• önedit: okumayı sevmeyenler için video hali.

    şu çalışmada çok ilginç bilgiler var. çalışmayı ve tüm yönlendirdiği kaynakları okumuş birisi olarak öne çıkan şaşırtıcı bilgileri ve sonuçları paylaşayım:

    - insanlar arasındaki gelir dağılımı farkının yarısını yaşanılan ülke ve o ülkedeki gelir dağılımı belirliyor. (coğrafya kaderdir)

    - yüksek bir üretkenlik, bilimsel kariyer yapmada çok kısıtlı bir etkiye sahip.

    - s&p top 500 firmalar incelendiğide 1992-2009 arası 375 ceo’ya bakıldığında, ceo olmak isimle ve doğum tarihi ile ilişkili:

    amerika’da okul kayıt dönemi 1 eylülden itibaren başlıyor. bu durumda aileler çoğunlukla ağustos doğumlu çocuklarını o dönem yerine diğer döneme yazdırma eğiliminde oluyor. bu durumda da kendi dönemlerinin en küçükleri haziran ve temmuz doğumlular oluyor. akranlarından neredeyse 1 yıl küçük başlıyorlar okula.

    bu 375 ceo’nun sadece %12’si haziran ve temmuz doğumlu. oysa abd toplumunun %16.71’i haziran ve temmuz doğumlu.

    yani haziran ve temmuz doğumlu olmak ceo olma konusunda biraz şanssız olduğunuzu gösteriyor. buna relative-age-effect ya da birth-date-effect deniyor.

    yine bulunmuş ki lisedeki lider öğrenciler çoğunlukla sınflarının yaşça en büyükleri ve liseden 11 yıl sonra yönetimsel işlerde çalışma ihtimalleri diğer sınıf arkadaşlarından çok daha fazla.

    - soy ismi alfabede daha önce gelen harflerden birisiyle başlayanların görev süreleri daha uzun, john bates clark medal ve nobel alma ihtimalleri daha fazla. bilimsel alanda referans listelerinin alfabetik olması gibi bazı faktörlerin de bu bilimsel genel başarıda etkili olduğunu düşünüyorlar.

    - ikinci ismin baş harfini de isim yazarken belirtmek insanlar üzerinde olumlu bir etkiye sahip.

    - kolay söylenebilen isimler insanlarda pozitif etki bırakıyor. kolay söylenebilen soyisimler hukuk alanında daha yüksek pozisyonlarda işlere sahipler.

    - erkeksi bir fonetiğe sahip isimlere sahip kadınlar hukukta daha başarılı bir kariyere sahipler.

    - tecrübeyi objektif olarak tanımlamak gerekirse “10 yıllık planlı bir pratik” olarak tanımlıyorlar.

    tecrübe yani planlı pratik, (müzik ve satranç alanlarında) iki insan arasındaki performans farkının sadece %30’undan sorumlu.

    - yeteneği, daha çabuk bir şekilde daha iyi olmak olarak tanımlıyorlar.

    - attığımız her adımın vücudumuzdaki her bir hücrenin konfigürasyonunu değiştirdiğini söylüyorlar. genetik etkilenmenin önemini vurguluyorlar.

    - dahiler genelde 10 yaşından önce erişkin performans seviyelerine ulaşıyorlar.

    pareto prensibi toplumda da geçerli. sonuçların %80’i, nedenlerin %20’sinden kaynaklı.

    - dünyadaki sadece 8 kişi, dünya nüfusunun en fakir yarısının servetine denk bir servete sahip.

    - en yetenekliler nadiren en başarılılar oluyorlar. vasat ama şanslılar, yetenekli ama şanssızlardan çok daha başarılılar.

    mevcut sistemde başarılı öğrenciye burs, başarılı insana ödül sisteminin bu durumda en yetenekli ama şanssızları gözden kaçırdığını söylüyorlar. (matthew effect)

    yani sistem zengini zengin, fakir fakir yapmak üzerine kurulu oluyor bu durumda.

    - elit kategorideki bilim insanlarının yayın sayılarının azalan marjinal faydası olduğunu görmüşler. yani ne kadar çok yayın yaparlarsa ortalama vermlilikleri o kadar düşüyor.
  • bu aralar üstüme yağan şey.

    uhrevi, mistik şeylere inanmam. ileri derecede algıda seçici olabilirim, genel olarak olumlu biri olduğum için bardağın dolu tarafına dikkat ediyor olabilirim, natural born yırtık olduğum için her boka atlayıp haliyle bir sürü fırsat yakalıyor olabilirim. hepsi ya da hiç biri olabilir(im). ama genel olarak hayatta, ve bilhassa bu aralar, feci şanslıyım.

    dün kuşadası'ndan mağusa'ya taşındım. çekenler bilir, taşınma süreci sıkıntılıdır. yeri gelir, aynı şehir içinde ev değiştirirken bile sinir hastası kesilir insan. oysa bu taşınmada halledilmesi gereken her mesele büyük kolaylıkla -ve de ucuza!- çözüldü, pürüz çıkabilir dediğim her şeyse sıfır problemle atlatıldı. vurduğumuz gol oldu desem yeri. neyse nihayet dün de kedilerimizi alıp yine sorunsuz dertsiz geldik yeni şehrimize. e eksik gedik gırla haliyle. ne nerede hiçbir fikrimiz yok. misal kahve. nereden bulunur ki iyi kahve?

    bugün eşimle gelişigüzel bir restoranda yemek yedik, tam çıkacakken eşim "benim iki dakika bir mail yazmam lazım, sonra çıkalım" dedi. ben de boş duramama hastalığından muzdarip bir bacınız olarak etrafta yapacak bir şeyler aramaya başladım. restoranın kapısına yapıştırılmış lavazza etiketi dikkatimi çekti, severim lavazzanın kahvesini. baristaya gidip, perakende satış yapıp yapmadıklarını sordum. "yapmıyoruz; ama kimden satın aldığımızı öğreneyim" deyip gitti. müdürle beraber döndüler, müdür bana lefkoşa'da nereden satın aldıklarını tarif ederken "iki haftada bir buraya gelirler zaten. bugün günlerden neydi? hah perşembe. bugün gelecekti aslında. durun arayayım neredeymiş. aa gerek kalmadı, işte geldi kendisi de" diyerek, o sırada mekandan içeri giren adamı işaret etti. tanıştık kendisiyle, adı da çok güzel: doğan güneş. vallahi güneş gibi doğdu dünyama. şanstan başka neyle açıklanır ki bu? iki haftada bir gelen adam, tam da kahve müptelası şahsıma lazım olan dakikada, bir araba dolusu kahveyle geldi ayağıma kadar. kahvemi seçip satın aldım, telefon numaralarımızı aldık verdik. gelip gittikçe istediğim kahvelerden getirecek bundan sonra.

    keşke hayat hep bu kadar kolay olsa. buyurun bu da serbest çağrışımın beni götürdüğü şarkı
  • sabahları sigarayı hep aynı büfeden alıyorum. emekli bir amcamızın büfe. bu sabah bir de çakmak istedim. tezgahın altını işaret etti; "seç beğen bir tane" diye.

    şöyle bir göz gezdirip bi tanesini aldım elime.

    - ne kadar bu ziya abi.

    - çok şanslısın o promosyon, bedava.

    - e niye başta söylemiyorsun ziya abi, desene şunlar şunlar bedava diye.

    - yok, kimseye söylemiyorum, herkesin şansına bırakıyorum.

    insanların şanslı olup olmadığına dair kendince istatistik çalışması yapan büfeci, günü şenlendirmeye yetiyor.

    not: 2009 sonunda entry döşenip sigarayı bıraktığımı hatırlayan ve "noooldu?" diyen yazarlar olacaktır söyleyeyim; ben o entryi çıktı yapıp yedim, hem a4'e sığmadıydı da a3 ebadındaydı. böyle samanımsı, sert, hafif gerermiş kokulu, sası sası.
  • pek sevdiğim kızılderililer değişik tanımlamışlar şansı ;

    * "şans doğal gübredir, boktan bir şeydir yani. ne zaman nereye düşeceği belli olmaz. kilimine düşerse kirletir, desenini değiştirir, herşeyi bombok eder. oysa toprağına düşerse herşeyi besler."

    umarım toprağımıza düşer.
  • aslinda boyle bir sey yok diyorum ama var lan olmaz mi bi bende yok herkeste var yani. hicbir isim rast gitmedi hicbir sey gonlume gore olmadi hicbir zaman ben hayatta cok iyi niyetle yasiyorum cumleme arti olarak geri donecek bazi guzel tesadufler yasamadim yani aza kanaat ediyoruz diye mi boyle oluyor anlamadim ki her zaman mi ezik olacagim her zaman mi kaybedecegim her seye siritip ortalikta pollyanna gibi gezerken basimiza gelen bahtsiz bedevilik haline isyan etmeme ramak kaldi dark side'a hele bi geceyim bak nasil sansim donuyor.
    var miymis yok muymus o zaman gorecegiz.
    serefsiz yahu.
  • hayatım boyunca asla benimle olmamış şey.

    the secret falansa secretın ta amına koyayım ben. öyle bir noktadayım ki bu konuda hiçbir şekilde asla pozitif kalamıyorum artık. imkanı yok. algıda seçiçilik falan da değil. yani arada şansım da oluyordur ama onları farketmiyorum falanlık durum yok.

    asla ve asla şans denen şey benimle olmuyor. bak en basit mantıkla anlatayım sana bunu. günün birinde bana milli piyango büyük ödülü çıkarsa emin ol biletin arkası mühürsüz ya da sahte mühürlü olur ve ödülü alamam.

    buna rağmen gene iyi yaşıyorum valla.
  • zarları attığınızda düşeş gelmesi değil, intihar edecekken birinin sizi telefonunuzdan arayıp, çok sevdiğini söylemesidir.
  • hodor gibi laftır. her şeyi açıklar.

    şans, kendi çabanızla yoluna koymaya çalıştığınız işinizi bok etmek için saldıran düşman kuvvetlerine karşı kapıları tutan nöbetçidir.

    şansınız varsa yolunuza çıkan zorluklar sadece kapıları zorlamakla kalır, kapı tahtalarını kırıp ara boşluklardan saldırır ama asla kapıları aşamaz, yolunuza çıkamaz. işiniz yolunda gider ve sonuç alırsınız. sonra da "ben yaptım, zorluklarla ben boğuştum, tek başıma becerdim nihahah" dersiniz.

    şansınız yoksa zorlukçu zombiler kapılardan geçip yolunuza dökülür. emeğinizi, motivasyonunuzu, hadi uzatmayalım özetle sizi öldürürler.

    (bkz: hold the door)
  • hazırlık ile fırsatın evliliğidir
  • insanda bu olsun. güzelliğe, zekaya, paraya, mala mülke ve daha birçok şeye sahip olmasın. şans yeter.
hesabın var mı? giriş yap