• sıradan hayatımın belki de en özel günlerini geçirdiğim, ruhumun bir parçasını bıraktığım, dar sokaklarında tekrar kaybolmak, sokak müzisyenleri eşliğinde bir kaldırım köşesinde oturmak için can attığım şehir…

    kimileri için ispanya zil, şal ve gül’müş. kimileri için arenalar, boğa güreşleri ve efsanevi matador el cordobes. benim için ise anlamı bambaşka. ispanya, sıradan bir adamın sahip olabileceği en muhteşem şeye sahip olmamı sağlayan güzel ülke benim için. geriye dönüp baktığımda ‘ben de yaşadım, boşa geçmedi ömür!.’ diyebileceğim artık. hani şair demiş ya; ‘her canlı ölümü tadacaktır ama sadece bazıları hayatı tadacaktır’ diye. işte böyle bir şey…

    uzun öğrencilik hayatım boyunca bir çok şehri gezme şansım oldu. türkiye’nin belli başlı şehirlerinin hepsinde bulundum. unutulmaz anıların yanında ömür törpüsü günler yaşadım. ilk kez kendi kendime kaldığım yer sevilla oldu. acele etmeden, hayatın anlamını sorgulamadan. sadece tadını çıkararak, kendimi dinleyerek kaldım.

    bu zamana kadar yazmak için ilk adımı atamadım. neden bilmem erteledim hep. bu gece fotoğraflarıma baktım, özlem ağır bastı, içimden geldi ve ben de bir şeyler yazayım istedim...

    erasmus yaz stajı için sevilla’ya gideceğim belli olduğu andan itibaren bir numaralı bilgi kaynağım sözlük oldu. görüşlerini paylaşan tüm yazarlara teşekkür borçluyum sanırım. 3 ay süren ispanya maceramızda yaptığımız tüm gezilerde sözlükten faydalandım. staj arkadaşlarımla gezi öncesi görev paylaşımımızda ön hazırlığı seçtim. kalınacak hostel, gezilecek yerler, ulaşım vb. tüm konularda, bu sayfalarda yazılanlar inanılmaz işimize yaradı. gittiğimiz şehirlerde ilk olarak şehir haritasını aldık, gerisi zaten kendiliğinden halloldu…

    sevilla’da nerelere gidilir, ne yenir, nerelerde kalınır gibi konular hakkında birçok yazı var. ilave olarak ben neler yazabilirim onu düşündüm. alternatifler üzerinde durmak istiyorum yani. zaten google’da ‘sevilla gezisi’ gibi kelimelerle arama yaptığınızda birçok bilgiye ulaşabilirsiz. benim ekleyebileceğim bilgiler ise şöyle;

    yemek için kaliteli ve ucuz mekanlar önerebilirim. tapas’ın tanımını yapmama gerek yok sanırım. santa maria la blanca caddesinde çok hoş cafeler var. bu cadde üzerinde çeşitli tapaslar, deniz ürünleri (örneğin külahta balık), churro ve paella yapan yerler bulabilirsiniz. tapas’ın yanında ekmek verilmez. kraker benzeri bir yiyecek gelebilir fakat onun için ayrıca para ödersiniz. kişi başı ortalama 2-3 €’ya lezzetli bir tapas yiyebilirsiniz. hayat gerçek anlamda 17.00’den sonra başlar söylemeden geçmeyeyim. gezi planınızda bütçeniz de önemli yer oynayacaktır şüphesiz. sanırım benim önerilerim biraz öğrenci işi olacak!. santa maria la blanca her bütçeye göre mekan barındırır. bu yüzden içiniz rahat olsun derim.

    hediyelik eşya almak için bir çok alternatif var. el corte ingles mağazaları pek ucuz sayılmaz. neredeyse tüm şehri gezdim ben. bulduğum en hesaplı yer san esteban kilisesinin hemen dibinde bulunan hediyelik eşya satan yerdi. magnet ve anahtarlıklar çoğu yerde aynı fiyat. 1,5-2 € civarı. ben bahsettiğim yerden 1€’ya almıştım. 1 tane alacaksanız mekan fark etmez tabi ama çoklu alımlar için iyi bir adres bence. ne de olsa magnet ve anahtarlık en ucuz ve işe yarar hediye. ayrıca hiçbir yerde bu kadar ucuzunu bulamayacağınız kupalar da mevcut. daha önce başka bir yerden 5€’ya aldığım kupanın aynısını 2€’ya aldım buradan…

    plaza de san francisco ortam olarak daha canlıdır elbet. katedralin bulunduğu avenida de la constitucion’un bitiminde yer alan plaza nueva da aynı şekilde. şehirde bulunacağınız süre yeterliyse la macerana meydanındaki parlemento binasının önündeki çimenlerde oturun derim. triana köprüsünden zaten geçersiniz ama eşsiz mimariye sahip alamillo’yu atlamayın. triana bölgesinde betis caddesinde mutlaka tur atın. eski kent merkezinin bana göre en hoş meydanlarından olan plaza alfalfa’yı bulun. oradan katedrale geri dönmeye çalışırken daracık sokaklarda kaybolun. biraz ters yerde kalsa da alameda de hercules’i gezin. çok uygun fiyatla bisiklet kiralayıp şehri bisikletle dolaşın. çünkü bisiklet sevenler için bir cennet sevilla. bisiklet yolları tüm şehri kaplıyor. size tadını çıkarmak kalıyor sadece…

    flamenco için bence tek adres santa maria la blanca yakınlarındaki levies isimli sokakta bulacağınız ‘la carboneria’…giriş ücretsiz. içecekler hesaplı. flamenco da harika. 23.00’de başlıyorlar. 23.30’da kısa bir ara verip 24.00’te de bitiriyorlar...

    gençlerin bir numaralı mekanı plaza del salvador’dur. gündüz saatlerinde de güzeldir ama esas 22.00 civarı orada bulunmak gerekir. koca meydanda adım atacak yer bulamazsınız. her milletten insan bulabileceğiniz meydanda tanışmak için yanlarına gidip ‘hola’ demeniz yeterli. dil bir yerden sonra önemini yitiriyor. bir şekilde anlaşıyorsunuz işte. ingilizcemin çok iyi olduğu söylenemez. ama çok iyi ingilizceniz olsa bile pek işe yaramaz. çünkü ispanyollar ingilizceyi pek kullanmıyorlar. biraz ispanyolca biraz vücut dili e biraz da ingilizce yeterli anlaşmak için…

    benim evim avenida de kansas city üzerinde, yani şehir merkezinden biraz uzakta idi. sevilla tren istasyonunun tam karşısındaydık. şehir merkezinden tren istasyonuna doğru yapacağınız yürüyüş alternatif bir gezi olabilir. daha modern yapılar bu yol üzerinde çünkü.

    belirli aralıklarla bu sayfaya dönüp naçizane görüşlerimi paylaşıcam. şimdilik şu kadarını söyleyebilirim; kişisel olacağını kabul etmekle birlikte, ispanya’da gideceğiniz tek bir şehir hakkınız olsa tereddüt etmeden sevilla’yı seçin derim. barselona, madrid… gittim gördüm. tamam çok güzel yerler ama sevilla size yeter bence… aradığınız her şeyi bu harika şehirde bulacağınızdan şüpheniz olmasın…

    sevilla dönüşünde hayatınız asla eskisi gibi olmayacak…

    not: çok genç yaşta profesör olan, öğrenci dostu diyebileceğim harika bir bölüm başkanımız var. kendisi avrupa’nın belli başlı şehirlerinin hepsinde bulunmuş. gezip görülen onca yerden sonra öğrenci göndermek için seçtiği yer sevilla olmuş.

    edit: imla
  • hayatımda hiçbir yeri özlemediğim kadar özlediğim ve bir kere yerleşsem daha da bir yere kımıldamam dediğim ispanya'nın endülüs bölgesinin en büyük kenti.

    10 ay yaşadım burada sözlük, doyamadım döndükten sonraki yaz denk getirdim 2 hafta daha kaldım, sonra zaman geçti o endülüste ben de buralarda kaldım. ikinci sefer gittiğimde buralara yazayım diye her şeyi belgeledim, notlar aldım, fotoğraflar çektim ama 3 sene geçmiş üzerinden haberim yok, neyse ben baştan başlayayım anlatmaya bu şehri.

    öğrenci değişimi ile gittim buraya 2012'de, nam- diğer erasmus, ama dur sözlük hemen erasmus duyunca yüzün gülmeye başlamasın benimki çoğunluğunkinden farklıydı diye düşünüyorum. ben giderken thy yalnızca madrid'e gidiyordu, pegasus da yoktu derken, bologna'ya kadar pegasus sonra da ryanair bileti ile gittim ben ama şimdilerde istanbul'dan malaga'ya gidip oradan da otobüs ile gidilebilir en uygun yoldan. he farklı diyordum, ben burada türkiye'de çalışmadığım dersi-projeyi yaptım sözlük. marmara üniversitesin'den giden bir gariban olarak bir baktım ki akademik eğitim var gerçek anlamda, bırakmadım sözlük sabahlara kadar projeler yetiştirdim, sabahın köründe başlayan derslere koştum, hava aydınlanmadan derslere girdim de o buranın konusu değil.

    şehirde iki tane üniversite var, biri pablo de olavide diğeri de meşhur ve kentin her yerine yayılmış universidad de sevilla. universidad de sevilla'nın merkez kampüsü eski bir tütün fabrikası ve kentin merkezinde duruyor, şehirdeki meşhur kiliseden sonra turistlerin en çok uğradığı yerlerden biri.

    şehirde iki tane de takım var birisi sevilla fc diğeri de real betis. betis, kentin güneyinde yaşayan çingene ve biraz alt tabaka kesimin takımı gibi dururken daha elit kesim takımı olarak da sevilla fc duruyor. buradaki çingeneden kastım asla bir etiketleme değil, buradaki insanlar tam olarak endülüs yerlisi ve kendilerine öyle diyorlar. betis'in stadı kentin güney tarafında, bilgisayar mühendisliği, fen-edebiyat fakültelerinin aşağısında kalıyor, sevilla fc'ninki ise nervion bölgesinde kalıyor, tam merkez gibi denilebilir.

    reina mercedes kampüsünde yani kentin bu güney tarafındaki kampüsteydim ben ve şehir ile bu noktanın tam ortasında bir yerde yaşıyordum, plaza de espana'nın tam arkasında. o tarafta okuyacak olursanız tavsiyem yine ara bölgede yaşamanız çünkü okyanusa yakın olan bu kentte yağmur fırtınası başladığında, yağmur çok uzun süreler dinmiyor ve okula gidebilmek için yürümek imkansızlaşıyor.

    ilk dönemden sonra eğitim süresi biten ve geri dönen arkadaşlarımdan sonra tam yalnız kaldım demişken, hayatıma yön veren insanlarla tanıştım bir konuşma, dil değişimi etkinliğinde. başta da dediğim gibi muhabbet edecek insanlar ararken gittiğim bu etkinlikte oradaki avrupa birliği komisyonunda çalışan bir türk ile tanıştım ve olaylar gelişti. meğer bu komisyonda 5 adet türk akademisyen varmış ve bunlardan biri de barlarda baya jazz program yapıyormuş derken ben hepsi ile tanıştım ve sürecin bundan sonrası çok daha anlamlı olmaya başladı. geriye kalan 4 kişiden 3'ü türkiye'de önemli üniversitelerde ya doktor ya da doçent insanlar ve o günden bugüne kadar devam eden iletişimimizde tam anlamıyla kişisel mentorum haline geldiler ve onların yönlendirmeleri ve tavsiyeleri ile şu an olduğum yerdeyim diyebilirim. bu kişilerden 2'si hala oradalar ve gitmeyi düşünen birileri olursa kendileri ile bağlantı kurabilirim. bir gün, sevilla'da yerleşmemden 7 ay geçmişken, türkiye'ye gidip dönen bu dostlardan birisi aradı oradayken, "delicezeytin mantı var evde, nane kap gel" çağrısıyla evdeki naneyi kaptığım gibi koşmuştum evine, de ağlaya ağlaya mantı yemiştim be sözlük. hepsine selam olsun.

    eğitim sürecinde de ondan öncesinde de avrupa'da şehirler görsem de sevilla hepsinden farklı bir yerde benim için. belki uzun bir süre yaşadığım için midir bilmiyorum fakat benim gördüğüm en güzel şehir. herkese de barcelona istanbul, madrid ankara, sevilla da izmir gibi bir benzetme üzerinden anlatıyorum. zira ispanya'ya gidiyorsanız güneye inmeden ispanya'nın hiçbir şeyini anlayamazsınız, bu bilindik şehirlerin batı avrupadan çok da bir farkı yok bu yüzden mutlaka ama mutlaka güneye inin. biraz daha turistik bilgi vermek gerekirse; alcazar, plaza de espana, triana, alameda ve old town bölgesini görmeden ayrılmayın.

    yaz vakitlerinde geziyorsanız gündüz aşırı sıcak olacaktır, dinlene dinlene gidin ve beni kahveye alıştıran bu şehirde yürürken arada yerel cafelerde mola verip, kahve (cafe con leche), tinto de verano veya bira için. bira olarak sevilla birası cruzcampo ve granada merkezli alhambra'yı tavsiye ederim. ben ikinci gidişimde kenti parçalara bölüp* her gün birisine gidip sokakların hepsinden geçmek için bütün yolları paralel paralel geziyordum ve günde bu sıvılardan yaklaşık 6-7 adet tüketiyordum. zaten hepsi ucuz içecekler, bütçenizi sarsacak herhangi bir şey olmayacak. grup halinde geziyorsanız 'cubo de cerveza' gibi bir kavram var, kırık buz dolu bir metal kova içerisindeki buzlara gömülmüş 5 adet bira o zaman 3 euro idi. tinto de verano da bizim buradaki meyve suyu gibi servis ediliyor, akşama doğru içi meyveli ve ek alkollüsü sangria olarak sipariş edersiniz ama gündüzden tinto iyidir.

    yemek olarak da öncelikle endülüslülerin mutfağının bize çok benzediğini söyleyeyim, geçmişteki emevi ve şimdiki akdeniz etkisi ile her yerde zeytin yağı, tereyağı ve deliler gibi baharat kullanımına rastlıyorsunuz. kahvaltıda 'tostada con tomate y aceite' yani diyor ki kızarmış ekmeğin üzerine domates püresi, üzerine zeytin yağı. domates püresi de öyle mama gibi değil rende gibi ve içerisinde birazcık sarımsak var, üzerine zeytin yağını gezdirip birazcık tuz atıyorsunuz yanına da mutlaka kahve söylediğinizde tamam artık siz de bir sevillano/a oldunuz.

    öğle yemeklerinde çalışanlar genelde siesta vakti işlerinden çıkıp evlerine uyumaya giderken yolda iki tapas bir bira söyleyip arkadaşları ile takılıp uyumaya gidiyorlar. hiç öyle tembel halk ayaklarına girmeyin bu halleri ile şu anki türkiye'yi karşılaştırmak dahi istemiyorum, her şey tıkır tıkır aç falan da değiller. size de tavsiyem herhangi bir lokal tapas barda grubunuzun büyüklüğüne göre kişi başı 2-3 tapas söyleyip karın doyurmanız, yalnız dikkat edin sevilla'da turist gibi merkezlerde yemek yemeyin biraz ispanya'yı yaşayın. bu arada tapas, eskiden içki yanında ücretsiz getirilen mezelerken artık daha çok bir porsiyon boyutu olarak anılıyor, ve o da herhangi bir yemeğin optimum büyüklüğünden biraz azına denk geliyor. reina mercedes tarafında okula gidecek olursa, şehir merkezinden gelip okula dönmeden iki önceki sokağa girin, 100 metre ileride bir bakkal gibi bir yer var (açılan haritada az sola bakın) ve çok ucuza sandviç yapıyor, sabah kahvaltısında ve öğlen okul çıkışında mutlaka değerlendirin, okuldaki yemekhaneye 4,5 euro vermezsiniz. merkezdeki tramvay durağından sonra başlayan çarşının içerisine girdikten sonra o yolun sonuna gelmeden burnunuza balık kokuları geliyorsa o yolu takip edin, yolun sonuna gelmeden sol tarafa sokağın içerisinde bir balıkçı var, sirke ile balık kızartıyor, sirkeden nefret eden ben bile kaç kere gidip yedim sayısı belli değil, akşamları çok kalabalık sıra oluyor ama gündüzden gidip tadına bakın mutlaka, kalamarı da unutmayın. balıkçının haritalardaki yeri ve adı şurada

    akşam yemeğine alameda tarafındaki restoranları şiddetle tavsiye ediyorum. buralarda tapas ödülleri alan restorantlar sıkça bulunuyor. bunlardan duo tapas'ta ördek, casa paco'da özellikle pmientos de padrón (bildiğimiz biber kızartması ama tadı ve şekli bildiğiniz değil, biber tatlı) söyleyin ama diğer herşeyden de mutlaka tadın. bunların yanında yumurtalı tapası ile ödüllü bir yer vardı ama adını anımsayamadım, notlarımda bulunca editlerim.(mekan burası, adı da eslava. teknolojiyi kullanmak lazım) bir de 100 montaditos diye bir güzellik var ki ispanya'ya giden herkes bilmeli bu şahane yeri. ispanya'da 160'tan fazla şubesi var ve özellikle endülüs bölgesinde yaygın. buranın güzelliği şuradan gelmektedir ki; pazar ve çarşamba günleri herşey 1-2 euro'dur. burada küçük küçük sandviçler yiyebilirsiniz fakat oturduğunuz masada menü ve istediklerinizi yazacağınız bir kağıt vardır onları doldurmadan kasaya giderseniz siparişinizi almazlar, siparişi verdikten sonra hazır olunca da isminizle sizi çağırırlar, o yüzden isminiz çiğdem falansa ceysi demeyi tercih edin yoksa sizi çağırdıklarını anlamaz, aç kalırsınız.

    ben gidip, triana bölgesinde bir hostele yerleştirdiğimde dışarıdan gelen gitar sesleri ile uyumuştum, suyun karşısındaki bu triana bölgesi eski yerleşim yerlerinden ve çok kıymetli, iyi bir çocuk olursanız belki siz de bu sesleri dinleyerek gezebilirsiniz.

    kentin dışını gezmek isterseniz, granada, huelva, jerez ve cadiz yakın şehirler, bunların içerisinde jerez'de aguadulce tarafında camping alanı var, çadır falan da veriyorlar, mutlaka denemelisiniz zamanınız varsa. huelva tarafında da portekiz'e geçmeden milli parkın en olmadı yanından geçin. cadiz'e gitmek isterseniz, sabahları çok soğuk oluyor, orası daha güneyde üşümeyiz diye düşünmeyin, ben en son kumdan set yapıyordum kendime.

    özellikle old town içerisinde dolaşırken dar sokaklara ve çok fazla insanların dolaşmadığı yerleri dolaşmaya özen gösterin ve turist gibi gezmeyin, geçtiğiniz sokaklarda evlerin avluları var oraları görmeye çalışın, kafanızı yukarı kaldırıp sevilla sarısını görün evlerde. buradaki gecekondu yeşilinin bir benzeri de orada sarı ama kötü değil kentle bütünleşmiş bir sarı renk. bir yerde boya yoksa sarıya boyanıyor.

    şehirde insanların çoğu ingilizce bilmiyor ne yazıkki fakat bu herhangi bir şekilde milliyetçilikten değil, dilleri onlara yetiyor bütün neden bu. sizi ne kadar anlamasalar da, burada turiste bağıra bağıra türkçe konuşan amcalardan orada yok, karşıdaki hiç bilmediğiniz bir dilde size bir şey anlatıyor ve siz onu anlamadan asla sizi bırakmıyor ve siz onu bir şekilde anlıyorsunuz, gerekirse peşinizden geliyor. ingilizce biliyor musun diye sorup kafa salladıklarına bakmayın, ispanyolca cevap veriyorlar :)

    sevilla'yı anlatacağım diye başlayıp gezi yazısına dönüşen bu entry aslında çokça hatıra ve duygu dolu alanlar beslemektedir. istiyorum ki birileri sevilla'ya gitsin de ben onlara bunları anlatayım, gezi rotası çizeyim. o yüzden bu taraflara gidecek yazarlar olursa bi kapımı çalın da gidiverin siz yine.

    edit: imlasal.
  • sevillaya dair söylenilecek çok şey var aslında. ancak büyük bir kısmının muhabbet ile keyfinin çıkacağını düşündüğümden buradan bir kısım pratik bilgileri 2-3 de kültürel mevzuyu aktarayım. bu anlamda bazı tavsiyelerim olacak, kulağınızı 4 açıp iyi dinleyin.

    önce şehrin ispanyadaki yerinden bahsedelim. sevilla endülüs eyaletinin baş şehridir.ve emin olun ispanyaya dair kültürel-turistik bildiğiniz ne varsa neredeyse hepsi endülüs kültürüne aittir.havanın güzel ve güneşli olması, tapas, flamenko, boğa güreşleri, siesta vb.. yani ispanya olarak bir nevi endülüs prezente edilmiştir. bu yüzden barcelonaya gittiğinizde kendinizi pek ispanyada gibi hissetmezsiniz. tabi endülüsü gördüyseniz. sebepleri uzun, geçelim. ancak şunu söyleyelim amerika kıtası keşfedildiğinde bahsi geçen altınların eski dünyaya giriş kapısı sevilla dır.

    şehirdeki free walking tour lara katılacaksanız, rehberinizin yerli olmasına dikkat edin. böylece sadece mimari-tarihi bilgileri değil şehre dair siyasal eğilimler hakkında da ayrıntılı bilgi sahibi olabilirsiniz. tabi bunun subjektif olacağını da unutmayın, nihayetinde karşınızdakinin siyasal görüşünü kıyaslayacak diğer ideolojilerden haberdar değilsiniz.

    sevilla da flamenko dinlemek için para vermeyin! perş-cuma-cmts günleri triana da lokal mekanlarda pure flamenkoyu tadabilirsiniz. hafta içi bazı günlerde de gece 12 civarında eğer mekan yeteri kadar doluysa karşı masanızda oturan abi sahneye geçip harika bir resital sunabilir. flamenko ile gösterisini birbirine karıştırmayın. trianalılar dinleyip, kendileri dans ederler. amacınız turistik bir şov izlemekse 15-20 euro ya herhangi bir yere de gitseniz tatmin olursunuz. dinleti için tavsiye edeceğim mekan betis caddesi üzerindeki triumph de triana.

    triana sevillanın içinde küçük bir gypsy köyü gibidir. yarıçıplak çocuklar mahalle arasında top oynar, kadınlar sokağı süpürür filan. çingene deyince esmer tenli tipler aklınıza gelmesin, onlar filmlerde kullanılanlar, isveç sarısından çingeneler mevcut. malum insanlar sevişiyor.

    betis caddesi üzerindeki son uzun palmiyeye dikkat edin, buradan itibaren triana bitiyor, apartmanlar başlıyor. bu apartmanların fiyatları ve kiraları çok gereksiz bir biçimde yüksek. palmiyenin sağ tarafında kiralar 300 € civarındayken sol tarafında 1000-1200 €. yanında triana gibi şirin bi yer varken, üstüne üstük ucuzken neden diye sormayın, çukurambarda ev fiyatları neden yüksekse orda da ondan yüksek. bir statü meselesi.

    plaza del toro daki arena müzesine gitmeyin, bi bok yok içerde. ödediğinizle kalmış olursunuz. ayrıca bu arena diğer arenalar gibi daire şeklide değil, yarım daire, nedeni ise vakti zamanında arenayı genişletmek isteyenler arazi için etraftaki evleri satın almaya başlarlar, ancak sakinlerin bir kısmı grup boğa güreşlerinden hiç hazzetmez ve karşı çıkar, dolayısıyla mülklerini satmaz. ironik ayrı bir durum da arenanın hemen 2 bina ötesinde hayvanları koruma vakfının bulunmasıdır.

    bu arada belirtmek gerekir ki önceden boğa güreşlerinde yer alan boğaların tamamı vahşi hayvanlar. bildiğin aslan kaplan gibi yani.yakalarsa muck. bazısının boyu at boyuna denk ve vahşi. endülüste şehirler arası seyahat ederken boğalara karşı dikkatli olun uyarılarını görebilirsiniz. bir arkadaşım babasıyla land rover ın içinde giderken boğanın birinin arabaya saldırdığını ve darbenin kapıyı pert ettiği gibi bişey söyledi, bilemedim. ve tabi bu vahşi hayvanlara meydan okuyan matadorlar. arenanın karşısında heykelleri görebilirsiniz, heykel sahipleri boğa güreşi esnasında yenik düşüp hayatlarını kaybedenler. önceleri matadorlar boğanın zayıf olduğunu düşünürlerse güreşmeyi reddedermiş. şimdileri turistik bir şovdan pek de öteye geçmiyor.

    haftanın her gecesi plaza alfaalfa civarları epey renkli olur.

    elhamra yı gördüyseniz alcazar'a gitmeseniz de olur, zaten pek bakmamışlar güzelim işlemeler pislikten kırıktan geçilmiyor. ancak içerde labirent şeklinde bir bahçesi var, tecrübe etmediyseniz denemelisiniz. pazartesi günleri 16-17 arası ücretsiz. aksi durumda 9,5 € ödemelisiniz.

    sevilla ayrıca günümüzde içtiğimiz sigaranın icat edildiği yer, şimdilerde universite olarak kullanılan tütün fabrikasında tarihin ilk sarma işlemi yapılıp, sigara günümüzdeki haline dönüştürülmüş.

    plaza espanayı görmek lazım, kollarını amerika kıtasına doğru açmış, kucaklamaya hazır bir adam silüetinde. büyük buhrana yenik düşmüş ama mimarisi çok hoş.

    seramikleriyle ünlü endülüste, seramik için de sakın para vermeyin. sevilladaki seramik fabrikasına gidin 3-5 tane isteyin bedavadan verirler. aksi durumda her biri için 7-8 € ödersiniz.

    ah, santa cruz. işbiliyye zamanında bu bölgede yahudiler ve müslümanlar yaşarmış. sokaklar arasında mutlaka kaybolun. hem gece hem gündüz, gündüz ayrı güzeldir gece ayrı.eğer yazın gittiyseniz santa cruz bölgesinin sevillanın diğer kısımlarından daha serin olduğunu hemen farkedersiniz. sokaklara döşenmiş bu taşlar klima etkisi gösterir, kışın da tam tersi. buraya dair bir çok efsane var bir kaç da gerçek var. efsaneleri geçip gerçeklerden bahsedelim.

    ispanyollar işbiliyyeyi fethettiğinde bölgede sakini olan yahudi ve müslümanlara iki seçenek sundular, din değiştirme yahut terketme. bir kısmı terk ederken bir kısmı din değiştirdi, bir kısmı da sözde din değiştirdi. bu durumun farkına varan katolik krallar, kimlerin gerçekten hristiyan olduğunu anlamak için bir yöntem buldular. elde edilen zenginlikle neredeyse hergün karnaval, panayır benzeri eğlenceler tertip edip buralarda insanlara ücretsiz domuz eti dağıtmaya başladılar. elinde domuz salamı kişileri tek tek dolaşan bir adam ve onu hafif uzak bir mesafeden dikkatle seyreden askerler. zira bu şekilde hem müslümanları hem de yahudileri tesbit etmek mümkün. bir kaç sefer sunulduğu takdirde almadın mı? nöbetçiler! ardından işkenceler, idamlar, ölümler. ayrıca bu uygulamayı ispanyanın müslümanlardan alınan her bölgesinde görebilirsiniz, madriddeki muso del jamon gibi yerler bu uygulamanın tarihi mirasçısı.

    bir diğeri ise şöyle, santa cruz da harika endülüs seramikleriyle süslenmiş oturaklar ve mandalina ağaçlı meydana geldiğinizde, alcazar surlarına doğru yaklaşın, karşınızdaki caddenin adı 'vida' yani hayat. soykırım esnasında hristiyanlar gece mahalleyi bastığında yahudilerin bir kısmı surda bir gedik bulup mahalleden kaçarlar, ve hayatta kalırlar, bu sebeple caddenin adı 'vida' dır. bir paralelinde ise ismi 'segoviana'(yahut böyle bişey tam hatırlayamadım) olan bir cadde daha görürsünüz. tabelanın tam karşısına diğer binada asılı isme bakın. 'calle de la muerte'. devlet yetkilileri adını ölüm caddesi olarak vermemişler tabi, ama bölgedekiler bunu bu şekilde adlandırıyor. bu da o karışıklık esnasında bir paraleline değilde buraya doğru kaçanların akıbetini özetliyor. ölüm ve yaşamın ne kadar yakın olduğuna dair önemli bir metafor.

    son olarak mandalina ağaçlarını da anlatıp gidiyorum. her tarafta görürsünüz bunları. deneyin. tadları kötü tabi. ama tatilinizi de tuvalette geçirmenize sebep olmaz. yada denemeyin, ne biliyim. neden her yerde mandalina var peki?

    sevillanın son müslüman kralı olan al-mutamid, aynı zamanda çok iyi bir şairdir. dönemin işbiliyyesinde sokaklarda şiir atışmaları epey yaygındır. kral da zaman zaman, sokağa çıkıp bu atışmalara katılır. şiiri herkese üstün gelir ama krallığından değil. hakikaten çok sağlam bir divan sahibidir. velhasıl, bir gün yine bir atışma esnasında, rakibini tarumar etmişken, son dizesini söylemişken, inceden bir ses son dizelere karşılık verir, arkası dönük vaziyette oturan gençten bir kız, kralı bir nevi atışmaya davet etmiştir. kral alt etmiştir ancak, bu kızın kim olduğunu bu kadar güzel şiirleri nerden bulduğunu da merak eder. öğrenir ki kız alelade bir köylü kızı.cesaretinden de etkilenmiştir. aşık olmuştur kıza, alır sarayına getirip hareminin başına kor. herşey güzel giderken, kız bir gün çıkagelir ve derki, ben granadaya gitmek istiyorum. zira sevilla başkenttir. neden diye sorar kral, buralara hiç kar yağmıyor der, kız. zira granada sierra nevadanın dibinde olduğundan kar yağar, ancak sevilla ya yağmaz. kral, emir verir şehrin her tarafına mandalina ağaçları ekilmesi için. çünkü mandalina çiçek açtığında, ve bu beyaz çiçekler dökülmeye başladığında, sevilla ya kar yağmış gibi olur.rivayet olunur ki işte bu yüzdendir ki sevilla da her tarafta mandalina ağaçları vardır.

    özetti bu.
  • geceleri, korkmayıp da o daracık sokaklarından içeri girebilmeye cesaret edebilenlere bütün renkleriyle kendini sunuyor. sanki sokaklar nefes alıyor. evlerin balkoları, pencereleri, sıkı sıkı kapalı kapıları seninle konuşuyor. ıssızlığıyla havaya hesapsızca yaydığı mutluluk, sanki yanlız olmanın mutsuz olmak demek olmadığını ziyaretçilerine hatırlatıyor. insan orada kalmak istiyor, gözlerini kapatmak ve oradaki havaya karışmak, şehrin labirent gibi sokaklarında yolunu bulmak değil daha çok kaybolmak...
    midnight in paris i izlemiş miydiniz? orada başıma öyle birşey gelebilirdi, bir zaman sıçraması...
    gelmedi...
  • berberleri meshurdur. eger yolunuz dusecekse sacinizi, varsa sakalinizi, yoksa isimsiz tuylerinizi uzamaya birakin. sevilla'ya vardiginizda berberin koltuguna iyice gomulun. kulaklari actirmayin. ustlerden aldirmayin, yanlari elletmeyin. sadece, o berber koltuguna oturup sokaktan tiris gecen atlarin ritmiyle bir buleriasin beyninizde karincalanmasini duyumsayin . berber kovana kadar kalkmayin. diger berberlerin birbirlerine bire berber beraber dovelim bu hergeleyi demelerine bakmayin, dunyanin en iyi kalpli berberleri iki cift dudagin ancak gecebilecegi sevilla sokaklarinda dukkan acarlar; keyfinize bakin.
  • gece gece aklıma düşmüş, yasemin kokulu endülüs kenti.

    sokakları turunç ağaçlarıyla çevrili, ve sanki sokağın sonu denize varacakmış hissi veren, dinamik bir sakinliği harmanlamış bu kente en az 3 gün ayırmanızı, nehir etrafında bisiklet sürmenizi, plaza de espana'da, yerel sanatçıların müzik ve dans gösterilerini seyretmenizi, istiridye mantarına benzeyen metropol parasol'de kırmızı şarap eşliğinde gün batımını izlemenizi öneririm. - ben bir daha gidecek olsam yapacaklarımın sıralaması bu şekil olurdu- real alcazar 'a bir gününüzün tamamını ayırabilirsiniz.

    bir de; otel yerine airbnb gibi uygulamalarla, yerel halkın ev sahipliğinde konaklamak, kültürel açıdan ufkunuzu genişletebilir. benim ev sahibim aşırı tatlı bir ressam kadındı. banyosundaki sabun kokusu hala burnumdan gitmiyor. -muhtemelen ''yasemin'' çağrışımını limbik sistemim otomatik olarak yaptırttı bana. - kadının telefon numarasını hala silmedim, takip ettiğime göre, sonunda kişisel sergisini açmış, tebrikler ve sevgiler eva.
  • çok sevmiştim ve belki o çokluktan kendinden az bahsetmiştim. içinden nehir geçen şehirlerden biri (denir ki içinden nehir geçen şehirler hep güzel olur). ucuz tapas, has ve yine ucuz sangria, ucuz balık ürünleri, özellikle kocaman kese kağıdı külahta taptaze kalamar triana'nın bir ara sokağında.. hepsinin tadı damağımda. bisikletler, sıcak insanlar, mavinin bir tonundan güzel gözlü esmer endülüslüler.. flemenkoyu öyle madrid'deki gibi turistik bir gösteri olarak izlemiyorsun, izbe bir mekanda dansçıların rüzgarını, terini, çalgıcıların ritmini hissederek yaşıyorsun. anlatamam ki.. belki ondan az anlattım. da yani marinaleda'ya dair haberleri görüp gidemediğime hayıflanırken dedim geleyim hatırlatayım: buranın onca güzelliği yetmezmiş gibi, şöyle bir mücevheri var: http://jiyan.org/…01/31/dunyanin-tek-komunist-koyu/ http://www.theguardian.com/…ommunist-village-utopia

    yaz sonuydu gittiğimde. bir baharda gitmek istiyorum. nasıldı o: no sonsuzluk işareti do.. her yerde hikaye içre hikaye, kaldırımlarda, çöp kutularında, pencerelerde, avlularda.. kar yağmadığı için portakal ağaçları diktirmiş kraliçe sevilla'ya. her baharda çiçekler uçuşurken kar yağar gibi olurmuş.
  • ıspanya'ya ilk defa gelinecekse, bu sehirle olmali baslangic deneyimi. barcelona falan cok tirt bence, sevilla'nin verdigi ispanyol deneyimine kiyasla.

    dort- bes gun gani gani yeter sehrin belli basli yerlerini gormeye. ben bati avrupa kis karanligina gunes arasi verdigim icin bir haftaligina geldim, temel amacim sehir gezme gormece degildi. ama gelmisken tum sehri de kiyi kose gezdim tabi. guzel, temiz ve hayli yeni bir hostelde * kaldim, lokasyonu da merkeziydi. yakinlarda bir de yoga okulu bulup bir haftalik giris karti aldim. bol yuruyus, yoga ve hosteldeki ilginc yabancilarin hayat hikayelerini dinledigim sohbetler disinda gunes vuran her kaldirimda, cesme kenarinda oturup sosyallesmeyi ve sohbeti cok seven ispanyollari izledim.

    hava sicakligini biraz daha yuksek bulmayi umut ediyordum, o acidan ufacik hayal kirikligi oldu. sadece guneste ilik hissettiriyor, onun disinda ocak ayi icin maksimum 14-15 derece idi hissedilen sicaklik. havanin nemi az oldugundan sanirim, oglen 3 gibi ancak iliyor, ondan once hayli soguk. mutlaka iyi bir kis kabani ve sicak tutan ayakkabilar olmali yaninizda.

    sehir irili ufakli flamenko tiyatrosuyla dolu, katildigim turlardan birinin rehberi flamenkoyu oyle bi tiyatroda izlemenin gereksizliginden bahsetti ama ben pek katilmadim bu goruse. ayni gunun aksamina bilet fiyatlarinda indirim de oluyor, gelmisken birkac aksaminizi bu sahane gosteriyle renklendirin bence. daha once flamenko izlemisligim var, burdaki gosteriler bir baskaydi.

    yeme icme birazcik hayal kirikligi oldu benim icin, bir onceki ispanya gezimde bask bolgesinin mukemmel tatlarina maruz kaldigim icin. tapaslari bask'in pinxoslarina gore yavan geldi. ama fiyatlar- kalma da dahil- hayli uygun- bati avrupa'ya gore tabi.

    buraya kadar gelmisken gunubirlik granada- alhambra, cordoba turlari yapilabilir, malaga'ya cadiz'e deniz kenarina gecilebilir hatta portekiz de gorulebilir. benim pek gezme enerjim olmadigi icin seville'deydim hep; sadece bir gun guneye dogru arabayla 2 saat mesafede bir vadide, dagin yamacina monte edilmis caminito del rey yuruyus yolunda hikinge katildim. yukseklik korkularina meydan okumak isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim, kolay bulunmayacak bir deneyimdi.

    seville cok tatli bir sehir. hem goze, hem kulaga hem de ruha hitap ediyor. genel turist profili de bana daha ilginc/kaliteli geldi; populerin bir adim ilerisini merak eden, daha incelikli insanlarla tanistim burda. barcelona madrid kalabaliklarin olsun; siz gelin seville'yi gorun mutlaka.
  • sevilla denilince aklıma ilk bir adet gelin bir adet damat gelir. şöyle ki; alkazar sarayının bahçesi istanbul'un çamlıcası gibidir. gelinler eteklerini açarak merdivenlere oturur ve yanlarında getirdikleri fotografçıya bir gelinlik reklamı yapar gibi poz verirler. ateşli düğün öpüşmelerine flaşlar patlar. küçük su kanalında sandalla diger sandallara çarpa çarpa yol alınır. nehrin iki yakasını birbirine bağlayan birçok köprüsü vardır. bu köprülerin mimarisi japon işini andırır. caddelerde trafikte bol bol küçük mobiletlere rastlanır. aksamları cok renklidir. biz türkler barlara kot pantolonu çekip gitmeyi tercih ederken sevilla halkı en aristokrat halleri ve en fiyakalı giysileriyle gitmeyi tercih eder. yaşam diger şehirlere göre daha ucuzdur ve gözlerde daha bir huzur vardır. her daim sıcaktır.
  • endülüsün önemli sehirlerinden, ibni haldunun birsey icin ispanya ile endülüs emevi sultani arasinda arabuluculuk yaptıgı yer. dünyanin en büyük 3. ve de en büyük gotik katedralinin bulundugu, kücük sokakların hep katedrale cıktıgı sehir. taksi luzumsuz, hemen hemen her yer yürüme mesafesinde. tapasın dogdugu mekan oldugu rivayet edilir, bu yuzden de binlerce cesit tapas bir ham yapısta mideye indirilebilir. yasemin kokuları ve de cesme sırıltıları arasında romantizmin dibine vurulabilindiginden ya hemen sevgili yapılası ya da varolan sevgiliyle isin boku cıkarılasıdır.
    ha bi de surekli deniz kenarında olma hissiyatı verir ki aldanmamak lazım, deniz cok uzak.
hesabın var mı? giriş yap