• döneminin orhan pamuk'u, ahmet altan'ıdır. milli mücadele'nin başlamasını alayla karşılamıştır:
    "...bir patırtı, bir gürültü. beyannameler, telgraflar... sanki bir şeyler oluyor, bir şeyler olacak... ayol şuracıkta her işimiz, her kuvvetimiz meydanda. dört tarafımız açık. dünya vaziyetimizi biliyor. hülyanın, blöfün sırası mı? hangi teşkilat, hangi kuvvet, hangi kahraman? hülyanın bu derecesine, uydurmasyonun bu şekline ben de dayanamayacağım. bari kavuklu gibi ben de sorayım:
    - kuzum mustafa, sen deli misin?"

    kaynak: turgut özakman, şu çılgın türkler

    üslubu bana ertuğrul özkök'ü çağrıştırdı nedense...
  • rahmetli farkında olmadan türk harp tarihini değiştirmiştir. mustafa kemal'in istanbul hükümeti ile meşhur telgraflaşmaları vardır. istanbul hükümeti ile mustafa kemal devamlı birbilerine ince ince laf ebeliği yapar. gel gör ki, mustafa kemal'in istanbul hükümeti ile konuşuyorum diye günlerce konuştuğu kişi o zamanın posta ve telgraf bakanı refik halid bey'den başkası değildir. mustafa kemal paşa, bu stalklaşmanın sonunda istifa karar almıştır. yanisi, refik halid bey farkında olmadan mustafa kemal'in şahsında milli mücadeleye sivil bir meşruiyet kazandırmıştır.

    eyvallahsız bir ankara hükümeti düşmanıdır. milli mücadelenin en çetin günlerinde "patlıcan meselesi" diye bir yazı yazıp, bütün yazı boyunca lezzetli patlıcan yemeği tarifi verip yazıyı şu satırlarla bitirir "tam bağımsızlık milli and milli mücadele gibi kulakta iyi tınlayan ama içi boşluktan tıngırdayan bu ifadelerle kendimizi meşgul etmektense patlıcan meselesi üzerine eğilmek daha iyidir". bununla da yetinmez, bakanlığı boyunca tüm enerjisiyle ankara hükümetine giden para ve malların engellemesi için aktif olarak uğraşır. kendince haksız değildir tabii. şimdi anlaşılmaz şekilde saklanıp çarpıtılsa da, sakarya meydan savaşına kadar değil osmanlı paşaları ve istanbul hükümeti, anadolu halkının büyük çoğunluğu bile zafere falan inanmıyordu. herkes bu işlere kalkışanın ittihatçı artığı beceriksizler olduğunu, bu mücadelenin nafile olduğunu düşünüyordu. anadolu'da bize anlatılanın aksine ordu namına bir şey yoktu, olanlar çerkez ethem, demirci efe gibi eşkiyaların düzensiz askerleriydi. öyle ki, ethem'in muhatabı ordu falan değil, doğrudan mustafa kemal paşa idi. bunlar falih rıfkı atay'ın, yakup kadri karaosmanoğlu'nun falan hatıralarında açıkça yazar, şimdi neden saklanır? orasını bilemem.

    başkomutanlık meydan savaşı kazanıldığında ali kemal, damat ferit, sait molla gibi karakterlerle birlikte hem ankara hükümetinin hem mücadeleyi destekleyen halkın en nefret ettiği kişilerden biridir. haber geldiğinde üzülür ve korkar, hatta arkadaşlarının tavsiyesiyle ingiliz konsolosluğuna sığınır. konsolosluk, bir gün sonra tüm sığınmacıları gemi ile tahliye edeceğini söyler. konsolosluktayken canı sıkılır kendini dışarıya, peradaki meyhanelere atar. atar ama, kendisinin ali kemal ve diğer ankara hükümeti düşmanları ile birlikte fellik fellik arandığından haberi yoktur. meyhanede karşılaştığı arkadaşlarının telkini ile bir kaç tek atıp tekrar geri döner, ülkeden bir ingiliz gemisi ile kaçar.

    öyküleri ve romanları enfestir. türk edebiyatında sayılı olacak kadar duru ve özgün bir türkçesi vardır. yazarlığa tam olarak konsantre olmadığı halde bu seviyesi bile yaşar kemal, sabahattin ali gibi yazarlar ile rahatlıkla yarışır. tek hatası, o zaman yanlış ele oynaması olmuştur. bu hata hem kendi gençliğine hem de türk edebiyatının eşsiz bir üyesinden mahrum kalan türk insanına mal olmuştur. herkes kendi kararları ile yaşar. allah günahlarını affetsin, mekanı cennet olsun.
  • eserlerinde kendine has sözcükleri ve deyimleriyle türkçeyi geliştirmiş yazar. kendi okuduklarımdan çıkardığım bu güzel sözcükleri paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

    önce bir deyimle başlayalım. sellerle çırpışmak sözünü tufan olup sellerle çırpışmak, çarpışmak olarak da kullanır yazar. en olmayacak şeyleri bile olduracağını sanmak, çok cesaretli olmak demektir.

    refik halid, memlekete olan hasretini ve vatan sevgisini ağaç hasreti diye tanımlardı. ağaç özlemini sıla haretine benzetirdi.

    polis, cankurtaran gibi acil durum araçlarının sesini yani kornasını ejderha düdüğü, verimsiz olan şeyleri de aktifimsığ veya aktifimtırak diye dile dökerdi.

    bilen bilir refik halid'in bir de cetvelleri vardır. oldukça da ünlüdür. öykülerinde bol bol yer vermiştir bu cetvellere. sarhoşluğun çeşitlerini anlattığı sarhoş cetveli, aşık türlerinin anlatıldığı aşık cetveli gibi.

    ortama limon tipler ya da ortamı bozan, tadını kaçıran insanlar için meclisbozarlık sözünü kullanırdı refik halid. bir eserde alt metni olan dizeler için kapalı kutu şiir, arsız ve yüzsüz kimseler için dayak yoksulu, evlilik meyvesi yani çocuk için izdivaç mahsulü derdi.

    süs ve gösteril düşkünü kimselere koketri müptelası, parasız ve işsiz geçlik için çarçur balıkları, serserisi bol olan semt, yer için ise haşarat yatağı sözlerini kullanmıştı.

    bazen bir şeyler bittiğini hisseder, artık döneminin geçtiğini düşünürüz ya onun için de mevsimin son pazarı demişti usta yazar. bir şeylerin son zamanını ifade ederdi bu deyimde.

    aşırı düşünceli, karamsar olmak, melankolik şekilde davranmayı ise içinden gölgeler geçmek olarak ifade etmişti.
  • damat ferit sempatizani, ingilizsever, mandaci, gazeteci ve yazar. aksamciligi ile de unludur.

    istanbul dahil bircok vatan topragi isgal altindayken ve dahi yunan ordusu ankara'ya dogru yurumekteyken, sefa pezemengi rutbesi ile, bogaza nazir kosesinden olan/ biten karsisinda umarsizca kadeh kaldirdigi rivayet edilir; edenin vebali boynuna tabii.)
    (kim bilir, belki de dertten iciyor, “n'olcek bu memleketin hali?”, deyu girnata caldiriyordu...)

    yunan taarruzunun en cetin donemlerinde, gorev yaptigi gazetesinin kosesinde, rakisina meze yaptigi patlicana olan hayranligini ise yazisina soyle dokecektir:

    “patlican meselesi deyip de gecmeyiniz. goreceksiniz ki, basligi dolu, lakin ici kof bircok yuksek meselelerden, bu mesele daha ehemmiyetli, daha ciddi ve daha hayatidir.” **

    mucadele yillarindaki olumsuz tavirlarina ragmen edebi yonu hafife alinamayacak kadar guclu bir insandir. anadolu koy hayatini, istanbul kenar mahalle kulturunu anlattigi oyku ve romanlarinda ince bir mizah anlayisi hakimdir.
    ayrica bu yapitlarinda kullandigi akici turkce ve gundelik konusma dili mustesnadir.
    kendisi yuzellilikler listesinde de yer almis bu yuzden hayatinin bir bolumu surgun olarak gecmistir.

    kuvayi milliye ruhu affeder mi bilmem ve lakin allah taksiratini affetsin.
  • ortaokul kitaplarindan gayri pek bi yerde gorunmesede cok muthis bi yazar iddiali bi laf olacak ama turkceyi en guzel kullanan yazarlardan biri ( edebiyat hocamiz en iyisi demisti) cok guzel hikaye kitaplari var : memleket hikayeleri gurbet hikayeleri okuyunca tasvirlerin guzelligi ve orjinalligi adami dumur ediyo ve neden ortaokul siralarinda biraktim bu adami diyo ve de cumhuriyetin ilaniyla yurtdisina surulen 155 liklerden ayricana
  • anadolu insanını en iyi analiz etmiş yazarlardandır. yaratmış olduğu karakterler aziz nesin ile benzerlik göstermekte. aziz nesin belki de refik halid'den esinlenmiştir bilemeyiz. ancak aziz nesin kadar şöhretli olmayışı nedeniyle karay'ın yarattığı karakterler pek de bilinmemekte. "şeftali bahçeleri" muhteviyatı itibariyle kaç nesin öyküsüne esin kaynağı olmuştur? yaşadığı dönemin ileri gelenlerine karşı olması nedeniyle müfredatta ismi şöyle bir değinilip geçilmiş karay'ın. bir de isimleri tersten okuma esprilerine meze olmuştur o ayrı konu. halbuki ne önemli öykücü ve romancıdır.

    yatık emine'de öyle bir iç anadolu taşrası ve insanı tasviri vardır ki bahsettiği bölgelerde büyümüş birisi olarak epey de hak vermişimdir.

    "burası ankara'ya iki gün öte, ana yollardan aykırı küçük bir kasabaydı. iki gün bitmek tükenmez yokuşlar çıkılarak bin zahmetle takatsiz ve ezilmiş bir halde gelindiğinde orada oturulacak bir kahve, yatılacak bir han bulunmaz; şu çıplak kuru memlekete varmak için neden bu kadar yollar aşıp zahmetler çekildiğini insan bir türlü anlamazdı. soğuk barınılmaz bir kışı; susuz, dayanılmaz bir yazı vardı."

    "ne gençlerinde hayatın ilk tatlarını duymaktan gelen bir iştah, bir hararet; ne de ihtiyarlarında rahat bir yaşlılığın verdiği çubuklu, hikayeli bir keyif."

    "kadınlar ise taş gibi hissiz, kütük kadar hareketsiz ve donuktular; fakat hepsinin de ne kadar gürbüz, ne dinç, ne sağlam vücutları vardı. sıtmaların tutunamadığı, hastalıkların barınamadığı bu dağ sırtında çınarlar gibi gelişe genişleye uzun, bıktırıcı bir ömür sürüyorlardı. lakin ne kadar heyecansız, ne derece uyuşuk bir ömür."

    "bol bol evlenmekten ve sık sık doğurmaktan başka ömürlerinin tadı, acısı yoktu."

    bunların 1919'da yazıldığını bilmek de ayrı bir düşündürücü ayrı bir üzücü olmuştur nazarımda.
  • türk edebiyatında ankara üzerine yazılmış en müthiş metnin yazarıdır. zaten ankara üzerine yazılmış en müthiş metnin fransız edebiyatından çıkması abes olurdu.. ankara üzerine çok yazıldı, çizildi ama refik halid'in ankara'sı başka bir tesir bıraktı bende. sürgün döneminde üç ayını ankara'da geçirir rerif halid. bu üç ay, tam da malum ankara yangınının yaşandığı döneme tekabül eder. yıl 1916'dır. (bazı kaynaklarda yangının tarihi 1917 olarak zikredilir.)

    refik halid karay ile falih rıfkı atay'ın isimleri arasında büyülü bir ahenk var..
  • hem osmanlı hem de cumhuriyet döneminde sürgün'le cezalandırılan muhalif bir yazardır. mahmut şevket paşa tarafından gönderildiği ilk sürgün yeri olan sinop'ta "memleket hikayeleri", cumhuriyet'e muhalif olduğu gerekçesiyle gönderildiği suriye'de ise "gurbet hikayeleri"ni yazmıştır. ayrıca "yezidin kızı" isimli kitabı nefistir.
  • kadin kendi basina ne gül goncasidir, ne de diken. koklamasini bilirsen gül, tutmasini bilmezsen diken olur. - refik halid karay
  • kemal sülker'in "anılara yolculuk" adlı kitabının "refik halid ve sanat" başlıklı bölümünden kısa bir alıntı (yazko, 1983; s. 12) :

    //şık denecek kadar güzel giyinir, eşiyle gezer, tiryakisi olduğundan bir biri üstüne kahve içerdi. sade kahve istediği vakit, yeleğinin yan cebinden ince gümüş savatlı bir kutu çıkarır, içinden bir şey alır, fincana atardı.

    "bu nedir üstad?" dediğim bir gün şu yanıtı verdi:

    "bu, güzel kokulu, keyif verici bir bitki, adına 'habbül hel' derler, ister misiniz?"

    merak nedeniyle istemiş, ben de sade kahveyi onu fincana atarak içmiştim. gerçekten hoş kokusu, kahveye yeni bir tad ekleyen özü vardı."

    *

    ek : "habbül hel" bildiğiniz kakuledir.
hesabın var mı? giriş yap