• rollo may (1909 - 1994):
    rollo may, modern zamanlarda yaşamak için verdiğimiz mücadelemize ilişkin seçkin çalışmalarıyla tanınır. “yaşamla başa çıkabilmek için, anksiyete, yalnızlık, seçme ve sorumluluk gibi konularla yüzyüze gelmeliyiz” der may. yalom ve bugental gibi diğer varoluşçu terapistlerin de vurguladığı gibi , kendi dünyamızda acı, seçme ve sorumlulukla yüzleşmektense bunlardan kaçınmanın ne kadar da kolay olduğunu ileri sürmüştür: “ancak yaşamımızın acı veren bölümlerinden kaçınırken, dünyadan, başkalarından ve hatta kendimizden uzaklaşıyor ve yabancılaşıyoruz. işte tam bu noktada, kendi bireysel özgürlüğünden ve seçimlerinin sorumluluğunu almaktan kaçınma nevrotik kökenli anksiyeteye yol açıyor. bir başka deyişle, yaşamı kucaklamanın kısa dönemde bir bedeli olsa da, uzun vadede yararlar sağlayacaktır.”
    rollo may, bir anlamda amerika’ya “varoluşçuluk” ekolünü getirmiştir. aslında klasik psikanaliz eğitimi almıştır ve katı varoluşçu olmaktan çok, bir anlamda sentezcidir (örneğin adler gibi “efsaneler”i kullanmaya açıktır). may, bedensel sağlığı yerinde olmayan bir kişiydi ve uzun bir ömür sürmesine karşılık gençliğinden itibaren ölümün soğuk gerçekliği ile yüzleşti durdu. bu “todesangst” yani “ölüm anksiyetesi” onun "anksiyete özgürlüğün başdönmesidir” diyen soren kierkegaard’ın varoluşu çalışmalarını izlemesi ve may’in kuramını ortaya koyması için yaratıcı bir etki sağlamıştır.
    rollo may'a göre duyulan bir tutkunun dışavurumu olan yaratıcı süreç; parçalanmaya karşıbir mücadele, uyum ve bütünleşmeyi doğuracak olan yeni varlık türlerinin varoluşa getirilmesinin mücadelesidir. "yaratıcılık kendiliğinden olma ile sınırlamalar arasındaki gerilimden köken alır ve sınırlamalar (nehirdeki setler gibi) kendiliğinden olmayı, sanat ya da şiir için temel olan çeşitli şekillere bürünmeye zorlar."
    alfred adler ve soren kierkegaard’ın yanı sıra, friedrich nietzsche, harry stack sullivan, erich fromm, ludwig binswanger ve paul tillich’ten etkilenmiştir. rollo may'e göre insanın gelişim basamakları; masumiyet (innocence), isyan (rebellion), sıradanlık (ordinary), yaratıcılık (creative), sevme ve irade (love-will) ve efsaneler (myths) içerir.
    başlıca eserleri: the meaning of anxiety, man’s search for himself, psychology and the human dilemma, love and will, courage to create (yaratma cesareti, çev, alper oysal, metis yayınları, istanbul, 1987), the discovery of being: writings in existential psychology, the cry for myth’dir.
  • bir tekerlek yapmak için 30 çubuk alırız;
    ama arabanın dayanağı oltudaki boşluktadır.
    bir çamur tapoğından çanak yaparız;
    ama çanağa iş gördüren ortasındaki boşluktur.
    oda için kapılar, pencereler yaparız;
    ama odayı yaşanır yapan boş yerlerdir.
    böylece varoluş ise yarıyorsa;
    onu işe yaratan boş oluşudur.
  • kendisi varoluşçu bir psikolog olduğundan, varoluşçuluk ve özgürlük rollo may’in incelemelerinin ana teması olmuştur. insanın aynı anda hem nesne hem de özne olmanın ikilemiyle sürekli karşılaştığına inanıyordu. insanlar başkalarının davranışları onları etkilediği için birer nesnedirler, fakat aynı zamanda kendi bireysel gerçekliklerinin aktif temsilcileridirler.

    rollo may karmaşanın hayatın bir gereği olduğunu düşünüyordu. var olmanın tek gerçeği insanların bir türlü tamamen çözemediği bir dizi zıtlıklardan ibarettir. bahsedilen zıtlıklar dışa ait değildir. tam aksine onların hepsi bizim içimizdedir. ancak, negatif değillerdir, sadece varoluş şartlarının kendisidirler.

    onun öne sürdüğü varoluşçuluk psikoterapisi insanların yardım isteyeceği bireylerin varlığını keşfettiği bir süreçtir. sözü edilen bireyler onların ilgilerini belirlemek için araştırma yapar ve diyalog yoluyla onları analiz eder. hedefi ön yargıları tanımlamak ve negatif sonuçlara yol açan şeyleri tespit etmektir. bu tür bir psikoterapi muhakkak esenliğe götürmez, ama hayatla daha rasyonel bir yüzleşmeyi sağlar.

    debe: imla
  • yaratma cesareti adlı kitabindan;
    ...
    "yakınlık cesaret gerektirir, çünkü risk kaçınılmazdır. ilişkinin bize nasıl etki edeceğini daha baştan bilemeyiz. kimyasal bir etkileşim gibi birimiz değişirse , ikimiz de değişeceğiz. kendimizi gerçekleştirirken gelişecek miyiz, yoksa yıkılacak mıyız? emin olabildiğimiz tek şey , eğer kendimizi ilişkiye, iyisine kötüsüne, tüm varlığımızla bırakırsak bundan etkilenmeksizin çıkamayacağımızdır.
    otantik yakınlık için gereken cesaretin kamçılanmasına engel olmak için günümüzün yaygın bir pratiği sorunu gövdeye kaydırma, onu basit bir fiziksel cesaret haline getirmektir. toplumumuzda fiziksel soyunma, ruhsal ya da tinsel soyunmadan daha kolay gövdemizi paylaşmak, daha kişisel olduğu hissedilen ve paylaşılmasının bizi daha zedelenebilir kıldığını denediğimiz fantezilerimizi, umutlarımızı, korkularımızı ve arzularımızı paylaşmaktan daha kolay. tuhaf nedenlerle en önem taşıyan şeyleri paylaşmakta utangacız. böylece insanlar, bir ilişkinin daha 'tehlikeli' olan yapısından kurtulmak için hemen yatağa atlayarak kısa-devre yapıyorlar. ne de olsa gövde bir nesnedir ona mekanik davranılabilir."
    ...
  • hakkında bu kadar az entry girilmesine şaşırdığım ünlü ve büyük düşün insanı. günümüzün popüler ifadelerini "boşluk", "yabancılaşma" gibi öne süren ilk ruh bilimcidir. may'e göre yabancılaşma kişinin kendisini fiziksel varoluşundan*, kişisel ilişki alanından*, kişinin bilincinden* ayrı hissetmesidir.
    aynı zamanda kendisi günümüzde yaşadığımız boşluk hissinin de bu üç varoluş tarzımızdan uzaklaşmamızın yanında otantikliğimizi yani toplumun beklentilerine ya da sosyal normlara göre değil de kendi kendimize yaşarken oluşturduğumuz değerlerimizi kaybetmiş olmamıza bağlar. ve ona göre kim olduğumuzdan ve ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz ve yaşamlarımızın nasıl olduğu da bizim elimizde. yabancılaştıysak kendimize boşluktaysak kendimize.
  • "insanların çoğu hayatlarını sürdürebilmek için başkalarına dokunmak zorunda olan körlerden farksızdır."

    "kişiyi filozof kılan şey her tür soru karşısında içini olabildiğince dökebilme cesaretine sahip olmasıdır."

    "her yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir."

    "gururlu bir insan olmaya en çok yaklaşanlar kendilerinden tiksinenlerdir."spinoza

    " duygular sizi harekete geçiren güçlerdir ve şu anda hissettiklerinizi “yansıtmanızı” sağlayanlardır."

    " varlığımızı yaratarak ifade ederiz. yaratıcılık oluşun zorunlu bir devamıdır."

    " ve eğer bir kimse zamanının çoğunu yalnız geçiriyorsa insanlar onun başarısız olduğunu düşünme eğilimindedirler, çünkü akılları yalnız kalmayı seçebileceğini almaz."

    " yaşamak yeri geldiğinde hiçbir şey yapmama potansiyelini de içine alır. kendini yiyip bitirmeden boş oturmak göründüğünden zor olabilir. robert louis stevenson'un kesin olarak yazdığı üzere: "tembellik edebilmek için bayağı güçlü bir bireysel kimliğe sahip olmak lazımdır. ''

    " olgunluk ve yalnızlığın üstesinden gelebilmek ancak yalnızlığın cesur bir şekilde kabul edilmesiyle mümkündür."

    " kayıtsızlık, aşk ve iradenin geri çekilmesi, onların “önemli olmadığı” demeci, sorumluluğun ertelenmesidir."

    "nefret aşkın zıttı değildir; kayıtsızlık aşkın zıttıdır.”

    " cesaret bir insanın kendine duyduğu saygıdan ve verdiği değerden kaynaklanır; insan kendisi hakkında çok kötü düşündüğü için cesaretsizdir.."

    " sevdiğin kaybetmek insanın iç dünyasında "esneyen bir kara delik" etkisi bırakır."

    " iç dünyasında boşluk hisseden insan dış dünyasını da boş, anlamsız ve ölü olarak görmektedir"

    "ama aşırı derecede kibirliyseniz, bunun nedeni benliğinizin farkında olup ona değer vermeniz değildir, aksine kendinizi herkesten aşağı görmenizdir. böbürlenme, kendini beğenmişlik, egoist davranışlar, bunların hepsi kişiliğinden şüphe duymanın ve ruhsal boşluğun dışsal birer göstergesidir. kibirli tavırlar çoğu zaman endişeyi gizlemenin en iyi yolu olmuştur"

    "kendimizi, sevmenin kolay bir şey olduğuna dair ikna etmeye çalışmaktan vazgeçebildiğimizde ve eğer sevgiye sahip olmadığı halde sürekli sevgi hakkında konuşan bir toplumun sahte tavırlarından vazgeçebilecek kadar gerçekçiysek sevmeyi çok daha rahat bir şekilde öğrenebiliriz"

    "yapayalnız olduğunu fark etmekten korkan o kadar çok insan varki" diyor andré gide, "en sonunda kendilerini bulmaya hiç uğraşmıyorlar."

    "resim ve müzik derin kişisel manaları kendi toplumlarına olduğu kadar başka toplumlar ve başka tarihsel devirlere de aktaran duyarlı sözcüklerin sesleridir."

    "büyüdüğümüz, yaşadığımız için mi yaşlanıyoruz yoksa, çürümeye ve yok olmaya yüz tuttuğumuz için mi? bence c.g. jung bireyin hayatını yaşayamadığı oranda ölümden korktuğunu söylerken çok haklıydı. yaşlanma korkusunu yenmenin en garantili yolu yaşanılan anın maksimum düzeyde tadını çıkarmaktır"

    "neden mantık her zaman duyguya karşıdır?"

    "her karşılaşma,bizi bekleyen bilinmeyen bir kaderin habercisi olabileceği gibi,diğer kişiyi otantik biçimde tanımanın heyecan verici tadına doğru bir uyarıcıda olabilir. "

    "endişe çağında yaşamanın ender nimetlerinden biri, bizi kendimizin farkında olmaya zorlamasıdır"

    "hermann hesse'nin deyişiyle, "bütün bir kuşağın insanlarınnın iki ayrı yaşam biçimi arasında sıkışıp kalarak kendini anlama yetisini yitirdiği ve her türlü standardın, korunmuşluk duygusunun ve kabullenmenin elden çıkıp gittiği" zamanlarda yaşıyoruz."

    " toplumları derinden sarsan sosyal, politik ve ekonomik faaliyetlerin nedeni büyük ölçüde insanların benliklerine duydukları sevgi ve saygıyı kaybetmelerinde yatıyor. daha net bir şekilde ifade etmek gerekirse, benlik duygusunun yitimi ve kitle hareketlerinin başlaması toplumumuzdaki tarihsel değişimlerin birer sonucu olarak karşımıza çıkıyor. bu da gösteriyor ki, her şeyden önce totalitarizme ve bizi özümüzden uzaklaştıran her şeye karşı koymamız ve onurumuzu yeniden kazanmamız gerekiyor"

    "artık psikolojide kesin olarak bilinen bir şey varsa o da bastırılan
    bir duygunun, karşıt bir davranışla telafi edildiğidir"

    "cinsel dürtülerin uyanışı özellikle önemsenmelidir zira çocuğun doğrudan kendiyle bağlantı kurmasında cinsel dürtüler birinci derecede önceliklidir. vücuttaki cinsel açıdan duyarlı bölgeler oyun oynarken veya giyinirken çocuğu uyarırsa, bedeni ilk farkına varış bu uyarılma ile başlar. ne yazık ki, cinsel dürtüler ve tuvalet deneyimleri sırasında yaşananlar geçmişte toplum içinde büyük bir tabu olarak kabul edildiğinden, çocuk da bu tip dürtülerin 'ayıp' ve 'kötü' olduğuna inandırılmıştır. bedeninin daha yeni farkına varan, benliğini bu şekilde ayırt etmeye çabalayan çocuk, en sonunda kendi imajının da 'kirli' ve 'kötü' olduğuna kanaat getirir. toplumumuzda sık rastlanan kendini küçük görme sendromunun derinliklerinde yatan en etkili faktörlerden biri budur."

    " yola çıkmak kaygıyı çoğaltmaktır; yola çıkmamaksa kendini kaybetmektir... ve en üst anlamıyla yola çıkmak kendi benliğinin farkına varmaktır." kierkegaard

    " bireyin kendi varlığı ile ilgili olarak edindiği izlenimler, başkalarının onun için düşündükleri ve söylediklerinin bir sonucudur. bu hemen hemen herkes için böyledir. fakat bazı insanlar için, kendi varlıkları o denli başkalarına bağlıdır ki bu bireyler, başkaları etrafta olmadığı takdirde benliklerini tamamen yitireceklerine inanırlar..."

    " ...gerçeği aramak daima nefret edilecek bir şeyle karşılaşmayı göze almak demektir"

    "endişe nasıl benlik bilincini yok ediyorsa, kendi benliğinin farkında olmak da endişeyi yok eder. diğer bir deyişle benlik bilincimiz ne kadar güçlü ise endişeye karşı o kadar dayanıklıyız demektir."

    "gülmemize neden olan şey objektif bir dünya içinde tepkiler veren sübjektif bir varlık olduğumuzu algılamamızdır."

    "sartre'ın varoluş kurallarından en öncelikli olanı, bireyin
    kendi seçimlerini yapmaktan alı konamayacağını, varlığının
    bu seçimlerle meydana geldiğini, bunları reddetmenin endişe ve ruhsal bunalımlara neden olacağını iddia eder."

    "benlik bilinci bize etki-tepki zincirinin dışına çıkma, olayları bir saniyeliğine dondurma ve koşulları değiştirerek doğacak alternatifleri tartma gücünü verir..."

    "yeni bir şeyler yapmaya çağrılıyoruz. ayak basılmamış bir toprakla yüzleşmeye, kimsenin gidip de bize yol göstermek için dönmediği bir ormana dalmaya çağrılıyoruz. bu, varoluşçuların hiçliğin kaygısı dedikleri şey."

    "viyana'da kurduğu çocuklara yönelik okulla ilgili olarak alfred adler bir keresinde şöyle demişti: "öğrenciler öğretmenlerini eğitiyor." psikoterapide bu daima böyledir. ve bir terapist, 'hastaları' olarak adlandırılan ve kendisine hayattaki önemli meselelere dair her gün yeni bir şey öğreten insanlara derin bir minnet duygusundan başka ne hissedebilir doğrusu bilemiyorum."

    "benlik her zaman insanlar arasındaki ilişkilerde doğar ve büyür. fakat tamamen sosyal çevrenin bir yansıması olarak kaldığı sürece hiçbir "ego", sorumluluk sahibi bir kişilik olgusuna doğru ilerleyemez. çağımızda özgün kişilik olgusuna en büyük tehdit, topluma yerleşmiş olan 'normlara kayıtsız şartsız uyma' kavramıdır."

    " seks tekniğini gereğinden fazla vurgulamak, sevişmeyi mekanikleştiren bir tavra yol açar ve beraberinde yabancılaşmayı, yalnızlık duygusunu ve benlik yitimini getirir.”

    "modern insan duygularını göstermemeyi güçlü olmak sanıyor. yaşamın her alanında kukla gibi yönetiliyor. ölü gibi yaşıyor. ama yönettiğini ve yaşadığını sanıyor."

    “bu dünyayı hislerle görmek gerekir.
    onlara güveni ne zaman neden yitirdik ki?”

    "bir şimşek gibi yepyeni bir manzarayı aydınlatan vecizelerinden birinde nietzsche "hata korkaklıktır!" diye bağırmıştı. yani gerçeği görmememizin nedeni yeterince kitap okumamamız veya yeterince akademik diplomaya sahip olmamamız değil, yeterince cesarete sahip olmamamızdır."

    " sevgi genellikle bağımlılıkla karıştırılır, ama asıl olan ne kadar bağımsız olabilirseniz o kadar çok sevebileceğinizdir. "

    “beckett’in ‘son band’ adlı eserindeki gibi, yaşamımızı bir ses kayıt cihazına konuşarak geçiriyoruz; evlerimizdeki radyo, televizyon ve telefon kablolarının sayıları arttıkça varlığımız daha da yalnızlaşıyor.”

    " simone de beauvoir etik üzerine kaleme aldığı kitabında; ''tek yaptığı kendini idame ettirmekse eğer, yaşamak ölmenin bir çeşididir ve insanın varlığı tuhaf bir bitki örtüsünden farksızlaşır..."

    "öz disipline çok değişik adlar takılmıştır. nietzsche "kaderini sevmek", spinoza "hayatın kanunlarına boyun eğmek" deyimini kullanmıştır. "

    " böylece yıkımlar bana düşünmeyi öğretti, zamanın gelip aşkımı götüreceğini. bu düşünce ölüm gibi, değiştiremez, yalnızca ağlar, yitirmekten korktuğuna sahip olduğu için."

    " o asla kim olduğunu bilemedi.
    fakat o kim olduğunu bilebilme hakkını çok ciddiye almıştı."
  • "sevginin karşıtı nefret değil, kayıtsızlıktır."
  • "birey kendini anlamsız, sıradan ve boş hissetmeye çok uzun süre dayanamaz. eğer herhangi bir aktiviteye doğru kaymaya başlamamışsa, kısa zamanda ruhsal devinimi korkunç boyutta yavaşlar, var olan potansiyel yerini boş vermişlik ve umutsuzluğa bırakır. durum böyle olunca da yıkmaya ve yok etmeye dayalı davranışlar kaçınılmaz sonu oluşturur.”
  • şu sıralar oldukça uzun bir sunuşa sahip olan yaratma cesareti adlı kitabını okumaya çalıştığım yazar. ağır bir kitap derler ya , öyle bir kitap. özellikle de albert camus'un yabancı'sından hemen sonra okumaya başladığım için bazı sayfaları 2 hatta 3 defa tekrarlamama sebep oluyor.

    ' 'yaratma cesareti' , amerikan psikolojisi ve varoluşçu psikoterapinin önde gelen ismi rollo may'in en temel yapıtlarından biri. may, psikoloji, psikoterapi , felsefe ve sanatla yakın ilişkisinden ötürü, yaratıcılık konusunu ilginç bir perspektiften inceliyor. tüm varoluşçular gibi o da kaygı olgusuna büyük önem vererek, değişimin kaygının içine gömülerek varılacak bir yaratıcılık düzeyinde gerçekleşeceğini vurguluyor.'
  • soyutlanma duygusunun, yani kişinin kendisini dünyaya yabancılaştırma durumunun, sadece patolojik koşullardaki insanların değil, günümüzde sayılamayacak kadar çok miktarda "normal" kişilerin de maruz kaldığı bir durum olduğuna dair pek çok gösterge mevcuttur. riesman "the lonely crowd" adlı çalışmasında çok sayıda sosyopsikolojik veri kullanarak soyutlanmış, yalnız ve yabancılaşmış karakter tipinin sadece nevrotik hastalara değil, toplumumuzdaki insanların tümüne ait özellikler olduğunu göstermektedir. riesman önemli bir noktaya temas ederek bu insanların dünyalarıyla sadece teknik bir iletişim kurduklarını söyler; riesman'ın "dışa-yönelik" kişileri (günümüz insanına özgü bir özellik) her şeyle teknik ve harici
    açıdan ilişki kurar. "oyunu sevdim" demek yerine, "oyun iyi kotarılmış" veya " makale iyi yazılmış" demeye yönelir. toplumuzda kişisel soyutlanma ve yabancılaşma durumunun diğer örnekleri, özellikle sosyopolitik açılardan erich fromm'un özgürlükten kaçış kitabında aktarılmıştır. karl marx, modern kapitalizmde her şeyi harici, nesne odaklı, parasal açılardan ele alma eğilimi yüzünden baş gösteren bir durum olan insani özelliklerden sıyrılış durumuna dikkat çekmiş; tillich ise aynı durumu tinsel bakış açısından incelemiştir. son olarak camus'nün yabancı ve kafka'nın şato isimli eserleri ele aldığımız noktaya dair şaşırtıcı örnekler sergiler: bu eserlerin her biri, kendi dünyasında yabancı olan, aradığı ya da sever göründüğü insanlardan kendini uzak hisseden insanın etkileyici ve sarsıcı bir resmini çizer; bu insan yersiz yurtsuz, muğlak koşullarda oradan oraya dolaşır; her şey öylesine bir sis perdesi içindedir ki kişi kendi dünyasıyla doğrudan bağlantı kurma duyusunu yitirmiştir; dilini bilmediği, asla öğrenme ümidi de taşımadığı yerlerde, sessiz bir umutsuzluk içinde, kimseyle görüşmeyen, evsiz ve yabancı biri olarak dolaşmaya mahkumdur adeta.

    kişinin dünyasını bu şekilde yitirmesi problemi, onun sadece tanıdıklarıyla iletişim eksikliği içinde olması ya da kişilerarası ilişkiler yürütememesinden ibaret değildir. bunun kökleri sosyal seviyelerin de altına inerek doğal dünyaya yabancılaşmayı da içerir. bu, "epistemolojik yalnızlık" diye anılan bir soyutlanma deneyimidir. soyutlanmanın ekonomik, sosyolojik ve psikolojik veçhelerinin altında çok büyük bir ortak payda bulunabilir: dört yüz yıldır insanı nesnel dünyadan ayırarak özne yapma faaliyetlerinin nihai sonucu olan yabancılaşma. bu yabancılaşma, yüzyıllardan bu yana batı insanının doğa karşısında zafer kazanma tutkusunda kendini ifade etti: şimdi ise insanın kendi bedeni de dahil olmak üzere doğal dünya ile gerçek bir ilişki kurma konusundaki yarı baskılanmış, muğlak ve tam dile getirilememiş bir umutsuzluk duygusu ve doğaya yabancılaşma olarak kendini gösteriyor. **
hesabın var mı? giriş yap