• cumhuriyetten ve kurucularından nefret eden rte'nin yeni hedefi. dünkü açıklamadan sonra bugün manşetler süslenmeye başlamış : ezanı da türkçeleştirmiş, andımızı yazan kişi meğer bakın kimmiş, andımızı yazdı ezanı türkçeleştirdi yetmedi peygamberimize türk dedi.

    ne demiş rte : “andımız olarak bilinen metnin yazarı reşit galip türkçe ezan zulmünün mimarlarındandır. ayrıca insanları kafataslarına göre sınıflandıran sözüm ona bir bilim insanıydı.”

    - türkçe ezan zulmünün mimarlarındanmış.

    evet atatürk ilk önce bu iş için kendisini görevlendirmiştir. ancak daha sonra atatürk'le tartışıp istanbul'dan ankara'ya hareket edince bu iş için hasan cemil çambel görevlendirilmiştir. ezanı ise dönemin ünlü dokuz hafızı türkçeleştirmiştir. ayrıca türkçe ezan zulmü nedir ? türkleri namaza çağırmak için türkçe kullanmak kimine göre mantıklıdır, kimine göreyse arapça olarak kalmalıdır. bu tartışılabilir ama zulüm ? bir türk türkçe ezanı neden zulüm olarak addeder diye düşünürken bahsettiğimiz kişinin rte olduğunun farkına vararak vazgeçtim.

    - insanları kafataslarına göre sınıflandıran sözüm ona bir bilim insanıymış.

    evet kendisi türkçüdür. türk ırkının özelliklerini söylemiştir. tezinde hz. ibrahim, hz. ismail ve hz. muhammed'in türk olduğunu bile iddia etmiştir ama kendisinin türk olmayanlara düşmanlık beslediği, azınlık karşıtı olduğunu, kısacası kafatasçı olduğunu gösteren tek bir kaynak yoktur.

    gelelim ne mezunu olduğu belli olmayan, ne iş yaptığı belli olmayan rte'ye göre sözümona bilim insanı olan reşit galip'in yaptıklarına :

    - lise öğrencisiyken gazete ve dergi çıkartıyor.

    - öğrenciyken gönüllü olarak balkan savaşı'na katılıyor.

    - yine öğrenciyken gönüllü olarak 1. dünya savaşı'na katılıp kafkasya cephesi'nde savaşıyor. tüberküloz nedeniyle onbaşı maaşıyla emekli ediliyor.

    - istanbul'a dönüyor, tıp fakültesini bitirip doktor oluyor ve fakültede asistanlığa başlıyor.

    - savaş sırasında osmanlı hükümeti labarotuvar malzemelerinin dışarıya çıkarılmasına izin vermediği için hocaları da dahil üç kişi fransız hardal şişelerini gaz yağı lambasının ışığıyla 37 derecede tutarak bakteri, aşı, serum üretiyorlar. deney hayvanı olmadığı için bunları önce kendi üzerlerinde deneyip sonrasında orduya dağıtıyorlar.

    - kurtuluş savaşı sırasında önce istanbul'da köycüler cemiyeti lideri olarak, sonra anadolu'ya geçerek kütahya'da halkı milli mücadele için örgütlemeye çalışıyor. daha sonrasında savaşın olduğu çeşitli bölgelerde doktor olarak görev alıyor.

    - türk tarih kurumu, türk dil kurumuve halkevleri'nin kurucuları arasında yer alıyor.

    - 1925 yılında milletvekili oluyor ve şeyh sait'in yargılandığı istiklal mahkemesi'nde üye olarak yer alıyor. evet hukukçu değildir ama hukukçu olmamasını eleştirenlerin şimdiki aym başkanı haşim kılıç'ı çok sevmeleri ve dört asıl aym üyesinin hukuk'un yanında iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından seçilebilmesini sağlayan anayasa değişikliğini yapmaları veya desteklemeleri ironik değil mi ?

    - 1931 yılında atatürk'ün sofrasındayken önce tiyatro çalışmaları için gönüllü olan kadın öğretmenlere izin vermediği için dönemin milli eğitim bakanı esat mehmet'le, ardından kendisinden kredi için yardım isteyen restoran sahibi bir çifte iş bankası müdürüne kredi vermeleri için yardımcı olmasını istediği bir kağıt verdiği için atatürk'le tartışmış ve atatürk'e "devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. mesela rose noir'a verdiğiniz 15 bin liralık kredi mektubu da siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz." demiştir. atatürk'ün "yoruldunuz, biraz dinlenseniz iyi olacak, buyurun istirahat edin" sözüne karşılık "burası sizin değil milletin sofrası, oturmak benim de hakkım" şeklinde karşılık vermiş. bu söz üzerine atatürk "öyleyse biz kalkalım" demiş ve masadaki diğer isimlerle beraber sofrayı terketmiş.

    ardındansa geceyi dolmabahçe'de bir koltukta geçirmiş. sabah kalkarak cumhurbaşkanı genel sekreterinden ankara'ya gitmek için borç istemiş. kendisine verilen 25 lirayla sarayı terketmiş. cebinde ankara'ya gidecek para bile olmamasına rağmen atatürk'ün sofrasında atatürk'ü çatır çatır eleştirecek cesarete sahip bir adammış yani. ölümünden 79 yıl sonra kendisini hedef gösterenlerle kıyaslanacak bir cesaret değil bu.

    bu olaydan dört ay sonra atatürk kendisini yine davet eder. şakalarla geçen akşamda atatürk iki askeri çağırıp "şu efendiyi oturduğu yerden kaldırınız" der. askerler reşit galip'i tuttukları gibi havaya kaldırırlar. atatürk gülerek "biz adamı böyle kaldırmasını da biliriz!" der. bazıları dört ay önceki olayın sonunu kesip şaka olarak yapılan bu olayı ciddiymiş gibi gösterip dört ay önceki gecenin sonu gibi anlatırlar.

    ha bu arada kredi işi ne oldu derseniz. atatürk'ün o notu yazmasından sonra iş bankası genel müdürü muammer eriş dolmabahçe sarayı'na giderek bu krediyi vermelerinin kurallara uygun olmadığını, dolayısıyla bu çifte kredi veremeyeceklerini söylemiştir.

    - eylül 1932'de milli eğitim bakanı olur.

    bakanlığı döneminde ;

    - üniversite reformunu başlatır.

    - öğretmenlere genel bütçeden maaş bağlanmasını sağlar.

    - anadolu medeniyetleri müzesi ve milli kütüphane’nin kuruluş çalışmalarında yer alır. 1 milyon kitabın olduğu bir kütüphane hayali vardır ama bunu gerçekleştiremez.

    - almanya'daki nazi iktidarından kaçan yahudi bilim adamlarının türkiye'ye gelmesi için görüşmeleri yapıp, anlaşmayı imzalayan kişidir. türkiye'de o zaman bir profesöre 150 lira aylık verilirken bu bilim adamlarına 500-800 lira arasında aylık verilmiştir. bu aynı zamanda milletvekillerinin aylığının üç katına karşılık gelmekteydi.

    reşit galip anlaşmayı bilim adamları adına imzalayan prof.philipp schwatz'a imza sonrasıysa şunları demiştir :

    "biz fakir bir ülkeyiz. sizlere layık olduğunuz ücretleri veremiyoruz. ancak mustafa kemal'in kurduğu genç türkiye cumhuriyeti'nde sizler yeni bir bilimsel uyanış açacaksınız. burada doğacak yeni bilimin feyizli ışıkları bütün dünyayı aydınlatacaktır.. bilim ve yöntemlerinizi getirin, gençlerimize bilginin yollarını gösterin.."

    bu anlaşmayla profesörlere aylık verilecek, sağlık ve yol giderleri karşılanacak ve devlet himayesi altına gireceklerdi karşılığındaysa üniversite'de tam gün çalışıp ek iş yapmayacak, çevirmenler aracılığıyla ders kitapları hazırlayacak ve en geç üç yıl içinde dersleri türkçe vereceklerdi.

    - 13 ay bakanlık yaptıktan sonra ekim 1933'te zatürree olup, dinlenmesi tavsiye edilince bakanlıktan ayrılır.

    - 1934 yılında henüz 41 yaşındayken hastalığı nedeniyle hayatını kaybeder. öldüğünde cebinde yalnızca 5 lirası vardır. ailesi geçinmek için afet inan'dan yardım istemek durumunda kalır.

    ve ölümünden sonra 79 yıl sonra kuruluşunda emeği olan, gelişmesi için çok çaba sarfettiği türkiye cumhuriyeti'nin başbakanı tarafından ezanı türkçeleştiren kişi, kafataşçı ve sözümona bilim insanı denerek hedefe konur. ismet inönü'den sonra gündem değiştirme çabasına kurban verilen cumhuriyetin kuruluşunda emeği geçen ikinci insan olur.

    yakında isminin verildiği okulların isminin değiştiğini duyarız, çankaya belediyesi akp'de olsaydı isminin verildiği o meşhur caddenin ismi bugünden değiştirilmişti. biz ise rte gündem değiştirmeye ihitiyaç duyduğunda acaba sıradaki hedef kim olacak diye düşünmekten başka bir şey yapamıyoruz.
  • türk devrimindeki üniversite reformunun baş mimarlarındandır. almanya'da barınamayan çoğu yahudi bilim adamlarının türkiye'ye gelmesine önayak olmuş, onlara türkiye cumhuriyeti tarafından korunacakları güvencesini vermiştir. az zamanda çok iş yapan devrim hükümetlerinin milli eğitim bakanı olarak neferlerinden birisidir. öldüğünde cebinden sadece 5 lira çıkmıştır. (ülkesine davet ettiği bilim adamlarını ikna etmek için onlara ortalama 500 lira maaş bağlanmasını sağlamıştır.) o yıllarda ülkesinin çok ihtiyacı olan yahudi bilim adamlarını ülkesine kazandırırken günümüzde ırkçı diye suçlanması cahilliktir. makamı da günümüzde birtakım intihalcilerin eline geçmiştir.
  • bu ülkenin en cesur bakanlarından biridir. tek başarısı insanları karalamak olan şahısların hakaret edebileceği bir kişi değildir.
  • atatürk'e devrimlerine saldırmak yerine dolaylı olarak hedef ilan edilen adam...
  • "-lütfen sofrayı terk ediniz!"
    "-bu saray da, bu sofra da, sizin değil, milletin sarayıdır, sofrasıdır!"
    ___
    " dolmabahçe sarayı'ndaki o gecenin üzerinden dört ay geçmiş. gazi, çankaya'daki eski köşkte dostlarıyla. bir ara dr.reşit galip'ten de söz açılacak. gazi:

    "-o nerelerde? hiç görmüyorum." diyecek ve biraz sonra da yaverine, çankaya'da yakınlarda bir yerde oturan doktoru çağırmalarını söyleyecek. o çankaya gecesinin tanıklarından biri de yakup kadri karaosmanoğlu. ondan dinleyelim:

    "-reşit galip, yemek salonuna girdiği vakit, hepimiz. zorlu bir imtihan devresi geçirecek sanıyorduk. fakat her şey hafif bir şaka içinde geçti. reşit galip'e sofrada yer gösterip oturttuktan beş on dakika sonra, dışarıdan iki nöbetçi eri çağrıldı. mustafa kemal: 'şu efendiyi oturduğu yerden kaldırınız!' dedi ve iki kuvvetli anadolu çocuğu, bir hamlede reşit galip'i kucaklayıp havaya kaldırdılar. mustafa kemal gülerek:

    '-biz adamı böyle kaldırmasını da biliriz!' dedi.

    ve bu sahne, bu söz, reşit galip'in üç dört ay evvel dolmabahçe sarayı'ndaki sofrada:

    '-sen beni buradan kaldıramazsın! çünkü bu saray ve bu sofra milletindir!'sözüne bir cevaptı." (74)

    düşmanlarını bile bağışlayan atatürk, bir devrimciyi mi bağışlamayacaktı!

    19 eylül 1932 günü dr.reşit galip, gazi'nin emri ile, görevini bırakması sağlanan o eleştirdiği esat bey'in yerine 1933 üniversite reformu'nu gerçekleştirecek olan millî eğitim bakanı olmuş bulunuyordu!..."
    ___
    çetin yetkin - ben de bir insanım
  • mahmut esat bozkurt ile beraber en sıkı devrim savunuculardan biridir. yaşarken herhangi bir soyadı kullanmamıştır. öldükten sonra kardeşi hüseyin ragıp kendisine baydur soyadını seçince otomatik olarak baydur soyadı adının sonuna eklenmiştir. resmi olarak bir dayanağı yoktur.
  • atatürk ile arasında geçen tartışma hakkında cemal granda (bkz: atatürk'ün uşağının gizli defteri) şunları yazmıştır:

    reşit galip ile atatürk arasında geçen oldukça ilginç bir tartışma vardır ki, birçokları tarafından yanlış bilinmektedir. sofrada geçen bu tartışmayı yakup kadri karaosmanoğlu da bir yazısında yazmış, sonunu da bilenler tamamlasın demişti. bilenlerden biri olarak üstadın bu makalesini tamamlamağa çalışacağım. atatürk asla kin tutmazdı. bir kimseye ne kadar kızarsa kızsın bir zaman sonra onu affeder, olanları unuturdu. bu yüzden çevresindekilerden birçokları zaman zaman gözden düşer, sonra yeniden affedilir, eski yerlerini alırlardı. işte dr. reşit galip te gözden düşüp, sonra itibara kavuşanlardandı. dolmabahçe sarayı'nın harem kısmında (hususî daire) akşam sofrasını henüz kurmuştum. mevsimlerden yazdı. misafirler birer ikişer geldiler. yemek süresince herkes, her konuda konuştu. gece yarısına kadar süren toplantı sonunda reşit galip'in ayağa kalktığını gördüm. o zamanın millî eğitim bakanı esat hoca'yı kastederek:
    — yaşlı insanlara vekillik yaptırmamalı. memlekete fayda yerine zarar getiriyor. dedi.
    bunun üzerine atatürk:
    memlekette maarif vekili yok mu?
    — var ya... esat hoca mükemmeldir.
    deyince reşit galip hayır anlamında başını sallayarak:
    — çok iyi ama çok ta ihtiyar. artık ondan geçmiştir.
    bu memleketin maarif vekili o adam değildir. dedi.
    bunun üzerine atatürk'le reşit galip arasında şu tartışma geçti:
    — yahu nasıl olur? bu adam beni okutmuştur, nasıl maarif vekili olamazmış.
    — değil seni okutmak, senin allah’ını okutsa yine bu adam maarif vekili olamaz.
    o devirde dalkavukların yanında böyle medenî cesaret sahibi, sözünü sakınmaz cinsten kimseler de vardı. fakat bu derece ileri gideceği, bir hükümet üyesi hakkında bu derece sert konuşacağı kimsenin aklından bile geçmezdi. atatürk tarifsiz şekilde kızmıştı. fakat duygularını belli etmeden, çok sakin şu emri verdi:
    — lütfen sofrayı terk ediniz!
    — burası sizin değil, milletin sofrasıdır. gerçi biz saraydayız ama hocanız hace-i sultanî değildir. cumhuriyette serbesttir... diye başlayınca atatürk yavaşça yerinden kalktı. kucağındaki peçeteyi masaya bıraktıktan sonra:
    — öyleyse müsaade ederseniz ben terk edeyim. dedi ve salondan çıkıp gitti.
    hemen arkasından koştum. doğru harem kısmındaki yatak odasına girmişti. ben de arkasından girdim. her zaman olduğu gibi kapıları kilitledim. atatürk soyunana kadar bir kelime konuşmadı. sinirleri henüz yatışmamıştı. cumhurbaşkanı olduktan sonra belki de hiç kimse onunla böyle konuşmamıştı.
    — çelebi efendi, desene ki, yılanı koynumuzda büyütüyormuşuz. dedi. cevap vermeyerek yavaşça kapıyı açıp dışarı çıktım. oradaki görevim bitmişti. yemek salonuna dönünce bir de ne göreyim. reşit
    galip rakı kadehini hırsından dişlerinin arasına almış kemiriyor. başucunda da recep zühtü ve kılıç ali duruyorlar. reşit galip başını kaldırıp beni görünce:
    — çelebi, bana bir kadeh rakı ver, diye bağırdı.
    — efendim, kilerci uyumuş. diye atlatmağa çalıştım.
    — demek bana verecek bir kadeh rakın bile kalmadı desene... diye acı acı söylendi.
    ne yalan söyleyeyim, bu olaydan çok üzüldüm. çünkü reşit galip'i gerçekten çok seviyordum. aralarının açılmasına gönlüm razı değildi. fazla içip te daha kötü bir olaya meydan verilmemesini istemiş, bu yüzden de rakı yok demiştim. rahmetliye bir kadeh rakıyı esirgeyişim içimde eziklik olarak kaldı.
    ertesi gün reşit galip, atatürk'e ve istanbul'a küserek ankara'nın yolunu tuttu. hatta cebinde on lirası bile olmadığı için tren parasını umumî kâtip tevfik beyden borç aldığını hatırlarım. aradan bir ay geçmişti. biz yine istanbul'daydık. yemek salonuna gelen atatürk bir ara bana:
    — çelebi efendi, şimdi ankara'da reşit galip bey bir konferans verecek, onu dinleyelim. dedi.
    daha şaşkınlığım geçmeden koşup radyoyu açtım. reşit galip'in türk ocağı salonunda verdiği konferansı sessizce dinledi. radyoyu kapattıktan sonra, gözlerinde bir sevinç pırıltısı yanıp söndü:
    — kendisini affettirdi. dedi.
    on beş gün kadar sonra da biz ankara'ya gittik. ertesi akşam reşit galip'i sofraya çağrılmış gördüm. sanki aralarında hiç bir şey geçmemiş gibi hareket ediyorlardı. bir kaç gün sonra da anadolu ajansı, reşit galip'in millî eğitim bakanı olduğunu haber veriyordu. o gece sofra oldukça kalabalıktı. reşit galip'in üzerinden sevinç akıyordu. toplantının en kıvamlı anında atatürk kapıda duran askerlerden ikisini çağırdı ve güreştirmeğe başladı. çoğunluk böyle yapar, gezilerinde olsun, köşkte olsun, yiğit mehmetçiklerden bir kaçını yanına çağırarak güreştirir, türk gücünün nelere yettiğini gözleriyle görmek isterdi. hatta yanında bulunan çok sevdiklerini, bu mehmetçiklerle -istemeseler bile- güreşe tutuşturur, onların hırpalanışını hazla seyrederdi. bir kaç keresinde mehmetçikleri kendisiyle güreşe de davet etmiş, fakat hiç biri «senin sırtını yedi düvel yere getiremedi, biz mi getireceğiz» diye güreşe yanaşmamışlardı.
    güreş çok tatlıydı. hepimiz büyük bir dikkat ve merakla sonunun nasıl geleceğini bekliyorduk. reşit galip'in ise merakı son haddini bulduğu bir sıra, atatürk askerlere işaret ederek yeni bakanı «altı okka» yapmalarını emretti. hepimiz şaşırmıştık. bakan da öyle. daha şaşkınlığımız geçmeden o babayani iki asker, reşit galip'i karga tulumba kucaklayıverdiler. havaya kalkan bakan, önce bir iki çırpınmayı denedi; fakat ne haddine...
    dev gibi muhafızların birer çelik pençeyi andıran elleri arasında kıpırdamak ne mümkün... mecliste bulunanlarda heyecan son haddini bulmuştu. sonunun ne olacağını merak ediyorlar, adeta nefes bile almaktan korkuyorlardı. atatürk ise soğukkanlı ve tabii görünüyordu. askerler, reşit galip'i iki üç sefer havaya kaldırdılar. tam yere vuracakları sırada atatürk'ün bir işaretiyle vurmaktan vazgeçiyorlar, tekrar var hızlarıyla havaya sallıyorlardı. birkaç kez tekrarlanan bu hoş oyundan sonra (biz çocukluğumuzda çok oynardık) atatürk sofradakilere döndü. gülerek:
    — biz istersek böyle de hareket edebiliriz. dedi.
    acaba atatürk, bu oyunla, vaktiyle kendisine hakaret eden reşit galip'e centilmence bir ders mi vermek istemişti? ama ben, bunun şaka çerçevesini hiç bir zaman aşmadığını sanıyorum. atatürk, reşit galip'i sevmeseydi, o olaydan sonra onu ne bakan yapardı, ne de altı okka ettirirdi. reşit galip'in millî eğitim bakanı oluşundan birkaç ay geçtikten sonra istanbul üniversitesi'nde «inkılâp tarihi» için bir kürsü gerekmişti. o gün sofrada, devrimlerimizin tarihçesini yapacak kişinin kim olabileceği görüşülüyordu. atatürk, hararetle bu görevin kendisine düşmesi gerektiği tezini savunuyor:
    — bu işi ancak ben yapabilirim. gerçi inkılâbı beraber yaptık, fakat bu kürsüyü ben işgal edebilirim, yoksa bu maarif vekilinin işi değil. olmazsa benim namıma kızım afet yapar. diyordu. reşit galip ise itirazı basıyor:
    — paşam, her şeyi siz yaparsanız, biz ne iş göreceğiz. diyordu.
    fakat atatürk'te dediğim dedikti:
    — ya ben, ya afet hanım. diyor da, başka bir şey söylemiyordu.
    reşit galip buna da cevabı yetiştiriyor:
    — paşam, afet hanım kızınızsa, bizler de oğlunuzuz. aramızda fark var mı ki. bu işi maarif vekilinin yapması lâzımdır. biz de oğlunuz olarak bu vazifenin kendimize verilmesini istiyoruz. diye söyleniyordu. bu iş sonuçlanmadan, aynı günler içinde bir başka olaya daha dokunmak isterim. bir kaç gün sonra sofrada, kılıç ali, recep zühtü, ata'nın etrafını çevirmişler, şuradan buradan konuşuyorlardı. bir ara recep zühtü, atatürk'e:
    — paşam, dedi. reşit galip'e biri demiş ki: hitler bugün konuşacak. bunun üzerine reşit galip te şu cevabı vermiş: bizim hitler her gün konuşur. atatürk bu lâfa kızmak şöyle dursun, kahkahalarla gülmüştü. aradan günler geçti. reşit galip hâlâ inkılâp tarihi kürsüsü için çalışıyor, atatürk'ü uygun bir zamanda kandırabilir miyim, diye düşünüyordu. tam o sırada millî eğitim bakanlığından da affedildi. yerine hikmet bayur geldi. bakanlıktan ayrılması reşit galip'e uğurlu gelmemişti. bir gün moda'da denize düşmüş, zatürreye yakalanmış. iki ay kadar tedavi oldu. garip rastlantı, hikmet bayur, inkılâp kürsüsünde ilk konferansını verdiği gün, reşit galip te hayata gözlerini yummuştu.
  • kendisine faşist diyen şahıs anca ve ancak yıkık, eğitimsiz bir şahıs olabilir. kendisi türk ocakları 'nın kurucularından ve andımızı yazarıdır.
  • atatürk'ün milli eğitim bakanıydı.
    hayalini kurduğu devrimler yapılıyordu.
    bu yüzden çok mutlu ve çok hevesliydi.
    andımız'ı o yazdı.
    milli kütüphane'yi o kurdu.
    1933 üniversite reformu'nu o yaptı.

    nazi almanyası'ndan kaçan profesörleri getirtti.
    tıp ve mühendislik fakülteleri uçtu;
    mikrobiyoloji ile zayıf akım kürsüleri kuruldu.
    getirtmeye çalıştığı bazı profesörlere şöyle bir mektup yazdı:

    «biz fakir bir ülkeyiz. sizlere layık olduğunuz ücretleri veremiyoruz. ancak mustafa kemal'in kurduğu genç türkiye cumhuriyeti'nde sizler yeni bir bilimsel uyanış açacaksınız. burada doğacak yeni bilimin feyizli ışıkları bütün dünyayı aydınlatacaktır. lütfen biliminizi ve yöntemlerinizi getirin, gençlerimize bilginin yollarını gösterin.»

    bir akşam atatürk'le kavga etti.
    atatürk bağırdı: "derhal sofrayı terk et!"
    reşit galip sözünü sakınmayan bir insandı:
    "bu sofra milletin sofrasıdır, burada oturmak benim de hakkım!"
    ortam buz kesti.
    çıt çıkmıyordu.
    atatürk "o zaman ben terk ediyorum" dedi.
    arkasından başkaları da sofrayı terk etti.
    derin sükunet devam etti.
    reşit galip dobra olduğu kadar gururlu idi.
    yerinden kalktı.
    evine dönmeye hazırlandı.
    lakin cebinde tek kuruş para yoktu.
    zira bütün maaşını köylü yetimlere veriyordu...

    kahyalardan birine fısıldadı:
    "bana 25 lira borç verir misin? evime döneyim."

    borç parayla döndü.
    çok geçmeden atatürk'le barıştı.

    kış vaktiydi.
    evinde kalorifer yoktu.
    zira kendisini bildi bileli,
    bütün gelirini yetim öğrencilere veriyordu.
    üşüttü.
    zatürre oldu.
    ve bir bahar günü,
    kitapların içindeki odasında,
    öylece yatan bedeni bulundu:
    bir daha hiç uyanmamaya ant içercesine.

    cüzdanında yalnızca 5 lira vardı,
    türkiye cumhuriyeti devleti'nin gözüpek bakanının...
  • 1932 yılında "müslümanlık: türk'ün milli dini" adlı bir tez yazan kişi. hz. ibrahim, oğlu hz. ismail ve hatta onların soyundan gelen hz. muhammed'in türk olduğunu iddia etmiştir.
hesabın var mı? giriş yap