• araçla viyana-graz-hallstatt-salzburg-münih-nürnberg-regensburg-passau rotasının geçiş güzergahı denebilecek şehirlerinden.

    bir tam günde pek çok noktasını gezebilirsiniz. zaten gezilecek yer ve mekan tavsiyeleri verilmiş.

    sokaklar, caddeler çok güzel. ama bana kalırsa kalmadan da şehirden geçilebilir. çünkü şehir, metalaşmış. kapitalist dünyanın mozart'ı her şeyin metası yapmaktan başka çaresi yokmuşçasına, şehre gidince bunu görüyorsunuz.

    yine de bu güzel şehir için birkaç öneride bulunabilirim:

    mozart evine uğranıp, oradan ayak üstü mirabellplatz görülebilir.

    araçla geziyorsanız, herhalde merkeze en yakın ve en uygun fiyatlı otopark şurası sadece park yerleri biraz dar, dikkatli park edin ama güvenli.

    uçaklara falan meraklıysanız, rahmi koç müzesi kadar olmasa da değişiklik olsun diye, hele çocuk da varsa ücretsiz müze olan red bull hangar'a 1-2 saat ayrilabilir. dijital astronot kıyafetiyle uzaya atlayınca mutlu oluyor çocuklar, kayıt altına alınabilir. (otopark da ücretsiz.) adres

    gece kalmak için neredeyse en uygun temiz otel olan, havalimanına yakın ibis budget otel tercih edilebilir, arabayı bowling katına ücretsiz park edip direkt asansörle odaya çıkabiliyorsunuz. otel linki

    salzburg'a gitmişken hallstatt ve münih de mutlaka görülmeli. hallstatt'ın pahalı otelleri yerine gosau'da tertemiz doğa içindeki otellerde kalın.

    hallstatt için düşüncelerim (bkz: #163416574)
  • mozart'in ekmegini banarak yemeye niyetli, ama onu da eline yuzune bulastirmis. parfumden cikolataya, likorden tshirt'e her sey mozart. utanmasalar mozart da bu hamburgerden yerdi diye mozart hamburgeri de cikartip satmaya calisacaklar.

    neden yuzlerine gozlerine bulastirmislar kismina gelirsek de, meydanda guzel bir mozart heykeli var. abi ayakta, sag elinde kalem poz vermis. yalniz unutmuslar ki mozart solak bir insandi. (bkz: epic fail)

    hayir simdi yere gore sigdiramiyorlar, zamaninda adam sefalet icinde oldu, halk mezarliginda ortak mezarlardan birisine gomuldu, cesedi bile nerede belli degil. baktilar ekmek var, hayatlari mozart olmus simdi.

    buradan salzburg encumenine ve ihtiyar heyetine sesleniyorum; arkadasim christian doppler de sizin mahallenin cocuguydu, neden pic muamelesi yapiyorsunuz? sadece evinin uzerine bir tabela koyup gecmissiniz, ayip degil mi? yasinizdan basinizdan da mi utanmiyorsunuz, dininiz imaniniz euro mu oldu?

    bir de anasinin dinine, tepenin birisine bir kale yapmislar. funikuler ile cikiyorsun, bir ara turkler de ele gecirmeye calismis ama basaramamislar, o derece kartal yuvasi bir mekan. ele geciremeyince de muzik aletlerini birakmislar, simdi muzede sergileniyor. hic turk silahi, zirhi, bir seyi yok sadece 3 camekan turk enstrumanlarini sergilemisler. goren de turkleri muzisyenlikleriyle meshur, calan oynayan, avusturya'ya fizigiyle degil de sanatiyla gundeme gelmek icin gitmis bir millet sanacak. zaten kale hic ele gecirilememis sittin senelik tarihi boyunca, sadece napolyon'a savasmadan teslim olmus.

    ama guzel bahceleri var, heykelleri sus havuzlari peyzaji gayet basarili. pek cok yerde de sokak klasik muzisyeni caliyor. adam koskoca harp yuklenmis gelmis, dokturuyor mesela. her muzisyen de gunluk 14 euro hava parasi veriyormus salzburg belediyesine, o yuzden cimrilik yapmayin adamlar guzel caliyor, yolunuz duserse bir kac bozukluk birakin calgicilara...
  • salzburg, gercek bir depresyon sehridir ya da köyüdür. ilk bir kac gün, eger hava güzelse, dünyanin ortasinda bir cennette oldugunuzu düsünürsünüz. fakat bu sehirde yasama hatasinda bulunursaniz, deliligin arifesindesiniz demektir. salzburg daglar arasindadir ve devamli yagmur altindadir.kisin hava sicakligi -27 dereceye düsebilir. nitekim gectigimiz mayis ayinin son haftasinda kar yagisi görülmüstür. ama hava güzel oldugunda da keyfine doyum olmaz. bisikletle yarim saatlik bir yolculuk sonunda bir dag gölü kenarinda piknik yapabilirsiniz. yolda yürürken agaclarda sincaplarla karsilasabilirsiniz ve bazen pencereden göge baktiginizda sahin, atmaca gibi kuslari görebilirsiniz.
    salzburg güya müzik sehridir. ama bu aslinda sadece bir marketing taktiginden ibarettir. yilda bir kez düzenlenen salzburger festspiele disinda pek bir müzik olayi yoktur. burada da 100 euronun altinda bilet bulunamaz. zaten bu festival avrupa´nin kodamanlarinin hava atma mekanindan baska bir sey degildir.
    salzburg´ta nüfusun cogunlugu 40 yasin üzerinde, geri kalanlar da muhtemelen 20 yasin altindadir. neredeyse evden cok kilise göze carpar. salzach diye bir nehirle ikiye ayrilir. bu nehre son birkac yil salzburglular´in gururu amadeus adinda turistlere pahali sefer yapan bir bot koyulmustur. zaten salzburglular amadeus´tan baska bir isim bulacak kadar yaratici degillerdir. bu bot hizmete sunuldugu ilk yaz asiri yagmurlar nedeniyle batmis, ertesi sene yenisi kullanima gecmistir.
    salzburg´ta ne sanat ne de kültür vardir. iki sene önce acilan yeni sanat müzesi disinda güzel sanatlar fakiridir. buna karsin halkin asiri zengin olmasi dolayisiyla her köse basinda bir seyahat acentesina rastlanabilir.
    salzburglular italyanlar´a taparlar, en güzel yemek italyan yemegi, en sicak insan italyan insani, en güzel dil italyanca´dir. ama hepsi sokaktaki italyan turistlere gicik olur. italyan restoranina gittiklerinde garson almanca bilmediginde kendilerini italya´da hissedip kendilerinden gecerler ama pazar günleri tek acik dükkan olan türk bakkalinda calisan adam biraz yanlis almanca konusuyorsa hemen dalga gecerler (bu arada yanlis anlasilamasin, ne italyanlar´la ne de baska bir milletle hic bir alip veremedigim yok).
    sokakta bir salzburglu´ya bir sey sormak isterdiniz, eger bunu ingilizce yaparsaniz hemen yardim ederler, cünkü turistsinizdir ve potansiyel para kaynagisinizdir. eger yarim almanca ya da bariz yabanci aksaniyla sorarsaniz, sizi tersleyebilir. düzgün almanca kullandiginizda size yardim eder ama sadece tipinize bakip sorunuza tarzanca cevap vermeye calisabilir, sizin sadece bundan anlayacaginizi düsünüp “sen gitmek istasyon” gibi cümleler kurabilir. eger uzun süredir oradaysaniz ve salzburg lehcesine agzinizi alistirmissaniz, hic bir problemle karsilasmazsiniz.
    salzburg´ta gece hayati cok kötüdür. disari ciktiginizda ya kayaktan yeni gelmis yanik suratli boyali sacli insanlara, ya da 15 yasinda hepsi bir örnek giyinmis veletlere rastlarsiniz. konser ya da club bazinda arge ya da jazz it tercih edilebilir ama kesinlikle hafta sonu republic´e gidilmemelidir. republic gündüz gidildiginde hos bir kafe de olsa geceleri kötü bir ibiza kopyasidir.
    salzburg kafeleri gece hayatina nazaran daha iyidir. eger güzel bir sehir manzarasi karsisinda kahve icmek isterseniz cafe bazaar ve stein terasse tecih edilmesi gereken yerlerdir. ancak klasik kafelerde servisin cogunluguna yapan kadinlar ayni zamanda kocaman agir pasta tepsilerini bütün gün tasimak zorundadirlar. ama hesap ödemek istediginizde hesabi sadece erkek garsonlara ödeyebilirsiniz (bkz: ober).
    cafe bazaar´da 80 yili askin bir süre önce schönberg, hindemith ve webern gibi besteciler toplanip iscm´i kurmuslardir.
    salzburg insanin hayattaki genel parolasi “bana bir sey olmasin, gerisi umrumda bile degil” olarak görülebilir. salzburg tek kelimeyle kliselerin doyasiya yasanildigi bir sehirdir. insanlari her kliseyi genel gecer olarak kabul eder ve kendilerini bütün insanlardan daha üstün bir konumda olarak görerek mutluluk ve gurur icinde milli elbiselerini giyerek (bkz: tracht) sosislerini yiyip biralarini icerler.

    ayrica (bkz: salzburg kokusu)
  • buraya kasaba diyenleri bir anadolu kasabasında çeyrek gün geçirmeye davet ediyorum.

    otel yok lan anadolu kasabalarında!
  • birkaç ay kaldım, dönmek üzereyim. ben geldiğimde kıştı, siyah ve yapraksız ağaçlar, kocaman dağlar, nehirler ve onlarca kilise ile çok gotik bir şehirdi. sonra bahar geldi, her yer yemyeşil oldu, daha da güzeli her yer çiçeklerle kaplandı. eteklerine kurulduğu alp dağlarında hala kar var, ama şehir sarı pembe çiçekler, manolya ağaçlarıyla kaplı. çayır çimen bayır en güzeli burda. bisiklet sürerken bir anda sağıma bakıp en iyi kartpostaldan daha iyi manzaralar gördüm.
    onun dışında, benim gibi doğa manyağı olmayan insanlar için çok sıkıcıdır muhtemelen. üç beş tane pub var, etkinlik nerdeyse hiç yok. çok cafe var ama nerdeyse hiçbiri modern değil, içleri eski barok tarzda döşenmiş hepsinin. zaten 100 bin küsür nufusu var. yerli halkını hiç sevmiyorum çok kabalar, zenginler ve muhafazakarlar. şehirdeki her fazlalık, mesela ben, onları mutsuz ve rahatsız ediyor. yemekleri, yok. genel olarak avusturya'nın güzel yemekleri yok. tatlıları beelki, onları da sevemedim, ben daha güzel yaparım. hamurişi güzel sanırım, çörekleri mesela.
    buraya gelmeden önce depresyondaydım, mutsuzdum, gergindim, istanbul ve onun kaosu, etrafımdaki herkesin mutsuz olması beni bitirmişti. burasının sakinliği, güzelliği, bana terapi gibi geldi. çok yalnız kaldım evet, yıllarca bu şekilde asla yaşanmaz, ama bu kısa süreli birkaç ay bana iyi geldi. seni seviyorum minik aptal şehir.
  • avusturya'nın önemli şehirlerinin çoğuna gitmiş birisi olaraktan en turistik yerinin salzburg olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. buna rağmen kesinlikle görülmesi gereken güzel bir şehir, yalnız 3 gün yeter.

    bu şehre bir seyehat planlamadan önce yapılması ilk gereken şey, düşündüğünüz tarihlerde havanın nasıl olacağını tespit etmek. neden söylüyorum bunu? çünkü bu şehri yürümesi güzel. evet otobüsler ile istediğiniz her yere ulaşabilirsiniz ama sevdiğinizle kol kola daracık tarih kokan sokaklarda yürümek, nehrin kıyısında gezinmek ve kaleye tırmanmak bambaşka bir keyif. hava yağmurlu olursa, ki yılın çoğu günü böyle, hiç çekilmez gerçekten.

    havanın dışında bir diğer problem ise kalacak yer sorunu. bahsettiğim üzere oldukça turistik bir şehir burası. o yüzden oteller ateş pahası. hele yazın acayip kalabalık oluyor bu yüzden hem hizmet kalitesi düşüyor hem de tonla para veriyorsunuz. benim bu noktada naçizane tavsiyem 18-30 yaş arası, sonbaharda havanın açık olacağı bir haftasonu bu şehri ziyaret etmeniz. hava konusunu konuşmuştuk peki neden bir yaş sınırı koydum? çünkü belirli bir yaştan sonra hostel olayının çekilmeyeceğini düşünüyorum. neden sonbahar dedim? çünkü hem yazın kalabalığı ve sıcağı yok hem de salzburger jazz herbst oluyor, o kadar gitmişken 1-2 tane de konsere gidersiniz fena mı olur.

    daha fazla uzatmadan artık gittikten sonra yapmadan dönmeyin diye düşündüğüm şeyleri sıralıyorum.

    1 - mozartkugel çikolata. tüm avusturya'da gırla var biliyorum ama buradaki farklı. makineleşmiş bir üretim yok, halis mulis el işiyle yapılıyor bu çikolatalar ve ekstradan fazla bir katman daha var. paketi de altın değil gümüş renkte. ben açıkçası burada üretilen çikolatayı fersah fersah daha başarılı buldum. eşe dosta da almayı unutmayın, benim gibi hepsini kendiniz yemeyin*.

    2 - avusturya'nın ünlü bira markası stiegl'ın burada bir fabrikası var. gidin gezin adamlar nasıl üretiyor görün. bir de üstüne taze taze için. sonra gift shop'tan abuk sabuk hatıralar alın.

    3 - şehrin merkezinde tomaselli diye bir kafe var. acayip keyifli buranın terasında oturmak. kahvenizi söyleyin sonra elinde koca bir tepsi pasta çeşitleriyle gelen garsondan gözünüze kestirdiğinizi isteyin. daha sonra ayağınızı uzatıp bir yandan kahvenizi yudumlarken bir yandan da pastanızın keyfini çıkarın. hafif esintili salzburg havasında aşağıda amaçsızca yürüyen turistleri izleyin. bir de dipnot burası taa 1705'te kurulmuş.

    4 - salzburg zamanında tuz ticaretinden voliyi vurmuş. çikolata mağazaları kadar fazla olmasa da ufak tefek sadece tuz satan dükkanlara da rastlamak mümkün. çekinmeyin girin içeri, binbir çeşit tuz oluyor. kaya tuzundan, deniz tuzuna veya himalaya'lardan gelen tuzdan salzburg'un bağrından çıkan tuza kadar. yalnız gözünüze kestirdiğinizi almayın. sahibine danışın mesela etin üstüne atmak için bir şey almak istiyorum diyin veya yemek pişirirken kullanacağım deyin. o size alacağınız şeyi gösterir.

    bunun dışında başta da söylediğim gibi bol bol yürüyün. hatta bisiklete binin. tüm avusturya geneli yemyeşil, salzburg da öyle bunun yanı sıra şehrin büyük çoğunluğu bisiklet kullanıyor, toplu taşıma araçları da elektrikli bu yüzden hava inanılmaz temiz burada, ciğerlerinizi doldurun. biliyorum 4 madde çok kısa oldu ama ben yazmaktan yoruldum beni de idare edin. belki ileride edit'ler birkaç madde daha eklerim.
  • viyana'yla karsilastirildiginda cok daha kasaba havasinda, ortasindan -dibini cok net görebileceginiz kadar temiz- kar sularinin gürül gürül aktigi, mozart'in müzelerine ve ürünlerine yüzlerce euro'nuzu kaptirmadan nehrin karsisina gecebilmeniz durumunda, -hele ki noel zamaninda, muhtemelen günü sarhos olarak bitirmenize sebebiyet verecek- bissürü cesit panc (bkz: punsch) lezzetini tadabileceginiz, mezarlari bile süslü, her yerinden huzur akan, sokaklarinda piyano sesleri cinlayan, müze tarlasi, tepesinde bir de kale (bkz: schloss) bulunan, havasi tertemiz, fazla oksijenden midir alkolden midir bilinmez- yanaklarinizi elma yanak yapan, ömrün bir kismini sokaklarinda gecirmenin hayal edildigi, masalsi sehir..
  • alm. tuz kalesi anlamında şehir adı.
  • yemyeşil yamaçlara kurulu evlerin ortasında kartpostallardan fırlamış güzeller güzeli tarihi ve küçük bir şehir. kendinizi küçük hissettiğiniz görkemli dini yapılar yerine her yanı sanatla işlenmiş uyum içinde bir mimari sunar. şehrin ortasından geçen nehrin kenarına oturup sessizce huzur içinde bu güzelliği yaşamak için bile görmek gerekir salzburg'u.
  • viyana ya trenle dort saat uzaklikta, bir nehrin iki kenarina kurulmus*, mozart in kasabasi... her eski avrupa kasabasi gibi, tepede bir katedral, biraz daha asagida kalabalik bir pazar meydani*, komik bir mozart muzesi, oldukca pahali barlari ve restoranlari vardir, en guzeli nehir kenarinda marketten alinan yiyecek maddelerinin gunes altinda cimlere yatarak tuketilmesidir...
hesabın var mı? giriş yap