• ortalama bir öykücüdür.denemeleri ise iyidir ama kötü olan şey insanları olduğundan fazlası gibi göstermektir.
    filozof diyen arkadaş keşke örnek verse, bilelim nasıl bir filozofmuş kendisi. ya da alimliği hakkında ispatlı bir yazı yazsa ya da o muazzam hukuk anlayışından örnekler verse. bu muazzam hukuk anlayışının elbet şehir üniversitesi hadisesi için dedikleri vardır.
    not:kendisini tanıdım.
  • kendisini sevmem. muhafazakar camiadan kanımın uyuştuğu pek kimse de yoktur zaten. yine de oturup okurum. muhafazakarlığından, siyasi fikirlerinden vs etkilenmemeye çalışarak, edebi bir haz almak için okurum.

    bir iki sene önce necip fazıl'ı hiç sevmem demiştim de bir öğrencim, neden? hiç okudunuz mu? diye çıkışmıştı. ben necip fazıl'ın çile kitabını senelerce baş ucumda tuttum. her gece bir kez okuyup uyudum neredeyse. çokça şiirini de ezbere bilirim. ama sevmem, sevmek zorunda da değilim nitekim.

    bahaeddin karakoç'un tüm şiirlerini örneğin bir akademik çalışma için oturup derledi toparladım zamanında. abdürrahim karakoç olsun, sezai karakoç olsun, nuri pakdil olsun okudum. ayırt etmedim. erdoğan'ın zamanında çıkardığı şiir kasetini bile defaatle dinlemiştim. o zamanlar sesine tahammül edebiliyordum. şimdilerde mümkün görünmüyor.

    kısacası kimin ne olduğu, ne olmadığı önemli olmaksızın okumaya, anlamaya çalışmak gerek. anlamadan neye karşı çıktığımızı da anlamak güçleşiyor. bana ortaokulda hüseyin nihal atsız, ahmet günbay yıldız, emine şenlikoğlu okutmasalar belki bugün başka bir dünya görüşüm olurdu. genç kardeşlerime de öneririm. açın okuyun.
  • lisede okulumuza geldi, kendisinin imzalı kitabı bile vardır miniminnacık kütüphanemde.
    cumhurbaşkanımızın emirleri ile imzalı kitabını geri dönüşüm kutusuna atıyorum.
    yazık, hakkaten yaşınıza başınıza yazık.
    insanlar neden böyle oldu bu güzel ülkede anlam veremiyorum.
  • hayattaki en büyük hayal kırıklıklarımdan birini yaşamama neden olan yazar.

    lisedeki edebiyat kitabında karşılaşma adlı hikayesinden bir bölüm okumuştum. kitaba aktarılan kısım o kadar güzel bir betimlemeyle o kadar güzel bir dille yazılmıştı ki çok etkilenmiştim. kaç defa okuduğumu bilmiyorum bile. sonra elime güç bela geçen biraz parayla bu hikayenin içinde olduğu denize açılan kapı adlı hikaye kitabını ilçede bulunan bir kitapçıya hususi getirttim. bir hevesle doğrudan o hikayeyi açtım. edebiyat kitabına konulan kısım hikayenin başıymış. ve ben bunu kitabı aldıktan sonra öğrendim açıkçası. neyse yine tekrar okudum her zaman okuduğum kısmı, ve yine aynı şekilde haz aldım okurken. devamındaki bir kaç paragraf da aynı doğrultuda ilerliyordu. karakterin, hayatın ne kadar anlamsız, boş olduğu tarzındaki düşüncelerini aksettiriyordu. ancak gel gör ki daha sonra olayı tasavvufa bağladı. gitti bir dergaha girdi adam lan. hayatımda uğradığım en büyük dumurlardan biridir de. bir hikayenin başı ve sonu arasında bu kadar alakasızlık olamaz. bu kadar boktan bir son yazılamaz. dediğim gibi, en büyük hayal kırıklıklarımdan biridir.
  • necip fazıl kısakürek ödülü mevzusu ile ilgili yeni şafak'ta açıklama yapmış yazar.

    http://m.yenisafak.com/…rasimozdenoren/o-an-2024931

    "o an...

    star gazetesi'nin düzenlediği necip fazıl 2015 ödülleri'nde şahsımıza saygı ödülü tevdi edildi (25 aralık '15, cuma).
    törenin yapıldığı haliç kongre salonu o gece hınca hınç doluydu. öyle ki, protokol davetlilerine bile yer bulunamadı. benim, eşimle geleceğim bilindiği halde ona bile bir yer ayrılmamıştı. hamiyetperver bir dostumuz kendi yerini ona bırakmasaydı eşim töreni ayakta izlemek zorunda kalacaktı.
    şiirde cevdet karal, çeviride senail özkan, hikâyede sibel eraslan, fikirde ilhan kutluer ödüllerini aldılar.
    son etapta, saygı ödülüne layık bulunmuş olan bendeniz sahneye davet edildim ve ödülümü almak üzere sahneye çıktım. ödülü sayın cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan'ın elinden alacaktım. sayın cumhurbaşkanı sahneye davet edildi.
    bir anda müthiş bir sürprizle karşılaştık!
    sayın cumhurbaşkanı, törende hazır bulunan nuri pakdil'le beraber sahneye doğru yol alıyordu. ben de sahnenin en ucuna gidip üstat nuri pakdil'i elinden tutarak selamladım ve sahnenin ortasına geldik.
    sayın cumhurbaşkanı, nuri pakdil'e: “rasim ağabeyin ödülünü ben sana vereyim, sen de ona ver!” diyerek büyük incelik gösterdi. ve bana ödülüm böylece nuri pakdil'in eliyle verilmiş oldu.
    işte bu sırada sayın cumhurbaşkanı nuri ağabeyden ikinci bir istirhamda bulundu: “lütfen salonu devrimci selamınızla selamlayın!” dedi. nuri pakdil de sayın cumhurbaşkanı'nın hatırını kırmayarak ünlü devrimci selamıyla salonu selamladı ve selamını: “ne mutlu müslümanım diyene!” sloganıyla tamamladı.
    salon, alkıştan yıkıldı.
    bütün bunlar, benim salondaki ödülümün bana takdimi sürecinde yaşanıyordu.
    salonun coşkusu had safhadaydı. bense topluluk karşısında böylesi tezahürata alışık biri değildim. ve o anda ne yapacağımı ben de bilmiyordum. bildiğim tek şey, salonun bu coşkusunun benim elimdeki hazırlanmış konuşmayla sönüp gideceği idi. bu da salonda bir hayal kırıklığı uyandırırdı. böyle düşündüm ve sayın cumhurbaşkanı'na giderek: “sayın cumhurbaşkanım, bu coşkunun sönmesini istemiyorum. bu nedenle ben konuşmamdan vaz geçiyorum. lütfen mazur görülsün!” talebinde bulundum. fakat sayın cumhurbaşkanı, inceliklerin en incesiyle beni dinlemek istediklerini bildirdi. tekrar kürsüye döndüm. salonun coşkusu sürüyordu. neticede, biz de o coşkunun bir parçasıydık. ve coşkudan bize düşen bir pay da bulunuyordu. bu coşkuyu paylaşmamak elimden gelmedi, fakat onu paylaşma hususunda bir hazırlığım da yoktu. ağzımdan spontane olarak: “cumhurbaşkanım, yürüyüşünüz yeter!” sözleri çıktı. salon, anlaşılıyordu ki, benden beklediği karşılığı almıştı. tezahürat seslerinin ardı kesilmek bilmedi...
    imdi...
    salonun o andaki duyarlığına bir cevap olan bu spontane ünlemi cumhurbaşkanı'na tabasbus gibi algılamayı alçaklık diye görmesek de, iyi niyet eseri saymak da mümkün görünmüyor.
    birileri (ahmet hakan, hürriyet, 27 aralık tarihli yazısı) bu ünlemimden hareketle beni behçet kemal çağlar'la mukayese etmeye çabalıyor. bu mukayeseyi asla kabul edemem. reddediyorum.
    ben, ak parti hükümetlerine gerekli gördüğüm eleştirilerimi gerek recep tayyip erdoğan'ın başbakanlığı, gerek cumhurbaşkanlığı zamanında yazıyla da, sözlü olarak da, sayın cumhurbaşkanı'na da, sayın başbakan'a da, rastladığım yerlerde kabine üyelerine de bildirmiş; sadece eleştirilerimi bildirmekle kalmamış uygun gördüğüm tekliflerimi de iletmişimdir.
    kimseden makam, mevki, ikbal, şan, şöhret, servet beklentisi içinde olmadım. dolayısıyla eleştirilerimi ve tekliflerimi şifahi olarak en açık dille, yazılarımda da anlamak isteyenlerin idrakine hitap ederek iletmekten geri durmadım.
    tek, bir duygusal anın heyecanını paylaşmak üzere sarf edilmiş olan bir ünlemi şahsımın kimliği haline dönüştürmek hangi insafa sığar, bilemiyorum.
    ha, o söz, o ünlem söylendi diye pişman mıyım? asla! söylenmesi gerekiyordu ve gerekli olduğu anda da söylendi. o sözümün de sahibiyim ve bir kere daha tekrarlamaktan da çekinmiyorum. evet, yürüyüşü yeter be!!!"

    keşke o son paragrafı bari yazmasaydı. keşke sanatçılar, düşünürler ve özellikle edebiyatçılar partizanlıktan imtina etmeyi ilke edinselerdi.
  • genel yayın yönetmenliğini yaptığı hece dergisi'nin ekim sayısındaki önyazısı edebiyatçılar neden siyasete bulaşmamalı sorusunun cevabı gibi. tarafını zaten biliyoruz da sabah gazetesi yazarı edasında cümleler kurması kendisine hiç yakışmamış.
  • şirazesi kayan yeni şafakta gökhan özcan bile çizgisinden şaşmadı da sen nasıl şaştın be rasim hocam?

    kusura bakma ama sana başkanlık sisteminin faidelerini yazmak hiç ama hiç yakışmıyor

    edit: gökhan özcan bile derken gökhan özcan'ı küçümsemek için değil rasim özdenören'i yüceltmek için öyle yazılmıştır. yoksa gökhan özcan edebiyat camiasının en güzide isimlerinden birisidir.
  • kendi fikirlerini dikte ettirebilmek için abuk sabuk çarpık gerceklikten uzak tespitleri! siralamaktan çekinmeyen yazar.

    yaşadığımız gunler adlı denemesini okuyorum şu an, batıyı kötüleyecek ya batı kentlerinin açık hava ruh hastalıkları hastanesine dönüştüğünü, amerikada toplumun yuzde 30'unun escinsel olduğunu, kadının toplumsal yaşama ' bulaştirilmasinin kötü oldugu' minvalinde yığınla tespit sıçmıştır. daha 60. sayfadayim, bakalim neler yumurtlayacak gorecegim
  • islamcı camianın dilsiz şeytanlarından bilirdik. yine başlamışlar güzellemeye amk
  • şu anda tv'deki saçma sapan bir programda (hangisi saçma sapan değilse artık) insan hakkına ikame olarak kul hakkını öneren "düşünür"dür (peh peh). sunucu da bütün bu anlattıklarınızdan sonra insan hakları o kadar küçük kalıyor ki dedi.

    ışık hızıyla dünyanın kıç tarafına doğru ilerliyoruz (elhamdülillah).
hesabın var mı? giriş yap