• ursula k. le guin newton'un uykusu isimli kisa oykusunde harika bir tanimi var,

    "çünkü insanların çoğu akıllarına güvenmek istemezler." dedi. "para, yani vasıta, ikincil bir faktördür. dünyaya mantıkla bakan herkes neler olduğunu yüz yıldır görebiliyordu. tükenen kaynaklar, nüfus patlaması, hükümetlerin çöküşü. fakat mantıklı bir anlayışı hayata geçirmek için insanın aklına güvenmesi gerekir. insanların çoğu ya şansa, ya allah'a, ya da bunlar gibi kolaycı çözümlere inanmayı tercih etmişti. akılcılık zordur. dikkatlice bir plan yapmak, yıllarca beklemek, zor seçimler yapmak, sürekli para bulmak, başka üyeler girmesin, tamâhkarlık veya yufka yüreklilik nedeniyle iş bozulmasın diye gizli tutabilmek zordur. parçalanmakta olan bir dünyada kaç kişi düz bir yolda ilerlemeye devam edebilir? bizi düz yolda tutan pusulamız, aklımız oldu."
  • bir erkegin, masturbasyon sonrasi 0.8 saniye boyunca yasadigi olay. sonra hersey normale doner...
    (bkz: biz erkekler)
  • duyguları bir kenara koyma sanatıdır. insan rasyonel bir varlıksa, seçenekleri arasından faydasını maksimize edecek olanı tercih eder, derler. fayda göreceli değildir, ölçülebilir, saptanabilir, rakamlarla ifade edilebilir. fayda kelimelerle de ifade edilebilir, nitekim bazı kararların toplumun fayda algısına göre şekillenmesi bunun ispatıdır. dilde "aptallık" olarak nitelendirilen davranışlarda bulunmaktan ve içinde yaşadığı toplumdan bu kararlar yüzünden dışlanmaktan her insan çekinir. yani matematiksel olmayan fayda, belki bir çeşit sosyal fayda, çoğunlukla kişinin kendisi için faydalı olarak gördüğü değil, başkalarının onun için faydalı olduğunu düşündüğüdür. bu yüzden rasyonellik toplumun ortak aklına uygun davranmaktan başka bir şey de değildir aslında. rasyonel davranan kişi övülür, yüceltilir. çünkü duygularına esir olmamış, aklını kullanarak "doğru" kararlar almıştır. akıl güven verir, akılla alınan kararlar duygularla alınanlar kadar riskli değildir. örneğin geleceği düşünerek hareket edenler akılcıdır, sistemin risklerine karşı kendisini güvence altına alan ve kendisini geliştiren kişi akılcıdır, kararlarını hesaplara ve analizlere dayandıran kişi akılcıdır, planlı insanlar akılcıdır, kazalar, ölümler, ayrılıklar, hastalıklar gibi hayatın karanlık anlarında gözyaşlarını tutup, mevcut kötü durumdan olabildiğince çabuk sıyrılmanın yollarını arayanlar akılcıdır. çünkü hayat ilerlemektedir, zaman akmaktadır, yatırım olanakları kısıtlıdır, mutlu olunan anlar kıttır, dolayısıyla azami faydaya giden yol bir an önce bulunmalıdır.

    peki, akılla sezgileri, düşüncelerle duyguları birbirinden ayırmak gerçekten mümkün mü? bir diğer haliyle soru şu da olabilir: insanın gerçekten rasyonel olması mümkün mü? rasyonellik nereye kadar ya da? akıl, aydınlanma, pozitif bilimler üzerinde inşa edilen batı avrupa ülkeleri bireylerin fiziksel faydasını maksimize edecek toplumlar yaratmayı başarırken, insanı insan yapan "ruhu" hayatın içersinden çıkarttılar. batılı kapitalist ülkeler için sanayi devriminden sonra makine ile zaten pek çok alanda ikame edilebilir hale gelen insan, beşeri kaynak olarak bir üretim faktörüdür ve görevi de işverene en yüksek verimi sağlamaktır. dolayısıyla profesyonelliği ilke edinen çalışanların hastalanmaya, ağlamaya, depresyona girmeye, duygusal tepkiler vermeye ve hatta mesai saatleri içerisinde yorulmaya hakkı yoktur. son yıllarda "sağlıklı yaşam" olarak da pompalanan rasyonel yaşam biçimi bu toplumların motorudur. zira rasyonel bireyler iyi eğitim alırlar, ekonomiye katkı sağlarlar, vergi öderler, çok sigara ve içki içmeyip iş yaşamında aktif oldukları süreyi uzun tutarlar, çocuk yaparlar vs... dengeli bir hayat sürerler. "delilik" olarak aşağılanan ani, fevri ve duygusal kararlarsa sadece gençlik hezeyanları olarak hatırlanmaya mahkumdur. sonra da istanbul'un ruhuna, karmaşasına, deliliğine, yaratıcılığına gıpta ve nispetle bakan rasyonel avrupalılar doldurur her yanı. irrasyonelliğin cazibesi doğudadır çünkü.
  • ampirizm'in tam zıttı. insan boş bir beyaz sayfa olarak değil, çizgili ve hatta kareli metod defteri olarak doğar bu düşünceye göre.
  • bazılarını şeytan gibi korkutan kavram.

    ulan şu mekanda "rasyonalizm denen saçmalık." diye bir çıkış duydum ya... ağzımı bırakıp kıçımla gülsem yine yetmez.
  • akılcılık...bilginin deneyimden bağımsız olarak, aklın kendisinden geldiğini savunan akım
  • damasio nun descartes'ın yanılgısı kitabından.

    "rendekar doğru mu söylüyor? düşünüyorum, öyleyse varım. oldukça makul. fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: düşünen bir adamı düşünüyorum. düşündüğümü bildiğim için, ben varım. düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. böylece o da benim kadar gerçek oluyor. bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. o gerçek, ben ise bir düş oluyorum."
  • yirmi birinci yüz yıldaki en önemli temsilcilerinden birinin sedat peker olduğu felsefi düşünce akımı. yıllar sonra felsefe öğrencilerine sedat peker öncesi ve sedat peker sonrasıolarak iki bölümde okutulacak düşünce sistemidir.
  • epistemolojik bir yanılgı.
  • i

    bir çeşit idealist gerçekliğe dayanarak, aklın yasalarının, şeylerin yasaları ile kavranabildiğini iddiasına dayanır. şeylerin, insani anlaşılabilirliğe tamamen sahip olacak duruma geldiğini düşünüyorum. evet, aklın çözümlenişi ile doğanın çözümlenişi arasında bile fark var. ancak zihnimiz, doğa ile aramızdaki gerçek bağlantıları çözümlemeye çalıştıkça, benzetme yoluyla ve çağrışımlar sayesinde, bu bağlantıların benzerlerini kurma yetisi edinir. yani zihnimiz, gerçeklikte bulunduğumuz birleşimlerden yola çıkarak, gerçekliğinde bulunmadığımız birleşimleri icat edebilir. böylece gerçeğin kopyaları olan bir kavramlar dizisi oluştururuz. bunlar da belirli bir gestalt yapısında bir araya gelerek, adına "gerçeklik" dediğimiz modeli oluşturur. akıl yolu ile hakikate ulaşmak sadece bir sözcükten ibaret değildir. bizi ayrı hakikatlere götüren bütün öneri ve akıl yürütmeler eşdeğerdir ve hakikat otoritesine eşit uzaklıktadır.

    buradaki bilimsel tavır, akıl yapısını salt bilimin neticesi hâline getirerek; bütünden izler taşıyan bu parça için bütünden soyut bir bağlam kurgulayarak, özellikle bu bir "kurtuluş" ve "özgürleşme" çabası olarak görüldüğünde, zaferle taçlandırıyor bizi. aslında görünürde taçlandırılmış olarak gördüğümüz bütün bu felsefi vargılar, bu sonuçlar için kurulmuş bulunmakta (bkz: teleonomi). bilimlerimiz bile olumsal ve zorunsuz kurgularımızdır bir bakıma. bugün oldukları gibi olmayabilirlerdi; yani eylem alarak geçerli de olurlardı.

    ii

    hakikat ve akıl arasındaki ilişkinin daha rahat şekilde kavranması ve konunun daha anlaşılabilir hâle gelmesi açısından, zekâ ve akıl ayrımına; bunların nesne ile olan etkileşimlerinde meydana gelen farklılıklara da değinilmelidir. akıl nesne ile girdiği etkileşimde, nesneye özne vasfını verir ki bu sayede, onu anlama sürecinde bir bütünlüğün tamamını birden idrak etme eğilimi sergiler. insan, aklı ile ulaştığı sonuçlarda, bir anlamda kendiyle muhatap olmaktadır; kendine dönmektedir. bu kendine dönme süreci, aklın, nesnenin zihindeki yansımasını görmesiyle mümkün olur.

    nesnenin kendi doğasındaki hakikatin akıl ile birlikte sergilediği bütünlük, akla, etkileşim içinde bulunduğu çevre ve nesnelerde bütünlüğün özünü yakalama yetisini kazandırır. akıl, tümel olanlarla ilgilenir ki muhatap olduğu bütünün içindeki gerçekliğe doğrudan temas eder. bunu, her ne kadar tam bir karşılık olmasa da, bilinçdışında gerçekleşen bir tümdengelim mekanizmasına benzetebiliriz. burada bir anlamda bilinçdışından, yani insanın tam olarak farkında olmadığı süreçlerden söz etmek mümkün, zira aklın bu dokunu(lu)şunda meydana gelen tüm sürecin farkında olmak pek de mümkün değildir.

    aklın nesnenin özünü görmek konusunda kazandığı yetiler, edinilen deneyimin niteliği ile doğru orantılıdır. bu, aklın eğitimi ile ulaşılan bir seviyedir. bu seviyede olmak için de tikellerle boğuşmak zorunda olan zekânın kullanılması gereklidir. bununla birlikte, akıl, etkileşimde olduğu nesneyi "bilir", buradaki bilmek de tam olarak çözümlenebilecek ve anlatılabilecek bir gerçeklik olmaktan kimi zaman uzak olabilir. ayrıca aklın zemininde gerçekleşen tüm bu süreçler, bilinçdışı eskortluğunda, dingin bir atmosferde gerçekleşir.

    aklın nesneye olan teması hususunu örneklendirmek gerekirse, günlük hayatın akışından birçok örnek vermek mümkün. icra ettiği mesleğin herhangi bir alanında uzmanlığa ulaşmış biri, işte karşılaştığı herhangi bir manzarada neyin önemli olduğunu ya da neyin sorun teşkil ettiğini bir anda görebilir. birçok kişinin bildiği çözümün basitliğinden dem vuran müşterisine, "20 yıl + 2 saniye" cevabını veren makine ustasının hikâyesini ele alırsak, ustanın 2 saniyede sorunu çözmesini sağlayan süreç, onun aklıdır. yıllarca mesleği üzerinde çaba harcayan zihni, onun nesne ile olan etkileşiminde, bütünü doğrudan görmesine olanak sağlamıştır; zihni tikellerle uğraşmaya lüzum görmez. onun zihinde makinenin bir yansıması zaten durmaktadır, —o farkında olmasa bile. makineyi ve onun işleyişini, belki de anlatabileceğinin çok ötesinde bilir; dil, burada, işleyen süreci baltalamaktan başka bir işe yaramaz. bu yıllarca yapılan çözümlemelerle kazanılmış bir edinimdir ve alanında, zamanın yontuculuğunda eğrilmiş bir aklın yetisidir. denilebilir ki ustanın aklı, zihindeki yansımasına uzanmıştır ve makineyi bir özne vasfına çıkarıp ondaki gerçekliğe bir anda temas edebilmiştir. tabii usta, bilincin bir anda ulaştığı sonuca ulaşıncaya dek oluşan süreçlerin tamamımın farkında değildir. tam olarak karşılığı olmasa da, bilinçdışı gerçekleşen bir tümdengelimin söz konusu olduğu söylenebilir.

    benzer şekilde, ilişkileri ele alalım. yaşadığı ilişkilerde sayısız kez hüsrana uğramış birinin kazandığı tecrübe, ona, yeni tanıştığı biriyle çıktığı ilk randevusunda neyin yanlış gidebileceği hususunda fikir verir. bu süreçte, zihinde olay örgülerini canlandırmasına ve ihtimaller şemasını oluşturmasına gerek yoktur. söylenen bir cümleden yahut beden dilinin sergilediği bir hareket ya da duruştan, bir anda sonuca ulaşmak mümkün olabilir. kişi burada, bir iddia olarak ortaya koymak zorunda kaldığı varoluşunun toplamaya müsait olduğu tecrübeler uyarınca, ilişkinin doğasını bütün olarak görmüştür ve onun farkında olmadığı; yani en azından tüm aşamalarına hakim olmadığı bir mekanizma harekete geçmiştir. karşısındaki kişi ile yaşayabileceği ilişkinin özünü kavramıştır. ancak bu duruma gelinceye kadar, belki kaç defa ihanete uğramış ve kaç gece bunların üzerinde düşünmüştür. zekâsını kullanarak yaptığı çözümlemeler ile eğitilmiş bir akıl, onu artık zaman kaybetmekten ve boşuna uğraşmaktan alıkoymuştur.

    iii

    aklın tümele yaklaşımı açısından, genel ve özel karşısındaki durumu ele alınabilir. düşününce, ayrıntılı şekilde tanımlanmış herhangi bir nesne üzerinde konuşmak ve bunun üzerinde fikir üretmek son derece basit olmakla birlikte, doğrudan "nesne" kavramı üzerine konuşmak son derece zordur. hâlbuki aklımız nesneyi doğrudan bilir. nesnenin kendisi olarak yansıttığı gerçekliği çözümlemek ise ayrı bir husustur. örnek olarak, elimizin altındaki herhangi bir nesnenin özellikleri hakkında birçok düşünce üretebiliriz ki onun tanımlanmış her özelliği bize fikir verirken, düşüncelerimiz artacaktır. yalnız, bu fikirler aklın değil de zekânın ürünüdür. elbette karşı çıkan çok olacaktır, fakat şahsi kanaatim, "akıl yürütmek" eylemi, bir anlamda eksik bir tanımlamadır. ortada bir kabul varsa bunu ilk olarak akıl ortaya koyar, ancak tikellerle uğraşan; bilinçli olarak tümdengelim, tümevarım, analoji gibi metotları kullanarak çıkarımlar yapan, sonuca ulaşan, aslında zekâdır. sonucu değerlendiren ise akıldır.

    zekânın nesne ile girdiği etkileşimde taraflar ayrıdır. insanın benliğinde özne kendisidir; nesne ise hiçbir zaman özne boyutunda yer almamaktadır. zekânın nesneye yöneliminde her daim iki ayrı taraf olduğu gibi, nesnenin tikel yönü, zekânın kullanım sahasında yer alır. zekâ nesneyi kendinden ve aynı zamanda bilinçten ayrı tutarak, onun diğer nesnelerle yahut olası etkilerle olan bağlantılarını çözmek üzerine yoğunlaşır. bu ayrım, zekânın kullanım sürecinde, bir tür sürtünme etkisi gibi, yorucu bir etkiye de sebep olur. tikellerin ayrı ayrı değerlendirilmesi, bunlar üzerinde çeşitli düşünce metotlarının uygulanması elbette basit değildir. aklın aksine, zekânın işlevselliği bilinçdışında var olmaz. zekâ her zaman bilinç sınırları dahilinde yer alır. tabii burada vurgulamak istediğim şey farkındalıktır, çünkü zekâ sürekli olarak kendisinin ortaya koyduğu süreçlere hakimdir. nasıl olmasın ki? her adımı ayrı ayrı düşünülmüş, üzerine efor zaman harcanmış süreçler söz konusu.

    zekânın kullanımı, nesnenin içindeki hakikati görmek için ikililik (nesne ile özne) arasında sürekli gidip gelmek gibidir. zekânın tikeller içindeki işleyişini, her ne kadar tam anlamıyla uygun olmasa da, genel anlamda bilinç dâhilinde rastlanan tümevarım mekanizmasına benzetebiliriz. nesneler arasındaki bağlantıların neliğini keşfetmek adına, tümdengelim, bir ateşleyici unsurdur; hipotezi ortaya koymaya yarayan metottur. analojinin de belli bir düzeyde yardımı olduğunu düşünürsek süreç tümevarımın etkisi altındadır. zekânın belli bir yaştan sonra gelişip gelişmediğine dair ve çevresel ya da genetik faktörlerin etkisi hakkında çeşitli tezler ortaya atılsa da, zekânın tümevarım metodu ile ulaştığı her sonuç, aklın gelişimine ve onun eğitilmesine olanak sağlar. kişi, gerek bizzat yaşayarak, gerek çeşitli iletişim kanalları ile elde ettiği tüm tecrübelerinde zekâsını kullanarak, nesne ile aklın bütünlüğünün gelişmesine olanak sağladığı gibi, nesneyi özne yerine koyma yetisini de kazanmasının yolunu açar. zekânın karşılaştığı yorucu süreçler, aklın dingin zeminini parça parça inşa eder.

    iv

    söz, nesnenin hakikati olduğunda, aklın ve zekânın bilimsel metot üzerinde nasıl var olduklarını düşünelim. ilk olarak bir problem ortaya koymak gerekecektir (elmayı yasak kılmak gibi). problemi ortaya koyan, akıl olacaktır, fakat bunun gerçekleşebileceği bir zemin olması; yani aklın problemi ortaya koyabileceği bir birikimin olması şarttır. bu istenirse ilhamla gelsin; sonuçta bu ilhamı doğuran bir zemin var. bu zemini de zekânın kullanımıyla edinimler sağlar. şu hâlde belli bir disiplinden geçilerek sorun çözme kabiliyetinin kazanılmasının, temel anlamda şart olduğunu söylemek mümkün görünüyor. problemi ortaya atan akıl, bununla ilgili gözlem yapma ve bilgi toplama konusunda, inisiyatifi elinde tutar.

    seyir hâlindeki aklıdır,
    nesneye ve çevredeki olaya temas eden.

    gözlem yaparken gözlemlerin uygunluğunu değerlendirmek de yine aklın vazifesidir. muhatap olunanlar tekil gibi görünse de, tikellerdeki tümeller değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. veri toplama süreci de buna benzer. gözlemler sonucu elde edilen verilerin arasında çeşitli bağlantılar kurarak, onları bir araya getirip bir bütün oluşturmada, zekânın işleyişi ortaya çıkar (tıpkı bir manzarada, gözün birleştirici etmen olması gibi). hipotez kurma aşmasına gelince, akıl daha sahneden inmemiştir. hipotez kurulurken, tümdengelim metodu kullanılır. deneyleri tasarlayıp hipoteze dair tahminlerde bulunma aşamasına geldiğimizde ise zekânın yardımına ihtiyaç duyarız. deneylerin ne olacağı hakkında fikir yürütmek ve bunların kontrol gruplarının ne olacağı; basamakların nasıl tasarlanacağı gibi konularda, tikellerle uğraşmak zorunda kalınır. bu zorlu sürecin ardından gelen tahminler ise mantık yürütülerek, yani analitik zekâ yardımı ile yapılır. deneylerin gerçekleştirildiği aşamada olası sorunlarla boğuşan ve bunları çözmeye çalışan yine zekâ olacaktır. sonuçların değerlendirilmesi, bir bütünlüğün varlığında gerçkleşeceği için, son olarak akıl yine sahneye çıkacaktır.

    v

    aşağı yukarı böyle işleyen bir süreçte, rasyonalizmin, hakikat konusunda aklın yegâne kaynak olduğu savı bir anlamda eksik kalmaktadır. bunun nedeni, tikellerden tümellere, tümellerden tikellere uzanan devinimlerde, zekâya yeterince önem verilmemesinin yanı sıra, bilimsel metottaki ilerleyişin ortaya koyduğu hakikatlerin, özellikle kuantum fiziksel gözlem sorununun ardından, sorgulanmaya açık olmasıdır. aklın, kendi ortaya koyduğu tahminleri, kendisi ve zekâ ile sınamak zorunda olduğu bir devinimin sonucunda ulaşıldığı düşünülen şeyi, "nesnel" diye nitelerken, alçak gönüllülükten bir ölçüde feragat ediyor olabiliriz. elbette bu yanılsama değerlidir, fakat hakikate giden yolda hakikat olarak tanımlananların doğruluğu hem tartışmalıdır hem de doğruluğu kesin olana, yani hakikat niteliğini asıl taşıyana ulaşmayı; yanılsamaları ancak aklın aşabileceğine dair kabul de bence rasyonalizmin zayıf yönüdür. akıl, kendisinini yalanlayarak doğru olana ulaşma çabası içindeyken tekrar ifade etmek gerekirse bu son derece değerli bir süreçir. akıl, nesnenin özüne ve hatta onun hakikatine temas eder, fakat hakikatine sahip olamaz, o hakikati insana yaşatamaz.

    zekâ ve aklın nesne ile etkileşimini çeşitli şekillerde değerlendirsek bile, bunlar hakikate sadece temas edebilecek konumdalar. amaç, doğru bilgi ile tanışmak ise akıl ve zekânın kendilerine özgü ve birbirlerini tamamlayan yolları üzerinden ilerlemek gayet mümkün görünüyor. fakat hakikate sadece temas edebilen aklın ve bu süreçte ona yardımıcı olan zekânın bizi tanıştırdığı ayrı ayrı hakikat yansımalarının eksikleri olamaz mı? bana sorarsanız akıl ile hakikatlere temas edilir ve bu temas sonucu elde edilenlerin hiçbiri kesin değildir. sadece kesin olan, yani "hakikat" olarak dile getirilmeye layık olana giden yolda, bu bir basamak taşıdır. aslolana giden yollarda zahirî hakikatlerin bir kısmı, akıl ve zekâ ile keşfedilirken, bunların doğruluğu kesinleşmemişken, algıları bunların dışındaki araçlara kapamak, aslolanı sadece akıl ile aramak son derece akılsızca görünüyor.
hesabın var mı? giriş yap