aynı isimde "satranç (stefan zweig kitabı)" başlığı da var
  • satranç turnuvasında hakemim. sporculardan biri beni çağırıyor ve rakibim taşına dokundu ama başka hamle oynadı diyor. çocuğa soruyorum taşa dokundun mu evet diyor. hayır dese hiçbir şey olmayacak. ben olsam diyorum hayır derdim çünkü futbolla büyüdüm. kavgayla barbarlikla büyüdüm. aldatmaya yönelik hareketlerle büyüdüm kendini atmalarla büyüdüm. yıllarca onu izledim onu gördüm. algı operasyonlarıyla büyüdüm. kaosla büyüdüm. türkiye'de futbol izlemekten dolayı doğruların ne olduğunu unuttum ama bugün 12 yaşındaki bu çocuk bana hatırlattı. teşekkürler çocuk

    edit: çok soru geliyor. hakem dokundu dokunmadı pozisyonlarinda görmediği olaya karar baglayamaz. ikisi arasında hangi taşı oynayacagi ile ilgili ortak karar aldiriyoruz. genellikle 8 ve 14 yaş arasında bu problemler oluyor. açık kategoride kendileri oynuyor hakemlere ihtiyaçları yok, sadece sonuç alıyoruz :)
  • babam klasik anadolu gelenekleriyle yetişmiş sert mizaçlı biriydi 9 kardeşin en büyüğü, erken yaşta sorumluluk almış hayatın yükleri dibine kadar sırtında biri.

    çocuklarına duygularını belli etmeyen ama içinde sevgisini hissettiren bir yapısı vardı, ilkokul yıllarımdayken bir gün eve bir koli getirdi kolinin içinde can yayınlarına ait bir sürü kitap vardı, orhan veli’den dostoyevski’ye kadar o zaman anlam veremediğim bir çok kitap… aralarında satranç ile ilgili bir kitap daha vardı, o kadar güzel çizimlerle anlatılmıştı ki bir çocuk hayal gücünü kullanarak adeta kitabın içine rahatlıkla girebilirdi, taşları sevimli karakterlerle çizmişler mesela at diğer taşların üzerinden gülerek geçerken tepelerinde nal izleri bırakıyordu onlar da kafalarına basılmış olduğu için acıyla bakıyordu, kitabın içine öyle girerdim ki uykumda hepsi benim arkadaşım olmuştu adeta, satranç tahtasının üzerinde kendime ait bir hayal dünyasının içindeydim.

    babam zamanla kitaba olan ilgimi görünce bir gün eve satranç takımı getirdi, oynamayı öğrendiğimi biliyordu o işten gelince yemekten sonra akşamları oynamaya başladık tabi ben öğrenmeye hevesli çocuk halime her şeyi sünger gibi hızlı şekilde öğreniyordum, ilk zamanlar yenilen ben yaklaşık 1 ay sonra nerdeyse tüm oyunları kazanmaya başladım.

    bazen oynarken babam benim tehdit halinde olup yanlış hamle yaptığım zamanlarda gülerek tehdit ettiği taşının üstüne vurarak hamlemi geri almamı sağlardı ama ben bunu ona hiç yapmaz taşını hemen alırdım , oyun bittiğinde yenildiğini anladığında bana “ustasın” diyerek oyunları bitirirdi.

    çocuk aklımla üzülürdüm vicdan yapardım bana oyunu öğreten babam yenilgiyi kabullenip “ustasın” diyordu ama o babaydı sonuçta benim gözümde çok yukarılarda biriydi bunu demesi hep içimi acıtırdı dememeliydi, yenilmemeliydi, taşlarımı sormadan alabilirdi hiç birini yapmadı…

    ortaokula geçtikten sonra üç sene boyunca katıldığım bütün satranç turnuvalarında birinci oldum, liseye geçtikten sonra da ilk sene ikinci diğer iki sene de birinci oldum, oyunları oynarken kulağımda sürekli babamın bana “ustasın” dediğini duyuyordum bu beni öyle motive ediyordu ki turnuvalarda bir günde 6-7 kişiyi yendiğim oluyordu, hatta bir gün spor hocası oyun oynadığımız odaya girip gün boyu oyunları bizzat izledi , sürekli odaya başkaları girip çıkarken benim neden orada olduğuma şaşırmış hatta oyuncuları tehdit ettiğimi sanmış, oyunumu seyredince gün sonunda beni tebrik etti.

    aradan yıllar geçti şimdi ben arkadaşlarımın çocuklarına yeğenlerime oyunu öğretirken babamın o muhteşem tekniklerini aynı şekilde kullanıyorum, bana alçak gönüllü olmayı karşımdakinin iyi bir oyuncu olması durumunda yenilsem de tebrik etmenin ne kadar erdemli bir davranış olduğunu öyle güzel yollarla öğretti ki… hayatımda da uygulayabileceğim bir ders verdi adeta.

    şimdi 80’lerinin üzerinde ama zihni hala muhteşem, onları ziyarete gittiğimde turnuvada kazandığım satranç takımı ile oynuyoruz bazen ,ancak bu sefer oynadığımız oyunlarda ben de onun yaptığı şeyleri yaparak taşını almadan haber veriyorum, kazanmak için oynamıyoruz adeta.. bir baba ve oğulun yarattığı 64 kareden oluşan boyutu küçük ama derinliğinin büyük olduğu dünyamızda birbirimizi sonsuz bir mutluluğun içinde anlıyorduk artık, her oyunumuzda içimden ona büyük bir saygı ve sevgiyle tekrar ettiğim tek kelime vardı “ustamsın”

    edit: bir sürü harika insana dokunduğumu gördüm güzel mesajlarınız için teşekkür ederim,yazarken bir kaç kez gözlerim dolup ara verdiğim oldu, yetişkinlerin yaptığı doğru şeylerin bir çocuk için nasıl kıvılcıma döndüğüne bir örnek vermekti niyetim, anne veya baba olanlar veya ilerde olacaklara güzel bir ilham olduysa ne mutlu.

    kitabın fotosunu buldum görsel
  • eşimin oyunu kaybederken bütün hayvanlarım gitti dediği oyun.
  • ilerideki hamleleri görmenin en çok acemi oyuncularla yapılan maçlarda zor olduğu oyun. çünkü adamın kendisi de bilmiyor ne yapacağını.
  • çocuklara yasaklanması gereken spor/oyun.

    sene 2008. orta ikiyim daha o zamanlar. il genelinde yapılan okullararası satranç turnuvalarına her sene en iyi oyuncularını gönderiyor okulum.

    ben de okulun en iyi satranç oyuncularından biriyim ve haliyle katılıyorum turnuvaya, ancak turnuvada şansım pek yaver gitmiyor.

    öyle ki; daha ilk maçımda karşıma gelen kolay rakibi yeniyorum ve karşıma ilin en sağlam okullarından, bu turnuvada her sene ilk 10'a giren bir eleman çıkıyor.

    kendi kendime diyorum ki, "oğlum maku; ya çamura yatacaksın, ya da efendi gibi yenileceksin." hangi seçeneği seçeceğim baştan belli zaten, formalite icabı soruyorum soruyu.

    turnuva saatli, ortada dijital bir kum saati var, hamlesini yapan taraf saatin üzerindeki tuşa basıyor ve kum saati karşı tarafın aleyhine işlemeye başlıyor. süresi sıfırlanan taraf, oyun ne durumda olursa olsun kaybetmiş sayılıyor.

    buradan sonrası tam da tahmin ettiğiniz gibi oluyor evet, oyunun en hararetli yerindeyiz. rakibin iki hamlede matı var. çocuk hamlesini yapıyor ancak tuşa basmayı unutuyor, hızlı bir mat olacak onun için, heyecanlı. tabii bu benim gözlerimden kaçmıyor ve şeytani planımı uygulamaya başlıyorum.

    15 dakika süreyi oflaya puflaya, sanki üzerime gelen mattan kaçma yolları arıyormuş gibi manalı manalı düşünerek hiç ediyorum. performansım benim diyen oyunculara taş çıkaracak cinsten.

    süre sıfırlandığında saatin alarmı acı acı çalıyor, bu sırada ben elemanın suratındaki heyecanın silinip yerine far görmüş tavşan ifadesinin gelişini kare kare gözlemliyorum.

    hakem geliyor, durumu görüyor ve kazanan tarafı not alıp gidiyor.

    bense sanki çok büyük bir halt becermişçesine kalkıp muzaffer bir komutan edasıyla orayı terk ediyorum. ama o çocuğun suratındaki arkasından bıçaklanmış sezar ifadesini asla unutamıyorum.

    nitekim oynanan oyun ne olursa olsun kazanan yine kötüler oluyor. oyun bitince şahlar da, piyonlar da aynı kutuya konmuyor. (sonraki tur var daha)
  • öyle keyifli bir şey ki bu, halihazırda yeterince ciddi bir oyunken, resmi turnuvalarda çok daha sert, dişe diş mücadelelere meydan veren bir yapıya sahip. oyun zaten tahtanın başlangıç konumu gereği, soyut kusursuzluğun somuttaki izdüşümü gibi. tam bir zihinsel orgazm sebebi. evet orgazm.

    hayatımda çok sayıda turnuvaya katılmamış olsam da, katıldıklarımın tadı hep damağımda kaldı. son bilmem kaç aydır tekrardan satranca sarmış durumdayım. fakat covid belası yüzünden turnuvalar yapılamıyor, ben de haliyle katılamıyorum. lichess üzerinden tatmin olmaya çalışıyorum arada.

    yıl 2016, izmir'de çok sağlam oyuncuların katıldığı bir turnuva olacak. international masterlar, fide masterlar, national masterlar havada uçuşuyor. ben de 4-5 yaşında satrancı öğrenmiş birisiyim, ortalamanın ciddi üzerindeyim diye düşünüyorum, ama o vakitler pek fazla kitabi bilgim yok. daha çok doğaçlama oynuyorum. açılışlara çeşitleriyle ve detaylarıyla hakim değilim, bir kısmını biliyorum. e4 piyonuna karşılık c5 ile sicilya savunması yaparlarsa, hafiften düşünmeye başlıyorum mesela. kısacası mantığımla tekrardan açılışların kitabını yazmaya çalışıyorum. böyle bir tabloda amacım, esasen oyunun başlangıç kısmını hasarsız atlatmak oluyor. ancak ve ancak ondan sonra kendimi rakibimle nispeten eşit fırsatta görebiliyorum. o nedenle oyunun ilk 5-10 hamlesinde dahi fazlasıyla yavaş oynayan bir oyuncuyum. oyun ortası ve oyun sonu stratejilerine ise yine hakim sayılırım.

    neyse, sağlam bir özgüvenle katıldım ben bu turnuvaya. öncesinde de elimdeki kitaplardan bazı kombinezonlara çalıştım yaklaşık 2-3 hafta. karşıyaka'nın basketbol maçlarını yaptığı stadyumda yapılıyor turnuva. ambiyans güzel, her şey resmi, son derece ciddi. ilk gün 4 maç yapılacak toplamda. eşleştirmeler yapılıyor, maçlar oynanıyor. ilk 3 maçta 2 galibiyet, 1 de mağlubiyet almışım. dedim fena değil: "bugünü 4 te 3 ile kapatırsam, ertesi gün zirveye doğru ilerleme umudum olur."

    günün son eşleşmesi; bir kızla eşleştim. eşleşme tablosunda gördüğüm puanı fena değildi, 1700 küsur elo'su vardı sanıyorum. neyse maç zamanı geldi. hemen herkes yerini almış. ben de salon içinde masa numaramı arıyorum. buldum; simsiyah paltomu astım sandalyeye ve masaya bir havayla oturdum. kendimi garry kasparov gibi hissediyorum.*

    rakibim hala gelmemiş, ben ise masadaki bana ait notasyon kağıdına ismimi yazıyorum bir yandan. tam o esnada bir kız geldi masanın etrafına. küçücük. yemin ediyorum o kadar küçüktü ki, turnuvaya katılan babasının yanında dolaşıyor falan sandım. kız masaya oturdu birden, elini uzattı, "merhaba," dedi. bir an için "kayıp mı oldun," diyecektim. tabi orada çaktım olayı, rakibim bu ufaklıktı. ben de "merhaba," dedim. şaşırıyorum fakat içimden de "işim kolay," diyorum bir yandan. zirveye yaklaşma hayalindeyim. turnuva tecrübem de pek olmadığı için, bu yaştaki çocukların belli bir seviye üstünde maç çıkarmasına aşina değilim. kız ufacık ya, önemseyemiyorum, elimde değil.

    "kaç doğumlusun," diye sordum kendisine şirin bir ifadeyle. burnuna nanik nanik yapasım geldi o sırada, çok da tatlıydı. 2006 mı, 2007 mi ne dedi. vay amk dedim içimden. bir ihtimal 2004 gibi bir şey der diye bekliyordum. 9-10 yaşlarında lan kız. devamında iki kelam ettik. iki farklı özel hocası varmış satranç için. özel okulunda da ekstra eğitimler görüyormuş. ben ise "isterse 5 hocayla çalışsın, fark eder mi" kafasındayım hala. öte yandan kızı yeneceğimin fikri aklıma geldikçe, üzülür mü acaba diye düşünüyorum. hayatı satranç olmuş çünkü bu yaşta. kendisinin tavrından da fazla ciddiye aldığını hissedebiliyorum. ağlar mağlar, ne bileyim.

    maç saati geldi ve birbirimize başarılar dileyerek başladık. ben el sıkışırken bile hala masumane gülümsüyorum buna. küçücük çocuk değil mi sonuçta? yanaklarını sıkasım geliyor :)

    açılış aşamasını kusursuz oynadı, benim de bildiğim bir açılış varyantıydı. dolayısıyla ilk 10 hamlede denge bozulmadı. tamam dedim, bu çocuk full ezber, buradan sonra kopar bu. oyun ortasında oluşan karmaşık pozisyonları aklı almaz falan diyorum içimden asdlkasşklş.

    maç uzun sürüyor, epey çekişmeli. 60. hamlelere gelmişiz. salon çok büyük ölçüde boşalmış. hakemlerden 4-5 tanesi tepemizde bizi izlemeye koyulmuş artık. oyun sonundayız. hala "nasıl oldu da iyi bir pozisyonel konum elde edemedim" diye şaşırıyorum içimden.

    kız yendi lan beni. sıfır şaka. şok oldum. satrancın çarpık ve büyülü diliyle ilk defa böyle karşılaşmıştım. hava kararmış, sabah 8'de girdiğim spor salonundan, saat akşam 7'yi geçmiş bir şekilde ayrılıyordum. yağmur bastırmıştı. evim 10 dakika yürüme mesafesinde. yine geldiğim şekilde, yani yürüyerek dönecektim. çıkışta bir an için sağıma döndüm. kız da yan taraftan babasıyla çıkıyordu. babasının elinden tuttu. şemsiyelerini açtılar ve arabalarına doğru yürüdüler.

    dışardayım. yanıma şemsiye almamıştım. çaresizce yürümeye koyuldum. burnumdan yaşlar damlıyor, saçlarım dağılmış, neye uğradığımı şaşırmıştım. yoldan geçen araçların farları, varlığımı meydana çıkarmaya çalışırcasına keskindi. sokak lambaları, bulunduğum zemini dört bir yandan aydınlatmak için dikilmiş gibiydi. başım önde, çamur dolu lakalara basmama gayretiyle, hızlı adımlarla eve doğru ilerliyordum. neticede 2 saat öncesinde kasparov gibi oturduğum satranç masasından, yaklaşık 2 yıl boyunca uzak kaldım.*
  • ırkçı bir oyun. niye beyazlar başlıyo lan ilk ?
  • bu oyunu oynarken çeşitli sistemler geliştiren bazı tipler vardır: bütün piyonları ibnelik olsun diye tek tek çıkarak, oyunun felsefesinden kopup şekle önem veren iki hamle sonra mat edilecek tip. olaya veziri karıştırmazsa ölecek hastalığına yakalanan ve iki arada bir derede kalarak kalesini filini feda eden geleceği görmekten bihaber tip. kenarlardaki piyonları çıkarak daha oyunun başındayken kaleleri devreye sokan kadir kıymet bilmeyen tip. oyunun hemen başında rok yapabilmek için başı götü dağıtan, rok yaptığında ohh diye şöyle derin bir nefes alan, ağır savunma kurgusuyla oyunun içine eden tip. atlarıyla rakibin fillerini değişip "fil attan daha işe yarar oğlum" mesajı vermeye çalışan düşüncesiz ve ne yaptığını kendisi de bilmeyen tip. her piyonunu arkasında bir piyonla koruyup satranç tahtasını üçgen dantel şekline çeviren anne eli değmiş tip. ilk hamlelerinde çoban matı deneyen, baktı bu yemiyor deyip oyunu daha ciddiye alan, sıkıştığında şöyle bir alnının terini silen tip. her daim aklının ucunda bir adet piyonunu karşı kareye ulaştırarak vezir yapma hedefini gerçekleştirmeye çalışan tip. rakibinin elde avuçta hiçbir değerli taşı kalmadığında teker teker piyonlarını alıp, adeta rakibine çin işkencesi çektiren tip. şahın götünden bir adet filini ve bir adet piyonunu asla ve katiyen ayırmayan tip. mat olduğuna bir türlü inanamayıp defalarca çıkar yol arayan, bulamadığında derin bir kedere düşen tip.
  • kale-vezir ikileminde kalıyorsanız oyunu bırakmanızı tavsiye ederim.
  • bu oyunu iyi oynayanlar, mesela fide 2000 ve üstü reytingi olan insanlar, derece yapmak isteyen iddialı ve hırslı bir öğrencinin ders çalışması gibi hemen her gün çalışarak oralara geliyor. öyle zekiymiş, bilmem neymiş sökmüyor o seviyede. herkes zeki. açılış teorilerinden tut, oyun sonuna, taktiklere, pozisyonlara kadar oyunun her aşaması için aklınıza gelen tüm ayrıntılara çalışırlar. at-fil ikilisiyle oyun sonu oynamaktan tut, kale-piyon veya vezir-piyon oyun sonu kombinasyonlarına, açılış tuzaklarına kadar her şeye çalışırlar.

    bunlar da yetmez, her şeyden önce güçlü bir hafıza gerekir. en tepedeki büyükustalar tahtada gördükleri anlık bir konuma bakıp çocukken oynadıkları oyunları hamleleriyle hatırlayabiliyor. resmini çekmiş beyne koymuş, çekmeceyi açıp bakıyor yani. yüzlerce ve hatta binlerce oyunu hatırlayabilen oyuncular var. 15-20 hamleye kadar açılış ezberleyebilen, oynadığı oyunlardaki pozisyonları sonuçlarıyla birlikte hafızadan çağırabilen, uzamsal algısı gelişmiş, satranç tahtası üzerindeki konumu gördüğü an 3-5 hamle sonrasını kafada oynatabilen insanlar bunlar.

    benim anladığım kadarıyla işin tatsız yanı şu ki satranç çok küçük bir azınlığa hayatı idame ettirecek kadar kazandırıyor. geri kalanı emeğinin karşılığını çok zor alıyor. bu da işin az bilinen yanı. herkesin usta olmasına ve bu kadar emek vermesine gerek yok. nihayetinde her seviyede iyi vakit geçirmenin mümkün olduğu şahane bir oyun.
hesabın var mı? giriş yap