• türk vatandaşlarından vize isteyen bir ülkedir. vize sorun değil de sarı humma aşısı olmanız gerek başvururken. aşıyı olurken hudutlardaki doktor difteri tetanos falan da yapmak istiyor, biz istemediydik. ama sonra cebinden beş hap çıkarıyor: "ilkini gitmeden bir hafta önce içeceksiniz. döndükten sonra da dört hafta devam edeceksiniz. lakin bunların nahoş yan etkileri vardır, depresyon kabus falan" diyor... bunlar da sıtma hapları. korkudan içemedim, üç tanesi kaldı valla.

    gittiğinizde kendinizi sivrilerden kollamaya bakın. gerçi çok zor, şerefsizler pantolun üstünden sokuveriyor. uzun kollu gömlekmiş, sinkovvmuş umurları değil.

    yiyecek olarak genelde balık ve türevleri var, malum okyanus kıyısı. tatlılar ise fransız usulü pek şukela. acı bir şekilde görüyorsunuz ki, bağımsızlıklarını kazanmış olmalarına rağmen sömürgelikleri bitmemiş, iktisadi faaliyetleri çok kısıtlı, bi tane üniversite var bi bizim fetocanlar...

    hava alanında çok gıcık gereksiz prosedürleri var, aynı detaylı kartı iki kere doldurmak gibi... meslek kısmına "memur" lafını kabul etmiyor illa kurumuyla bilmemnesiyle istiyor. napacaksa... keza ülkeden ayrılırken de aynı. air france'da boarding için sıraya girecez, bi tane polis dikmişler, bilet soruyor! elektronik bilet lan, ne soruyon? bunun üzerine pasaportu alıp sayfa sayfa okuyor, evirip çeviriyor, kitap sanki... uçak kaçacak, biz polise laf anlatamıyoruz. daha destansı çıkış kağıtlarını doldurmamız lazım halbüse... ucu cuna yetiştik valla.

    dakar güzel bir şehir, biraz 1970 model bir izmir havası yok değil. ayrıca insanları da çok güzel, her anlamda. ortalama boy 1.90 (kadınlar dahil). bizler beyaz pigmeler gibi kaldık. ayrıca kadınları erkeklerinden iri ilginç bir şekilde. erkekler çok sıska valla, kadınlarsa hökümat gibi...

    insanlar spora çok meraklı. akşam olunca drogba ve bilimum afrikalı futbolcu formalarını sırtlarına geçirip deniz kıyısı boyunca koşuya çıkıyorlar. hepsi!!!

    dinle ilişkileri bizden çok farklı. "size bi kartımı vereyim" diyerek uzattığı kartta adı-soyadı-kabilesi-işi-şeyhi şeklinde dizilim görebilirsiniz. burada tarikatlar öyle gizlenen/ayıplanan/geri görülen bir şey değil.

    köle adası da çok etkileyici bir yer. burası afrikanın iç kesimlerinden getirilen siyah insanların amerika'ya yelken açmadan önceki son durağı. şimdi bir ibret müzesine dönüşmüş. buraya gelince kölelik tarihinde siyah adamın sorumluluğu ve islamın afrikada tutunma süreci üzerine ilginç bilgiler ediniyorsunuz. mesela beyazların sıtmadan ötürü iç bölgelere gidemediğini, burada varil varil alkol karşılığı siyah insanları beyaz insanlara satan siyahlar olduğunu, bu siyahların animist ve alkolik olmalarından ötürü alkolü tu kaka gören islamın beyazlara direnen siyahlar arasında yaygınlaştığını biliyor muydunuz?

    senegal afrkinanın görece zengin ve gelişmiş bir ülkesi, dışarı açılan kapısı, hem de yüzyıllardır. buna rağmen çok fakir ve kenara atılmış, marjinalize edilmişler. köle adasında bize bir şeyler satmaya çalışan ressamlardan biri "nerelisiniz?" diye sordu "türkiye" dedik "söyleyin gelsinler senegal'e, buralar da güzel" dedi... ben mesajını iletmiş bu abdülbişey kardeşimin.

    biz gittik. allaha şükür sıtma da olmadık, humma da, cırcır da.. yemeğini yedik suyunu içtik, insanları salkım saçan taşıyan indirme-bindirme yaparken durma zahmetine katlanmayan dolmuşlarına bindik, her işi ağırdan almalarına bi türlü iki elleriyle bi siki doğrultamamalarına kızdık ancak sonuçta sevdik kendilerini...
  • depremle yerle bir olan haitililerin, vaktiyle göçtükleri afrikaya geri dönebilmeleri için verimli topraklar vermeye hazır olduğunu duyuran ülke. bu konuda bütün afrikayı da seferberliğe çağırmışlar.
    bu arada senegal müslümanlık, haiti ise vadoo dinine inanıyor.
    umarım başta biz olmak üzere, bütün dünyaya örnek olan bir davranış olur.
    ayakta alkışlıyorum.
  • iki haftadan hallice bir süre önce, bir aksilik çıkmazsa bir sene yaşamak üzere geldiğim ülke. dakar'da yaşıyor olacağım için ülkenin geri kalanını ne kadar keşfedebilirim bilemesem de, herhangi bir sebeple gelecek olanlara birkaç birşey karalamış olayım.

    öncelikle dakar'da ciddi bir güvenlik sorunu yok. zaten ülkenin şu an güvenlik sorunu teşkil edebilecek tek bölgesi olarak casamance'ı söylüyorlar bölgedeki çatışmalardan dolayı. onun dışında, tek başıma taksilere de rahatlıkla binebiliyorum, tabii ki belli bölgeler olmak kaydıyla, sokaklarda da dolaşabiliyorum. neticede türkiye'de de öyle değil mi? mevzubahis afrika olunca, insanımız burun kıvırıyor olsa da çoğunlukla, afrika'da yer alan azımsanmayacak sayıda ülkenin world safety index puanlarının türkiye'den yüksek olduğunu kaçımız biliyoruz acaba?

    altyapı. bu biraz beklentiyle alakalı bir durum. ben az çok tahmin ettiğim, başka afrika ülkesi de görmüş olduğum için, şehrin manzaralarını garipsemiyorum. ama elbette ki şehrin genel görüntüsünü kalkıp da gelişmiş bir türkiye şehriyle karşılaştırmak mümkün değil. bir de her yerde kum var. dakar'ın merkezinden uzaklaştıkça etrafı kaplayan sarı görüntüden bağımsız, şehrin en gelişmiş yerlerinde bile hep kum var. bu hala enteresan geliyor bana. bu arada altyapının kötü olması demek değil ki burada lüks yapılar yok. parası olana türkiye'deki lüks apartman standardına yakınını gayet sunabiliyorlar. ama gettolardan geçtikçe inanılmaz zayıflıyor görüntüler.

    insanlar oldukça sıcakkanlı. ofiste herkes güne başlamadan önce birbirlerine hal hatır sorup selamlaşıyor. sadece yanlarındakiyle değil, bildiğin gördükleri herkesle. bu bana oldukça insani gelen, oldukça güzel oturmuş bir kültür. zaten herhangi bir konuda yardıma ihtiyacın olduğunda yanıtsız kalman mümkün değil.

    pazarlık olmazsa olmaz. ulaşım genelde taksilerle sağlanıyor, zaten yollarda çok fazla taksi var. taksimetre yok, fiyatı baştan anlaşıp biniyorsun. genelde en az iki katını çekiyorlar zaten. en az yarısına indirmeyi denemeden binmeyin derim. genelde işe yarıyor. turistik yerlerinde zaten yakanıza yapışıyor satıcılar. bir kolye için ne kadar iner diye denemek için zorladım, fiyatı beşte birine düşürdü. en az onlar kadar ısrarcı ve kararlı olmak lazım.

    çok fazla deniz ürünü, tavuk ve pirinç pilavı tüketiyorlar. çok soğan ve baharat kullanıyorlar. bu konuda seçici olanların işi biraz zor ama kesinlikle aç kalınmaz. baobab ağacı meyvesinin suyu gibi enteresan meyve suları var. bence kesinlikle denenmeli.

    marketlerde özellikle ithal ürünler türkiye'den pahalı. alkol daha uygun gibi ama özellikle sigara türkiye fiyatının yarısından daha ucuz. bence ihtiyaç olunan herşey bulunabiliyor ama tabii ki seçenekler açısından ne marketleri ne de tekstil ya da diğer ürün gruplarını türkiye gibi bir ülkeyle karşılaştırmak doğru değil zaten. ama özellikle meyve sebze olarak değişik olanlara kolaylıkla ulaşıp tüketebiliyor olmak da ayrı güzel.

    batı afrika'nın en gelişmiş ülkesi olması ve batı afrika'da özel bir birlik olması sebebiyle, etrafta yakın ülkelerden birçok insan görmek de mümkün. okullarda okumaya ya da devamında iş için kalmaya gayret ediyorlar, togo, benin, gana, kamerun gibi ülkelerden gelip.

    senegal halkının neredeyse hepsi volof konuşabilmesine rağmen işyerlerinde, okullarda, resmi kurumlarda vs fransızca konuşuluyor. zaten herkes biliyor neredeyse fransızca. işyerinde arkadaşımın, siz türkiye'de ingilizce konuşmuyor musunuz diye sorabileceği kadar da benimsenmiş ve garipsenmiyor. adam zaten kendi anadilinde konuşmuyor olmasını değil, benim anadilimde konuşuyor olmamı garipsiyor. yani sömürü zaten hala devam ediyor.

    biraz uzun bir özetle, ilk intibalarım oldukça olumlu. bakalım zaman ne gösterecek.

    henüz başında olduğum bu maceranın devamında işbu entry kendini update edecektir.

    edit: sonuna geldiğim bu macerada ülke hakkında biraz daha bilgi verebilecek seviyedeyim sanırım.

    yaklaşık 8 ay süren bu macerada biraz da olsa ülkeyi, insanları tanıma şansı buldum sanırım.

    nerelere gidilir? dakarda eli yüzü düzgün belli başlı restoranlar var. sayıları giderek artıyor gözlemlediğim kadarıyla, fiyatları her ne kadar ortalamanın üzerine olsa da, özellikle bazı restoranlar oldukça tatmin edici.

    - la fourchette & alkimia : aynı kişinin/kişilerin sahibi olduğu restoranlardan la fourchette şehir merkezindeyken, alkimia popüleritesi gierek artmakta olan, benim de yaşadığım almadies'de. alkimia'da canlı performanslar, dj performansları oluyor eğer biraz takip ederseniz gerçekten güzel şeyler yakalayabilirsiniz. ancak ikisi arasında benim tercihim la fourchette olur. hem mekanın içi hem de yemekleri oldukça tatmin ediciydi.

    - beluga & la parilla : tıpkı yukarıdaki ikili gibi, bu iki retoran da aynı elden çıkma. la parilla et üzerine, beluga ise balık ve deniz ürünleri. ikisini de oldukça beğenmeme rağmen, sanırım beluga benim için bir adım önde. ayrıca şehirde içtiğim en iyi kokteyller buradaydı ki, dakar'da iyi kokteyl bulmak imkansıza yakın diyebilirim.

    - lagon : lagon dakarın en popüler restoranlarından birisi. sadece iş yemeği için bulunup, yemeklerimizin gelmesini iki saat beklediğimiz için açıkçası bir daha gitmedim. ama iç dizaynı, manzarası falan gerçekten güzel.

    - le cabanon : le cabanon tıpkı alkimia gibi yine almadies bölgesinde ama okyanus kenarında. dolayısıyla giderek daha fazla rağbet görüyor. giderek dememin sebebi de yakın zamanda açılmış olması. manzara gerçekten harika, restoranın iç dizaynı da aynı şekilde. dolayısıyla dakar'daki favorilerimden olduğunu söyleyebilirim.

    - hotel terrou bi : terrou bi şehrin en pahalı ve popüler otellerinden. beach ve havuzu gerçekten oldukça güzel. açık büfe öğlen yemeği alıp, ister havuzda ister oldukça sakin koyunda güzel bir gün geçirebilirsiniz. yemekleri de oldukça güzel.

    yukarıda saydıklarım üst segment, fine dining mekanları diyebilirim. bunlar dışında, daha yerel, kendine özgü ve çok tatlı mekanlar da var. bunlar genelde almadies corniche tarafında sıralanmış, hepsi yan yana restoran, bar ve kafeler. benim favorim sanırım noflaye. yine okyanus kıyısında, küçük tahta masa sandalyeleri, lezzetli yemekleri ve güzel gün batımlarıyla gerçekten görülmesi gereken yerlerden diyebilirim dakar'da. noflaye dışında, aynı sırada sharky's, chez fatou, jet cafe & beach de gayet güzeller. relax, ya da so beach gibi yerlerin konsepti biraz daha farklı. ben maalesef pek denk gelemedim ama ilerleyen saatlerde dj performanslarının olduğu bir çeşit beach club' dönüşen yerler relax ve so beach.

    denize kıyısı olmayan, yemek menusu kısıtlı ancak bilgisayarını, kitabını alıp gidebileceğin, kahveni içebileceğin tatlı bir kafe olarak yine almadies'deki layu kafe'yi önerebilirim. layu'nun hemen yanında lübnan restoranı my way var, dolayısıyla tat olarak daha alışkın ve benzer şeyler denemek isterseniz önerebilirim.

    dakar'da balık, tavuk et buldunuz diyelim ama pek güzel bulamayacağınız bir şey var : pizza. maalesef ben bundan sonra şuradan alırım dediğim bir pizza yemedim. belki sonrada açılır bilemiyorum zira dakar'da açılan mekanların sayısı artmaya başladı son zamanlarda.

    akşam veya gece eğleneyim derseniz, şehrin bu konuda eksik kalmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. eğer gece hayatını seviyorsanız, dakar'da güzel seçenekler bulabilirsiniz. en bilineneni phare de mamelles sanırım, hafta içi bazı akşamlar denemesem de konserler olduğunu duydum, onun dışında özellikle hafta sonu dj sabah 3'e kadar devam ediyor ve gerçekten oldukça kalabalık oluyor. belirli bir mekan dışında, dakar'da ben içkileri müziği toparladım, parti veriyorum denilebilecek doğallıkta partiler de epeyce oluyor. özellikle okyanus kenarında, hiçbirinin sonuna kalamasam da sabahlara kadar süren eğlenceli partiler oluyor. bunlar büyük büyük organizasyon şirketleri de olmadıklarından ben açıkçası oldukça beğendim bu konsepti. nitekim afrikalılar inanılmaz yetenekli dansçılar olduklarından dolayı şaşırtan ve hayran bırakan görüntüler de çıkabiliyor ortaya.

    facebook'ta biraz takip ederseniz bu tarz partileri kolaylıkla yakalarsınız. bunlar dışında dakar french institute'ta da bayağı konserler vs oluyor. eğer fransızcanız varsa film gösterimleri de oluyor. yukarıda bahsetmeyi unutmuşum, çok da tatlı kafe/restoranı var. yine kitabınızı bilgisayarınızı, güzel bahçesindeki restoranında keyifli vakit geçirebilirsiniz. dakar'ın keşmekeşinden sonra harika geliyor gerçekten.

    biraz dakar'dan çıkarsak, benim en çok etkilendiğim, lompoul, çöl deneyimi oldu. halbuki senegal'de bulunan çöl moritanya'dan gelen kumlarla oluşmuş, ebta olarak küçük olsa da, yine de ben gerçekten çok etkilendiğimi söyleyebilirim. lompoul dakar'a birkaç saat uzaklıkta, ister araba kiralayarak gidebileceğiniz isterseniz de küçük bir turla gidebileceğiniz, çadırlarda konaklayıp, küçük de olsa harika bir çöl deneyimi yaşadığınız yer. lompoul'a iki kez gittim, ilkinde camp du desert'de, ikincisinde ecolodge'da kaldım. ikisi de güzeldi ama sanırım ecolodge'u -biraz daha pahalı ve turistik olanı- tercih ederim. deveye binmek ve atv kullanmak deneyimlerinden ikisini de yaptım. atv gerçekten benim senegal'de -lac rose'da da deneme şansım oldu- çok sevdiğim bir deneyim oldu. zira özellikle lompoul versiyonunda, çölde gidip gidip okyanusa çıkıyorsunuz. gerçekten etkileyici bir deneyim oldu.

    dakar'a oldukça yakın lac rose (pembe göl) ve bandia milli parkı var. lac rose, belirli koşullar oluştuğunda pembe rengini alan bir tuz gölü. ama belirli koşulların oluşması pek öyle kolay olmuyor. dolayısıyla o beklentiyle gitmemek lazım. ilk gittiğimde atv deneme şansım oldu, ikincisinde ise gölden tuz çıkarıp satanları görme. oldukça zahmetli olan tuz işi, beklenenin aksine, hiç de yeterli para kazandıran bir iş değil. sadece senegallilerin değil de batı afrika başta olmak üzere, başka afrika ülkelerinden insanların da gelip bu işte çalıştığı bir yer lac rose. onların sıradan bir iş gününe şahit olmak, enteresan bir deneyim oldu. yine de atv yolu üzerinde güzel köylü çocukları, sakinliği ve sessizliği ile lac rose en az bir kere görülmesi gereken bir yer senegal'de. lac rose ile birleştirebileceğiniz bandia ise farklı ülkelerden getirilen hayvanlarla sonradan oluşturulmuş bir milli park. özellikle zürafaları doğal hayatlarında görmek bizim gibi alışık olmayan insanlar için güzel bir deneyim oldu. güzel de bir kafesi olan bandia'yı da kesinlikle tavsiye ederim.

    dakar dışında suya girmek istiyorum derseniz, seçenek olarak saly, somone çıkıyor karşınıza. senegalli yerleşiklerin yazlıkları genelde bu iki bölgede, ki bölge demişken, birbirlerine çok yakınlar. saly daha meşhur ve daha tesisleşmiş olanı diyebilirim. somone ise bence saly'den daha güzel, daha az el değmiş ve değişik bir doğal güzelliği bulunan yer. okyanusun bağlandığı küçük bir lagun, okyanustaki suyun yükselme/alçalmasına bağlı olarak ya okyanustan laguna ya da lagundan okyanusa akan bir geçide sahip olan somone'un bu doğal güzelliğiyle beni etkilediğini söyleyebilirim. isterseniz okyanusta sörf yapabilir, isterseniz sakin lagunda yüzebilirsiniz. ya da arada kalıp, doğal masaj etkisi yaşayabilirsiniz. somone ve saly'de air bnb'den bulabileceğiniz birçok ev de mevcut. bu evler havuzlu büyük villalar da olabiliyor. dolayısıyla bir arkadaş grubuyla gidiyorsanız, böyle bir ev kiralamak oldukça eğlenceli olabilir.

    son olarak caz festivaliyle de meşhur, eski bir koloni şehri saint louis. dakar'dan yukarıya bir rota çizerseniz, tek seferde, iki gece kalmalı, lac rose, lompoul ve saint louis yapabilirsiniz ki bence yeterli. caz festivali zamanı görmedim ancak saint louis beklentimin altında kaldı diyebilirim. gelişmemiş ülkelerin (ki bu anlamda türkiye'yi de bu kategoriye ekleyebiliriz bence) kültürel anlamda en büyük sorunlarından biri, sahip çıkmıyor olmaları bence. temiz bakılsa, ilgilenilse, restore edilebilse çok daha tatlı olabilecek şehir, bakımsızlıktan potansiyelinin altında kalıyor. ki bunun üzerine adım başı yolunuzu kesen satıcıları eklerseniz gerçekten durum içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor. caz festivali zamanı çok daha renkli olabilir.

    işbu entry ufak tefek ekleme çıkarmalarla kendini güncellemeye devam edecektir.
  • 7 ay geçirdiğim ülke.

    afrika'da tarihinde başarılı darbe gerçekleşmemiş bir kaç ülkeden biri.

    burada her türlü çelişki mevcut. bir yanda sabaha kadar devam eden partiler, lüks disco-barlar, fransız restoranları, zenginleşmiş lübnan'lılar , okumaya gelen fas'lı gençler bir yanda sefaletin hüküm sürdüğü gettolar. bir tane lüks mekan görmedim ki siyahi bir insan sahibi olsun. arabaların yüzde 80'i fransız. zengin beyazlar güzel siyahi kızlarla takılıyorlar. cumhurbaşkanı açıklamaları fransızca yapıyor. ürünlerin,marketlerin ve ürünlerin yüzde 60-70'i fransız gerisi türk,fas,ispanya kökenli. yani özetle sömürü hala devam ediyor bu ülkede. eğlenmek isteyen ve parası olana şaşırtıcı olanaklar sunarken, bir yanda kendinizi sorgulatan ilginç bir yer burası. halk volofça konuşuyor. ama hemen hepsi fransızcayı da ana dili gibi biliyor.

    bayfal denilen bir tarikat ve müritleri bulunuyor. halkın yüzde 90'ı müslüman. radikallikle yakından uzaktan alakaları olmadığı gibi inanılmaz iyi ve anlayışlı insanlar bunlar. bayfal tarikatının müritleri namaz kılmak yerine fakirlere ve üyelere yardım için hayatlarını adıyorlar. bu ülkede kimse kimseye karışmıyor.

    eğitim sistemleri bizden iyi (evet burada da). örneğin sadece lisede ingilizce eğitimi almış bir senegalli formen ,bizim 12 yıl ingilizce eğitimi almış mühendisimizden daha iyi ingilizce konuşabiliyor.

    özetle ülkenin bir ucundan bir ucuna kadar gezmiş biri olarak parası olana bir çok imkan tanıyan parası olmayanı ise gettolara hapseden, fakir ama her daim mutlu, güzel insanların ülkesidir diyebilirim senegal için.

    sizi hep iyi hatırlayacağım dostlar.
  • fransa'nın yıllarca sömürdüğü ülkedir. aynı zamanda 2002 dünya kupasında fransa'yı eleyerek çoğu insanı manasız bir sevince boğan futbol milli takımına sahiptir.
  • batı afrika'nın en önemli ülkesidir. nijerya ve fildişi'ni batı afrika saymazsanız. nüfusu 12 milyon civarı. dakar başkenti, limanı, herşeyi. afrika'daki en önemli limanlardan biri. hinterlandı mali, burkina ve nijer. dakar'dan bamako'ya yük treni var ama ne zaman kalkacak dediğinizde dolduğu zaman cevabını alıyorsunuz.

    senegal'in yaklaşık beşte biri dakar'da yaşar. dakar dışında en önemli şehirler touba (bildiğimiz tuğba), kaolack, saint louis, thies (çes diye okunuyor), ziguinchor.

    öncelikle şunu söyleyeyim ki ülkede fransızca eğitim dili. yani okula giden herkes fransızca konuşuyor. ama ülkedeki yerel dillerden wolof resmi dil. ama okullarda wolofça eğitim yok.

    wolof dilinde "thi" "ç" sesine, "di" "c" sesine denk geliyor. yani diop soyadı cop, thiam soyadı da çam diye okunuyor. dieredief cerecef diye okunup teşekkür ederim demek olurken, diarawlak caravlak diye okunmakta ve elinize sağlık anlamına geliyor.

    senegal'deki en önemli sosyolojik gerçek buranın afrika olduğu gerçeğidir. bu nedenle ne buradaki islam bizim islam'a benzer, ne toplumsal yapı, ne kadın erkek ilişkileri benzer.

    türkiye'den buraya gelen safdiller iyi niyetle biz müslümanız diye burada özel bir muamele göreceklerini sanır genelde. işte tikacılar olsun, diyanetçiler olsun, cemaatçiler olsun önce bu acı gerçekle tanışır. burası ayrı bir dünyadır; dünya algısı, islam algısı, cinsellik algısı bizdekinden farklıdır. önce bunu kabul etmek gerekir. wishful thinking yapıp buraya gelince kafası karışan çok türk var.

    senegal'de çoğu sahraaltı afrika ülkesinde olduğu gibi tarikatler çok önemlidir. hayatın içindedir. burada toplumun neredeyse yüzde doksanı bir tarikate mensuptur. en büyüğü senegal menşeli müridi tarikatidir. mouride deniyor burada. halkın neredeyse yarısı müridi. 19. yüzyılda şeyh amadou (ahmet) bamba tarafından kurulmuş ve amacı bir yandan senegal'de islam'ı yaymak bir yandan da fransız kolonyalizminin yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmakmış. bu nedenle dakar'dan 200 km mesafede touba diye bir şehir kurmuş. rüyasında görmüş diyorlar. bu şehre hristiyan giremiyor. ayrıca şehirde fransızca eğitim yok. bilenler fasih arapça biliyor. şeyhin yeğeni sadece arapça biliyordu mesela.

    müridiler senegal'de ticarette ve diğer çoğu alanda faal. burada minibüslerin üzerinde touba borom, khadim touba vs gibi yazılar görürsünüz. bunlar hep müridilere ait araçlardır. ayrıca arabalarının arka camına filan amadou bamba'nın bir fotoğrafını asarlar. aslında bu şahsın tek bir fotosu var. o da yüzü yarı örtülü. ama burada göre göre alışıyorsunuz.

    müridi şeyhi ve ailesi touba'da mukim. ama her yerde takipçileri var. eski cumhurbaşkanı abdoulaye wade da müridi idi. hatta göreve başlayınca gelip şeyhinin elini öpmüş. şimdi ankara'da görevli senegal büyükelçisi de merhum şeyhin kardeşi.

    müridilerden ayrı olarak bir de ticaniler var. bunlar fas kökenli ama çok yaygınlar. merkezleri tivaouane şehri.

    kadiriler ve layenne denen diğer tarikatler de mevcut.
  • expat nüfusu bol bir yerdir. tabii senegal'de çok batılı vardır. 30 bin kadar olduğu söyleniyor. bir de lübnanlı ve faslılar var. işte son yıllarda çinlisi hintlisi de gelmiş. 200 de türk var. 3 türk hapiste yatıyor. biri uyuşturucu kaçakçılığından diğer ikisi de eski cumhurbaşkanının oğlunu dolandırmaktan.

    avrupalı çoktur burada çünkü dakar fransız batı afrikası'nın başkentiydi. liman var, ticaret var, deniz var. batılı gidip bamako'da mı yaşasın?

    ama dakar dışında pek expat yoktur. zaten dakar dışı senegal tam sahraaltı afrikadır.

    expatlar hep akşamüstü kordonboyunda spor/yürüyüş yaparken ve akşamları lüks ve kalburüstü mekanları doldururken görülür. büyük pahalı arabalara biner, gururlu bir şekilde fakir fukaranın arasında dolaşır. le parcours denen yerden alışverişini yapar gene dev gibi arabasına atlayıp gider. senegalliler bunlara toubib der.
  • iddia ediyorum, sokaklarında en çok beyaz görebileceğiniz ülke burasıdır sahraaltı afrika'da. yanlış anlaşılmasın, ayrımcılık değil derdim de, özellikle yoğun lübnanlı ve fransız nüfusu nedeniyle etrafta çok fazla beyaz var ve bu halk tarafından da kanıksanmış. misal bamako sokaklarında şöyle on dakika yürüdüğünüzde -ki itiraf edeyim, göt istiyor o on dakika bile- hem çok sayıda tehditkar bakış, hem de bir o kadar sevgi dolu tepki -el sallayanlar, selam verenler- alırken, dakar'da istediğiniz kadar gezin durun, kimsenin umurunda bile olmuyorsunuz.
  • yok sayılabilecek üretimi ve yüzde yüze yakın dışa bağımlılığıyla büyük bir ticaret potansiyeli varken, topu topu üç-beş türkün iş yaptığı batı afrika ülkesi.

    yıllar sonra gelen "bok yemişim" editi: yine atıp tutmuşum gelmeden görmeden, affola. doğrudur, ithalatın yine ciddi payı var ama sahraaltı afrika'nın üretim anlamında belki de en gelişmiş ülkesi burası. avrupa'ya ciddi anlamda bağlı oldukları için avrupa'daki ekonomik krizden dolayı bir durgunluk sözkonusu olsa da, büyük üretim yatırımları var diğer bölge ülkelerine kıyasla. türklerin iş yapması konusuna da gelirsek, artık burası öyle çok büyük fırsatların olduğu balta girmemiş bir afrika ülkesi değil de, belini doğrultmuş, edebinizle gelip usul usul iş yapabileceğiniz bir ülke haline gelmiş, bizim avcılar pek sevmez böyle yerleri.
  • ana dilleri fransizca ve vollof (wollof diye yaziliyor da olabilir) olan ulke.. hicbir lisan veya lehce ile dalga gecmeyi sevmeyen birisi olmama ragmen bu vollof'u ilk duydugumda, cocuklugumda cizgi filmini cok severek izledigim bay merakli geldi aklima.. bagirarak konusulan ve arka arkaya gelen kelimelerin ardindan bir kahkaha kopmasiyla devam eden bir lisan bu vollof, cunku ben "abaragandi ppuffffffff hahahahahahaha" dan baska bisey anlamadim 1 hafta boyunca..

    senegalli bir grupla 1 haftami gecirdikten sonra artik hazirim bay merakliyi tekrar izlemeye, bu sefer kesin umutluyum anlarim diye dusunuyorum.. cok gelistirdim vollofumu.. yalniz 1 hafta boyunca sizin dilde cok guzel mirildaniliyo yolda yururken dedim, yapar misiniz diye de rica ettim, malesef yapmadilar.. neyse canim saglik olsun..
hesabın var mı? giriş yap