• geçenlerde bir belgesel kanalında ilginç bir konuyu işleyen bir program izledim. brezilya yağmur ormanlarında yaşayan sateré-mawé kabilesinin bir ritüeli işleniyordu programda.

    bu kabile avcı-toplayıcı özelliklerini yitirmemiş bir kabile olduğu için genç erkeklerin avlanmaya hazır olmaları önem teşkil ediyor. bu nedenle çocuklar 12 yaşına geldiklerinde yaşadıkları bölgeye özel ve çileli bir ritüelle erkekliğe giriş yapmış kabul ediliyorlar.

    bölgede yaşayan ve mermi karıncası olarak adlandırılan bir tür karınca var. bu karıncaların ismi, ısırıklarının mermi ile vurulmak kadar can yaktığını anlatmak için verilmiş. ısırık ağrısına dair skalaların en üstünde yer alan bu acı, karıncanın zehrinde yer alan nörotoksinle ilişkili.

    başta bahsettiğim ritüelde kabilenin yetişkinleri bu karıncaları büyük bir dikkatle toplayıp bir bitkisel karışım ile sedatize ediyorlar. karıncalar anestezi altındayken onları, bu ritüel için özel örülmüş eldivenlerin içine yerleştiriyorlar. bu eldivenlere yüz tane karınca yerleştirildikten sonra kabile şamanı çeşitli bitkilerin dumanı ile karıncaları ayıltıyor.

    bu eldivenler çocukların ellerine geçirildiği anda karıncalar çocukları ısırmaya başlıyor. bir ısırık bile mermi şiddetinde acı verirken yüzlerce karıncanın ısırığının tam bir işkence olduğunu tahmin edebilirsiniz. çocuklar kâh kıvranarak kâh gözlerinden yaşlar akarak on dakikalarının geçmelerini bekliyor. eldiven çıkınca çile bitmiyor çünkü bu toksinin etkisi azalarak da olsa 24 saat sürüyor.

    bu kadar çileli bir ritüelin sonunda belgeselciler çocuklarla konuşuyorlar. çocuklardan birisi şöyle diyor,

    ''çok acı vericiydi ama bu ritüel bana kabilenin bir parçası olduğumu hissettirdi''

    ritüellerin çok çeşitli işlevleri vardır. örneğin bu ritüel, ileride ormanda avlanacak olan çocukların orada yaşayan bu karınca türünün ısırığına dayanma gücünü ve hayatta kalma ihtimalini arttırıyor olabilir. ancak ritüelin belki bundan bile önemli olan işlevini, ritüeli yaşayan bu çocuk dillendirir: aidiyet duygusu yaratması.

    ritüeller sadece sembolik ve mistik olarak değil, gündelik hayatta da önemlidir. örneğin çekirdek ailenin akşam yemeği için masada buluşması ve o gün olanları konuşması gündelik bir ritüeldir. ailelerdeki bağı ve bağlantıyı güçlendirir. aidiyet duygusunu arttırır. yemek ritüeli hakkında yapılmış çalışmalar, bu ritüelin çocuklardaki davranış sorunlarından sigara kullanımına ve depresyona kadar birçok alanda olumlu etkileri olduğunu göstermiş. bu olumlu etki, bağlanma ve aidiyet üzerinden işliyor bana kalırsa.

    partnerler ve aileler için böyle ritüeller yaratılması ilişkinin ve aidiyetin pekişmesini sağlar. hatta bireysel olarak ritüellerinizin olmasının kendinizle ilişkinizi olumlu etkilediğini düşünürüm.

    son olarak, çok sevdiğim bir kitaptan, kirpinin zarafeti'den, çay ritüeli hakkında bir pasaj ekleyeyim yazıya. ritüeller yaratmak için ilham olsun hepimize.

    "bir ritüel halini aldığında, küçük şeylerdeki büyüklüğü görme yeteneğinin merkezini o oluşturur. güzellik nerededir? diğerleri gibi ölmeye mahkum büyük şeylerin içinde mi, yoksa hiçbir iddiada bulunmadan, anın içine bir sonsuzluk tomurcuğu yerleştirmeyi bilen küçük şeylerde mi?"
  • yeni yeni öğrendiğim, beni çok heyecanlandıran bir şey var; yürümek. ama uzun uzun yürümek. artık istediğim her yere yürüyerek ulaşabileceğimi düşünüyorum. sadece fiziksel mesafeler de değil, zihnim de yürürken hep bir yerlere varıyor, bir yerlerde duruyor, bir yerlerde kayboluyor. hal böyleyken mücbir sebepler olmazsa, her akşam yürüyorum. kışın, kalın ve upuzun bir montla, bereyle, atkıyla, dize kadar çektiğim çoraplarla çıkmıştım yola. o zaman sahilde kimseler yoktu, rüzgar çok sertti, denizin üstü müsilaj ile kaplanmamıştı. aynı yolu teptikçe, zaman da ilerledi, üzerimdekiler gitgide hafifledi. yürümenin bana ve kafama verdiği rahatlık gibi; önce incecik montlara, sonra tişörtlere, sonunda da şortlara geçtim. etrafımdaki her şey usul usul uyandı, kabuk değiştirdi. çimenler yeşerdi, birer ikişer insanlar gelmeye başladı, sonraları baya baya kalabalık oldular.

    kurduğum yürüyüş düzeni içinde, neredeyse her gün gördüğüm insanlar var. onlar benim farkımda mı bilmiyorum, ama ben onları arayıp buluyorum. hamile bir kadın var mesela, hep tek başına yürüyor, çok güzel bir kadın, yüzünde bir tebessüm var, müthiş bir huzur var, hayranlıkla izliyorum. sürekli beşiktaş forması ile yürüyen adamla da mutlaka karşılaşıyorum. başlarda onun da yürüyüş yaptığını anlamamıştım. aceleyle bir yere yetişmeye çalışıyor gibiydi, "çekilin yolumdan" der gibi bir çeviklikle yürüyordu. birkaç gün sonra anladım, o adam tam olarak böyle yürüyor. yalnız, havalar serinken beşiktaş formasının içine uzun kollu tişört giyiyor *. başka bir adam daha var, baştan aşağı simsiyah giyiniyor, saçları upuzun ve kıvırcık ve beyazları da var. bazen slayer tişörtleri giyiyor, kaşları hep çatık, bir omzu daha önde. onu izlerken, asi bir gençliği olduğunu düşünüyorum. hiç bilmediğim gençliğini, bir parça kendi gençliğime benzetiyorum. bir de son günlerde, bir eli olmayan o kadına rastlıyorum. bakışlarını aniden kaçırıyor, öyle yapınca ben de ona bakamıyorum. elinin bıraktığı boşluğa baktığımı düşünür diye korkuyorum. kuzey avrupalı olduğunu düşündüğüm, bilmem kaç metre öteden ışık saçmaya başlayan bir adam daha var. o bizlerden biraz farklı, çünkü koşuyor. boyu oldukça uzun olduğu için ve hızlı koştuğu için, yanımdan geçerken, çok farklı boyutlardaymışız gibi hissediyorum. büyük ihtimal kuzey avrupalı olduğu için de gerçekten öyleyiz zaten. son olarak bir de aile var; baba, anne, iki kızları. büyük olan dokuz, on yaşlarında diye tahmin ediyorum. küçük kızları belki ikisinde filan, o hep bebek arabasında katılıyor. diğer saydığım insanlarla, ama giderken ama dönerken, yolumun üzerinde bir yerlerde karşılaşıyorum. ama aileyle her zaman rotamın son noktasına ulaşıp, dönmeden önce karşılaşıyorum. hep aynı civarlarda. dönüş yoluna geçince, zorlanmadan yetişiyorum çünkü telaşsız yürüyorlar. onların arkasına takılıp belli bir mesafeye gelince, ben de yavaşlıyorum. müziği kapatıyorum, kulaklıklarımı çıkarıyorum, konuştuklarını duymaya çalışıyorum. genelde büyük kızlarının sesi duyuluyor. ne dediklerini tam olarak anlayamasam da, arada birkaç kelime seçebiliyorum. bir süre sonra azıcık hızlanıyorum, tam yanlarına aynı hizaya geliyorum, onlara ayak uydurup birkaç dakika yanlarında yürüyorum. beni fark etmiyorlar. karşıdan gelenler bizi beraber mi sanıyorlardır diye merak ediyorum. dediğim gibi, sadece birkaç dakika sürüyor bu birliktelik. sonra onlara veda ediyorum, yeniden hızlanıyorum, onları arkamda bırakıyorum, kulaklıklarımı takıp, müziği köklüyorum. bunu her gün yapıyorum, bunu her gün yapıyoruz.

    bazılarımız karmaşayı ve yoğun değişimleri sever, çünkü hızlı bir devinim içinde daha açık seçik görebilir, anlayabilir, sezebilir. ben öyle değilim. tam tersine, her gün tekrar tekrar yaptıklarımın içinde bunu başarıyorum. severek, isteyerek sürdürdüğüm her eylem; hep aynı saatlerde döndüğüm köşebaşı, aynı yerde ayakkabılarımın bağcıklarının çözülmesi, mutlaka bana bir şeyler anlatıyor. ancak o zaman net olarak görmeye, göremediklerimi ise sezmeye başlıyorum. sanki bana olacaklar, olmayacaklar, olamayacaklar, hepsi ama hepsi, önüme seriliyor. evvela olmayacakları biraz takip ediyorum, izliyorum, anlamaya çalışıyorum, yanlarında yavaşlayıp biraz soluklanıyorum. çünkü onlar da yolumun üzerindeler. sonra da kaldığım yerden devam ediyorum. olana (hem şu an var olana, hem de ileride olacaklara), yolumun devamına, mümkün manzaralara daha uzun süre bakıyorum, onların yanında daha çok kalıyorum.

    ( aklıma, tam bu yazımın sonuna yakışan bir alıntı gelmişti. başlığa yazılanlara göz atarken, sevgili femme noir’in de aynı cümleleri buraya aktardığını gördüm, çocukça sevindim. ritüel başlığında, bir ritüele imza atmış olalım böylece. ne de olsa tekrarlamak iyidir)

    çay ritüeli ile ilgili, "kirpinin zarafeti" * kitabından;

    "… ben de çayın önemsiz bir içecek olmadığını biliyorum. bir ritüel halini aldığında, küçük şeylerdeki büyüklüğü görme yeteneğinin merkezini o oluşturur. güzellik nerededir? diğerleri gibi ölmeye mahkum büyük şeylerin içinde mi, yoksa hiçbir iddiada bulunmadan, anın içine bir sonsuzluk tomurcuğu yerleştirmeyi bilen küçük şeylerde mi?

    çay ritüeli, aynı jest ve yudumlamaların bu değerli sürdürülüşü, basit, sahici ve rafine duyumlara bu yükseliş; çay, yoksulların olduğu kadar zenginlerin de içeceği olduğundan bir aristokrat zevkine sahip olma izninin pek az masrafla herkese bu verilişi; yani çay ritüeli, hayatlarımızın saçmalığında dingin bir uyum gediği açmak gibi olağanüstü bir erdeme sahiptir. evet, evren boşlukla elbirliği yapar, kayıp ruhlar güzelliğe ağlar, anlamsızlık bizi kuşatır. o halde, bir fincan çay içelim. sessizlik olur, dışarıda esen rüzgar işitilir, sonbahar yaprakları hışırdar ve uçuşur, kedi sıcak bir ışık içinde uyur. ve her yudumda zaman iyice yücelir. "
  • dini bir inanç gibi benimsenmiş alışkanlık, kişilerce kutsallaştırılmış dawranışlar, biçimler, dawranış biçimleri, temalar.
  • vücut geliştirme sporunun ne olup olmadığını az çok herkes bilir.

    bir zamanda yolculuk aracına binip orta çağa gidelim. bu sporu oradaki insanlara talim edeceğiz. sizce nasıl bir yol izlemeliyiz?

    ben size söyleyeyim: vücut geliştirme sporunun tüm prensiplerini bir tür ritüele çevirmek, mistizm ve kutsallıkla karıştırmak ve insanlara o şekilde sunmak zorunda kalacağız. zira orta çağ insanının kafası başka türlüsünü algılayamayacak ve reddedecektir.

    insanın fizik bedenini geliştirme yöntemi belli. peki insandaki spritüel* bedeni ve onun da paralelinde bulunan nur boyutu bedeni geliştirme usullerini biliyor muyuz? elbette biliyoruz. bunları bize peygamberler ve evliyalar ayrıntıları ile açıklamışlardır. ancak şöyle bir sıkıntımız var: bu usullerin çoğu geçmişte, orta çağ insanına yönelik olarak ortaya konulmuşlardır. dolayısıyla daha çok ritüeller şeklinde paketlenmişlerdir.

    günümüz insanına ise ritüel türü yaklaşımlar hitap etmemekte; hatta oldukça tuhaf gelmektedir. o halde artık paket dönüşümünü yapmak ve orta çağ mirasından hem bireysel şuurlarımızı hem de toplumsal bilinci arındırmak zorundayız.

    kolay anlaşılması açısından bir örnek vereyim: geçenlerde bir arkadaş mesaj attı bana ve "la havle" zikrini abdestsiz ve gusülsüz yapıp yapamayacağını sordu ve çok uzun zamandır gusül abdesti bile almadığını söyledi. halbuki bu arkadaş yanılıyordu. gusül veya boy abdesti dediğimiz uygulama, bir ritüel değildir ve altı üstü duş almaktan ibarettir.

    her duş alan kimse istese de istemese de, bilse de bilmese de gusül abdesti almış olmaktadır. zira guslü icap ettiren hallerde fizik beden bir tür negatif elektrik yükü ile yüklenmekte ve duş alındığında bu negatif yük, su aracılığı ile dünyanın spritüel boyutuna transfer edilmektedir(spritüel atıklar). eğer kişi, bu negatif yük üzerinde iken enerji çalışmaları yaparsa(spritüel egzersizler yani ibadet) yıkıcı dalga girişimi sonucu istenen sonucu alamamaktadır. dolayısıyla önce duş alıp negatif yüklerden kurtulması gerekmektedir.

    görüyorsunuz hiçbir kutsallıktan, mistizmden, ritüellerden falan dem vurmuyorum ben. bilakis, spritüel ve nur bedenlerimizin dahi tıpkı fizik bedenlerimiz gibi; ama kendine özgü yöntemlerle geliştirilmesi gerektiğini söylüyorum.

    çünkü işin özü itibariyle din bir bilgidir; spritüel bir teknoloji veya nur boyutu know how'ıdır veya kısaca evrensel düzenin kurallarıdır.
  • sosyal medyada gördüğüm üzere, z kuşağının yeni akımı olup büyü gibi bir şeye verilen isim. ben artık yaşlandım tam anlayamadım ama anladığım kadarıyla farklı konularda birisinden talebi olan kişi, mum yakarak ve bir takım işlemler gerçekleştirerek amacına ulaşacağını öngörüyor. amacı da genelde eski sevgilisinin mesaj atması gibi vizyonsuz şeyler. "çaba harcamadan istediğim olsun kuşağı" nın büyüye kadar düştüğünü görmek üzücü.

    umudumuz olan gençliğin ne kadar benmerkezci olduğunun da bir dışavurumudur. büyü yapılan kişinin ne düşündüğü, ne istediği onlar için önemsiz çünkü ben öyle istiyorum diyip işin içinden sıyrılmak tam bir karaktersizlik örneğidir. bu tarz ezikler her dönem var oldu yeni nesile ait değil tabiki ancak yeni nesil bunu gayet normal, komik ve akım olarak değerlendirmesi gerçekten umut yıkıcı.
  • eski zamanlarda yapilan ayinlerden alir ismini kavram aslinda, bunlar tam tersine buyuk bir ozen ve dikkat icinde yurutulurdu, ayni sekilde bu tur yapilan eylemler icin de kullanilir gunumuzde hala
  • ikiye ayrilir:
    kenosis: bosalmaya yonelik torenlerdir. yasamin sonu, yas tutulmasi gibi ornekleri vardir. doganin olumu, guz ve ilkbahar aylarini yansitir.
    pelerosis: doldurmaya yonelik torenlerdir. doganin sevincine ortak olma, mutluluk gibi. yagmurun yagmasi, toplu ciftlesme
  • antropolojide çoğu zaman belirli aralıklarla yinelenen, dinsel ya da büyüsel bir nedene göndermede bulunan ve birlikte gerçekleştirilen eylemler (bkz: ayin) olarak kullanılıyor. örneğin sünnet, namaz kılmak ve oruç tutmak, ritüele örnek olarak verilebilir.

    psikolojide ise, özellikle obsesiflerin düzenli olarak gerçekleştirdikleri davranışlar olarak kullanılmakta. örneğin, nevrotik bireyin örn. her yarım saattte bir düzenli olarak ellerini yıkaması bir ritüel.

    psikanalizde ise, düzenli olarak gerçekleştirilen her biçimsel eylem, bir ritüel. psikanalitik terapinin kendisi de bir ritüel örneğin: tam bir saat sürüyor, belirli şeyler yapılıyor...
  • ilkel insanın doğa üstü güçlerle mücadelede zavallı kalması sonucu bu güçlere kurbanlar adaması ve bunu bir "kut töreni" şeklinde gerçekleştirmesidir.örneğin king kong filminde böyle bir sahne vardır.modern hayatta ritüelizm kuramı çağın yaşantısına göre uyarlanmıştır.örneğin brezilya'da gerçekleştirilen rio karnavalı ve ispanya'da yapılan boğa kovalamacası...
  • obsessif kompulsif bozukluk sahibi insanların, takıntılarının verdiği rahatsızlığı o an için de olsa geçirmek için yaptıkları davranış/davranışlar bütünü.
hesabın var mı? giriş yap