• 9 ay boyunca gidip gelip kaçamak yaptığım , kafa dağıttığım şehir.

    eufor görevi için gittiğim ve beni ailemden ayrı bırakan şehirdi uçaktan indiğimde , havaalanı dobrinja semtinde olduğundan ve o muhitte aslında sarajevo'nun esenleri-basmanesi-çinçini gibi bi statüsü olduğundan dolayı çok soğuk ve itici gelmişti. beni karşılayan timdeki arkadaşlarımla beklemeden travnik'e doğru yol aldık o gece. caddeler , sokaklar bomboştu, otobana (ülkedeki tek otobanmış bu arada otobandan kasıt 2 şeritli yol) çıktık, 40km sonra otoban bitti ve tek gidiş tek geliş yolda bir saat daha vakit geçirip 9 ay boyunca ikametim olacak o üç katlı dev villaya geldik.

    geldim gelmesine de , haftasonuna kadar aklımda tek yer vardı : sarajevo

    uğruna şarkılar yazılmış, savaş verilmiş, antlaşmalarda bile ikiye bölünmüş bir şehir nasıl bu kadar avam görünebilirdi?

    ilk haftasonumda çok da merkezi olmayan bir yerde pansiyon bularak otobüse atladığım gibi gittim. otogarda (karşıyaka'daki dolmuş durakları daha büyüktü) inip bomboş amaçsız yürümeye başladım sırtımda çantamla. tamamen sezgilerimle şehir merkezini bularak kahvaltı yapacak bi yer aramaya başladım, nasıl olduğunu bilmeden işte bu kare ile karşılaştım : eksiup

    yakınlarında metropolitan kafeye oturup bir americano ve çörek istedim, yeni uyanmış şehirde boş boş gezen insanları izleyerek kahvaltımı yaparken “yaşanır len aslında” diye düşündüm.

    herşeyi bir haftasonuna sığdırmama gerek yoktu ancak yine de o hafta köyüme (travnik) dönmeden önce en azından alija izzetbegoviç in mezarını, crime against humanity and genocide müzesini , tito'nun (bkz: josip broz tito) sönmeyen ateşini görmek istiyordum.

    haritalardan işaretleyerek tamamen rastgele yollardan ulaştım bilge kral'ın kabrine. ülkede çok sayıda olan ve aslında o gün karşılaştığım ilk mezarlığın ortasında tepe sayılabilecek bir konumda ve diğer kabirlerden tek farkı ise üzeri naçizane bir sundurma gibi yarı kapatılmış bir mezar yeriydi onunkisi. saygımı sunup geri döndüm. mezarlık tepede ve şehrin hayat olmayan muhitlerindeydi. aşağıya, şehir merkezine doğru inerken dar ve kıvrımlı sokakları tercih ettim her seferinde. nedendir bilinmez, askeri okulda okurken şehirde (izmir) kalan iki akrabamdan birinin (dedem) evine giderken üçyol'da inip karataş'a doğru sallanırken hissettiklerimi yaşadım o kısa sürede.
    bizden bir farkları yoktu çünkü. kenar mahallelerde sokak arasında aynı oyunları oynayan ilk bakışta “mahallenin piçleri” gibi görünen lakin iki üç dakika izleyince hepsinin yanaklarını sıkmak isteyeceğin çocuklar işte…
    nedenini bir sonraki durağımda anlayacaktım…

    insanlığa karşı işlenmiş suçlar ve soykırım müzesi, daha kapısında başladım insanlığımdan utanmaya, kendi cinsimden soğumaya. bir insan topluluğu bir diğerini neden inandığı “bana saçma gelse de” değerler uğruna öldürür ki? sadece öldürmek de denemez ya, neden sistematik bir şekilde, küçük düşürerek, saygısız ve gaddarca bunu neden yapar?

    neden kendimi “mahallemde” hissettim? çünkü çetnikler ve ustaşalar boşnakları öldürürken “türklere ölüm” diyorlardı. o insancıkların aslında kendilerine akrabalık ya da antropolojik olarak türklere olduğundan daha “yakın” olduklarını bile bile…

    müzeden ayrıldıktan sonra artık ufaktan şehre karışmam gerekiyordu. önce başçarşının yine bizim çoğu şehrimizde bulunan tarihi hanlarının ve bu hanlarda bulunana “made in china” dolu hatıra ve hediyeliklerinin bulunduğu sokaklarını , osmanlı miraslarını, her biri bir “pasha” ve “beg” olan camilerinin önlerinden geçerek biraz daha istiklal caddesini andıran bölgesine geldiğimde acıkmaya başladığımı hissettim.
    yurtdışına çıktığımda asla çiğnemediğim bir prensibimdir, asla ve asla “gyros, dürüm, kabab house” ve türevleri yerlere girip zaten 30 küsür senedir yediğim şeyleri yemem. bu yüzden haritaları açar, etrafımda nispeten yüksek tavsiye oranına sahip yerleri bulmaya çalışırım. yine öyle yaptım ve hayatımda yediğim en güzel sandviçleri ve bloody marry'yi yapan blind tiger'ı keşfettim. ve yine şanslıydım ki bu mekan eternal flame'e sırtınızı verdiğinizde 150 metre sonra sağınızda merkez bankasının sokağındaydı.

    eternal flame'de ise fotoğraf çekilen turistlerin yanı sora onlar gider gitmez tekrar ateşin başına üşüşüp ısınan ve sohbet eden mültecileri gördüm.

    tito'nun aslında ikinci cihan harbinde ne kadar önemli bir lider olduğunu, sovyetler ve batı arasında nasıl muazzam ancak kırılgan bir denge unsuru olduğunu ilk orada farkettim.

    görmek istediklerimin (en azından ilk gelişimde) yarısını görmüştüm. diğer yarısı ise eğlence ve gece hayatıydı…
    bu konu ise bambaşka ve upuzun bir girinin konusu olsun…

    edit:

    kahramanmaraş bölge köyleri için acil ihtiyaçlar: (bkz: #150531407)

    (bkz: #150083836)
  • bu şehrin ruhu var. sokaklarında yürürken yanıbaşınızda eşlik ettiğini hissediyorsunuz. olan biteni anlamlandırmanıza sessiz tanıklık ediyor. günler geçip eve döndükten sonra o farkındalık denen şeyin aslında ne olabileceğini. hala.
  • max richter'in de bu isimli bir (şah)eseri var ki şarkı demeye dilim varmıyor esasında. şarkıdan çok bir çığlık kendisi, önce olağanca gücüyle her yeri titreten,"duyun beni, yardım edin bana" diye feryat eden; ama sonunda mağlup olan, sesinin duyulmamasından ya da daha fenası, duyulup da kaale alınmamasından bitkin düşmüş, ümidini yitirmiş genç bir kadın çığlığı. avrupa'nın ortasında uzun süre görmezden gelinen savaş daha iyi nasıl betimlenebilirdi, bilemem. sanat diyordu geçenlerde radikal'e verdiği bir mülakatta ebru ceylan, kafa açan, tefekküre boğan iştir. bu müzik, bu çığlık, beni boğmak ne kelime tarumar ediyor her dinleyişte. yıllar yıllar evvel okuduğum, galiba yaşıtım da olan bosnalı küçük kız çocuğu zlata'nın günlüğü düşüyor aklıma, insanlıktan bir kez daha ümit kesiyorum.
    http://www.youtube.com/…9tkbqjifqpo&feature=related
  • sarajevo, ljubavi moja.

    ("sarajevo, a$kim benim" - bir bo$nak $arkisi)
  • halid beslic'in guzel bir parcasi. insanin bagira bagira eslik edesi ve saraybosnali olasi geliyor. sozleri:

    sarajevo, grade moj,
    njoj sam dao zivot svoj,
    "pozdravi mi majku staru,
    lijepu azru u beharu."

    nakarat:
    sarajevo, sarajevo,
    seher bosno volim te,
    lijepa azro, lijepa azro,
    svud po svijetu trazim te.

    nije meni grade moj,
    sto sam dao zivot njoj,
    "vec sto sanjam svjetla tvoja,
    sarajevo sreco moja."

    tuzan sam ti grade moj,
    kao onaj behar tvoj,
    "i dok tvoje grane lome,
    jos si drazi srcu mome."
  • "sarajevo grade moj..."

    harika bir halid beslic şarkısı.

    http://www.youtube.com/watch?v=chlbrm4zcq0
  • savatage dead winter dead albümünün ikinci parçası...

    in the town of sarajevo, there's an old medieval square
    there's a church aside one corner most believe was always there
    it was built a thousand years before any now were born
    and its glory was its belfry with its stones all gray...and worn
    now there's a gargoyle on that belfry and he's been up there for years
    and he has watched and he has pondered: "what is laughter, what are tears?"
    and he's never found his answers as he sees the years go by
    but he watches and he wonders with his stone unblinking eyes
  • enfes bir kultur shock sarkisi.
  • tarihi dokusundan,savaş sonrası yaşantılarından,türklere yaklaşımlarından,yemeklerinden etkilenmemek ne mümkün..anlatılacak hikayeleri çok ama bunu yaşayanlardan dinleyen biri olarak dile dökmek oldukca zor gelirdi.ziyaret edecek olanlara birkaç önerim olabilir sadece.

    nerede ne mi yenir?
    ferhadovic-cevapcici
    slasticarna dallas-tufahije veya trileçe ( ben tercihimi tufahijeden yana kullandım,es geçmeyin! mükemmeldi..)
    buregdzinica sac-adındanda anlaşıldığı üzere meşhur boşnak büreği. ( şunuda demeden geçemiycem ki çoğu türk annesi daha güzellerini yapıyor.sarajevo'da en iyisi nerede yenir bu büreğin diyenlere gelsin bu önerim )
    inat kuca-geleneksel boşnak yemekleri ( begova çorbasını muhakkak tadın )
    uzun zamandır burada yaşayan bi arkadaşımızla yaptığımız kısa gezi sonunda test ettiğim mekanlardır bunlar.elimde koca bi listeyle gitmeme rağmen bu burada yenir denerek aklımın çelindiğini ve fazlasıyla memnun kaldığımı söylemeden geçmiyorum.
    nerede mi gezilir?
    savaş süresince şehir içerisinde sağlam bir tarihi eser kalmamış desem yeri ama osmanlı döneminden beri süre gelen adıyla bašcaršija (baş çarşı) gezilebilecek tarihi dokusu korunmuş yerlerden biri.
    morica han oldukca güzel atmosferi olan bi yerdi.gidin ve güzel bir boşnak kahvesi için.
    şehir kafeleriylede meşhurmuş.gidip gördük her bir köşede kahve içen insan topluluğu var.
    nerede konaklanır?
    şehrin bütünü 10-12 km'lik bi hat üzerine kurulu durumda ve otellerin çoğuda şehrin bir ucunda,havaalanına oldukca yakın yerdeler.hotel hollywood bizim seçimimiz oldu ve memnunda kaldık.baş çarşıya ulaşım taksileriyle oldukca kolaydı. yaklaşık 6-7 euro kadar bi ödemeyle şehrin öbür ucuna gitmek mümkün.iki üç gün kalacaksanız kıyın paranıza ve kalabalık tramvaylardan uzak durun.
    son olarak şunuda ekliyorum ki cuma ve cumartesi geceleri nereden çıktı bu kadar genç dedirtecek bi manzaraya hazır olun. bu iki gece şehrin uyumadığı günlerdir.ve bu insanlar eğlence konusunda oldukca iyiler!
  • türk versiyonu için (bkz: yıldırım mahallesi)
hesabın var mı? giriş yap