• bu devran dönecek diyorlar hep.

    siyasal islam buraya on üç yılda gelmedi, hep böyleydi.

    kubilay asteğmen zamanında da böyleydi, altıncı filoyu kıble yapıp namaz kıldıkları kanlı pazarda da, sivas’ta da. şu an tek fark var, acımasızca güçlü oldular. cahil ve faşist eğilimli bir halk ile birleşince de hayallerdeki diktatörlük önü alınamaz hale geliyor işte.

    ha bu önlenebilir, devran dönebilirdi, iki net fırsat vardı;

    12 eylül 2010’da dönebilirdi: bu ülkenin iyileşmez yarası sağ zihniyetin, üç kuruşa onurunu satıp yetmez ama evet kampanyası yapanların, onlardan daha embesilce davranıp referandumu boykot edenlerin, “ivrin yirgilinicik” romantiklerinin ve oy kullanmaya gitmeye üşenenlerin beslediği parti devleti istediği her şeyi elde etti. evet artık cunta kim paşa kim bilmiyoruz; ama tam sınırımızın dibindeki bir düzine terör örgütünün hangisinin parmağının hangisinin götünde olduğunu da, hangisinin bize patlayacağını da, rusya'yı da. yarına dair hiçbir şey bilmiyoruz.

    7 haziran 2015’de de dönebilirdi bu devran: kılıçdaroğlu terör olayları gölgesindeki oyalayıcı koalisyon görüşmelerini uzatmaktansa meclisi çalıştırmak için uğraşsa, demirtaş bıçak sırtındaki sosyal dinamikleri baraj heyecanı ile es geçip ilk iş apo’ya teşekkür etmese, bahçeli oyların mürekkebi kurumadan "biz koalisyon yapmayız, erken seçim!!" stepneliğini masaya koyup elimizdeki tüm umutları bitirmese; iç güvenlik kanunu, seçim barajı, 4 bakan, yolsuzluklar, tapeler… hepsi hükümet dahi kurulmadan bitebilirdi… artık geçmiş olsun.

    çocuk okutmayan, ölü ıslıklayan, ışid destekleyen, şeriatçı, noe-osmanlı ama tarihini bilmeyen, modernlik düşmanı bu kitle, sistematik bir şekilde, amerikan gemisini kıble yapıp namaz kılanların önderliğinde her gün büyüdü.

    ve güzel kardeşim siz tuttunuz, bu zihniyetin eline hukuku alaşağı etme yetkisi verdiniz, istediği kanunu çıkarma gerekirse devlet işleyişini durdurma yetkisi verdiniz. sınırsız ve kontrolsüz kadrolaşmaya "yer kapmak" için göz yumdunuz. canavar, yavaşça ısıtılan kurbağa gibi bizi denedi, her seferinde baskıyı bir doz daha arttırdı, sesimiz çıkmadı, çıkanları susturdu, yine sesimiz yeterince çıkmadı. daha beslendi. gezi'yi denedik, canavarı öldüremedik, daha da güçlendi bu illet.

    yine "ay çok orantısız komiğiz" kafasıyla yapılacak yeni bir gezi de bitiremez. ankara’da insanlar taksim için ölürken, taksim’de piyano çalarak bitmez. polis kameralar önünde çekip adam vururken sadece gülerek direnebileceğinizi sanıyorsanız mesela, hiç başlamasın bile. şaka değil bak, eceliyle ölmesini ya da intihar etmesini, kendi kendine bölünmesini bekleyeceğiz bunların. faşist iktidar ile hukuk yoluyla, polisi ile de limon suyuyla savaşamazsınız. ölürsünüz sadece. yer altına çekilip, kendinizi ailenizi koruyup eğitip geliştirip, günü gelince hazır olmak için direnebilirsiniz sadece.

    işte o gün, bilimi esas alan, adalet ve hukuk temelli, seküler, sanat seven bir yapıya geçersek bir elli yıl sonra az bir huzur sahibi olabiliriz. belki.

    (bkz: #54515050)
  • biz pax americana sekil degisirebilir vs diye tartisirken, ilk cokus emareleri gosteren, 10 yillik zul donemden sonra, sanirim bu arkadas olacak.

    siyasal islam'in manevra alanlari cok daraldi, kurulmakta olan "yeni dunya duzeni" sonrasi "yepisyeni dunya duzeninde" pek yeri yok gibi gozukuyor. bazi ulkelerde, "deneysel" anlamda kalacak olsa da, bu, tamamen "yepisyeni dunya duzeninin" icine kapanma stratejisi ile olacaktir. yani iktidarini surdurdugu topraklarda da, "kafes guresine" cekilecek. eskisi gibi "disaridan" bir takim abiler, siyasal islami desteklemeycek, ve dolayisi ile siyasal islam, ilk kez, hukmettigi topraklarda muhafeletin "dogal" akisi ile karsilasacak. ondan sonrasi kimin kime gucu yeterse. bu senaryo siyasal islam'in basina gelebilecek en iyi senaryo, cunku oyle bir senaryoda, "muvaffak olup" kitlesini devam ettirebilme sansi var. ama buyuk ihtimalle cogu yerde boyle bir sansa dahi sahip olamayacak, tarihin deligine suprulecek, kullanildi, verimsizligi goruldu, tedavulden kalkiyor. yarattigi verimsizlik, yarattigi sikintilar, olasi karlarini oyle asti ki, 1 koyup 2 alabilir miyiz? diye dusunen think thanklar "abooo bu ne ya kac kac kac" diiye bakiyorlar.

    yani ya terk edecekler, kendi icinde nereye gidecek gorecegiz, ya da daha guvenli yolu secip birebir kendileri delige supurucekler.

    simdi bu isin teorik kismi.

    gelelim pratik kismina.
    siyasal islam, makyevlizm kurallarini cok iyi uygular. fakat kendine yontarak uygular, bu yuzden ahlaksizdir. makyevelizm de ahlaksizdir, ama ahlaksizlik acisindan tutarlidir. siyasal islam tutarsizdir.

    neden?

    cunku goreceksiniz ki, siyasal islam, ilk kez "esit kosullarda" karsilastigi toplumsal "normal" muhafet karsisinda guc kaybederken yahut kullim delige supurulurken, bir anda inanilmaz sirin, liberal, cicek, uslu ve yardimsever olacak,

    elleri gok yuzune actik ya rab diye cumleler kuracaak, mazlumu oynayacak, ezileni oynayacak.

    iste pratik anlamda , bize dusen, bir kez dahi siyasal islam illetine bulasmis, bu ranttan nemalanmis, hakki, hukuku, adaleti cignemis, kurallari hice saymis, zamaninda fetocu'lar gibi sinvlarda hile yapmis, malum partinin uyeleri gibi "kandirildik" diyip isin icinden cikmis, haksiz ihaleleri balla, ekmekle, yagla gommus, kendisi haric baska kimseye yasam hakki tanimamis insanlara bir kez daha inanmamak, ve acimamak olacaktir.

    ozel bir sey yapmaniza gerek yok,

    yolunuzda yuruyun, muhalefetinizi devam ettirin, dusmanlik beslemeyin,

    ama acimayin, inanmayin, "degisti galiba akli basina geldi" demeyin.

    15 temmuz'dan sonra yeni kapi ruhu ile birseyler yaptiniz, "degisti galiba" dediniz, "bu karmasik donemde vatanin milletin arkasinda bekasi falan fiilan" dediniz, ne oldu , goruyorsunuz....
  • iktidarda olmadigi yeri -ki iktidardan kasit seriat düzenidir- nüfusunun %99'u müslüman bile olsa darül harb sayar. buna göre cihad eder. bu cihad'da "papaz cübbesi giymek" dahil olmak üzere her türlü hileye basvurmayi mübah görür. dolayisiyla birtakim siyasal islamcilarin kafir saydiklari bir ülkede "vergi kacirmalarini", "rüsvet, talan, hortum" düzeninde yer almalarini, "yalan söylemelerini", "zekatlarini fakire degil partiye vermelerini", "ulus karsiti unsurlarla isbirligi yapmalarini", "patlamalarla yaptiklari katliamlarin hemen ardindan pismanlik yasasindan yararlanmak icin pisman olduklarini söylemelerini" görünce sasirmamak gerekir. liderleri, "cennetin kapisinda, sen niye kafir ülkende cihad etmedin, malini mülkünü niye partine vermedin? diye soracagiz!" mealli nutuklar atarlar. son derece örgütlüdürler. fisleme konusunda orduyu bile sollayacak bilgilere sahip olduklari bir gercektir. her sitede, her sokakta kim kimdir, ne yapar bilirler. kapitalizm ve emperyalizmle de celismemelerine hayret etmemek gerekir. zira kapitalizm, darwin'in "güclü olan gücsüz olani ezer" ilkesine dayanir. burada "evrim teorisi"ne hizmet ettiklerini anlamazlar. postmodern neoliberallerle kesistikleri noktalardan biri de budur. siyasal islam'in köklerini özellikle emevilerde bulmak mümkündür.

    hakikat bunlarin disinda olsa gerektir.
  • bu fikrin destekçileri öyle bir zihniyete sahiptir ki belediye seçimlerinde seçilebilmek için insanlardan oy isterken "bu dinsizler yönetimde oldukça daha çok kuraklık çekersiniz" derler. oyları toplayıp seçilip, bir de on yıl yönetimde kaldıktan sonra şehrin suları kuruyunca allahın takdiri diyebilirler.
  • din bir dogmadır. bireyler bu dogmaya inanırlar veya inanmazlar fakat inananlar açısından, dini kurallar tartışmaya açık değildir. bunlara bakıp da "yaa ne kadar saçma şeyler aklı mantığı olan biri bunları önemsemez" demenin inanan kişi açısından hiçbir önemi yoktur. inanç , tartışmaya kapalı, içsel ve bireysel bir alandır.

    işte siyasal islam bir bakıma paradoksal bir şekilde dinin tartışmaya açılmasıdır. siyasallaşan din bireysel olmaktan çıkarak, eleştirilebilir daha doğrusu eleştirilerek politik açıdan çürütülebilir hale gelir. siyasallaşan dine yönelik her türden eleştiri, dinin siyasal olmayan alanının da bireysel açıdan zayıflamasına neden olabilir.

    "islam" dininin içinde zaten var olan hayatın her alanına yönelik düzenleyici kurgu, siyasallaşarak bir adım daha öteye taşınır ve sadece rakip dinlerle değil, rakip seküler ideolojilerle de rekabet etmeye başlar. böylesi bir rekabet nihayetinde dinin de aynen bir siyasal ideoloji misali tartışmaya açılıp, bu tartışmayı kazanması veya kaybıyla sonuçlanabilir. dinler varolduğundan beri siyasal yönelimler olarak da kendilerini ifade etmişlerdir fakat bu yöndeki her ifade ediş, inancın geniş kitleler nezdinde eskiye oranla daha fazla sorgulanır hale gelmesini sağlamıştır.

    karl marx'ın deyimiyle "kalpsiz bir dünyanın kalbi olarak acılara karşı afyon işlevi gören dinin", bizzat kalpsiz dünyanın ta kendisi olmaya aday olmasıdır siyasal islam.
  • siyasal islamı tartışmadan önce, türkiye’deki bu dinsel hareketin islam mı yoksa islamiyet mi olduğu kısaca tartışmamız gerekir. islam ve islamiyetin arasındaki fark, bir epistemoloji olan islamla bir ideoloji, dogma haline gelmiş, imparatorlukların ve feodal arap topluluklarının kurumsal üst yapısını oluşturmuş islamiyet olgusudur. islam en başta alternatif bir dünya-evren algılaması getirmiş, bir epistemoloji olarak doğmuştur. fakat daha sonra siyasi erkle bütünleşerek ve çeşitli sınırlandırmalar getirerek bir ideoloji haline dönüşmüştür. bu da onun anlamını kısıtlamıştır, tutuculaşmıştır, geniş kitleleri kucaklayacak durumundan uzaklaşmıştır.
    türkiye’de yükselişe geçenin de islam değil isamiyet olduğu saptaması önceden yapılmalıdır. (hasan bülent kahraman, postmodernite ile modernite arasındaki türkiye) yükselişe geçen islamiyet’in postmodernite süreci ile anlatılması doğru olur. 1970’lerde yaşanan kapitalist buhran, daha sonra 1980 le beraber gelen darbe ve kriz ortamı, insanları farklı arayışlara sürükledi. postmodernist sürecin getirdiği kimlik aidiyet, farklılık gibi kavramlarla türkiye’de 1980 lerle gelişen islamın algılanmasında bize kolaylıklar sağlar. 1980 lerde merkezi devletin zayıflamaya başlamış olması, devletçiliğin fiili olarak sona ermesi ve sosyal güvenlik politikalarının terkedilmiş olmasıyla beraber, kişinin karşılaştığı sorunlarda yalnız kalmasına ve çevresinde olan bitenlere anlam vermekte zorlanmasına neden oldu. ve bu da toplum içinde cemaatlerin kurulmasına yol açtı, sivil toplum daha fazla etkili olmaya başladı ve birey, ortaya çıkan bu rekabetçi kapitalist ortamda kendine tutunacak bazı anlamlar aradı. . sosyal devlet olgusu silindiği için insanlar yeni arayışlara ve dayanışmalara yöneldi. insanlar artık kendi başlarının çarelerine bakmaktan böyle kurtulmaya çalışmışlardır. siyasal islam, modernitenin tekilci, homojenleştirici, tek doğrulu ütopik bir hedefe yönelimci politikaların, artık insanları memnun etmediğini, modernitenin insanlara mutlu bir gelecek vaadettiğini ama bunu yerine getiremediğini insanlara anlatmaya çalışmış ve bu söylemle kitleleri arkasına almaya çalışmıştır. merkezi otoriteye karşı çıkan birey kendi özel alanının genişlemesi için ve cumhuriyet projesi ile başlayan, özel alanı toplumsal alanla iyice sıkıştırmak ve özel alanın yaşam hakkını iyice almak politikasına artık bir son vermek ve toplumsal alanda da özel alanda yaşadığı şekilde kendini ifade edebilme yetisini kazanmak için devlete başkaldırmıştır. böylece din geniş kitlelerde yankı bulmaya başlamış, insanla hayatlarını daha anlamlı hale getirmeye uğraşmışlardır. işte radikal islam da, merkeziyetçi devlete karşı, bir kafa tutma niteliğine böyle bürünmüştür. buna bir de 1980’lerle beraber ingiltere’de thatcher ile abd’de reagan la gelişen ve türkiye’de de özal döneminde görülen, neo-liberal yeni sağ politikaların, cemaatçi, aileyi, gelenekleri, cemaati, muhafazakarlığı ön planda tutmaları ile eklemlenmesi, siyasal islamın gelişmesine katkı sağlamıştır. sonuçta diyebiliriz ki siyasal islamın yükselişini sağlayan temel neden, artık tek merkezden tek elden tek planla ve mutlak doğrularla hareket eden otoriter modernist zihniyetin çökmesidir ve insanların bu modernist süreci sorgulamaya başlamalarıyla beraber postmodern sürece girilmesidir.
  • nazizim'den bile daha beter bir ideolojidir.

    nazizim'de bile en azından teknolojik ilerleme ve faşistçe olsa da kendi ari ırkının refahı esastır. lakin siyasal islam içine girdiği ülkeyi ve toplumu maddi ve manevi açıdan yerin dibine çeker.

    erkeği azgın iradesi sapık bir hayvan kadını aşağılık cinsel obje yerine koyar. toplumu dünyadan izole eder, vahşi orman kanunlarını geçerli kılar.

    ya o bizlerin kökünü kazıyacak ya da bizler onun!
  • ülkemiz içindeki siyasal islam'ın, söylem ve hareket olarak benimsediği yolun, tüm anlayışını oturttuğu düşünce yapısının, biraz (çok değil) irdelendiğinde aslında savundukları fikirlerin, arap milliyetçiliği olduğu ortaya çıkıyor.
    özellikle kurtuluş mücadelemizi reddeden bakışları, benim vatanıma değil, başkasının ülkesine (araba çoraba iran'a,vs) özenmeyi, imrenmeyi ve vatana hizmet etmeyi değil mümkün olduğunca sömürmeyi aşılayan anlayışları, fesin düşüp kelin görünmesine sebep.
  • belki de hayatımda en nefret dolu olduğum güruh, siyasal islamcılardır. nefret etmek iyi bir şey değil, insanın kendisine zarar verir fakat bu orospu çocuklarından nefret edemeden duramıyorum.
    twitter'da siyasal islamcı bir orospu çocuğu var, 2 ay önce almanya'da maaşlar 1200€ ühühü bilmiyorsunuz para yetmiyor ühühü türkiye süper güç diyordu bugün milyonluk jaguar otomobil almış paylaşıyor. bir de bunu peygamber sözüyle masumlaştırıyor. dalga geçer gibi de diyor ki "allahım olmayana nasip etsin"
    umarım o arabanın içinde parçalanırsın orospu çocuğu.
  • türkiye'nin başındaki en büyük beladır. bu anlayışın tek motivasyonu ve yegane amacı daha çok para ve güç kazanmaktır. daha çok para ve güç kazanmanın çeşitli yolları vardır hiç kuşkusuz. örneğin bir mafya babasının da amacı daha çok para ve güç kazanmaktır. ancak mafya babası bu hedefe ulaşmak için siyaset yerine başka bir alanı örnekse inşaat sektörünü ya da enerji sektörünü seçmiştir. işte siyasal islam'da da seçilen alan siyasettir ancak ulaşılmak istenen hedef noktasında istikamet bir mafya lideriyle aynı doğrultudadır.

    siyasal islam para ve gücü artırma alanını siyaset olarak belirlediğinden tek bir hedefe yoğunlaşır: siyaseten başarı kazanmak. çünkü bu anlayışın temsilcileri sadece siyasi başarı kazanarak elde etmek istedikleri paraya ve güce sahip olabileceklerini bilirler. peki siyasi başarı nedir?

    siyasi başarının siyasal islam hareketinde tek bir kriteri vardır: daha çok oy. normal şartlarda her siyasi parti daha çok oy almak ister. bir siyasi partinin tabi ki öncelikli hedefi en çok oyu almak olmalıdır. ancak siyasal islam anlayışının bu hedefinde bir kusur vardır. o da daha çok oy almak istemekle halka hizmet etmek arasında bir bağ olmamasıdır. yani normal şartlarda bir siyasi parti daha çok oy alarak, yapmayı düşündüğü faaliyetler ile ilgili daha geniş kesimin desteğini almayı hedeflerken; siyasal islam anlayışının daha çok oy almak istemesindeki tek sebep oy sayısı ne kadar fazla olursa iktidar, güç ve paranın o kadar pekişeceği düşüncesidir ve bu gerçekten de böyledir.

    siyasal islam'ın para ve güç hedefine ulaşmasının yolu oy olduğundan bu anlayışa göre 1 oy fazla kazandıracak her söz, her eylem mübahtır. eğer bir oy fazla kazanmak için para vermeniz gerekiyorsa para verir, hakaret etmeniz gerekiyorsa hakaret eder, tehdit etmeniz gerekiyorsa tehdit eder, yalan söylemeniz gerekiyorsa yalan söylersiniz. yani siyasi etik denen kavram asla söz konusu değildir ve siyasi etik ilkesiyle hareket etmek tam aksine sakıncalıdır. peki para, yalan, hakaret ve tehdit ile oy kazanılıyorsa yani formül buysa herkes neden aynı yöntemi izlemesin? siyasi etikten uzak bu davranışlar siyasal islam'ın tekelinde mi?

    burada tabi ki bütün bu eylemleri gerçekleştirecek bir altyapı hazırlamak gerekir. aksi takdirde siz kendisine 5 lira verdiniz diye size oy veren biri başkası 10 lira verirse gidip oyunu ona verir. siz biraz tehdit ettiniz diye size oy veren biri başkası kendisini daha çok tehdit ederse gidip oyunu ona verir. haliyle oy kazanmak için öyle bir altyapı hazırlamak gerekir ki kişi size oy vermezse elde ettiği imkanları elde edemeyeceğine, oy vermediği takdirde başına kötü şeylerin geleceğine kuvvetli biçimde inansın ve oyunu koşulsuz, şartsız size versin. peki bu altyapı nasıl hazırlanır?

    bu uzun soluklu bir iştir. ilk adım ise hitap ettiğiniz kitleyi biçimlendirmektir. öncelikle alanınız siyasal islam olduğuna göre kitlenin büyük çoğunluğunun müslüman ve hatta sünni olması gerekir. eğitim seviyesi mutlaka düşük olmalıdır. çoğu insan fakir ve üç kuruş yardıma muhtaç olmalıdır. ayrıca toplumun ahlaki açıdan yozlaşmış olması elzemdir. eğer bu unsurlar üzerinden toplum mühendisliği yapmazsanız para vererek kimsenin oyunu satın alamazsınız. kur'an'ı çarpıtarak, gerçek dini saptırarak, güzel ahlakın içini boşaltarak oy kazanamazsınız. yalanlarınıza inanacak, tutarsızlıklarınızı görmeyecek, tehditlerinize boğun eğecek, hakaretlerinizi şakşaklayacak bir kitle oluşturmazsanız istediğiniz oy oranını elde edemezsiniz. peki böylesi bir kitle dönüşümü çocuk oyuncağı mıdır? o zaman herkes kendi kitlesel dönüşümünü yaratsın ve istediği siyasi gücü elde etsin.

    bu noktada kitlesel dönüşümün içeriği oldukça önemlidir. yani kitlesini fakirleştirip cahilleştirerek ve üstüne dini kullanarak oy kazanmaya çalışan bir anlayışla kitleyi çağdaşlaştırıp sorgulayan bireyler yetiştirmeye çalışan bir siyasi anlayış aynı siyasi başarıyı gösteremez. çünkü zaten sorgulayan bireyler yetiştirme derdiniz varsa bu bireyler önce sizi sorgular ve haliyle siz o beklediğiniz siyasi bütünlüğe, koşulsuz şartsız sizi destekleyen geniş topluluklara sahip olamazsınız. kaldı ki konumuz türk toplumu olduğuna göre zaten fakirlik ve cehalet ile yüzyıllar boyunca yoğrulmuş bir halktan, din baskısıyla tebaaya dönüştürülmüş bir topluluktan söz ediyoruz demektir. yani bugün siyasal islam, toplum mühendisliğini bilhassa son 30 yılda şiddetle yürütse de zaten toplum siyasal islam'ın götürmeye çalıştığı karanlığa meyillidir ve haliyle siyasal islam'ın kendi dönüşüm anlayışı diğer siyasi anlayışlara göre hep daha avantajlı konumda olmuştur.

    tabi siyasal islam'ın yürüttüğü bu toplum mühendisliği sürecinde siyasal islam'ın hakkının verilmesi gereken bir konu vardır: toplumu çok iyi tanımak. siyasal islam anlayışı gerçekten de özellikle %65-70'lik bir kesimi fazlasıyla iyi tanımakta ve bu kesimin hoşuna gidecek sözleri ve eylemleri çok iyi bilmektedir.

    örnekse bugün gelinen noktada toki'nin faaliyetleri tesadüf değildir. bir ev almak isveç'te çok sıradan bir eylem olabilir ama türkiye'de öyle değildir. evet hala durumunuz pek iyi değildir. kapıdan dışarı adımınızı attığınız yer şehrin içinde bir taşra da olabilir. aslında o ev için verdiğiniz paranın sözde azlığı vergileriniz aracılığıyla telafi ediliyor da olabilir. ama bunlar önemsizdir. siz dönüştürülmüş kitlenin bir parçası olarak bunları sorgulayacak noktayı çoktan aşmış ve bir ev sahibi olmuşsunuzdur. sizin için bundan daha önemli bir şey yoktur.

    bugün hastanelerin durumu da tesadüf değildir. az önce gidip yarım yamalak da olsa muayene olup bir tanı almışsanız ve hemen ardından da eczaneden ilaçlarını almışsanız ve tüm bunlar için para vermemişseniz ya da az para vermişseniz mesele kapanmıştır. aslında emekli maaşınızdan kesilecek parayla size bedava sağlık hizmeti verilmeyeceği gerçeğinin ya da eczanede verdiğiniz paranın aslında muayene ücreti olduğu gerçeğinin bir önemi yoktur. aslında doktorun size o karmaşa ortamında istediği gibi bakamamasının ve belki de size yanlış tanı koymasının da bir önemi yoktur. siz yine sorgulamayan taraftasınızdır ve dün para verip girdiğiniz hastaneye bugün para vermeden girmişsinizdir. çıktıktan sonra aslında o paranın sizden alınıyor olduğu gerçeğine kafa yormanıza gerek yoktur. ancak siyasal islam'a bir teşekkür borcunuz vardır.

    siyasal islam işte böyle nokta atışlarla toplumsal ilgiyi üzerine çekmektedir. tabi bu nokta atışları destekleyen önemli bir ilke daha vardır: ekonomik başarı. siyasal islam anlayışının ekonomik faaliyetleri başarılıdır. ancak bu başarı gerçekte siyasal islam'ın temsilcileri ve yakınlarıyla; iş adamlarını ve belirli sermaye çevreleri ile yurt dışı bağlantılı şirketleri zengin etmekten başka bir anlam taşımaz. ancak dönüşümünü tamamlamış kitle de ekonominin iyi gittiğini düşünür çünkü artık eline doğrudan siyasal islam'ın temsilcileri tarafından verilen bir para vardır. halbuki gerçekte bu para kendisinin sağ cebinden haksız yere alınmış ve bu paranın yarısı şimdi siyasal islam tarafından kendisinin sol cebine koyulmuştur. işte sadaka toplumu adım adım böyle yaratılır.

    iş adamlarına ülkenin öz kaynakları peşkeş çekilirken tabi ki tüm bu ihalelerden komisyon almak ve aslında kamunun malını iş adamlarıyla birlik olup yemek siyasal islam için olmazsa olmazdır. işte buralarda dönen büyük paralardan kendi kitlesinin payına da sadaka niteliğinde yardımlar düşer. yani yiyor ama çalışıyor lakırdısının aslı budur. uzun vadede millete gelir getirecek bir yer artık bir iş adamına satılmış ve haliyle uzun vadede milletin parası alenen çalınmıştır. bu çalınan paranın ufak bir kısmı da millete sus payı olarak geri verilir. aslında sus payı ifadesi de yanlıştır keza bu durum karşısında millet daha doğrusu çoğunluk zaten susmakta ve ne olduğunu anlamaya kafa yoracak bir halde bile olmadığından siyasal islam'ın kendisine sadakasını vereceği anı beklemektedir.

    sonuçta özetlersek siyasal islam'ın halkı her geçen gün daha fakir ve cahil bir topluluğa dönüştürdüğünü, bu sayede çarpıtılmış bir islami anlayışı rahatlıkla kullandığını, ülkenin öz kaynaklarını iş adamlarıyla birlikte alenen çalsa da fakir halka bu çaldığı paranın cüzi bir miktarını geri döndürerek göz boyadığını; yargıyı, tsk'yı ve medyayı her geçen gün artan gücüyle istediği şekilde dönüştürerek kendisine muhalif olabilecek her türlü sesi susturduğunu ve neticede halk üzerindeki baskı ve otoritesini daha çok artırarak ve kendisine oy veren kitleyi konsolide ederek gücünü ve parasını muhafaza ettiğini görüyoruz. 10 ağustos'un da bu çerçevede siyasal islam'ın kazanacağı en büyük zafer olacağını söylemek yanlış olmaz. peki bu noktadan sonra türkiye'yi neler bekliyor?

    10 ağustos sonrasında esas iş siyasal islam'ın karşısında mücadele eden siyasi partilere düşmektedir. siyasal islam yıllardır zihniyetini, eylem ve söylemlerini değiştirmeden aynı siyasi başarıyı gösterebiliyorsa; tüm avantajlarına rağmen ve daha fazla güçlendiği için artık muhalif hiçbir sesin duyulmasına imkan tanımayarak her seçime zaten en başından kazanan taraf olarak girmesine rağmen hala muhalif partiler tarafından durdurulamıyorsa durup siyasal islam'ın karşısındaki muhalif anlayışı da sorgulamak gerekir. bu sorgulama "onlar da hiç muhalefet yapamıyor yea" sığlığında olmamalıdır. çünkü yukarıda onlarca saydığım sebeple de görülmektedir ki devasa siyasal islam canavarı karşısında 10 ağustos ile birlikte seçimlerden ve meclisten medet ummak en hafif tabirle saflıktır.

    muhalefet 10 ağustos'tan sonra çalmadığı her kapının, ulaşamadığı her vatandaşın hesabını elbette vermelidir. ancak yukarıda siyasal islam'ın neden başarılı olduğunu ortaya koyan ve artık muhalefetin siyaseten kontrol etmesinin mümkün olmadığı bu ortamda ilk adım sine-i millete dönmektir. bu kavram hem teknik anlamda vekillikten istifa ederek artık muhalefeti millet içinde yapmak bakımından önemlidir hem de esaslı bir millete dönüş, millete kendini tanıtma ve rotası yüzyıllardır karanlığa dönük olan bir milleti aydınlığa çıkarma açısından derin anlamlar taşımaktadır.

    bu yazının başındaki ilk sözüm geçerlidir ve çok açıktır: siyasal islam bu ülkenin başındaki en büyük beladır. gidişat iyi yönde değildir ve halkının büyük çoğunluğu müslüman olan devletlerin hali ortadayken geleceğimiz için korkma zamanımız çoktan gelmiştir.

    çözüm her durumda ve şartta mustafa kemal atatürk'ün ilke ve hedeflerini çağdaş bir bakış açısıyla, aklın ve bilimin ışığında tüm toplum hayatına uygulamaktan geçmektedir. bu anlamda da düşünen, sorgulayan, üreten insanlara ihtiyacımız olduğu açıktır. ülkeler aydınlık insanların omuzlarında yükselir ve aydınlık insanlar ancak doğru bir eğitim anlayışıyla yetişebilirler.

    mustafa kemal atatürk'ün "ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir." sözü asla tesadüf değildir. bu söz eğitimin mutlak önemini vurguladığı gibi sadece öğretmenlik mesleğiyle uğraşan insanlara söylenmiş bir söz değildir. bu söz hepimize sorumluluk yüklemektedir çünkü bu topraklarda yaşayan herkesin çevresine göstereceği bir doğru, öğreteceği bir hakikat vardır. aynı şekilde her insanın çevresinden de öğreneceği çok şey vardır.

    mesele bu ülke insanlarının ilelebet huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamasıdır. gerisi ise lafügüzaftır.

    edit: imla
hesabın var mı? giriş yap