• “it's like a piece of tape that you rip off and try to reapply. it might stick but it's never going to be like the first time.”
  • yakin iliskilerimizi, ki romantik olup olmamasi da cok onemli degil, analiz edip kendimize cok cok yakindan bakabilmemizi saglayacak harika bir yapim.

    biliyorum su an icin mira'yi anlamak hepimiz icin cok zor, sectigi yontemler elbette sagliksiz sayilabilecek duzeyde. jonathan'in sakinligi, tatliligi, ailesine adanmisligi, kendini ifade etmedeki gucu, duygu ifadeleri ve gucsuzlugunu, ihtiyaclarini korkusuzca anlatabilmesinin yaninda mira bir cadiymis gibi geliyor bize. kadini bir kere anne olduktan sonra annelikten ayiramadan degerlendirmeye dayanan toplumsal kabuller de isimizi oldukca zorlastiriyor. ancak onun da gecmisi anlatilacak bence, onu da anlamaya yakinsayacagimiza eminim, sabirli olmakta fayda var.

    diyaloglar efsane zaten ama 3. bolumdekiler bir baska guzel.
    ikinci bolumde mira'nin acisina bolca sahitlik etmistik, 3. bolum jonathan'a adanmis:

    --- spoiler ---

    gorunuse gore, onun o donemdeki takinti derecesindeki mantikli dusunme hali, sadece yasadigi kaygilari telafi etmek icinmis. cunku babasinin yargilayici, siki ahlaki kurallari onu bir golde gibi takip etmis hep. ve o babasini tatmin etmek icin, babasinin standartlarini yakalamak icin cabalamis, ama basarisiz oldugunu dusunmus. kendiyle ilgili yeterince iyi degilim, yeterince ahlakli degilim, cok bencilim gibi kalici inanclar gelistirmis. ki bunlar onun yasadigi dunyada oldukca buyuk gunahlarmis.

    diger tarafta, babanin bu sert tarafiyla yuzlesmeye gucu yetmeyen zayif bir anne varmis. bu anne o kadar kaygiliymis ki, cocuk onun yaninda da kendisi gibi olamamis. yasadigi zorluklari, endiseleri hic paylasamamis cunku bunlar anneye fazla gelirmis, hatta kaygisi kimi zaman cocugununkini bile siddetlendirirmis.

    ve o kendi gercekliginin hic gorulmedigini anladiginda, kimse ona yardim edememis, yasadigi tum acilari, kaygilari icine attikca atmis, kimseciklere anlatamamis. ve bu bolunmusluk, kimseyle yakin iliski kuramamasina sebep olmus. cunku gostermedigi, kendine sakladigi, bir taraflari olmus hep.

    mira gelene dek. mira onu anlamis, bir parca o yalnizliktan cikiyormus gibi hissetmis, hayatinda ilk kez. ama o gittikten sonra farketmis ki, aslinda onunlayken de bir parcasi hic orada olmamis. bununla yasamanin mira icin ne kadar zor olabilecegini dusunmus. bunun, onu nasil gorulmemis ve yalniz hissettirmis olabilecegini fark etmis. ve bu farkindalik, terkedilmesiyle basa cikmasinda ona cok yardimci olmus. o andan sonra kendini bir felaketin kurbani gibi gormekten vazgecmeye baslamis.

    --- spoiler ---
  • dizi muhteşem başladı. bunu dışında merakı azaltmamak adına kısacık da olsa spoiler kısmına geçeyim.

    --- spoiler ---
    dizi her iki bölümde de bak bu dizi gördün mü, bunlar da kliket, yönetmen, sesçi vb.. diye gözümüze sokarak açılış yapmasına rağmen (ki aslında böyle yapması da diziyi kıymetli kılan unsurlardan..) o kadar içine çeken oyunculuklar ve diyaloglarla bezeli ki.. o kadar gerçek ki.. oyunculukları, senaryoyu görün, izleyin, bırakın sarssın, rahatsız etsin sizi dizi..
    --- spoiler ---
  • son zamanlarda izlediğim en iyi şeydi.

    sanki ben bir tiyatro salonundaki tek seyirciymişim, onlar sahnedeymiş ve ben de en ön sırada bütün sahnelerin içindeymişim gibiydi. bu kadar yoğun bir şey izleyeceğimi açıkcası tahmin etmemiştim başlarken. tüm diyalogları gözümü kırpmadan izledim desem yeridir herhalde.

    aslında çok şey anlatırım ama çok gerek olduğunu düşünmüyorum, zaten gayet iyi bahsedilmiş diğer entrylerde. bu başlığa gelip bakan birinin, bir şekilde izlemeye başlayacağını ve ilk bölümde devam edip etmeyeceğine karar vereceğini düşünüyorum o yüzden hiç pazarlamama gerek yok.

    tek söyleyebileceğim ödüllere doymasınlar inşallah :)

    not: bana “izle” diye ültimatom veren, sözlüğün en sevdiğim yazarına da sevgiler.
  • modern aşkın birçok farklı yönünü, evliliği, iki fucked up insanın birbirlerine olan aşkını ve ayrılıkların ne denli travmatik olduğunu sağlıklı bir aşka sahip sağlıklı insanların anlayamayacağı fucked up bir aşk hikayesi üstünden anlatan hbo dizisi. "jonathan, can't you see we're both just so fucked up?"

    --- spoiler ---

    dizide ebeveynlerin ve çocukluk travmalarının, çocukların gelecekteki ilişkilerinde ne denli büyük rol oynadığını gördük. mira, "you don't have that gene, don't get married" diyen 3 kez evlenip boşanmış annesine ve kendisine annesinin yanıldığını kanıtlamak istediği icin evlenmiş. iki karakter de kendi evliliklerinde ebeveynlerinin yaptıkları yanlışları yapmamak, onların yanlışlarını düzeltmeye çalışmak istemiş. kendi ebeveynleri gibi olmaktan ölesiye korkar ve bundan kaçınırken, olmaktan korktuklarına dönüşüp çocukluk travmalarını yeniden yaşayan insanlar olmuşlar. "you replay the traumas of your childhood"

    tam da bu noktada tüm hikayeyi 'hangi karakter haklı' üstünden okuyup 'team jonathan vs. team mira' olarak ayırmak/ayrılmak bence dizideki asıl noktayı, dizinin belki de asıl kahramanı olan çocukluk travmalarını, o travmaların hayatımıza ve ilişkilerimize olan etkisini kaçırmaya sebep olacaktır.

    --- spoiler ---

    dünyada hatrı sayılır sayıdaki ilişki ve evlilikler -çoğunlukla farkında olunmadan- ebeveynlerin kopyası ya da benzerleri ile yapılıyor.
    kişilikler birbirinden farklı da olsa, ebeveyn ile yaşanan duygusal deneyimler çok kötü de olsa seçimler yine o kopyalardan yana oluyor.
    aynı şekilde ebeveynin yaşadığı ve/veya ebeveyn ile yaşanan kötü deneyimler neticesinde varılan 'ben kendi ilişkimde/evliliğimde böyle olmayacağım' iddiası gerçek hayatta tam tersi şekli ile vuku buluyor.

    benim hem dizi hem de hayat ile ilgili yapacağım tanım: childhood trauma is a bitch and follows you around where ever the fuck you go
  • snl parodisini yapmış. rami malek ve heidi gardner başrollerde. çok beğendiğim yapımın parodisi de güzel olmuş.tık 'just get a divorce ;) `
  • ısrarlı tavsiyeler sonrasında bugün amerikan dizi versiyonunun ilk bölümünü seyrettim. aslında niyetim ingmar bergman'ın filmini izlemekti ama diziye ulaşması daha kolay oldu, filmi sonraya bıraktım.
    en başta dizide michelle williams'ın oynamamasına mutlu oldum. kendinden sıkıntılı ve insanı strese sokan sahnelerde, onu izlemek işkence gibi olurdu sanırım. şimdiye kadar sayısız filmini izledim, güzel filmlerde de oynuyor belli ki beğenilen bir aktris ama bir sebeple oyunculuğunu çok itici buluyorum. bir de buradaki rolü benzeri o kadar rol canlandırdı ki, sanki yapımcıların aklına hemen o geliyor. bu anlamda jessica chastain ile devam edilmesinden ötürü daha mutluyum. oscar isaac de koca rolü için çok isabetli bir seçim olmuş. oyunculuğunu da beğendim.
    dizinin konusuna gelirsek arkadaşımın neden ısrarla önerdiğini çok iyi anlayabiliyorum. uzun süreli bir evlilik, anlayışlı bir eş, zorlu bir kariyer, eş zamanlı yürütülmeye çalışılan annelik sorumlulukları... kadınla ortak yönlerimiz o kadar fazla ki. belki izlemesini zor yapan da buydu.
    sürekli kontrol ettiği telefonu, saklamaya çalıştığı duyguları ve iç karışıklığı, sorulara verdiği cevaplarda zorlanması ve sürekli düşünceli hali. işte başlıyoruz dedim. sanki sonunu bildiğim bir olayı konu eden bir filmi izliyormuşum gibi hissettim. hani apollo 13 filmini izler gibi, biliyorsunuz ki roket patlayacak.
    dizinin ilk bölümü genelde iç sıkıntısı ile geçse de bazı bölümleri öngörmek ve arkasındaki ruh halini okuyabilmek güzeldi

    spoiler

    kadın erkek rollerindeki değişim, yani kadının erkekten daha başarılı olma durumunu anlatırken, adamın hep detaylı açıklama yapmak zorunda hissetmesi, kadının da bu savunma durumundan hoşlanmaması tanıdıktı. işin doğrusu bu hep böyledir. ilişkide karşılıklı kabullenilmiş sorumluluklar da olsa, yani bir tarafın diğerine göre daha ağır bastığı, bir tarafın alttan aldığı ama ortak müşterekte buluşulduğu "düşünülen".
    işte bu noktada o anlaşma hiçbir zaman "ölüm bizi ayırana kadar" devam etmez. evlilikteki o anlaşma, konsensüs, mutabakat, adına ne derseniz deyin, defalarca önünüze gelir, her fırsatta sorgulanır, damgası kırılır maddelerin üzerinden tekrar geçilir. bunu iyi veya kötü anlamda söylemiyorum ama bazen bu dönüp dolaşıp tekrar öne gelme durumu çok yorucu olur. ben bunu zamanla kayayı oyan su damlalarına benzetiyorum. bazı şeylerden rahatsız olduğunuzda ama "menfi" tarafta olduğunuz için alttan aldığınızda o problem yok olmuyor. evliliğimde her zaman bu damlaları hissettiğimde cesur bir şekilde konuşulmasından yana oldum. isterse 15 senelik bir konu olsun, yeri geldiğinde ilk günkü merakınızla o konuyu sorgulamazsanız, o su hep damlıyordu zaten derseniz. olmuyor. evet bir terapi seansı da yapmıyorsunuz ama duygularınızdan açıklıkla bahsetmek, araba sağa sola çekince yapmanız gerektiğini hissettiğiniz rot balans ayarı gibi oluyor.
    ikinci ilginç bölüm, diğer çiftle yedikleri yemek. ah bu o kadar zamandır kafamı kurcalayan bir konu ki. yani kendimi gerçekten kötü hissettiğim, kötü bir insan gibi hissettiğim bir durum. biz de ne zaman sorunlu bir çiftle yemek yesek, veya ben sorunlu bir ilişkisi olan arkadaşımla uzun süre konuşsam... evet biliyorum ayıp ama insanca bir duygu. eve geldiğimizde, daha mutlu, birbirimize karşı daha anlayışlı oluruz. başkalarının mutsuzluğu üzerinden mutlu olmak. bana çok ayıp geliyor ve kabul edemiyorum. ama bunu o kadar çok kere deneyimledim ki, artık bu durumdan utanmayı bıraktım ve kabul ettim. insanca bir durum diyorum. dizide de çiftin kavgası sonrasında lavabodaki muhabbet, tam olarak bunun örneğiydi ve acıklıydı.
    son ilginç bölüm ise, adamın kürtaj için alındıkları odada, kadının yanında duramadığı zamandı. ağır duyguların olduğu zamanlarda, insanın kendini gündelik ve otomatik uğraşlara vermesi, düşünmemek için, yüzleşmemek için kaçması... kadının adamı telkin çabaları ve aslında çok kısa bir an için, içinde kopan fırtınaları susturup, destekleyici bir moda geçmesi. tabii ki uzun sürmüyor ve sonrasında bir yalnızlık ihtiyacını da getiriyor.

    dizinin devamını az çok tahmin ediyorum. izlemesi zor olacak ama insan ve ilişki psikolojisinin dinamiklerini düşünmek ve konuşmak adına, katlanılması gereken bir bedel bu. her şey günübirlik ve bizim dışımızdaki sürreal dünyadan ibaret değil. bazen bazı damgaları kırıp üzerinden tekrar geçmek gerekiyor. acı verse de.
  • 2021 abd versiyonunda 2. bölümün özeti:

    kadın ve eşi konuşmaktadır, kadının canı sıkkındır.

    --- spoiler ---
    kadın: şirketin partisinde yahudi bir gençle tanıştım. kokoyu çektik, sonra bir bakmışım benim odadan 2 gün çıkmamışız. millete ve sana hastayım dedim, o ara başka bir sünnetli nasıl oluyormuş ona bakıyordum (koca da yahudi).

    yarın şirketin işleri için o israilli ile beraber 3 aylığına israil'e gidiyorum (yalan 3 ay boyunca dolve vita), çocuk sana emanet, sen düyanın en iyi babasının.

    erkek: biz bu işi aşarız, yapma böyle. olmadı valizini toplamana yardım edeyim.
    --- spoiler ---

    oscar isaac ve jessica chastain gene güzel oynamış. liv ullmann ve erland josephson'a selam olsun.

    edit:
    -----
    ikinci bölüm özelinde orijinal hikayede adam aşığı ile paris'e gidecektir, konuşmalar bir akşam öncesinde olur. abd versiyonunda kadın aşığı ile israil'e gidecektir.

    şunu da hatırlatmadan geçmeyeyim ki aslında bizde de öyledir. orjinalinde erkek bir yerde şöyle bir söz söyler. (inşallah abd versiyonunda da olur, olursa sanırım bunu bize jessica chastain söyleyecek:

    - bize anatomiyi, tarımı ve hipotenüsün karesi dik kenarların karelerinin toplamına eşittir gibi bir sürü şey öğrettiler ama aslına bakarsan bizler duygusal açıdan cahiliz. insan ruhuna dair hiçbir şey öğretmediler.

    ---
    sünnet mevzusu karışmış. (bkz: kunduramin akisina olurum turkiyem) sağolasın.
  • sinema dehası ingmar bergmanin aynı adli eserinden uyarlama harikulade bir hbo mini dizisi...

    bes bolumu bes gun boyunca uyumadan once izlersin. bolum kapanislarinin sekans ve muzigin de etkisiyle yarattigi hafifleme hissi ile karisik o duygu yogunlugu uykuya kapilmani zorlastirir. ozunde insani kendi dunyasindan uzaklastiran her seyi seversin. o dunyevi garip akista, bir cocugun solugu tukenircesine kahkahasina, hic tanimadigin birinin kendini tanimlayan yuruyusune, her sabah gizemli bir motivasyonla yatagimizdan bizi kaldiran o suregenlige tanik olusuna sasarsin. ve bunlar gibi sayisiz onemsiz an... sanki ilk kezmis gibi... kendine ne kadar odaklanirsan o kadar icsesine sagir kalir, ongorune lal olursun. dahasi yasadigini, koltugun kumasina dokunurken anlarsin. ancak bir baskasinin izinde, ulasilmaz olan yasamlarin aslinda ne kadar yakin olduguna sasirmis bir halde, kendini hatirlar, tanimlar, anlamasan da belki bir ihtimal sezersin.

    seninle biz sanki evliydik, basarisiz evliliklerden sanki birindeydik. peki kotu sonla biten orneklerden farkimiz neydi 'biz'im? bosanmak icin evraklara, avukatlara ve devlet onayina ihtiyacımız olmadi. artık biribirini taniyan olur olmaz kimseler, rastgele insanlardik... zaman doldu, herkes evine dondu.
  • hasta halimle 5 bölümünü de arka arkaya izlediğim, beni oldukça rahatsız eden mini dizi. diyalog üzerine kurulu dizi ve filmleri çok başka severim. bu dizide de ilmek ilmek işlenmiş diyaloglar. oscar isaac ve jessica chastain büyük oyunculuk göstermişler. isminin tam olarak karşılığını veriyor; bir evlilikten manzaralar izletiyor.

    --- spoiler ---

    mira o kadar tanıdık gelen bir karakter ki bana. böyle insanlardan çok var çevremizde. belli sorumluluklar altına girmek, aynı şeyleri yapmak, tek başına karar alıp yaşayamamak, sürekli aynı insanla olmak çok ağır geliyor. mira'nın da dizide sıkça söylediği gibi, prangalanmış hissediyorlar. böyle insanları ancak ve ancak istediği hayatı yaşadıktan sonra bir eve sokup daha stabil bir evlilik hayatına ikna edebilirsiniz.

    mira'nın jonathan'a ayrılmak istediğini söylediği ve asla eşinin konuşmasına ve ikna etmesine izin vermediği sahneyi hatırlayın. jonathan 1 hafta istemişti konuşmak için. mira evden koşarak uzaklaştı. çok kalp kırıcı bir sahneydi. çünkü kafasında o kadar fazla düşünmüş ki zincirlendiğini, o kadar fazla doldurmuş ki kendini, kendi doğrularına ters gelecek bir şeyin aklını karıştırabileceğini biliyor, o sebeple de koşarak uzaklaşıyordu evinden. sonraki süreçte; istediği hayatı yaşadı, işinden oldu, bir hevesle başladığı yeni ilişkisinin yalnızca heves ile gittiğini gördü, o da bitti, geri dönmek için yalvardı, olmadı yine kendi ayakları üzerinde durmaya devam etti.

    mira'nın yüzleştiği zorluklardan sonra jonathan'a koşması ve yalvarması sürpriz değil. çünkü jonathan stabil, güvenli, sorunsuz bir yuva demek. jonathan seni bulutların üzerinde uçurmaz ama senin canını da yakmaz. ancak bunları hep kendi doğrularına göre yorumluyor mira. jonathan'ın hisleri, düşünceleri onun hiçbir zaman önceliği değildi. o sadece kendi istediği hayatı yaşamak istiyordu. bunun için aldatan, terk eden, sonra da dönmek için gururunu altına ayaklar altına alan kişi olması hiç önemli değil. geri dönmek için yalvardığı sahnede jonathan ona şunu sordu; "hiç utanmıyor musun bunları söylediğin için?". mira da "hayatımda hiç bu kadar utanmamıştım" diye yanıt vermişti. ama bu kadar utancı onu yalvarmaktan alı koymadı. "artık gelecek hiç umrumda değil" dediğinde de o anki hisleriyle yine istediği hayatı yaşamaktan başka bir şey yapmıyordu. o an onu istiyordu ve o olmalıydı.

    jonathan ise birtakım ahlaki ve dini prensipleri olan, tek eşli, eşini çok seven, günümüz cinsiyet dogmalarına takılmayarak çocuğuna bakan ideal bir baba görüntüsü. ancak o da kendi düşüncelerine o kadar kaptırmış ki kendini, eşinin mutsuzluğunu göremeyecek kadar körleşmiş. üstelik mira'nın birkaç sözünden de anlıyoruz ki mira'yı da azar azar kendi istediği yaşam tarzına yaklaştırmış. mira'nın "seninle sevişmek istediğimde bana çok büyük hata yapıyormuşum gibi hissettiriyordun" sözü var mesela ilk aklıma gelen. jonahtan da mira'nın hissettiklerini anlamaya çalışmamış, çalışmadığı için de görmemiş ve görmediği için de mira'nın mutsuzluğunu fark etmemiş. mira'nın evden ayrılmadan hemen önce söylediği "fark etmedin mi gerçekten?" sorusu ve ayrıldıktan sonra arkadaşlarının "fark edersin sanmıştık" sözleri zaten olayın vahametini gösteriyor.

    bu kadar beklenmedik bir ayrılık herkes için çok zor ve yıkıcı olurdu. jonathan, mira ile dertleştikleri sahnelerde bence bunu çok güzel ifade ediyor; "ölmeni bile istemiştim"... aldığı psikolojik tedavi ile üstesinden geliyor hem mira'nın hem de o yıkımın. daha sonrasında dönüştüğü adam da sürpriz değildi benim için. çünkü bu kadar her şeyi düzgün yapmaya çalışmak pek de bir mutluluk getirmiyor. onu bu hayatta çocuk sahibi olmak ve büyütmek iyi hissettiriyorken o da gidip tekrar onu yapıyor. ama kendisinin de dediği gibi başka biriyle birlikte olabilir, çocuk da yapabilir o kişiden ama mira'yı sevdiği gibi hiçbirini sevemez. bu ne yazık ki ölene kadar insanın içinden çıkmayacak bir his. gerçekten aşık olduğunuz insan sizi yıksa da parçalasa da diri diri mezara da koysa hiçkimseyi onun kadar sevemezsiniz.

    bu diziden çıkarılacak şeylerden biri de evli bile olsanız asla kartlarınızı bu kadar açık oynamamak. kendinizi karşınızdakine bu kadar teslim etmemek. cinsiyet hiç fark etmez. bir ilişkide zayıf ve çaresiz olanın siz olmadığının bilinmesi gerekiyor. aksi halde karşıdaki insanın size bakışı zaman içerisinde değişiyor, olumsuz anlamda.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap