• sır, beyinde rekabete tutuşmuş taraflar arasındaki mücadelenin ürünüymüş. beyindeki bir takım "bunu içimizde tutmayalım, söyleyelim çatlarız yoksa" derken, rakip takım "manyak mısın ya, söylenir mi bu, rezil oluruz" diyormuş.
    iki takımın oyları sayıldıktan sonra sonuca göre sır, ya can sıkıcı ve başa bela açan bir gerçek ya da ilginç bir hikaye oluyor hayatımızda.

    sırlarımızı içimizde tutmamızın sebebi ise uzun dönemli sonuçları için duyduğumuz endişe.
    düşün şimdi, sevgilini aldattın, içinde tutmaz da söylersen çok üzülür (üzülmek mi! öldürür olm, tanıyorum ben o kızı)
    ama bünye o sırlarla yaşamayı zaman zaman kaldıramıyor. bir şekilde kendini rahatlatmak istiyor.
    bunun için de yabancılarla konuşuruz. geçenlerde burada biri şikayet ediyordu "beni pek tanımayan insanlar gelip bana en özellerini anlatıyorlar" diye. aslında oradaki özne sen değilsin. anlatan kişi bir şekilde sırtındaki heybeyi boşaltmak istiyor. onun için önemli olan anlatmak, kime anlattığı değil. hatta tavsiye de istemez anlatan, dökülüp kaçmak ister. es kaza çözüm için tavsiye verirseniz sinirlenebilir. çünkü çözüm zaten anlatmanın ta kendisi.
    terapilerde de, dua ederken de, çeşitli itiraf sitelerinde de, bir daha görmeyeceğinizi düşündüğünüz yolculuk arkadaşlarına da o nedenle en mahremini anlatırmış insanlar. ekşi itiraf başlığı o yüzden bu kadar rağbet görüyor.
    tespit yaptım yer misin lütfen?
  • ben seni üzerim leyla. çok üzerim. korkuyorum.'' cümlesini duyduğunda leyla'nın kafasında not here çalıyordu, kendisine hitaben.
    ''üzemezsin.''
    diyemedi. sen beni üzemezsin. beni üzmek göt ister. dışarıdan bakınca parlak görünen zekanın içten alevli olmasını ister, dayanaklı ego ister, meme yapmamış ruh ister. ister de ister. sen beni üzemezsin.
    ''anlıyor musun leyla? sana çok değer veriyorum.'' cümlesini duyduğunda leyla'nın gözünden yaş geldi. gülmemek için kendini tutarken, sevmemek için kendini tuttuğu yıllar boyunca kalbinin morardığından daha fazla morarmıştı dudakları.
    ''anlamıyorum.''
    diyemedi. değer vermek bir neydi?
    ''3 al beni madem, hesap karışmasın.''
    diyemedi. zira karşısındaki cüsse itibari ile bir adet leylayı yedi duvara çarpıp üç yerle bölecek kadar iriydi.
    ''o kadar benziyoruz ki leyla, mutlu olmamıza imkan yok.'' cümlesini duyduğunda leyla taammüden klişeyle boğmak suçunun mağdureliği sıfatıyla ölmüştü.
    ''yok'' diyemedi.
    leyla hiç bir şey saklamaz, tek kelime konuşamazken, bağdaş kurarak oturduğu balıkçı barınağının kenarına bağlı sandalın adını gördü. sırdı. kimseye anlatamadı.
  • baskasi ile paylasana kadar sizin esiriniz olan, ancak biri ile paylastiginiz anda onun esiri haline geliverdiginiz kisiye ozel bilgi..
  • bugün kalbime pek büyük bir sır düştü. belki size önemli gelmeyebilir ama bana göre çok önemli. daha önce muğlak bir şekilde sezdiğim bu hakikati, bugün tam olarak anladım desem yeridir. ancak bu anladıklarımı nasıl anlatacağımı bilemiyorum. en iyisi misallerle gitmek.

    bir konuyu araştırırken koyu bir fetö'cünün sayfasına denk gelmiştim. bu şahıs fethullah gülen'in zamanın en büyük evliyası olduğunu iddia ediyordu ve tezini de yaşanan bir olaya dayandırıyordu. said nursi öldüğünde bir grup nurcu ne yapacaklarını bilememişler ve şam'a muhyiddin-i arabi'nin türbesine gitmişler. türbede riyazete ve ibadete başlamışlar. günde yalnızca yedi hurmayla aylarca ibadet etmişler ve bir gün arabi hazretlerinin kabri yarılmış ve hazret bunlara görünüp, "ne istiyorsunuz?" diye sormuş. bunlar "said nursi'den sonra kime tâbî olalım, bize söyleyin" demişler. arabi hazretleri de "zamanın en büyüğü fethullah gülen'dir ona gidin" demiş.

    şimdi bu kıssayı pek çok kişi inkar edecek ve fetö uydurması diyecektir. belki öyledir. ancak doğru olduğunu farz etsek bile durum değişmeyecektir; çünkü muhyiddin-i arabi hazretleri yazılı eserinde "tecelli, tecelliyi kabul eden mahallin istidat ve kabiliyetine göre olur" der.

    yani ne demek oluyor bu?

    çoğumuzdaki tanrı algısı yanlış olduğu için anlaşılmıyor ama, gerçekte evren bize ona sorduğumuz sorulara ve beklentilere ve liyakate göre cevap veriyor. ya sorularımız veya beklentilerimiz kusurluysa?... elbette o zaman gelen cevaplar da kusurlu olacaktır.

    veya kimi dini gruplarda görürsünüz; hacet namazı kılıp akıllarınca allah'a danışırlar . halbuki gelen cevap yine onların beklentileri ve seviyelerine göre oluyor. bu tayfa "allah bize doğru yolu" gösterdi diye sevinirken, gerçekte kendi beklentilerini görmüş oluyorlar.

    bu idrak bende korkuya neden oldu. meleklerin niçin her daim korku içinde titreştiklerini de bir parça anlamış oldum.

    şimdilik bu kadar açabildim. idare edin artık.
  • "gözleri gören, kulakları işiten bir insan, hiçbir ölümlünün sır tutamayacağına gönül rahatlığıyla inanabilir. çünkü sır verilen kişi tek kelime etmese de parmaklarıyla konuşur; ihanet, gözeneklerinin tek tek her birinden dışarı sızar."
    (freud", psikanalize giriş dersleri")
  • benimkilerin tamamı kafamın içinde. hatta oraya da o kadar gömülmüşler ki arada çıkarıp kendim bile bakamıyorum. bazılarının üstünden çok zaman geçmiş, yenileri binmiş tepelerine, enkaz altında kalmışlar, vaktinde gelip kurtaran olmayınca da ölüp çürümüşler böyle. bileni olmayan önemsiz bilgiler yığını.

    arada insanlar denk geliyor, başkasıyla paylaşmamam koşuluyla bana bir şeyler anlatmak istiyorlar. peki. dinlemekle de saklamakla da sorunum yok. tabi iş orada biterse. bazen -nadiren- "sen de bir şey anlat" diyorlar. sıkıntının başladığı yer. anlatmam ki. sır uydurmuşluğum var benim, "hayır, ben anlatmak istemiyorum" dediğimde "peki sen bilirsin" demeyenlere özel, karşı tarafın verdiği sırla uyumlu olacak şekilde, sansasyon yaratma etkisine göre birden beşe kadar derecelenmiş, sır olmayan, sırlar. yalan değiller, sadece sır değiller. bütün dünya duysa umurumda olmayacak şeyleri sır diye satıyorum ona buna. gerçek sırlarım kafamın içinde, sahte sırlarım onun bunun ağzında. tam bana göre.

    bu yazıyı da ekşi itirafa yazsam daha iyiydi sanırım.
  • "gayrı kapu bilmezem
    sırrı âyan kılmazam " *

    kapuların eşiğinde diz çökmeden sır âyan olunmaz imiş. ancak gayrı kapu bilinmediğinde sır âyan kılınmaz imiş.

    kapı ve sır arasındaki ilişki böyle iken, ben eteğimde bir kucak dolusu eğri odun, kapılar açılsın, sırlar açığa çıksın diye bekliyorum.
  • halının altındaki cam kırıklarıdır. üzerine basıldığını yalnızca sahibi hisseder. ezkaza görense bir anlam veremez. açıklaması zordur. anlatması uzun sürer. o vazo her defasında yeniden kırılır. paylaştığın her kimse bir süre eline alır vazoyu, bakar, üzülür, bir şeyler söyler. sonra yeniden yerine konur: artık üzerine basıldığında ürperecek kişi sayısı ikidir.

    laf aramızda, sanılanın aksine, iki kişinin bildiği daha büyük bir sırdır. *
  • en kolay saklama yolu açığa koymak yalnız açık etmemek.
  • anlatılamayan, unutulamayandır.
hesabın var mı? giriş yap