• istanbul, bırak türkiye'yi avrupa'nın en metropol şehirlerinden bir tanesi, merkezi onbeş milyon nüfus. bu şehir metallica'ya rammstein'a stadyum dolduruyor. bukadar nüfusun içinde elbet rockn coke'da çıkan grupları çılgınlar gibi izleyecek, festival-karnaval ortamında takılacak kırkbinden fazla insan var. gel gör ki bu şehrin en iddialı -finansal, medyatik- festivali bu potansiyele rağmen ebesinin sülalesinde bir yerde, sik gibi muameleyle adamı verdiği parayla madara edercesine aptalca yapılıyor.
    biz dinleyiciler enayi yerine konuluyor.

    festivale öğlen saatlerinde varıyorum, gidene kadar kancığa dönüyorum yol boyu, ancak festival bu, eyvalla diyorum yola, bugüne kadar bir sürü metal festivaline* ne yollar gittim, umursamıyorum. oraya varıyorum, girerken taşaklarıma kadar aranıyorum, x-ray'den geçiyorum, çantam x-ray cihazına sokuluyor, içindeki lens kaplarına kadar her deliği didik didik ediliyor, orospuçocuğu yerine konuluyorum ve sonrasında bedeli yirmibeş lira olan mide ilacıma bepanten kremime el konuluyor "içerde yer var oradan -kullanırsınız- deniyor. sesimi çıkartamıyorum, bileğimde vip bileklik var, viplere özel sosyete kafasında platforma geçiyorum içki alıp işemek için filan, barda içkimi hazırlayan herif hiç bir sorumu sorgumu siklemiyor, parmaklaya parmaklaya iç beş damla votka boca ediyor -2 yudum- ve bardağı önüme doğru fırlatıyor, ve ben bu adama siktiri çeken muamele için onbeş lira domalıyorum.

    festival alanına bakıyorum, yerler karton bardak çöplüğü. çadır alanına bakıyorum, insanlar taxim otoparkındaki arabalar misali göt göte dip dibe çadır kurmuşlar, yer yok, içeri sokulabilen bir şey yok, sefalet içinde ızdırap çekiyorlar. tuvaletlere bakıyorum, üzerine kusulası.
    ses sisteminde rezaletliğe değinmiyorum bile.

    şimdiii, burada bir çizgi çekelim. ---------------

    nasıl olabilirdi de bu eziyet okadar eşek ölüsü gibi yol çekilse bile reel anlamıyla bir şenliğe dönüşebilirdi?
    öncelikle, festival çalışanları katılımcılara "insan" gibi davranabilir.
    ses sistemi kaliteli olsa da berbat tommaystrlar yerine daha yüksek ücretlerle daha kaliteli insanların ellerine emanet edilebilir.
    bilet fiyatları arttırılır. -ki gerek bile yok ama hadi 30 lira daha fazla-
    festival daha geniş bir alanda, ferah bir arazide kurulabilir.
    kamp alanı çadır ve araba kamp alanları olarak ikiye ayırılıp araba alanında da çadır kurma izni verilebilir belirli boşluklar düzenlenerek görevlilerce.
    kamp alanına insanlar kasalarla içkilerini, mangallarını, masa-tentelerini bilmemnelerini getirir, serbest bırakılır, sadece sahne alanına girişlerde üstbaş her şey aranır bir şey sokulmaz, içeride de içkiler adam siken fiyatlar yerine makul ücretlerle satılabilir ki insanlar içeride de keyifle içsinler.
    kamp alanına kooperatif süpermarketler kurulur, kömür filan satılır, insanlar festivali festival olarak, bir müzik pikniği olarak layıkıyla, geldikleri yola değercesine yaşar.
    tuvaletler profesyonel yerlerle anlaşılıp kooperatif şekillerde -vip platformundaki tuvaletlerden- her yere yerleştirilir, tuvaletlerin organizasyonu belirli işletmelerle anlaşılarak sağlanır, bir iki lira fiyat konur ama hiç yoktansa bakımlı olurlar.

    işlerin böyle olabileceği sikilmeye alışmış memleketimin güzel duygulu rockerlarına, açık görüşlü dinleyicilerine gösterilmiş olur. festival ilerleyen yıllarda 30-40 binlere ulaşır, belki geçer de.

    bu işler zor değil, sadece yapılmak istenmiyor, gelen katılımcı da çektiği bu eziyete türkiye'de daha iyisini bekleyemeyiz hacı diye kabulleniyor.
    kabullenmeyin abi, adam dolandırılır, türkiye burası. kadınlara laf atılır, türkiye burası. müşteri resmen küfür edercesine karşılanır, türkiye burası.
    yok abi, mazeret yok.

    iyisini hak ediyoruz, ayık olun. iyisinin olduğunu, olabileceğini bilin.
  • kendisini her sene hatırlatır hüzünlendirir.
    en iyi rockn coke lar lise çağıma geldiği için hep bu festivale katılmak içimde ukte kalmıştır. şimdi katılacak imkanlara sahibim ancak ne yazık ki katılacak bir rockn coke yıllardır yok.
  • yemek yerken televizyondaki rock’n coke reklamını gördü valide ve sordu “gitmiyor musun bu sene?” diye. kesin ve kati bir dille “kesinlikle gitmiyorum. deli mi sikti beni?” deyiverdim istemdışı. kardeşim “niye be, neden öyle dedin?” dedi ve bunun için onlarca nedenim olduğunu söyledim. sıralamaya üşendim. daha doğrusu o boktan 2.5 günü hatırlamaya. ama gri beyin hücrelerim başlamıştı bir kere çalışmaya. ve hatıralar yığılıverdi karşıma. evet, bu siktiğimin yerinde bulunmamak için o kadar çok sebep vardı ki. hadi birkaç tanesini hatırlayalım.

    görevli olarak gitmiştim 2005 yılındaki festivale. sahne arkası gibi bilumum yerlere giriş çıkışın serbest olduğu, gayet kilit bir görevimiz vardı. ben, ulaş ve toros, sağlık görevlisiydik. “medic” diye geçiyordu ve hakikaten birçok kapıyı da anında açıyordu bu kart. festival alanına açılan sik kadar giriş kapısı dahil. hani şu içeriye sprey deodorant bile sokulması yasak olan ve bu gibi eşyalara el koyulabilen, önünde kilometrelik bir kuyruğun bitmesi umuduyla güneşin alnında bekleyen binlerce insanın, belki bir gün geçme hayali kurduğu o muhteşem kapı. neyse ki görevliydik ve sağlık ekibinin başındaki hatun, gelip bizi almıştı ve “keh keh” bakışları atarak girmiştik içeriye. peki işkence bitti mi? tabii ki hayır, daha her şey yeni başlıyor.

    biletini 2 günlük alanlar, muhtemelen cuma akşamından itibaren oradaki yerlerini almaya başlarlar, çadır vesaire kurmak ya da ortamın nabzını yoklamak için. an itibariyle, tam anlamıyla bir “festival” ortamına girmiş bulunmaktasınız. ranger’ından tut da, sponsor markaların koymuş olduğu oyuncaklar, bira büfeleri ve onlarca satış standı. büyükçekmece gölü’nün üzerinden henüz batmakta olan güneş, bazı şeylerin habercisi gibi aslında. havadaki bulutlar da öyle. mesela yağmur. bildiğim -ya da en azından tecrübe ettiğim- kadarıyla şimdiye kadar hiç yağmura yaklanmadan festivali tamamlayabilmiş birini görmedim ve duymadım. işin güzel yanı, yağmur tepenizden bardaktan boşalırcasına yağarken sığınabileceğiniz hiçbir yer yok. çadırınız hariç. aslında ona da fazla güvenmeseniz iyi edersiniz. görevli çadırımızın altında üç kattan oluşan, süngerimsi bir koruma zımbırtısı vardı. ona rağmen alttan alttan “pörrrçk pörrçk” diye fışkırıyordu çamurlu su. he tabi ayakkabılarınızı yağmurun altında, çadırın dışında bırakmak ve bırakmamak ikilemi de sizi yeyip bitiriyor. içeri alsan bi’ dert, dışarıda saklasan ayrı dert çünkü. koduğumun yerinde inek mi gütmüşler, ne bok yemişlerse vakti zamanında, her yer saman amına koyim. e haliyle çadırın içi de bu samanlıktan nasibini alıyor. muhteşem bir güne uyanıyorsunuz. cumartesi gününe.

    dün gece gördüğün o kısa şortlu, uzun boylu sarışın çıtır vardı ya hani. hı hı, o artık. onun yerine; çamurlu ayakkabılarına bim poşedi sarmış, saçları yağan yağmurdan ve sik kadar çadırda yatmaktan eşeğin amına dönmüş dağınık saçlı, şortunu da çantasına tıkıp, götüne, çakma adidas eşofmanını geçiren paspal kız var. ister misin? tabii ki istemezsin. ama bi’ yandan da hala çıtırlığını muhafaza etmeyi başarabilmiş hatunlarla çadırına ufak çapta bir turistik gezi düzenleyebilmek için dişini falan fırçalaman lazım. şükürler olsun ki diş macunun ve fırçan yanında. tanrım, ne kadar akıllısın. e peki nerede fırçalayacaksın dişlerini gerizekalı? hijyen sağlamak için, tankerlerle getirilen ve daha ilk geceden yarılanan, kompressör bozuk olduğu için de çeşmelere iletilemeyen, başlarında en azından 20 kişinin sırada olduğu umumi çeşmelerde mi? kolay gelsin o zaman. asfaltın üzerinde, dün geceden kalma ya su birikintilerine bakarak dişini fırçalayanları gördükten sonra, ben de bu diş fırçalama burjuvalığının saçma olduğunu fark etmiştim ama çok geçti artık.

    karnın acayip acıktı, saat olmuş 10:00. kahvaltı yapmak da lazım bi’ yandan. alternatifin var sanıyorsun di mi hala? seni şöyle alalım, 750 metre boyunca bir yılan misali kıvrılarak konser alanını dolaşan burger king kuyruğuna doğru. acıkacağın vakti yaklaşık 1.5 saat öncesinden kestirmelisin ki, güneşin alnında bayılmadan bekleyebilesin. bazı çakallar vardiyalı olarak çalışıyordu. bi’ tane çocuk bekliyordu, diğerleri geziyordu falan. o da bi’ yöntem. sağlık görevlisi olduğumuz için, bu kuyruğu bekleyecek vaktimiz olmadığını söyleyip, brandaların arkasından sıvışarak yemeğimizi alıp, paşa paşa da yemiştik. biliyorum, çok büyük orospu çocukluğu ama dedim ya; “you must survive on this island!”

    cumartesi günü güzel geçer genelde. sabaha kadar amı götü dağıtanlar, gün içinde toparlar, makyajlar yapılır ve tekrar konser alanına akılır. 2005’te de korn vardı cumartesi gecesi, peşinden ya da öncesinden de skin. muhteşem bi’ geceydi gerçekten. kudurduk, eğlendik, fingirdeştik ve uyuduk.

    bom bok bir pazar sabahının bizi beklediğini nereden bilebilirdik ki? birazdan tam bir kabus betimlemesi okuyacaksınız. hijyen sorunları olan ve rock’n coke’ta iki gün boyunca bulunmayı düşünenler buradan sonrasını es geçebilirler. yazı bitmiştir. (devamı küfür içerir)

    merak edenler buyursun gelsin.

    saat sabahın 9’unu gösteriyordu. erken uyandığımı varsaydım ve tuvaletlere koştum. gece 3 gibi çadıra gitmiş ve sızmıştım. yorucu bir geceydi. kendimi toparlamam, daha da önemlisi sıçmam lazımdı amına koyim. çok sıkışmıştım. tekli kabin halindeki tuvaletlerin bulunduğu yarım ay şeklindeki bölüme gittiğimde ise gördüğüm manzara -deyim yerindeyse- götümü uçuklattı. daha önce bunlara sıçanlar bilir. kabinin yarısına kadar yükselir plastik yüzey, üzerinde bir klozet ve sol tarafında körüklü bir pompa vardır. sifondur bu. elinizle basarsınız ve eğer az önce bahsettiğim tankerde su varsa gelir. yoksa, tam anlamıyla “sıçtınız”.

    ama dün akşam klozetini görebildiğim kabini, pazar sabahı görmek mümkün değildi. çünkü anasını siktiğimin kabininin her tarafı boktu. şu ufacık götümü koyabileceğim her noktanın bok ve sidik harmanı olması, 20 metreden bile yeterince tiksindiriciydi. içeriye girdiğimi düşünemiyorum bile. temizlik görevlileri, yaklaşık 10 metreden, içeriye tazyikli su sıkıyorlardı. artık ne kadar temizlenirse. artık o dolup taşan boklar kendine nasıl bir yol bulur ve nereye akarsa.

    sterilizasyon işlemi biten kabinlerden birine hasbelkader girdim. diğerlerine nispeten temiz görünüyordu. kabinin içi evet. ya sıçtığın delik? içinin görülmesi ne kadar acı değil mi? bence de.

    hadi, kabaca bir hesap yapalım. festival alanına ortalama 20 bin kişinin geldiğini düşünelim. inönü stadyumu’nda yapılan konserlere bile 50 bin kişinin katıldığını düşünürsek, gayet minimal bir rakam bu.

    olmaz ya, 20 bin kişi geldi festivale. bu 20 bin kişinin 10 bin tanesi kız olsa ve bu 10 bin kızdan, bin tanesinin regl dönemi aynı günlere denk gelse. 10 kızdan birinden bahsediyoruz. gayet olağan gibi duruyor bence. evet, olağan duruyor, fakat kulağa hiç hoş gelmiyor. göze de öyle… deliğin içinden, adeta bir japon bayrağı gibi bana bakan pedlerin varlığı hala tüylerimi diken diken ediyor. götündeki boku silmek için, deliğe atılmamış diğer pedleri kullandığını söyleyen insanların varlığı da keza öyle.

    her neyse. sanırım 2.5 buçuk gün boyunca gördüklerim, yazmakla bitecek türden şeyler değil. dönüş yolculuğunu saymıyorum bile. “servisler taksim’e bırakacak yeaa” diye götünüze güvenerek, sakın ola gitmeyin. gecenin geç saatinde sizi oradan alabilecek bir eş dost ya da aile ferdini, şimdiden kafalamaya başlayın.

    yoksa gecenin 3’ünde, adını sanını hiç bilmediğiniz bir tarlanın orta yerinde, götünüzün dibinde havlayan köpek sesleri eşliğinde sıçarken “anasını sikiyim, nereden geldim ben burada amına koyim!” diyerek, şansınızın ırzına oracıkta geçebilirsiniz.

    sevgiler türkiye.
  • temizlik görevlilerinin arada dayanamayıp zıp zıp zıpladıklarını gözlemledik, çok şirin bir görüntüydü.
  • naomi klein'in no logo'sunda bu markalamaya dair genişçe bir bölüm vardı. kitabı açıp aynen yazamıycam ama kabaca şunu diyordu; büyük, küresel markaların amacı hayatın her evresini markalaştırmaktır. mesela coca colayı ele alalım. nedir coca cola? bir içecek firması. başka? amerika da envai çeşit ev eşyası (tabak, çanak, anahtarlık, kumbara, buzdolabı, gözlük) üreten bir firma. başka? yaz kampları, burslar, festivaller gibi sosyal etkinlikler düzenleyen bir firma. bu nike için de, mc donalds için de, starbucks için de aynı. hepsinin tek gayesi genişlemek, hayatın her alanını markalamak, ve hayatın her alanının kendi adı ile anılmasını sağlamak. mesela sofra içeceği denince akla coca cola gelmeli, spor ayakkabı; nike, kahve; starbucks, yemek; mc donalds, asi; converse.. artık bir ayakkabı şirketini (bkz: nike) saat üretirken ya da bir saat markasını (bkz: swatch)araba üretirken görmek çok doğal (bkz: smart). mümkün olduğunca şey kendi bilinçaltında o markayı çağrıştırmalı. rock'n coke ta bunun bir ayağı. bu tempo ile giderlerse 10 yıl sonra türkiyede sadece rock'n coke festivaline giderek yetişen bir jenarasyon var olucak. bu jenarasyon içinde "açık hava rock festivali" tamlamasının bilinçaltından ilişkilendiği ilk şey coke olucak. görünüşte bu masum bir reklam gibi görünse de, aslında çok vahşi bir yol. sizin zevkleriniz kullanılarak, bilinçaltınıza coke ismi kazınıyor. şimdi bana çıkıpta "türkiyeye geliyolar izlemiycez mi yani" gibi laflar etmeyin. sadece yapılan vahşi reklamı anlattım. bu reklam zehirini, bu festivale hiç gitmeyen insanlar da tadıyor. örneğin ben, şu ana kadar rock'n coke a hiç gitmememe rağmen, yarın biri gelip "türkiyede 'açık hava rock festivali' diyince aklına ne geliyor?" diye sorsa ya rock the nations ya da rock'n coke demekten kendimi alamam sanırım. sonuçta festivale giden insanlara hiçbir gereksiz saldırı, yakıştırma yapmak değil amacım, hem yarın black sabbath ı getirse bu adamlar ben de en önde gidenlerden olucam. amacım bu festivalin pek de masum olmadığını göstermekti. her ne kadar surcu lisan ettikse affola.
  • bugüne kadar tartışılmış ideolojik boyutu, performans sergileyecek olan grupların yetersizliği-yeterliliği, reklamı boku püsürü bir tarafa dursun, geçen gün organizatörlerinden birinin bir televizyon programında söyledikleri beni epey bir düşündürmüş festivaldir. öyle ki hatun ablamız kombine biletleri hiç bir grup açıklanmadan satışa sunmalarını türkiye de "festival mantığının oturup oturmadığını görmek için" yaptıklarını öne sürdü. zira neticede de biletlerin tamamına yakını hiç bir grup açıklanmadan satılmışmış, bizde festival mantığı oturmuşmuş. benim festival açlığı diye nitelendirdiğim bu durum -ki durum bilmem kaç ay sonrası için sağlam bir para ödenerek alınmış bir festival biletiyle kimi izleyeceğinizi bilememe durumu oluyor- onlar için bilinç düzeyimizin gelişmişliğini gösteren bir pusula imiş. şimdi elimizde ne var? yabancı grupları görebileceği festivaller neredeyse sadece rock n coke ile sınırlı -ki iki günlük festival boyunca sahne alacak olan yabancı grup sayısı diğer ülkelerdeki festivallerle kıyaslandığında sinirden ağlatır- ve tam da bu sebeple fazla bir seçim şansı ya da kıyaslama olanağı olmayan binlerce yurdum genci. sen de gidersin bu festivale, ben de giderim. sen bir iki grup izlersin ben bir iki derken placebo/muse konserleri tadında eğlenir coşarız. bizde festival mantığı(!) oturmuş çünkü. festivallerin çocuğuyuz ya biz. annemle babamda kolkola girer rock festivallerine gidermiş memleketimde. hey gidi günler hey...
  • dönme ihtimali yüksek olan festival. dedikodular baya arttı, sağlam bir headliner ile yine hazerfan da olması durumunda buralar yıkılır. zeytinli meytinli bilmem yüksek bütçeli dev festivalleri özledik.
  • daha bugün aklımdan geçti ...
    inanamıyorum o zamanların şu an kendime uydurulmuş bir hikaye gibi gelmesine...

    her sene hezarfen' e gidip çadırını kuruyorsun, alkol o kadar ucuz ki tüm hafta sonu sabahtan akşama kadar içebiliyorsun, inanılmaz pis tuvaletlerine işeme düşüncesiyle bütün gün boğuşsan da içiyorsun, alternatif sahnede acayip keyifli gruplar/müzisyenler/şarkıcılar keşfediyorsun, ana sahnede ergenliğine eşlik edenleri dinliyorsun, vip çadırında biraz önce sahnede izlediklerinle sohbet ediyorsun, bütün gün gezdiğin bikininle hiçbir yerde yanmadığın gibi yanıyorsun, kimse kimseye karışmıyor ve deli gibi eğleniyorsun...

    türkiye'de bunlar yaşandı gençler...
  • ortaokul öğrencisiydim. anneannemin konya'daki yazlık evinde bulunduğum, yaz tatilinin en sıkıcı günlerinden biriydi. büyüklerin bir kısmı bahçede bir kısmı salondayken, ben küçük odada yalnız başıma televizyondan rock'n coke'u takip ediyor ve inanılmaz bir heyecan duyuyordum. o gün, o zamanki en yakın arkadaşım yağmur'u aradım ve bir gün orada olmanın hayalini kurduk.

    93-96 jenerasyonunun bir ferdi olarak 2013'teki rock'n coke'a katıldığımda; bunun hezarfen'deki köklü etkinliğin sonuncusu olduğunu bilmeksizin bir çocukluk hayalini gerçekleştirmiş oldum.

    üniversite öğrencisiydim ve yanımda yağmur yoktu. iki eski sevgiliyle aynı çadırda kalıyordum ve bu çok kötü bir şeydi. birinci günün sonunda seyyar musluklardaki su bitmişti ve alandaki seyyar tuvaletler en az trainspotting'deki o meşhur tuvalet kadar pisti.

    fakat; arctic monkeys'i, within temptation'ı, prodigy'yi, elle goulding'i, triggerfinger'ı, hurts'ü, jamiryo*yu, manga'yı, -müziği bıraktıktan hemen sonra- teoman'ı, tarık mengüç*ü ve nicelerini açık havada, güzel sahnelerde, güzel insanların oluşturduğu bir kalabalığın içinde izlemiş oldum. akşamları ana sahne ile alternatif sahne arasında mekik dokuduğumuz oldu. gündüzleri keşif sahnesinin önünde çokça zaman geçirdik.

    tüm ödeme sisteminin çöktüğü, kartlarımız çalışmadığı için her şeyin bedava olduğu o gece dominos'un suflesinden sayısız yedik... durex'in oyununa katılan arkadaşlarımızı izlerken çok eğlendik...

    o sene, son anda ankaralardan kalkıp da oraya gitmesem, sonsuza kadar içimde kalacak bir ukte olacakmış. ne yazık ki, artık rock'n coke yok. ne şanslıyım ki, bende anısı kaldı.
  • yapılmaması bizim kaybımızdır. türkiye'nin gördüğü en iyi yabancı müzisyenler bir aradaydı. allah belalarını versin, bunu da aldılar elimizden.
hesabın var mı? giriş yap