• anthony shaffer'ın aynı isimli ünlü oyunundan uyarlanmış, oyunculuk ve senaryo dersi niteliklerinin yanı sıra delicesine eğlenceli bir film. joseph l mankiewicz'in son filmidir. laurence olivier ve michael caine karşılıklı öyle bir döktürmüşlerdir ki, ikisi de en iyi aktör kategorisinde oscar'a aday olmuşlardır. ancak akademi oscarı the godfather'daki rolüyle marlon brando'ya verince, brando bunun olivier ve caine'e haksızlık olduğunu düşünerek oscarı reddetmiş, fakat olaya kızılderili soykırımını protesto görüntüsü verilip, günah çıkartılmıştır (öeehh). bir zamanlar ne aktörler, ne performanslar varmış be kardeşim. bir tarafta brando, öbür tarafta olivier ve caine. metodsa metod, teatralse teatral.

    filmdeki elini çarpıp gülen kukla jolly jack rat'in gülüşünü de laurence olivier yapmıştır ve bu kadarı da artık fazladır. michael caine 39 yaşında ve en yahşi zamanlarındadır. ayrıca filmin tema müziği de çok güzeldir.
  • laurence olivier'in canlandirdigi oyun delisi karakterin filmin bir yerinde uzerinde resim olmayan duz beyaz bir puzzle cozmeye kalkarak pek bir saygimi kazandigi film...
  • joseph l mankiewicz'in 1972 yapımı mucizevi filmi. laurence olivier ve michael caine'in ba$rolunu oynadigi bu klasik, su ara bi yeniden cevrim icin tekrar gundeme geldi. yeni filmde ba$rolu jude law'in oynamasi dusunuluyormus...
  • ing: dedektif, polis kopegi.*
  • --- spoiler ---

    kocaman iki erkeğin “ölümüne” oynadığı bir oyun. yeryüzünde iki erkek ne için savaşırsa onun için savaşan iki erkeğin hikâyesi. harold pinter ve anthony shaffer’in yazdığı ölümcül oyun; genç ya da yaşlı, zengin ya da fakir, yazar ya da aktör iki erkeğin egolarının, onları nasıl vahşi ve saldırgan birer çocuğa çevirdiğinin hikâyesi. bulduğu her fırsatta dalga geçen, oyun oynamak için fırsat arayan her erkeğin içindeki masumiyetini kaybetmiş çocuğun hikâyesi. birbirinden farklı iki erkeğin bile nihai amaç uğruna nasıl aynılaştığının hikâyesi. iki ve hatta daha fazla erkeğin bir anatomisi olduğunun ispatı.
    iki erkeğin birbirinden ne kadar zeki olduğunu kanıtlamaya çalışırken içine düştükleri “aptal” durum. başka hiçbir şey için bu denli canla başla savaşmayacak olan iki korkak süvarinin düellosu. raketlerin yerine boks eldivenlerinin kullanıldığı bir tenis maçı. skor: ne önemi var mühim olan dövüşmek. ödül: birkaç çizik ve cilalanmış birer ego.

    --- spoiler ---

    yeryüzünde sadece erkekler savaşır ve her erkek sadece onuru için savaşır. bir erkek için kaybetmek kazanmanın tersi değildir. kaybettiğinde kendini aşağılanmış hissediyorsa kaybetmiştir. aksi durumda bir dahaki raunda hazırlanmaktan başka bir şey düşünmez. kazanmaksa onurunu koruduysa kabildir. aksi durumda tek seçenek oyunbozanlıktır.
    bir kadına duyulan aşk, onun için dövüşmekten başka bir şey değildir. erkekler en çok bunun için çocuk, çocuklar en çok bunun için aptaldır. çünkü ona göre kadın; varken sevilmez, gidince sevildiği anlaşılır. bu yüzden hiçbir erkek sevmez sadece pişman olur.
    tanrı bu yüzden erkektir ve her erkek bu yüzden her sevişmede üstte olmak ister. aksi sadece bir fantezidir. erkek böyle şeyleri düşünmez çünkü bilir ki düşünce fanteziyi öldürür. o bir ölüyü asla sevemez.
    kral ya da köle her erkek aynı şeyi ister. bu ne bir kral için hazine ne bir köle için özgürlüktür. hep onların uğruna savaşıldığı zannedilir aslında erkek hep aynı şey için savaşır: onur. haysiyetli bir hadise değildir buradaki onur. iş bu mevzuda onur: ağızda çok çalkalanmış asidi kaçmış bir hal alır. biçimi şekli her şeyi değişir ismi de: ego olur. gel gör ki kulağa hoş gelmediği için o hep onur olarak anılır. yanındaki kadının güzel olmasını da sadece bu yüzden ister. her erkeğin kadınından son isteği aynıdır: onsuz yaşayamasın.
    her erkeğin içinde ehlileşmemiş bir çocuk vardır. onun için silah bir erkek oyuncağıdır. zavallı kadınlar cani olduğunu aklının ucundan bile geçirmedikleri o çocuğun saçını okşarken nasıl bilebilirler ki başlarına gelecekleri. her erkeğin içinde kaybetmeyi asla kabullenmeyen bir çocuk vardır. işte bu yüzden her erkek katildir.
  • sinemayla tiyatroyu birbirinden ayıran belli başlı detaylar vardır, bunlardan biri de tiyatroda her şeyin daha abartılı olması gerekliliğidir. tiyatroda seyirci çok uzaktadır ve bu yüzden oyuncu, derdini ifade edebilmek için sesinden mimiklerine kadar her şeyi abartmak durumundadır. yani kaşını hafifçe kaldırmanın tiyatroda çok fazla anlamı olmayabilir. sinema ise gerektiğinde seyirciyi oyuncunun gözeneklerini sayabileceği kadar yakına soktuğundan oyuncuya çok farklı imkanlar tanır. bu filmi eleştirecek değilim, muhteşem ya da çok sıkıcı bulmak elinizde. ancak lütfen bu bilgi ışığında seyrederek değerlendirin. kim sinemada, kim tiyatroda gibi oynuyor, yönetmen ne yapmak istemiş, bunu yapabilmiş mi, tiyatro tiyatroda mı seyredilmelidir, ya da örneğin "jude law'un tiyatro performansını görmezsem gözlerim açık giderim" diyenler varsa onlara tavsiye edilebilir mi...
  • hem çok az* oyuncuyla çekilmesiyle, hem yarattigi iyi islenmis gerilimiyle hem de, film boyunca seyirciye attigi feyklerle*, haluk bilginer'in ermisler ya da günahkarlar oyununu animsatan film. filmin aslinin bir tiyatro oyunu olmasi ve filmde de tipki tiyatrodaki gibi sadece bir kaç mekanin kullanilmasi bu aradaki bagi güçlendiriyor.
    kaliteli bir senaryo, mükemmel oyunculuk ve sonuç olarak leziz bir film.
  • gerçekten zevk aldığım ender filmlerden.. bu replikler 1972 yapımı olanından geliyor:

    you know, my dear milo, in the good old days, before television, that is.. people constructed the pleasures of life for themselves. they amused each other and were in turn amused. they didn't just sit, stare.

    why, in this house there was scarcely a weekend... without its treasure hunts, charades, games of infinite variety. makeup and dress up there was virtually no end to the concealment of identity.

    yani özetle diyor ki: televizyondan önce bizler insandık konuşur sohbet eder çeşitli oyunlar oynar eğlenir ve birbirimizi eğlendirirdik. öyle sadece oturup bir ekrana bakmazdık!

    biz çocukken de böyleydik yahu sessiz sinema, çeşitli kutu oyunları, saklambaç falan oynar, peruklar takar kılık değiştirir değişik tipler yaratır oynardık, eğlenir ve eğlendirirdik birbirimizi.. sonra televizyonlar renklendi, kanalları arttı, bilgisayarlar çıktı, sinema vs derken sadece oturup boş boş büyüklü küçüklü ekranlara bakar olduk.. o kadar bakar olduk ki yazabiliyoruz ama konuşamıyoruz artık.. insanlığımız sosyal bir varlık olmamız ekranlara ve parmak uçlarımıza bağlı.. bunun dışına çıkmak için çok mu geç kaldık.?*
  • sinemada "karşılıklı döktürme" bahislerinde akla ilk gelen filmlerden. ayrıca eğer divx ile izleyecekseniz, sadece ilk cdyi indirip, filmin bir saat süreceğini düşünerek sadece onu izleyin. iddia ediyorum bunu yaparsanız film hayatınız boyunca unutamayacağınız eserler arasına -daha kolay- adını yazdırır. ha dayanamayıp ikinci cd de indirilir akabinde mecburen, o ayrı.

    edit: bu yazdıklarım 1972 tarihli olanı için geçerlidir.
  • seyirciyi sazan kaleci misali bir o köşeye bir bu köşeye yatıran film ekolünün ilk örneklerinden biridir.
hesabın var mı? giriş yap