• 2000'lerin başındayız, yaşımız 16-17. fazla gereksiz entel arkadaşımla aşti'de karşılaşmışız, aynı otobüsle döneceğiz memleketimize. daha otobüs kalkmadan ayarlıyoruz yerleri, artık onun yanındaki mi benim yanımdaki mi bilmiyorum kalkıyor sağolsun, birlikte gideceğiz yol boyunca, 11 saat kafa sikicek..
    neyse daha yolun başı film koyulacak player'a, muavin hazırlık peşinde. o zamanlar her koltuğun arkasında ekran yok tabi. iki tane ekran var, biri girişte biri de ortadaki kapının üstünde. tüm otobüs sike sike orada ne gösterirlerse onu izliyor. bizim elemanço muavini yakaladı kolundan dedi ki; kardeş bende bir film var onu tak. saçma sapan filmler göstermeyin, insanlar nitelikli işler seyretsin, ufukları açılsın. allahıma bin şükürler olsun çocuk akıllıymış da ver abi takayım cd'yi demedi. şirket prosedürü falan gibi şeyler söyleyip uzaklaştı. eğer bugün bir otobüs dolusu insanla birlikte çağdaş bir marquis de sade uyarlamasına konu olmamış bir şekilde halen hayatımızı sürdürüyorsak, bunu en başta salo o le 120 giornate di sodoma cd'sini denyo arkadaşımdan alıp otobüs gösterimine sunmaktan imtina eden o muavin kardeşimize borçluyuzdur. selam olsun
  • mutlaka aileyle izlenmesi gereken, izleyenlerin icini isitan, sevgi dolu ve sicacik bir yapim. <3
  • 4 ss kişisiyle oynanan bir pasolini* filmidir. âdilâne olarak, kişi başına bir bölüm düşer; sırasıyla şöyle dizilir:

    1. antinferno [anti-inferno]
    2. girone delle manie [the circle of manias]
    3. girone della merda [the circle of shit]
    4. girone del sangue [the circle of blood]

    imdi efendim, hadisenin girizgâhı olan anti-inferno bölümü, dante'nin inferno'su çıkışlıdır. çıkıştır çıkış olmasına da, hani biraz ters çıkıştır. hatta, de sade*'ın dantevarî yaklaşımına pasolini'nin bir üst-yorumu dersek, bu çıkışı daha iyi ifade etmiş olabiliz. de sade kitabında direkt inferno'yu imlemiştir, lâkin pasolinican filmde bunu anti-inferno olarak okumuştur.

    filme emeği geçenler öyle böyle değildir: roland barthes, maurice blanchot, pierre klossowski, philippe sollers ve simone de beauvoir hanımlar-beylerin, de sade üzerine yaptıkları incelemeleri yalayıp yutan pasolinican âlem adamdır kuzum: fonda ennio morricone soslu arnaldo graziosi piyanosu tıngırdarken, bibliyoman göynümüze de hortumla su serpmekten kendini alamamıştır. ha bir de, ailemizin faşosu ezra pound tabii: 4 ss için radyoda şiir köşesi...

    tüm bu referansların ötesinde, filmin fevkalâde faşizm görüsüne hiç değinmeden fütüristik öngörüsüne bakıyorum: u dönüşü yapılamayan bir masanın etrafındayız ve hepimiz kesme kristal bardaklarda sidiğimizi içip, gümüş kepçelerle bokumuzu kaşıklıyoruz. kafa derimiz çoktan yüzülmüş, alan derinliğimizin her karesine mayın döşenmiş, dilimiz epeydir felçli; düzülmediğimiz zamanlarda düzmekle idare ediyoruz; üstelik, bütün bu kıçı kırık eylemlerimizin adına da aşk, sevgi, dostluk gibi aslen aramızda kesinkes yasakladığımız güzide kelimeleri lâyık görüyoruz; en nihayetinde de, hepsini bir 'yaşam hikâyesi'** ismi altında toplayıp, eşe dosta uluorta anlatıyoruz. diyor pasolini.

    seneler sonra yazılmadan edilemeyen not: pasolini'nin son filmi salo. bu filmden sonra öldürüldü, bu filmden sebep mi değil mi hâlâ meçhuldür. filmin aldığı tepkilerden ve anlaşılmamaktan dolayı kederli olduğu biliniyor (bkz: pier paolo pasolini/@atlantisten gelen zekiye). duvarı nem adamı gam yıkar. kim bilir belki de kurduğu distopyanın gamı. bize doğrudan, canı pahasına bir ders veriyor pasolini: "ütopyalar ve distopyalarla uğraşmayın. nefes alıp verdiğiniz âna odaklanın."
  • vay babam izledim, izlemez olaydım. bok yemeydi, göz çıkarmaydı, sıfata şarıl yavrum ha şarıl işetmeydi, hepsi bi tarafa da, ben hayatımda bi filmde bu kadar çok yarrakla karşılaştığımı hatırlamıyorum arkadaş. aha porno da dahil. pasolini'ye "kardeş, türkiye'de kemal sunal'ın eşekoğlueşek demesi bile sansüre uğruyor, sikseler yayınlanmaz orda, sen rahad ol, takıl kafana göre" demişler, herif de onun rahatlığıyla vermiş yarağın gözüne demek ki. küçükken korku filmi izlerken "film lan bu, gerçek değil" diyerek kendimi avuturdum korkmazdım. e bunda da tecavüzler, göz çıkarmalar, yenilen boklar gerçek değil diye avutabilin eyvallah. e yarrak hususunda nabıcan? halis muhlis yarrak diyorum oğlum. yarak konusunu fazla uzatmadan filmde görünen bir kareyi paylaşmak isterim. porno camiası adına, adeta keşfedilmemiş bir cevher yakaladım abi. mevzunun boyutunu anlayasın diye iki dalganın yanyana olduğu bi kare yakaladım, yakaladım ki bi gör. valla ben herifçioğlunun babafingoyu gördükten sonra "ustam 2 kilo pidelik kuşbaşı kessene ordan" deyivermişim.

    (+18 ablacım, net yarak: http://img170.imageshack.us/img170/1936/sodom.jpg)

    şimdi bi de bi hadise var filmle alakalı. kimin eli kimin götünde belli değil, sikişmek, işkence etmek üzere çoluğu çocuğu torunu neyi toplayıp getirmiş bu dört haysiyetsiz pezevenk onu anladık da, e bu deyyuslar ilk fırsatta birbirlerine de halleniyolar be aga. misal sakallı olanı bi oğlana saksoya mı yattı, hemen şaşı olanı sakallının arkasında beliriveriyor. ulan adam resmen zuhur ediyor be, adeta sakallının götünde hasıl oluveriyor şaşı piç. e hani az önce "sayın başkanım, aman başkanım yaman başkanım" diyodun ya dürzü?

    ayrıca anlaşılan tolga savacı hülya avşarlı filmlerinden evvel bu filmin setinde antrenman yapmış:

    http://img36.imageshack.us/img36/5258/tolga.jpg (dikkatli bakmak lazım, yeşil lens takmış haluk levent bile olabilir bu herif)
  • bunca yıl sonra salo nasıl hala bu kadar rahatsız edebiliyor bizi? bu sorunun cevabını vermek zor gerçekten de. beyaz perdede kopan kollar, bacaklar, kafa tasları; her tür patlama ve her tür işkenceyi görmemize rağmen hiçbiri beni ve daha pek çok insanı salo kadar rahatsız etmedi. filmin bile bile böyle sevimsiz, iğrenç ve şimdiye kadar çekilmiş en boktan film olması salo'nun en büyük meziyeti. olay şu: pasolini'ye faşizme vur demişler, o öldürmüş. üstüne bir de cesedinin ırzına geçmiş. peki faşizm böyle mi eleştirilmeli? bu soruya hayatı boyunca ciddi boyutlarda faşizmle karşılaşmamış, sıcak yurt odasında oturup kafasına estiği hakkında entry giren benim gibi 20'li yaşlarının hemen başlarında birinin cevaplandırması yanıltıcı olabilir. ne de olsa pasolini tam da benim yaşımda faşist yönetim altında yaşayan bir eşcinseldi. bugünden bakıldığında aslında pasolini'nin nasıl bir ileri görüşlülükle faşizmi eleştirmenin en doğru yolunu bulduğunu daha iyi anlayabiliriz. faşizm, nazizm, ırkçılık veya herhangi bir kan döken ideolojiyle ilgili bu güne kadar çekilen filmlerde hep insanları şoke edecek yerler işlenen cinayetler. ister schindler's list 'i ele alalım (veya piyanist'i) , ister costa gavras 'ın z 'sini tüm bu filmlerdeki cinayetler o an bizi çarpsa veya üzse bile hiçbiri bir "rahatsızlık" duygusu uyandırmıyor ve sonunda tüm bu filmlerden yüksek bir "sinemasal zevk" alarak çıkıyoruz. filmlerden çıktığımızda dudaklarımzdan dökülen ilk sözcük "başyapıt" oluyor. salo'da ise bu imkansız. pasolini bu filmden zevk almayı tamamen imkansız kılıyor. herhangi bir sinemasal haz almak da imkansiz. 4 tane çirkin, yaşlı sapığın bir grup genç kız ve erkeğe uyguladıkları cinsel işkenceler nasıl vahşice işlenen cinayetlerden daha rahatsız edici oluyor anlmıyorum ama öyle işte. kimse bu filmde, kaçmaya kalkan genç vurularak öldürünce rahatsız olmuyor. herhangi bir cinsel işkence sahnesiyse insanın midesini alt üst ediyor. evet salo boktan bir film. gerçekten çok kötü ama haz yollarını kapatarak, faşizmin ne olduğunu seyirciye gerçekten hissettirerek faşizmi eleştirmenin de tek yolu da bu galiba.
  • 15-16 yaşlarında izlemiş olduğum bir film. izlediğimden beri hiçbir şey eskisi gibi değil.
  • -bak bu filmi al, hmm ama yok alma hakkımda korkunç şeyler düşünürsün ama yani hayatının bi döneminde seyret
    -e seyredeyim simdi iste
    -yok seyretme
    -neden
    -iyi gelmeyebilir, baya kötü sahneler var
    -peki

    (aradan bes on dakka gecer, film aklina takilir, gider raftan alir, bu sirada cd'ci cocuk bagirmaya baslar)

    -ay o iğreeeeeeeeenç, bırak onu
    -haydeeee
    -sakın sakın bırak
    -e neresi iğrenç ya ikiniz de iğrenç diyosunuz başka bişey demiyosunuz

    - kızım alma valla çok iğrenç
    -eeeh başlıcam ama iğrenç iğrenç (bu sırada cd'yi elinde tutmaktadır, derken içeri başka bir müşteri girer, elimdeki cd'ye bakar ve yüzünü ekşiterek)

    -seyretme onu iğrenç o
    -eh ama herkes seyretmiş benden başka sanırım
  • ama yaşananlar sadece bununla sınırlı kalmaz. filmde 3 ayrı bölüm vardır. 1. ile 3. yü hatırlamıyorum, ikincisinin ismi "bok bölümü" idi, bazı sahneleri yüzünden hatırımda kalmış. söz konusu sahnede mükellef donatılmış şık bir sofradaki insanlara bok servis edilir, insanlarda afiyetle yerler.
    (bkz: yemek yerken izlenmemesi gereken filmler)

    (edit: 3 ayrı bölüm vardır diye işkembe i kübradan atmışım. sonradan (cyrano sayesinde) gelen edit ile filmde 4 ayrı bölüm olduğunu, sapıtma, bok ve kan isimli son 3 bölümün isimleri dışında 1. sinin hatırlanmadığını eklemek isterim)

    (edit2:yillar nasil da geciyor, 2005'e geldik birden bir mesaj, nedir? 1.cilginlik cemberi, 2. bok cemberi, 3. kan cemberi imis, bölümler böyle isimlendirilmis efendim. chimerax'a tesekkür ediyoruz. bir dahaki editte görüsmek üzere!)
  • passolini'nin 120 days of sodom isimli marquis de sade'e ait kitaptan uyarladığı film. içerdiği sahneler ve rahatsız ediciliği yüzünden yasaklanmış, izlemeye kalkanları ise kâh tiksindirerek, kâh kendilerinden geçmelerine sebebiyet vererek son derece etkilemiştir. filmin sonuna kadar dayanmanın akıl işi olmadığı rivayet edilir.

    yanısıra passolini, bu filmden sonra, bir gün sokakta gezerken, dövülerek öldürülmüştür.
  • ben bunu kalabalık bir arkadaş ortamında izledim. kimisi dayanamayıp yarısında çıkarken, kimisi dayanamayıp "allahım sana geliyorum" diye bağırarak oracıkta can verdi. kimisi dayanamayıp yarısında komunist manifestoyu okurken, kimisi dayanamayıp "gelin itiraf edelim insan doğası bu" başlıklı bir yazı kaleme aldı. ben de yarısında dayanamayıp yanımdaki kızın memesini avuçladım, o da bu işlemin yarısında dayanamayıp bana tokat attı ve çıktı gitti.
hesabın var mı? giriş yap