aynı isimde "savaş ve barış (tiyatro oyunu)" başlığı da var
  • "sakin, fırtınasız zamanlarda her yöneticiye, yönettikleri halk sadece kendi çabalarıyla hayatını devam ettiriyormuş gibi gelir ve böyle olduğunu düşünen her yönetici ister istemez bunun kendi çabalarının ve emeğinin başlıca ödülü olduğunu hisseder. tarih denizi sakin olduğu müddetçe, dayanıksız kayığıyla ilerlerken, kayığına bağlı halk gemisini de götüren her vali/yöneticiye, gemiyi kendi çabaları hareket ettiriyormuş gibi gelmesi anlaşılır bir şeydir. ama fırtına çıktığı, deniz kabardığı ve gemi kendi kendine hareket etmeye başladığı anda bu yanılgının devam etmesi imkânsız hale gelir. gemi kendi büyük salınımlarıyla hareket eder, gemiyi götüren kayık artık onu yönlendiremez ve vali bir anda yöneten konumunu, gücünün kaynağını kaybeder; değersiz, faydasız, kuvvetsiz bir insan durumuna düşer." *

    bu satırlar bana son günlerde izlediğimiz hatta bizzat içinde bulunduğumuz bir manzarayı çağrıştırıyor...
  • baskan baristan soz ediyor
    demek ki savas cikacak yakinda.

    savasi lanetliyor bay baskan
    demek ki basladi seferberlik (bkz: brecht)
  • ilk 20 sayfasında 20den fazla karakterin ve 20üssü20 tane detay barındıran bir salonun anlatıldığı, 21. sayfaya gelmenin 20 kez okuyarak bile başarılmasının güç olduğu, klasik tolstoy romanıdır.

    edit: imla
  • tolstoy'un akıllara durgunluk veren, kaleme alınması 7 yıl süren romanı. her ne kadar çeviri okumanın asıl zevkini veremeyeceğini düşünsem de, çevirisinden dahi çok büyük keyif aldığım; bitmesin diye okumaya kıyamadığım kitap. napolyon'un ortalığı kasıp kavurduğu zamanları anlatan roman, soylu rus ailelerinin hayatlarından kesitler sunmaktadır. dünyada benden başka kimsenin başına gelmez diyebileceğiniz olayların kitapta anlatıldığını görünce okumaktan daha fazla haz alıyorsunuz. okurken tolstoy'un rus milliyetçiliği hakkında fikirler de edinmek gayet mümkündür. biz kendi atalarımızı pek övmeyi başaramasak da, edebi dili buna müsade eden insanlar kendi milletleri için gereken özeni nasıl gösteriyor sorusunun cevabı kitapta mevcut. özellikle borodino savaşının anlatımı sırasında kitaptan alınan haz maksimum seviyeye çıkıyor. öyle sıra dışı, öyle güzel betimlemeler okuyorsunuz ki yazarına saygınız artıyor. insanlık tarihinde büyük etkisi olan o yılların ilgili milletler nezdinde öğrenilmesi ve dünyanın her yerinde işlerin araya adam sokmayla yürüdüğü yargısına varılması için belleğe alınması gereken bir kitaptır.
  • insanlığın tek ortak hafızası savaşlar.
    barış hep cılız kalmış. bunun sebebi kiminin zaferlerini, çoğunun ölülerini yüceltiyor olması. savaşla barış arasındaki kısır döngü önceden hep yorgunluktandı. şimdi modern dünyanın yorulmayan savaş enstrümanları var, barış çok daha cılız...
  • dar bir kanaldan, bir kan havuzuna doğuyor insan evladı. ben yumurtadan çıkmayı dilerdim ama olmuyor öyle. kolay şey de değil hani. bir çoğumuzun kan görünce midesi bulanır, başı döner falan. belki de bu yüzden hafızamız reddediyor o anıları. nerede kan görsek sırtımızı döner olduk. belki bu yüzdendir batıya yüzümüz, doğuya sırtımız dönük yaşamamız. haklıyız bir yerde; kan tutuyor bizi.

    ölmek ve öldürmek kavramları hayatımızın tam orta yerinde bir arpa büyüklüğünde duruyor. sokakta görsek yönümzü değiştireceğimiz cinsten tanıdıklarımız olmuşlar. kimi ülkelerde insanlar "günaydın" diyor ölüme sabahları hatta, evine misafir ediyor. amerikalı bir filozof "varolma isteğinin getirisi olan bir içgüdüdür öldürmek" diyor. o derece ki sanayisi bile var yaşama içgüsünün. savunma ve silah sanayii, ellerine metaller tutuşturulmuş gladyatörlere çeviriyor bizi dünyanın sırtını döndüğü bir arenada. yaşamak için öldürmeliyiz... etobur yaratıklar olmamız gerekiyor, yeri geliyor oluyoruz da.

    basit yalanlara satılık bedenler arıyor kirli suratlar. yüksek rütbeli üniformalardaki her yıldız, yığın yığın insan cesedine denk düşüyor. düşlerimizi kiralıyoruz yeri geliyor. herkes bir şeyler söylüyor savaşlar hakkında ama bizim nesil yabancı. mahalle kavgalarından ötesini görmemişler. bu kavgaların mahali özelliklerden biraz daha yoksunu gerçi savaş dediğin şey. tek farkı sonunda polisin ya da askerin falan gelmemesi. başında geliyorlar çünkü. onlar gelmeden başlamıyor savaşlar.

    ’98 dünya güzelinin dünya barışı istediğini hatırlıyorum. fransız’dı sanırım. azra akın da istemişti dünya güzeli olduğunda... sonra dizilerde oynadı. fransız ne yaptı bilmiyorum. ama dünya barışı? olmadı o hala. dünya barışı, dünya güzeli seçilse ne dilerdi acaba? istemek de güzel barışı. ama bizimki istek değil, hasret olmuş artık...
  • "savaş", eski türkçe bir kelime olan ve "söz" manasına gelen "sav" kelimesinden türetilmiştir. birbirine "söz çarpmak" anlamına gelir.

    "barış" ise yine eski türkçe olan ve "gitmek" anlamında kullanılan "bar" kelimesinden türetilmiştir. "birlikte gitmek", "beraber yapmak" anlamlarına gelir.

    keşke kelimeleri anlamları gibi kullanabilsek. keşke savaşlar sadece söz çarpmak olsa ve bittiğinde de birlikte el ele gidebilsek...
  • --- spoiler ---

    insanda sadece iki hata kaynağı vardır. avarelik ve boş inanç. yalnız iki erdem vardır: eylem ve akıl.

    --- spoiler ---
  • ingiliz romancı somerset maugham'ın hakkında '' bu kadar geniş bir konu üzerinde ve tarihin bu kadar unutulmaz bir devrini içine alarak, bu kadar çok kahramanla işlenmiş böyle bir roman yazılmamıştır...'' dediği bir tolstoy klasiği. 36 yaşındayken yazmaya başlanan, altı yılda bitirilen ve yazarken savaşın yapıldığı yerleri yazarın inceden inceye gezip dolaştığı bir kitap olmuştur. emek...
  • savaş, eski oğuzca söylenişiyle sawaş, savmak yani def etmek, uzaklaştırmak kökünden gelir.* iki kişinin birbirini karşılıklı olarak kovmasıdır. (bkz: bu kasaba ikimize dar)

    barış ise barmak, şimdiki söylenişiyle varmak kökünden gelir.* var-ışmak iki kişinin bir araya gelmesi beraber yaşamayı öğrenmesidir. (bkz: dünya hepimize yeter)
    zaten rusçada da dünya ile barış aynı kelime imiş sanırsam (bkz: mir)

    son söz olarak (bkz: 7 abdal bir kilime sığar 2 sultan 7 iklime sığmaz)
hesabın var mı? giriş yap