ki bunlardan bazıları normal bir gazeteden daha kapsamlı) temin eden, okuyan ve saklayan biriyim. socrates dergi'nin de yeni sayısının dünya kupasına özel olacağını bildiğim için ilk fırsatta d&r'ın yolunu tuttum. dergiyi büyük bir heyecanla açtım ama kısa bir süre sonra hayal kırıklığına uğradım. çünkü bilgi bakımından yetersizlikler, bazı yanlışlıklar hemen dikkatimi çekti. mesela esra akgemci'nin 1958'de dünya kupasının nerede düzenlendiğini bilmediği yazdığı yazıdan anlaşılıyor. ülke çapında bir dergiye yazı yazan birinin yazdıklarını kontrol etmesi, bariz hata yapmaması gerekiyor. ki bu dergi biraz da meraklısının ve işi az çok bilenin takip ettiği bir dergi. özel bir takibi olmayan birinin karşılığında 65 lira verip bu dergiyi alacağını düşünmüyorum.

    ayrıca derginin büyük kısmındaki yazılar bilgi yerine, yazarlarının çocukluk anılarından ibaret. tamam bunlardan da yeri geldiğinde bahsedilebilir ama bunların derginin geneline yayılmaması gerekir. sonuçta eski dünya kupaları hakkında herkesin sayısız anısı vardır. bunları yeri geliyor, burada entry olarak yazıyoruz. lgs'den çıkıp kosta rika maçına yetişmek için koştuğumuzdan bahsediyoruz. ama neredeyse çoğu yazılar bu kapsamda olunca anlamı kalmıyor işin. bu durum tekniğin, takımların taktiklerinin önüne geçince iyi bir dergi olmuyor ortadaki.

    ***

    30 aralık 2022 tarihinde derginin yayın hayatına son verileceğinin açıklanması üzerine gelen edit:

    bugün socrates dergi yöneticileri ocak 2023 sayısının ardından basılı yayın hayatına veda edeceklerini açıkladılar. üzüldüm bu habere. büyük kısmı eleştiri içerse de yazımın baş kısmında belirttiğim gibi bu derginin bir benzerini geçtim, yarısına yetişebilecek düzeyde bir dergi yok ülkede. zaten benim eleştirilerim de yıkıcı değil, tersine yapıcıydı. beğenmesem zaten elime almazdım dergiyi ama durum öyle değil. bir yandan futbol, nba ve euroleague, diğer yandan formula 1, neredeyse tüm spor dallarında başarılı bir dergicilik yapıyorlardı. tabi bu kararlarının arkasındaki en önemli neden başta kağıt masrafları olmak üzere ekonomi. fakat yöneticiler bu kötü haberin yanı sıra internet sitesinde daha fazla içerik yapılacağının da bilgisini verdiler.

    son sayı olan ocak 2023 sayısını hatıra olarak kalması için alacağım ve kütüphanemdeki diğer sayıların yanına koyacağım.

    bu arada şunu da belirtmeden geçmeyeyim: dünya kupası günlerinde çölde bir vaha gibiydiniz. günün maçları bittikten sonra başlayan canlı yayınlarınız olsun, gün içerisindeki maç değerlendirmeleriniz olsun, hepsi çok iyiydi. gecenin birinde on bin kişiyi canlı yayına çekmek her youtube kanalının harcı değil. başarılarınızın devamını dilerim, bundan sonra sitede ve youtube'da görüşmek üzere.
  • youtube kanalı leş türk spor medyasının yanında çölde bir vahadır. emre özcan, kaan kural, erman yaşar, orkun çolakoğlu gibi işini iyi yapmaya çalışan, dünya sporunu takip eden açık fikirli insanları bünyesinde barındırır. yine yaklaşan euro 2020 için harika içerikler üretmişler, devamı da gelecek. bu kanalın yalnızca 300 bin abonesi olmasına şaşırıyorum. kesinlikle çok daha fazlasını hak ediyorlar.
  • öğretmenler günü şerefine zamanın beşiktaş öz kaynak hocası serpil hamdi tüzün'ün öğrencisi sergen yalçın'a verdiği ödevi görselleştirip spor severlere sunan düşünen spor dergisi.

    ödev olarak sergen her gün farklı bir gol hayal edip bunları defterine geçirecekti. sergen 1983 tarihli defterine 200'den fazla gol çizdi. attığı gollerle çizdiği gollerin büyük kısmı benzemektedir.

    tanıtım : https://www.youtube.com/watch?v=ihivpyxeq8k
    web sayfası: https://www.socratesdergi.com/…yalleriminogretmeni/
  • 5 yıldır atılan içeriklerin %70-80 kadarını izlemişimdir, çok severek takip ediyorum. buraları okuduğunuzu biliyorum ve hem takipçi hem dost tavsiyesi vermek istiyorum.
    efe tunçer ve yiğit poyraz görmek istemiyoruz. çok iyi insanlar olabilirler, arka planda çok yakın muhabbetiniz olabilir ama kusura bakmasınlar biz bulundukları programları beğenmiyoruz.
  • türk spor medyası denince akla gelen en önemli organizasyonlardan biridir benim gözümde. youtube kanalında londra merkez olsun, tardini büfe olsun, oyna devam olsun birçok programını takip eder, yemek yaparken açar dinlerim. dergisine ise bir yıldır dijital aboneliğim bulunmakta. benim için son yıllarda türk spor basınının en önemli taşlarından biri olmuştur.

    spor medyasının gerçek anlamda temsil eden bir kurum oldukları içindir ki türk spor medyası ve ilintili olarak uluslararası spor medyası üzerine yazacağım bu eleştiri entry'sini kendi başlıkları altına yazmayı uygun görüyorum. entry'nin devamında öncelikle uluslararası spor medyası üzerine olan eleştirim ile başlayıp sonrasında bunun türk spor basını üzerindeki yansımalarına bakacağım.

    uluslararası spor medyası ile ana akım medyaya odaklanarak, alanın futbol anlamındaki en önemli temsilcilerinden sky sports ve hem futbol hem basketbol alanının temsilcisi the athletic'den bahsederek başlamak uygun olacaktır. günümüzde büyüyen spor endüstrisi, kaan kural'ın sıkça bahsettiği bir şekilde çok büyük bir "karşılaşmayı sonuna kadar izlemeyen ama videolar, podcastler, makaleler üzerinden sporu derinlemesine takip eden" kitle oluşturmuş durumda. bugün, kendim de dahil olmak üzere, birçok kişi karşılaşmaları takip etmektense kısa özetler, istatistikler ve sonrasında üretilen içerikleri tüketmeyi tercih ediyor. eskiden gazete ve dergiler bu tüketim açlığını karşılarken, artık youtube içerikleri, podcastler ve internet makaleleri alanı ele geçirmiş bulunmakta.

    bunun doğal sonucu ise, bugün spor medyasını oluşturan parçalar hiç olmadığı kadar güç kazanmış durumda. bugün medya, hangi takımın ne kadar popüler olacağına karar verebiliyor. çünkü öncesinde bireyler karşılaşmaları kendileri takip edip fikir oluşturabilecekken, şu anda karşılaşmaların takibi olabildiğince düşmüş durumda. bundan dolayı, fikir üretmektense, spor medyasından fikri direkt olarak alma sürecine geçilmiş oluyor. dolayısıyla fikir üreticileri, yani spor medyası, bireylere "ne düşünmeleri gerektiğini" eskisinden daha etkili ve sürekli bir şekilde söyleyebiliyor. dahası, bu güç giderek daha da büyüyor ve kontrol altına alınamaz bir seviyeye ulaşmak üzere.

    işte bu kontrolsüz medya gücü ve onun spor izleyici üzerindeki etkisini gösteren en önemli medya kuruluşları ise son yıllarda sky sports ve the athletic oldu. bugün, futbol dünyasının ingiltere ve premier lig kontrolüne geçtiği hepimizin malumu. en çok para orada, en iyi oyuncular dolayısıyla oraya geliyor, en iyi antrenörler orada çalışıyor. bu da gayet normal bir süreç. cem dizdar'ın dediği gibi, futbol, hayat gibi, dikine bir sistem. bu sistemde zayıfsan, paran yoksa, yeteri kadar çalışmıyorsan, sana yer yok ve diğer ligler, premier lig kadar çalışmadı. bu büyümeden ingiliz spor medyası da payını aldı ve bugün çeşitli sky sports yorumcuları, gary nevilleler, gary linekeerler, gelişen yeni spor medyasını kontrol eder konuma gelmiş noktalar. bu yorumcuların söylediği şeyler, sanki bir tabuya dönüşmekte, sorgulanamaz, yanlışlanamaz bilgiler olma yolunda ilerlemektedir. euro 2020'de de gördük ki, bir penaltı pozisyonuna gary linekeer penaltı diyorsa, penaltıdır. aksi teklif edilebilir ama gary linekeer bir kez karar vermiştir ve doğru olan da odur.

    her karara bu kadar etki edebilecek bir spor medyasının oluşması ise, bu kararları verecek olan spor medyası mensuplarının "elindeki gücü ne kadar sorumluluğunu bilerek kullandığı" noktasını tartışmaya açmaktadır. işte the athletic'den bahsedeceğim kısım da burasıdır. uluslararası ve yerel medyayı takip eden birçok kişi sky sports veya the athletic'e referans verildiğini en az bir kez duymuştur. tabi, bu güzeldir. akademik dünyanın içinde olduğu gibi, sporda da referans hayati öneme sahiptir. fakat burada çok önemli bir ayrıntı bulunmakta. akademik dünyada birçok farklı dergi vardır, aynı konu üzerinde bile başaktör olabilecek dört beş farklı dergi bulunur ve bu dergilerde yapılacak yayınları denetleyen editör grubu tamamen farklıdır. bu sayede, benzer etki faktörüne sahip dergileri inceleyebilir ve aynı konulara nasıl yaklaşıldığını görebilirsiniz.

    spor dünyasına baktığımızda da the athletic ve sky sports, şu an için "etki faktörünü" domine etmekte, yanına kimseyi yaklaştırmamaktadır. bu nebze tekelleşen bir medya organı, kararlara tek başına etki etmeye başlayabilir ve bu etkiler, editörlerinin isteği şeklinde olur. editörün istemediği bir fikrin artık buralarda basılması, yayınlanmaması, olsa bile öne çıkarılması, giderek zorlaşmaya başlar. peki bu bizi nereye götürür? bir örnek üzerinden açıklayalım:

    çalkantılı bir süreçten geçen manchester united'ın başına geçen jose mourinho'ya bakalım. belirli kadrolar kurulmuş, belirli transferler yapılmış fakat takım önce city'nin, sonrasında da liverpool'un gerisinde kalmıştır. bu süreçte sky sports ve the athletic'in yeni yüzleri city ve liverpool'dur. dünya futbolunda için iki yenilikçi sistem kavga etmektedir ve biri 2016, diğeri 2015'te göreve başlayan teknik direktörler gladyatör gibi çarpışmaya yakında başlayacaklardır. dominant city oyunu, her yerde posterdir ve uğur meleke'nin tabiri ile "sanki dünyada başka bir takım futbol oynamıyormuşçasına" herkes city'yi konuşmaktadır. sonraki sene liverpool çok güzel bir hikaye oluşturarak şampiyon olur ve bu "pazarlanabilir hikaye" sky sports ve the athletic tarafından da hak ettiği şekilde parlatılır.

    city kadar rahat oyuncu alıp satamayan ve kendisine klopp kadar kredi verilmeyen jose mourinho ise yakın zamanda medya ile de ters düşer ve kulüpten kovulur. kulüpten ayrılmadan önceki haftalarda da "futbol mirası bir günde oluşmaz, city bugün şampiyon oluyorsa otomendi, kdb gibi oyuncular uzun zamandır burada beraber oynadıkları için bu kadar iyi takımlar. bizden giden oyunculara bir bakın, şu anda hiçbiri gittikleri takımda süre alamıyor. biz her şeyi yavaştan inşa ediyoruz" ifadesini de içeren çok çarpıcı bir basın toplantısı da yapar. ama medya ile anlaşamayan mourinho ile yollar ayrılır.

    sonrasında mourinho tottenham'ın başına geçer. medya tartışmalarını sevmediğini all or nothing tottenham hotspurs belgeselinde odasındayken sky sports açık olan televizyonu kapatırken "fuck off" demesiyle ortaya koyan mourinho için the athletic'te çıkan haberler aynen şu başlıktadır: "mourinho, tottenham kültürünü öldürüyor mu?"*. o sene harry kane'in hem gol hem asist kralı olması, yıllardır kupa kazanamayan takımın carabao cup'da finale çıkması ise sanırım tottenham kültürüne aykırı şeyler olmalı ki, the athletic böyle bir tavır izlemiştir. bu süreçte ise, kişisel bir tecrübemi de aktarmalıyım. twitter'da karşıma düşen "mourinho, tottenham'ı kimliğinden uzaklaştırıyor" isimli onaylı bir hesaptan atılan tweet, hesaba tıkladığımda bir the athletic editörü tarafından atılmıştı. birkaç ay olmadı ki, mourinho avrupa süper ligi fikrinin patlak verdiği gece kulüpten kovuldu.

    şimdi gelelim işin avrupa süper ligi ayağına. burayı kısa keseceğim ama bu fikir ortaya ilk atıldığında en çok karşı çıkan sky sports tarafıydı ve bunun sebebinin yayıncısı oldukları ligin değerini kaybetmemesi olduğunu düşünmek zor da değil. gary neville ve sky sports tarafını arkasına topladıkları baskı ile taraftarları yönlendirerek kulüpleri protesto ettiler ve geri adım attırdılar. elimizde ise azalanmış olan değerini tamamen kaybeden italya ve ispanya ligleri ve bir gecede süksesine sükse katan bir premier lig ve sky sport kaldı. sonunda mehmet demirkol'un dediği gibi "sanki avrupa süper ligi, ingiltere'de kuruldu" çıkarımı yapmak da pek zor olmadı.

    bunlar ile değinmek istediğim şey şu, büyük güç büyük sorumluluk gerektirir. fakat sky sports gibi the athletic gibi kurumların bu sorumluluğa sahip olup olmadıklarını bilmiyoruz. ama günün sonunda, bunlar - ki gayet anlaşılabilir şekilde - kendi gelirlerini arttırmak ve kendi ajandalarını takip etmek isteyen bir oluşumlardır. elbette kendileri için ne daha karlı olacaksa veya neyin daha doğru olduğunu düşünüyorlar ise onları yapacaklardır. bilinçli spor takibi yapmak isteyen biz seyirciler için olay kendi fikirlerimizi, bu tarz kurumların da tezlerini duyarak, oluşturmaktır. fakat benim üstünde durmak istediğim nokta, bu kurumların sorumluluk almadan istedikleri şekilde kamuoyunu yönlendirme çabalarındaki tehlikelerdir.

    peki socrates dergi bu eleştirinin neresinde? çok severek takip ettiğim bu oluşumda malesef yukarıda bahsettiğim uluslararası ana akım medyanın çokça etkisinde kalmakta ve ne yazık ki bu etki, referans noktasının üstüne geçerek oradaki fikirlerin buraya yayılmasına dönmekte. yakın zamandaki örneklere bakarsak, bu sezonki machester united denklemine bakabiliriz. jose mourinho'nun manchester united'dan kovulmasına yakın süreçte, socrates dergi de çok büyük eleştirilerde bulundu. yazının girişinde de dediğim gibi türk spor medyasının köşe taşlarından biri olan bu organizasyon, sky sports'da ve the athletic'de çokça karşılaşıan "mourinho'nun yöntemleri eskidi, oyuncularla anlaşamıyor" kalıbını yaymaya başladı. erbatur ergenekon'dan ırmak kazuk'a hepsinden aynı şeyleri duyar olmaya başladık zamanla.

    daha yakın zamana gelirsek de, manchester united'ın bu sezonki transfer politikası hakkında yapılan yorumlara bakabiliriz. sezonun sky sports tarafından da en iyi transferlerinden biri olarak jadon sancho gösterildi. benzer dönemlerde socrates dergi'de de bu yorumları okudum. bu olumlu yorumlar ligin 7-8. haftasına kadar devam etti. ta ki united savunmada bocalamaya başlamaya kadar. sonrasında sky sports tarafından "sol açıkta martial, rashford en kötü lingard varken sancho'ya pek gerek yoktu" düşünceleri dillendirilmeye başlandı. benzer yorumları burada da duyduk. demem o ki, sky sports ve the athletic tarzı oluşumlar, görüşlerini o kadar etkilemeye başladı ki, orada oluşan yorumları hep burada transfer edilmiş görmeye başladık.

    emre özcan olsun uğur ozan sulak olsun londra merkez ekibi olsun gerçekten çok güzel yorumlarda bulunuyorlar ama bu bahsettiğim durumlar güvenilirliklerini benim için biraz zedeledi. kendi fikirlerini önceleri çok daha net dile getirirken, şimdi sentez yapmaktansa biraz daha referanslı transfer yaptıkları görüşündeyim. belki onların da çalışma programları oldukça yoğundur ve gerçekten eskisi kadar her şeyin üstüne çalışma yapmak oldukça zorlaşmıştır. fakat yine de bu eleştirileri yapmak zorundaydım. yazıda vurgulamak istediğim aslında zeki önder özen ile yaptıkları son programlarda vurgulanmıştı. eski spor medyasında hakem kararlarında nasıl erman toroğlu'nun tek referans olmasının problemli olabileceği konuşulmuştu. benim gözümde şu anda benzer bir olay tüm spor basınında the athletic ve sky sport üzerinden gerçekleşmektedir ve malesef socrates dergi de bundan payını bir nebze almakta gibi gözükmektedir. dediğim gibi, yorumcular, programları çok yoğun olduğu için buna mecbur kalıyor olabilirler de. öyle değilse de bu yazıyı umarım okurlar diyelim.

    1468 sözcük ile en uzun entry'im bu olsa gerek. okuyana sevgiler.

    edit: ufak tefek düzeltmeler
  • dünya kupası grup videolarını izlerken sinirlenip buraya yazma ihtiyacı hissettim. ya neden böyle oldunuz siz, neden bu kadar saldınız?

    pek çok yazar bahsetmiş ama benim de söylemem gerekiyor: ciddi anlamda kalite kaybı yaşayan, bunu da medyada belli bir konuma gelmelerinin getirdiği rehavet ve bundan kaynaklı laubaliliğe bağladığım youtube kanalı.

    londra merkez'in şu an bay tahmin'den farkını kimse söyleyemez. gerçekten saçma sapan geyik ve boş dinlediğimiz bir şeye dönüştü. ne yapıyorsunuz siz agalar, yayınladığınız şey tam olarak taşak muhabbeti, ozan sülüm yine biraz modere ediyor gibiydi, can önduygu da kendince soytarılık yapmaya çalışıyor, onur erdem beyni boşa alıp geliyor sanki er gazinosunda. erman yaşar zaten ipleri kopardı, kanalın murat özarı'sı oldu, her hafta kaç programa çıkıyor, bir tane dinlenesi cümlesi yok ya, vallahi bezdim bu adamın boşunu dinlemekten.

    söylemek istediğim önemli bir konu, kullanılan dil. gerçekten çok laubali, amiyane tabirlerle dolu, kahve muhabbetinin bir tık üstü bir noktaya indirdiniz arkadaşlar. kahve muhabbeti istesem vole izlerim, beyaz tv izlerim. sizin bunlardan farkınız düşünen spor dergisi/kanalı olmanızdı, bunu sürdürebilen sadece iki kişi kaldı bana kalırsa.

    caner eler ve inan özdemir, hala özveriyle katkı sağlayan son iki kalesi socrates dergi'nin. evet maalesef üstad kaan kural, zeki mizahşör orkunco, insider uğur oznarowski, emre özcan eskisinden çok daha özensizler, hem içerik, hem üslup olarak. yiğit poyraz, çağıl özkul ve altyapı bebelerini saymıyorum bile.

    lütfen, samimiyetten ziyade kalite bekliyoruz biz sizden, sevgili onur erdem, ekibin zeki ve iyi yönetici karakterli lideri olarak bu ekip sana bakar, toparlasan sen toparlarsın ancak önce kendinden başlaman lazım.

    sizi seviyoruz, yıllardır yüzlerce saat sizleri dinledik, izledik. ne olur biraz çeki düzen, biraz daha kalite, özen, ciddiyet beyler.
  • socrates dergi ile ilgili ilginç noktalardan biri de, kadrosundaki isimlerin yıllar evvel ekşi sözlükte birbirlerinin nick altlarına yazdıkları mesajlardır.

    1) raul gonzalez nickname'i ile erman yaşar daha 2005 yılında parma maniac emre özcan için şu entriyi girmiş: (bkz: #6925082) olaya bakar mısınız, birisi spiker diğeri yorumcu ve şu an ikisi s sport'ta beraber premier lig maçları anlatıyorlar. yıllarca beraber ev arkadaşı olduklarını da unutmayalım.

    2) bu kez emre özcan, orkun çolakoğlu için 2004'te şunları yazıyor: (bkz: #4191565) 2007'de ise şunu: (bkz: #10557910) erman yaşar'ın 2011'de orkun çolakoğlu için yazdığı entri ise şöyle: (bkz: #26562437) özellikle içinizden erman yaşar'ın ses tonuyla okuyun. *

    edit: emre özcan'ın 2008'de caner eler için girdiği şu entri de varmış: (bkz: #13783518)
    katkısı için walnutbreaker'a teşekkürler.
  • maç sonu yayınını izledim. fikrim olması için maça da biraz baktım. ki emre özcan'ın ve mehmet demirkol'un aynı konu üzerine konuşup yorum yapması benim herhangi bir maçtan daha fazla ilgimi çekiyor.

    mehmet demirkol ne zaman emre özcan'la yayına çıksa; tüm birikimini sönümleyerek kendisini onaylan fuat akdağ'la inşa ettiği jargonun ve her zaman kendini bir adım öne taşıyan entelektüel birikimin sonuna gelmiş gibi davranıyor. aslında tek başına çıkmadığı herhangi bir programı kendi alanına müdahale gibi algılıyor, fakat emre özcan'la yaptığı programlarda bu daha bariz şekilde görünüyor.

    bugün de demirkol, her zamanki gibi slogan atıp, sonuçları sıraladı. çoğunlukla giriş ve gelişme kısımlarını atlamaya, semantik kurguyu kaçırmadan açıklama yapmamaya alışkın çünkü. emre özcan'ın blog yazılarıyla başladığı, onca bilgisine rağmen amatör ruhunu muhafaza ederek oluşturduğu yorumculuk kimliği ise doğal olarak onun karşısında bir yerde. emre özcan yapıcı, açıklayıcı ve doğru bir şekilde konuştukça rahatsız oldu. böylece bu baskıyı hissettiği her anda sürekli sözünü kesmeye çalıştı ve hatta 'ben buna şerh düşeceğim' diyerek çıkıştığı bir an bile vardı. halbuki katılmayacak bir şey yok ortada. emre özcan sürekli olarak yaşanan bu sekansların ardından mimikleriyle öyle olsun bakalım mehmet abi deyip geçiyor:)

    spor medyasının önlenemez değişimini bu iki isim üzerinden ayrı ayrı okumak beni zaten keyiflendiriyordu, şimdi ise beraberler:) her gece canım sıkıldıkça açıp bakacağım bir ekran var artık.

    iki yıl sonra gelen edit: iki sene oldu, hala aynı tas aynı hamam. emre özcan konuşuyor, konuşuyor. giriş - gelişme - sonuç içeren bir şeyler anlatıyor. mehmet demirkol bu sırada bir buçuk dakika konuşmamış oluyor. fiziksel bir imkansızlık bu tabi; iki kişi aynı anda konuşamaz çünkü. dilinin şişini alsın diye emre özcan'ın nefeslenmelerini takip edip kayarak müdahale ile araya giriyor ve "dediğinin aksine şöyle de olur, bence böyle" diyor. emre özcan hiçbir şekilde dinlemiyor "olabilir, mümkün, böyle de düşünülebilir" diyor. mehmet demirkol'a söz hakkı gelene kadar bu serencam sürüyor. sürüyor. hiç bitmiyor.
hesabın var mı? giriş yap