• birazdan anlatmaya çalışacaklarım, bu illetin kendimce sebep ve sonuçlarını içerecek muhtemelen.

    belki de anlatılamayacak kadar zor. o denli zor belki de doğru kelimeleri bulup doğru cümlelerin içinde kullanmak.

    1 yaşında bir oğlum var. uğruna gözümü kırpmadan dünyayı yakabileceğim... 1 yıllık bir anneyim yani... hamileliği de sayarsak -ki saymamız lazım kesinlikle- 1 yıl 9 aylık bir annelik geçmişim var. isteyerek dünyaya getirdim bebeğimi. kazara ya da tesadüf eseri filan olmadı. bile isteye doğurdum onu. korunmayı bıraktığım ay hamile kaldım hem de. hiç bekletmedi, hiç 'acaba bu ay mı?' sorularını sordurmadı bana. telefondaki hemşirenin 'testinizin sonucu pozitif' dediği günü ömrüm boyu unutabileceğimi sanmıyorum. o gün değişti her şey. ne mezuniyet ne iş hayatı ne de evlilik... hiçbiri değiştirmemiş demek benim hayatımı. o gün, anne olacağımı ve içimde bir canlının yaşamaya başladığını öğrendiğim o gün, bambaşka bir insan oldum. yolum değişti. kendime bakışım değişti. dünyayı sorgulayışım değişti.

    sorunsuz geçen bir hamilelikti benimkisi. yarısından çoğunu uykuda geçirdiğimden belki de hemen geçti sanki 9 ay. yanlış doktor seçimi yaptığımın farkına vardığımda artık çok geçti. belirlenmiş bir tarihte sezaryenle bebeğimi doğurmak için o iğrenç hastaneye girdiğimde sezmiştim sanki önümde çok zor günlerin beni beklediğini. dönmemişti işte bir türlü. doğum şeklini almamıştı son 15 güne dek. yeterince de büyümüştü. artık zordu pozisyon değiştirmesi. normal doğuma, ağrılara, sancılara kendini hazırlayan ben korkuyordum sezaryenden. bebeğimi ilk ben görmek istiyor ama deli gibi kaçıyordum spinal anesteziden. gözyaşları eşliğinde girdiğim ameliyathaneden gözyaşları eşliğinde çıkmışım yine. ayılırken bünyemin verdiği tepkiyi gören bir hasta bakıcı, 'daha önce senin gibisini hiç görmemiştim, çok korkuttun beni' diyebilmişti bana. yarı ayık vaziyette bebeğimi ısrarla kucağıma vermelerini istediğimde çekilen fotoğraflarıma baktıkça ağlıyorum hala. o nasıl sımsıkı sarılıştır öyle... (öyle ki korkmuşlar bebeği fazla sıkı sarmamdan.) o nasıl ağlayıştır... o zaman mı koptu ki her şey bende?

    hastanede geçirdiğim bir günün ardından apar topar evime dönmek isteyişim tamamen doktorumun ilgisizliğinden ve ısrarcı olduğu hastanesinin iğrençliğinden dolayıydı. depresyonumda onun da büyük payı olduğunu biliyorum ve asla affetmiyorum ben o doktor kişisini.

    evdeki ilk günleri hatırlıyorum... ağrılar, uykusuzluk, dinlenememe... memeyi bir türlü almak istemeyen inatçı ve huysuz bir bebek... vücudun saçmalaması ve haddinden fazla süt salgılaması... kafamdan bile büyük hale gelmiş taş gibi sertleşmiş iki meme... muhteşem ağrı ve sızılar... gözyaşları... doktorlar, hastaneler... süt sağma pompaları... hemşireler, masajlar... süt sağma pompaları... memeyi emmemek için inat eden bir bebek... derin dondurucuyu kaplayan şişelerce anne sütü...süt sağma pompaları... ağrılar... huysuz bir bebek... kabızlık... yorgunluk... ağrılar...

    tam 3 ay bu şekilde geçti. tam 3 ay yanımda hep birileri oldu. annem, kayınvalidem... tam 3 ay evde bebeğimle yalnız kalmaktan korktum. tam 3 ay 'artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak' diye ağladım.

    anlatılır gibi değil bu depresyon. üstünden 1 yıl geçti. hala bırakmadı yakamı. fiziksel bir sorunum kalmadı şükür. bebeğim 6-7 aya kadar hep çok huysuzdu. 3 aylıkken bıraktı anne sütünü. uykusu, yemeği vs. her şeyiyle çok zor bir bebekti ve sürüyor bu zorlukları. ben bir türlü düzelemedim. bir türlü toparlayamadım kendimi.

    en kötüsü sürekli kendimi suçluyor olmam. zaman zaman yetersiz, kötü bir anne olduğumu hissetmem... çalışmanın verdiği vicdan azabı... evde bir türlü yetişmeyen ev işleri... ilgi bekleyen ama asla bunu belli etmeyen, her türlü kötü halimi sırtlayabilen bir eş... hepsi baskı unsuru...

    sabır versin diye dua ettim hep allaha. ama sınırlı davrandı bana bu konuda. yemeğini yemek istemediğinde, gecenin bi vakti uyanıp da saatlerce öylece baktığı gecelerde kızdığım oluyor bebeğime. sesimi yükseltiyorum ve kendimden soğuyorum bu anlarda. ödüm kopuyor bebeğim beni sevmeyecek diye. nasıl bir duygu bu anlayamıyorum. içinden çıkılacak gibi değil. benim için neredeyse uykusuz geçen zor gecelerin ardında gözünün içine bakıyorum acaba geceki kızmalarımdan sonra bana küsmüş mü diye. küçücük bir gülümseyişi, güneşimi doğuruyor. ama ben yıpranıyorum. çok yoruluyorum. yaşlanıyorum. ben ne yapacağımı bilemiyorum.

    neredeyse her gün ağlama krizleri... bir türlü bitmeyen yorgunluk hali. insanın içini en çok acıtan 'doğurmasa mıydım acaba' sorusu... ama yine de pişman olmamak anne olmaktan. ama bunalmak, boğulmak... off... çok zor anlatmak.

    ------------------------------------------

    kenarda kalmış bu entry, aylar öncesine ait. o zamanlarda içinde bulunduğum ruh haliyle yazılmış, yaşadığım zorluklar kelimelere sinmiş. bugün tekrar okurken bu yazdıklarımı, iki damla süzüldü gözlerimden yine ve şükrettim bu sefer allah'a kurtulduğum için o hallerden.

    eğer ki yukarıdaki cümlelerde kendinden bir şeyler bulan bir anne iseniz, merak etmeyin, geçiyor. kendinizi sevmekten vazgeçmeyin, lütfen yalnız kalmayın, yardım isteyin sevdiklerinizden. emin olun geçiyor. her şey güzelleşiyor bebeğinizle birlikte siz de büyürken.

    ben bugün 2 yaşına yaklaşmış koca bir adamın annesiyim. yenemedin beni postpartum depresyon!!!

    -----------------------------------------

    yıllar yıllar sonra edit: ne yapacağını bilemeyen, aklı karışık, yorgun, uykusuz, ağlak annelere selam! geçiyor merak etmeyin... evet deliyor da geçiyor, hırpalıyor çok ama inanın geçiyor. umudunuzu kaybetmeyin, doğru kişilerden destek alın ve asla ve asla kafanıza hiçbir şeyi takmamaya çalışın. ben bu zor günlerden sonra ikinci kez anne oldum, o bile 8 yaşında şu an :) güç seninle olsun güzel anne... öperim yorgun gözlerinden :)
  • ben ikiz gebelik geçirmedim. ama tam iki tane şey doğurdum kızımı dünyaya getirdiğim gün. biri, 3 kilo 200 gram ağırlığındaki dünya güzeli bebeğim, diğeri ise yüzlerce tonluk hastalığım. doğum sonrası depresyonum.. afili adı başlıkta saklı, postpartum depresyonum, geçici deliliğim, beynime kısa devre yaptıranım, beni değiştirenim, benden yeni bir ben çıkaranım...

    doğum yapana kadar tuhaf gelirdi doğum sonrası depresyonu lafı. yani, ne manaydı ki? doğum güzel bir şey sonuçta. çocuğu oluyor insanın, hayatı şenleniyor. hem ancak yanlışlıkla hamile kalan ve mecbur kalıp doğuran kadınlar doğum sonrası depresyonu geçirirler sanırdım. sonuçta insan bile isteye, hayal ede ede sahip olduğu bir şeyin sonunda niye depresyona girerdi ki? nankörlük olur derdim öylesi, komik olur derdim..

    ama yaşayınca gördüm ki hayatta her kuralın bir istisnası varmış. iki kere iki bazen dört etmezmiş. her yol roma'ya çıkmayabilirmiş. bazı kadınlar da bebeklerini kucaklarına alır almaz anneliği benimseyemeyebilirmiş..

    ben çok istedim anne olmayı aslında. doğru dürüst bir ailem yoktu, erken yaşta anne olayım, bir an önce bebeğim olsun ve sahip olamadığım şeyleri ona sunayım istedim. ama zamanı istediğim kadar erken değilmiş demek ki allah hemen vermedi bebeğimi. üç seneye yakın yolunu gözledim. yandım kavruldum evlat diye. her regl oluşumda ağladım, gene hamile kalamadım diye. onlarca gebelik testi yaptım çift çizgi görmek umudu ile, ama defalarca tek çizgi gördüm banyo tezgahımın üstündeki küçük beyaz çizelgelerde.

    sonra bir gün, dünyanın en güzel ağustos akşamında, içimde yeşeren bir şey olduğunu öğrendim. bana defalarca kez nanik yapan gebelik testi bu sefer çift çizgiyi gösterdi evimin banyosunda. hasretle beklediğim ikinci pembe çizgi belirdi ve sardı sarmaladı beni, ayların, yılların ağırlığını götürdü üzerimden. bambaşka biri oldum. mutluluk doldu taştı her bir zerremden... yeşerdim, çoğaldım, bebeğimle birlikte büyüdüm ben.

    sonra...bir nisan sabahında..ben anne oldum. canımdan can çıktı, bal kızım dünyaya geldi. işte böylece ben, karşı cinse duyulan şeye aşk denmesinin ne kadar boş bir şey olduğunu, asıl aşkın içimden çıkan bu şey olduğunu tam 14 nisanda öğrendim.

    hastanede hemşireler baktı hep kızıma. altını değiştirip yanıma getirdiler, emzirmem için tutup önüme koydular, kıyafetlerini giydirdiler, kremlerini sürdüler...

    üç gün sonra ise doğurduğum ikinci şeyle tanıştım ben. taze depresyonumla. eve gelince hemşireler yoktu çünkü. yardımcılar, önüme yemek getirenler, yastığımı kabartanlar yoktu.
    bir ben vardım. bir tek ben.

    annem, kayınvalidem, eşim gözümün içine bakıyorlardı hep aslında. hem nasılım diye, hem de bebeğin bakımıyla ilgili vereceğim direktifleri öğrenmek için..
    ev sıcak mıydı yeterince, yoksa kombinin derecesini yükseltmeliler miydi? yelek getirsinler miydi çocuğa? aç mıydı acaba, sütüm yetmiyordu galiba. çok ağlıyordu, fitil verse miydim ki? çok soru vardı böyle. çok göz vardı üzerimde. öyle ya anne olmuştum artık, kumanda bendeydi, ben bilmeliydim bebeğim için doğru olanı.
    halbuki üzerime üç beden bol gelen bu yeni kimliği tanımıyordum ki. bilmiyordum ki ben. hiçbir cevabı bilmiyordum ki. kendini giydirmekten aciz, her kışı hasta geçiren, ayağına çorap giymeye alışamamış ben, bilmiyordum ki bir başkasının sorumluluğunu almayı.
    bilemediğim sorular boş kuyuya atılan taşlar gibi birikti birikti yığıldı içime. olmayı hayal ettiğim annenin çeyreği bile olamadığımı gördüm daha ilk günlerde. öyle ya, hazırlıklıydım ben, çok okumuştum hamileyken, üst üste koysam boyuma yaklaşırdı okuduğum bebek bakımı, annelik kitapları. amerikan pediatri birliği görüşleri benden sorulurdu.. meşhur ebelerin ebeveynlik tavsiyelerinden tutun da profesör yorumlarına kadar hatmetmiştim farklı ekolleri. bebek nasıl uyutulur, nasıl rutin oturtulur, nasıl sorunsuz bebek büyütülür hepsini öğrenmiştim.

    velhasıl teoride bir şahane idim. ki belki asıl sorun da buydu. çok bilmek, bilmişlik taslamak, kendinden sekiz çocuk doğurmuş da dokuzuncusunu büyüten bir kadın performansı beklemek bir lanet olabiliyor bazen... bana ucu dokunan da buydu muhtemelen.

    bebek bakmayı, çocukluğumun sanal bebeklerine bakmak gibi sanmış oluşum da beni bu hastalığa sürükledi muhtemelen. şimdi 20'lerinin sonlarını sürenler bilir.. tamogachi'ler vardı biz küçükken. avuç içi kadar minik sözde bebekler. acıkınca, uykuları gelince, altları kirlenince bibibip diye öterlerdi, biz de doğru tuşlara basıp gerekli müdahaleyi yapıp badire(!)yi atlatır, bebeğin ihtiyacını karşılardık. ne hikmetse ben de sanal bebek bakmak gibi düşünüyordum bebek bakmayı. bir ihtiyacı olacak, ben onu karşılayacağım ve susacak sanıyordum.

    öyle değilmiş işte. bebekler tamogachi'ler gibi değilmiş. kitaplarda yazanlar her bebeğe uygun değilmiş. altı temiz, karnı tok, gazı çıkmış, uykusu olmayan bir bebek, aralıksız saatlerce ağlayabilirmiş.

    velhasıl... çok bildiklerim, çok iyi olacağımı sandığım şeylerde bir bok beceremeyişim mi beni bu hale soktu, yoksa gerçekten değme deliye taş çıkartacak kadar deli mizaçlı, huysuz, uykusuz bir bebeğe sahip oluşum mu, dünyanın en kabagöt, en dağınık, en kafasına göre takılan insanıyken, birden askeriye disiplini gibi bir ortamın içine düşmüş oluşum mu, hepsinden biraz mı, yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama ben bu depresyonun tam göbeğine düştüm.
    depresyon, tecrübe etmeyenler için ergen eğlencesi sanılabilir. ama ciddi bir hastalıktır. doğum sonrası depresyonun talihsizliği de adında saklı zaten, doğumdan sonra olması. depresyondaki insan kabuğuna çekilmek ister, delirmek, ağlamak, kırmak, dökmek ister. ama evde avuç içi kadar bir bebek varken bunların hiçbirini yapmak mümkün olmuyor. insan içine atıyor, attıkça daha çok deliriyor, delirdikçe öfkeleniyor, öfkelendikçe kabarıyor, kabardıkça dağılıyor, dağıldıkça dağıtıyor, çevresini de yakıp yıkıyor.

    benim kızım yaklaşık dokuz buçuk aylık. yemin edebilirim ki ilk altı yedi ayını hatırlamıyorum. sadece kendimi hatırlıyorum o aylara dair. kendi öfkemi, kendi yalnızlığımı, neden doğurdum ki diye ağlayışlarımı, gece o on kez uyandıkça onunla birlikte ağlayışlarımı, camı açıp kendimi onaltıncı kattaki evimizden aşağıya bırakışımı hayal edişlerimi, aralık soğuğunda incecik tişörtle kendimi sokaklara atıp avare avare gezişimi, kaybetmenin eşiğinden döndüğüm eşimi, ömründen yediğim annemi, elimi eteğimi hepsinden çektiğim için yitirdiğim arkadaşlarımı... ben ancak bunları hatırlıyorum işte.

    keşke daha önce destek alsaymışım. keşke daha önce psikiyatriste gitseymişim. keşke daha önce ilaç kullanmaya başlasaymışım. çünkü bir şekilde, bir yerlerde, anne olunca bir devresi yandı benim beynimin. kendi kendimi onaramadım. keşke böyle olmasaydı ama benim bünyem kaldırmadı bu tempoyu.

    kendi temposunu kaldıramayan başka birileri var ise de, onlara tek söyleyeceğim gecikmemeleri, kendilerinden yememeleri, neden böyle hissediyorum diye kendilerini sorgulayıp suçlu hissetmemeleri ve olabildiğince çabuk destek almalarıdır..

    anneliğini yeni anlamış bir anne olarak en içten dileğim, bir kadının çocuğunun asssla geri gelmeyecek o ilk aylarını; mutfakta kırdığı tabakların parçalarını toplarken, yatak odasında ağlarken, çamaşır makinası neden bitmiyor ki diye banyoda sinir krizi geçirirken kaçırmamasıdır.
  • ınternette herkes normal doğum hikayelerini paylaşıp duruyor. oysa ki kadınlar lohusalık hallerini daha çok paylaşıp birbirlerine umut ışığı olmalı.

    doğum bir gün sürüyor. çocuklu hayatsa bir ömür.

    adına ister annelik hüznü diyelim, ister lohusa depresyonu, benimki doğumdan 5 gün sonra başladı. 31 aralık 2013 günü bebeğin ilk kontrolü için doktora gittik. günlerdir değil evden çıkmak, bebeğin odasından başka bir odaya dahi geçmiyordum.

    hastaneye gittiğimizde işlem bittikten sonra hemşire "iyi yıllar" diyerek uğurladı bizi. eşimle birbirimize bakakaldık bir an için. kendimizden o kadar geçmişiz ki ne yılbaşını fark etmişiz, ne yeni yılı..

    insanlar şıkır şıkır giyinmiş, yüzler gülüyor, " iyi yıllar" "mutlu yıllar" havalarda uçuşuyor, kimilerinin ellerinde paketler var.

    benimse saçlar başlar dağılmış, vücut direncim düşmüş dudaklarım uçuklamış, kıyafetlerim süt lekeleri içinde, göğüslerim şişmiş kafam kadar olmuş ve beton gibi donup kalmış acılar içinde, uykusuz, yorgun..

    hissiyat şu; herkes hayatın içindeyken, ben bundan sonra eski hayatıma hiç dönemeyeceğim, herkes her gece uyurken ben uykusuzluktan artık görmeyen gözlerimle çocuk emzireceğim, herkes dışarlarda gezer sosyalleşirken ben bütün gün ve gecelerimi aynı odada aynı koltukta oturarak geçireceğim.

    bugün doğumdan sonraki 7.günüm, yeni ruh haliminse 3.günü. durum kötüleşmeden hızla çözüm yaratmaya çalışıyorum.

    işte kendi çözümlerim;

    - bebeğinizi mobil hale getirin.
    anneler, kayınvalideler, ananeler ve babaneler çocuğun üşümesinden çok korkarlar. onlara göre siz, çocuk üşümesin diye kapısı her daim kapalı tutulan bir odada yaşamalısınız. bir nevi tecrit hayatı. alın o çocuğu başka bir odaya geçin, sarın 2 battaniyeye siz mutfakta kahvaltı ederken sizi emsin o da. biz bugün eşimle çocuğu sarıp sarmalayıp salona götürdük. orada tıpkı eski günlerdeli gibi beraber tv izlerken emzirdim bebeği. bu bile nefes aldırdı bana.

    - bebekle yalnız başınıza yatmayın.
    mümkünse eşiniz de olsun aynı odada. ben bir kaç gece yalnız yattım. herkes uyurken kalkmak, o "yalnızlık" hissi bambaşka bir şey.. eşinizin her zaman sizinle beraber uyanmasına gerek yok. ama onun orada olduğunu bilmek, elini uzatsan tutabileceğin yakınlıkta olmak insana güç veriyor.

    - mutlaka dışarı çıkın.
    biz bugün bir fırsat yaratıp markete kaçtık mesela. aman allahım, normal zamanda gitmeye üşeneceğin market ne büyük bir saadetmiş. evdeki ananeye babaneye 10 dakika da olsa bırakın gidin. kaçın gidin.

    - eşinize sıkıntılarınızı anlatın.
    büyük ihtimal anlatırken ağlayacaksınız da. zaten 2 damla yaş devamlı gözünüzde bekliyor olacak. ağlayın, anlatın. iyi geliyor.

    - eski düzeniniz neyse ona dönmeye çalışın.
    her sabah müge anlı mı izliyordun aç yine, her akşamüstü 5 çayı mı içiyordun yap yine, her gün kahvaltını komşunla mı yapıyordun çağır yine gelsin. yeniye hemen alışamıyorsan, eskinin alışılmış sıcak rutininden yararlan.

    biraz uzun bir yazı oldu, ama biliyorum bir gün gözü yaşlı ruhu daralmış bir lohusa gelip okuyacak bunu. umarım ona umut olur. bilsin ki yalnız değil, hepimizin ruhu daraldı/daralıyor.

    her şey düzeldiğinde "geçti, geçiyormuş heyooo" editini yapmak dileğiyle.

    aylar sonra gelen edit: (22.05.2014)
    geçti, geçiyor.
    önce bir sabah daha rahat nefes aldığınızı hissediyorsunuz. sonra yavaş yavaş daha rahat ve kolay geçmeye başlıyor zaman. ruhunuz iyileşiyor.

    bence değişen hormonlardan sonra bu duruma neden olan en önemli unsur bilgisizlik, cehalet.. bebek dediğimizde her anne adayının aklına minik minik kıyafetler, cicili bicili ayılı böcekli bebek odaları, yapılacak alışverişler, elinizi tutacak tombik tombik parmaklar geliyor.

    kimse de çıkıp demiyor, bu oyuncak bebek değil, gerçek bir bebek. sen doyurmasan doymayacak, sen temizlemesen temizlenemeyecek, sen bağrına basmasan nasıl susup uykuya dalacağını bilmeyen bir bebek. hayatta sahip olabileceğin en büyük sorumluluk. bunu doğurduğu an fark ediyor taze anne, işte o andan sonra kucağına aldığı bebeği değil, gece kadar karanlık bir sorumluluk duygusu oluyor.

    sonra bir sabah o bebek size bilinçli olarak gülmeye başlıyor. elinizi sıkıca tutmaya, yanağınızı okşamaya, çıkardığınız seslere kahkahalarla gülmeye başlıyor. uykuya dalarken elinizi yanağına koyup sıkıca sarılmaya başlıyor. bir oda dolusu insanın içinde sizi ayırt etmeye başlıyor. en canhıraş ağlamaları sadece sizin sevgi dolu kollarınızda son bulmaya başlıyor.

    ve "iyi ki uyandın tatlım, sen uyurken çok özledim ben seni" derken buluyorsunuz kendinizi.

    tebrikler, hayatta sahip olabileceğiniz en güzel arkadaşı kazandınız.

    ******
    edit 2: merhaba yeni anne, merhaba canım lohusa,merhaba ruhu daralan kardeşim, merhaba bitmeyen postpartum depresyonlum..

    bu entry birazcık olsun yarana iyi gelip gönlünü ferahlattıysa bak burada devamı var:

    http://www.dr.com.tr/…le-cocuk/urunno=0001721051001

    ben o günleri yaşarken delirmemek için, aklımı korumak için, bir gün gözü yaşlı bir lohusa anne okursa acısına merhem olabilmek için yazdım...

    şimdi oğlum dört yaşında, hepsi geçti, geçiyor, geçecek...
  • minik bebeğinizi kucağınıza almak için 9 ay beklediniz. uzun ve bitmek bilmeyen hamilelik sürecinde hep bu anı düşlediniz. bebişiniz doğacak, kucağınıza alacaksınız, kokusunu duyacak, öpmeye kıyamayacaksınız. herşey tam da hayal ettiğiniz gibi oldu. ama sanki hayal edilmeyen bir şeyler var gibi... mutlu olmanız gereken bu günlerde içinizde kötü bir his: sıkılıyorsunuz, ağlamak istiyorsunuz, gözleriniz sık sık doluyor, biri bir şey söylese hüngür hüngür ağlayacaksınız. kendinizi şaşkın ve çaresiz hissediyorsunuz ama neden böyle olduğunu da tahmin edemiyorsunuz. uykusuzluk, bebeği emzirirken meme uçlarında oluşan sızı ve acı, eski gümbür gümbür hayatınıza bir daha asla dönemiyeceğinizi bilmenin verdiği üzüntü......işte tüm bunları hissetmenin verdiği vicdan azabı ve benden anne olur mu endişesi...tum bu duyguların toplamına lohusa bunalımı deniyor....benimkinin geçmesi tam 4 hafta sürdü....
  • 21 günlük anneliğimin verdiği tecrübe(!) ile söylüyorum ki; bu depresyonun doğumla, bebekle, emzirmekle, alt temizlemekle, gaz çıkartmakla hiç bir alakası yok! tamamen eş, dost, akraba sizi bunalıma sokuyor. bende normal bir insanda ne kadar anlık sinir, stres olabilirse o kadar var mesela. fakat etrafımdaki beyinsiz insanlar yüzünden delirebilirim. çat kapı geleni mi ararsın, bebeği emzirdiğim için yanlarına geç çıkmak zorundan kalmam dolayısıyla bana kırk karış surat, etrafa dedikodumu yapanı mı? bir de sütüm şu an çok fazla olmadığı için doymayan bebeğime geceleri mama desteği yapmamı "ayyyy yazıııık, niye mama veriyorsun, emzirsene, cık cık cık" diye eleştiren ciddi bir kitle var mesela. bil bakalım niye veriyorum? sanki ben gerizekalıyım, bebeğime de gıcığım var, saklıyorum sütümü. aç mı kalsın lan el kadar bebe!

    insan 21 günde dostunu düşmanını tanır mı? ben tanıdım arkadaş. en az 10-15 kişiyi hayatımdan sonsuza dek çıkardım şu kadarcık günde. gündüzleri annemin, geceleri kocamın desteği ile gayet rahat atlatıyorum bebeğimin zor zamanlarını...
  • böyle "ben bir anneyim" tarzı entry'ler bıkkınlık ve sıkkınlık verdi belki bünyeye ama gerçekten eşekten düşmüşün halini katır tepen anlamayacak herhalde. bugün hickiran karasinek ve uyuyan karinca kızçesi ile konuştuk bu meseleleri. sözlükçüler de bana bu mevzularla geliyor ne edeyim? "bebeğimin arkasında kapatma düğmesi var mıdır mam" diye soran çok. ne yaparsın anlatacağız eşekten nasıl düştüğümüzü. hem zaten ben düşmedim, inecektim.

    eren doğduğunda, taze annelerin de çok iyi bildiğin o birbirinin zıttı duygularla boğuştum ilk 5-6 ay. gün 24 saat senin sorumluluğunda bir canlı, hem çok sıkıyor seni -mesela uyusa artık diyosun uyanıkken-, uyuyunca da gidip başucuna "allaam ne kadar güzel, nefes alıp veriyor mu veriyor, ne güzel kokuyodur şimdi bi uyansa da koklasam" diyorsun. öyle manyaksın ama kendini normal sanıyorsun. baba zeten henüz olayın içinde değil, kıyılarında. çünkü babalık hormonu diye bir şey yok, piyangodan para çıkar gibi senden çocuk çıkıyor, veriyorlar kucağına, öyle sersem o. ailen ve kocanın ailesi bebek konusunda bir sürü şey biliyor, bir sürü şey tembih ediyor, bir sürü şey yapıyor, aman sana bunlar bir küfür geliyor. manyak dedim ya laf değil, annesinden kıskanır mı insan çocuğunu, e manyaaak.

    vücudun zaten bok gibi görünüyor gözüne. bebek doğunca hooop diye daralacağını sandığın silüetin, hamileye benzer duruyor ayna karşısında. ebru şallı'ya vergi o, eliyle koymuş gibi çıkarıp çocuğu, hiç hamile kalmamış gibi doğumhaneden çıkmak. kadın hamile kıyafeti giymedi mesela. bir de kısır döngü var, çocuk emzirilecek, emzirmek için şerbetiydi, hoşafıydı, yağıydı, balıydı yenecek el mecbur. hiç olmadı su içilecek. e aç karnına su mu içilir ayol, yiyeceksin ki susayacaksın. emzirmek için ye, doğum öncesine dönmek için yeme. var de mi bi bokluk? var tabi. bi süre yuvarlaktım ben ne diyosun?

    sonuçta ilk 2 yıl böyle böyle geçti, geçecek. hemen hemen 2 yıl. psikologlar paklarmış beni de haberim yokmuş. ama merak etmeyin mutlaka geçiyor. ikinci yılın sonunda şöyle bir silkeleniyorsun, şöyle bir kendine geliyorsun. ufak ufak vücut toparlanıyor, ufak ufak koca toparlanıyor. hormonu yok ya onun, öğreniyor bi şekil. baba oluyor, sorumluluk alıyor. belki sen çocuğunu birine emanet edebiliyorsun, sensiz ölmeyeceğine kani geliyorsun, manyaklık görece azalıyor. sonrası işin balı. çocuğunla birlikte şekilleniyorsun sen de. hatta kocan da. aile formunu alıyorsun, çekirdek oluyorsun. bu geçiş esnasında birbirinizi ne kadar az kırdıysanız, çekirdek o kadar sağlam kalıyor.

    sonuç olarak doğum sonrası depresyon yaşayan taze anne; öncelikle "yok öyle bir depresyon yaşamıyorum ben" deme yaşıyorsun haberin yok. sonralıkla da merak etme kızçem, geçiyor. sabır. iki yıl sonra gelir bu başlığa dediydi dersin.
  • hâlâ içinde olduğum durum sanırım. bugün doğum sonrası 41. gün. bugüne kadar hayatımdan 41 yıl geçmiş gibi. zerrece iştahım yok, süt zaten az geliyordu, bitti, kesildi. şimdi tek tek başımdan ne geçtiyse, ne düşündüysem yazacağım. çünkü ben burada yazan annelerin "eğer bu yazdığımı okuyan olursa" diye başlayan, biten, devam eden cümleleriyle rahatladım, okudum, ağladım, ağladım.
    hamilelikten başlayayım. illa ki çocuğum olsun diyen bir insan değildim. 36 yaşındayım. ileride pişman olurum diye kendi kendime söyleniyorken, bir hocamın haydi bu sene yapın gazına geldim. üzerine hayatımdaki en güzel tek şey olan eşimden haftanın yarısı ayrı kalacağım bir işe başlayınca, ne bileyim kendimce onu mutlu etmek isteyerek, evet bu sene mutlaka çocuk yapalım demeye başladım. 2 ay denedik, çok sıkılmıştım ki oldu. şimdi anlıyorum; çok mutlu bir hamilelik geçirmişim. hamileyken bir de hani mutluluk gelecekti, nerede diye söyleniyordum, şimdi anlıyorum ben bayağı mutluymuşum, hiç olmadığım kadar hem de. hamileliğin çoğunu yollarda, uçakta geçirdim tabii.
    neyse, geleyim son haftalara. kordon dolanması dedi doktorum, sezaryen olacaksın dedi. önce itiraz ettim içimden, gizliden normal doğum yanlısı doktor aradım. buldum ama anladım ki bu "iş" bir pazarlama olayına dönüşmüş. bu ayrı bir konu. sezaryen saatimden 2 saat önce kanamam oldu ve normal doğum sancılarım başladı. ben öylece, kendimi eksik büksük, doğal olmayan bir şeye zorlanmış ama yine de teslim olması icap eden bir durumda ameliyatta buldum. narkozcuya söylediğim, "eski" hayatımın en sonuncu mutlu cümlesi "ışınla beni sıkati" oldu. sonrası "merhaba eski ben, beni hatırladın mı" süreci... fena bir sızıyla, exorcist gibi uyandım narkozdan, kızın oldu vb cümleler... hayatımdan nefret ederek gözlerimi açtım. zaten uyanamamışım, kafam bin beş yüz metre kare, o an bende çocuğu mocuğu görecek göz yok. biliyorum zaten emin ellerde. "istemiyorum onu şimdi" dediğimi hayal meyal hatırlıyorum. ağrı kesiciden başka bir şey istemiyordum zira. hastanede 2 gün geçirdik. birinci gün, eşim bebeğe baktı. o ilk gece sanırım kendisi de benimle aynı depresyon sürecine girdi. ulan hani yenidoğanları koyuyorduk uyuyordu, bu hep ağlıyor, üstelik sesi dayanılacak gibi değil. ilk göğsüme aldığım, yüzüne baktığım anı hatırlıyorum sonra. küçücük. bir şey olacakmış gibi, elimde kırılacakmış gibi, sanki ne bileyim yaşamayacakmış gibi. emzirme süreci sonra... meme yapısının uygun olmaması nedeniyle çok istemesine rağmen emememesi... kendimi o kadar suçlu ve beceriksiz hissettim ki. hani hem normal doğumum engellenmiş, üzerine bir de meme yok. 3. günün sabahında kaçar gibi hastaneden çıktık, bastı bize. allah'tan hastane günlerinde gelen, giden, yardım eden arkadaşlarımız çok oldu. zaten sadece arkadaşlarımız vardı, biyolojik ailemizden yanımızda kimse yoktu. bu da ayrı bir konu. eve geldik. eşim bebeği yatağına koydu ve uyuduk. 5-6 saat uyumuşuz. bir arkadaşın arkadaşa verebileceği en güzel şey annesini paylaşmakmış... 15 gün bizimleydi arkadaşımın annesi. sonra kedisi nedeniyle gitmek zorunda kaldı. doğumdan 5-6 gün sonra ağlamalar başladı bende. sebepli sebepsiz her şeye ağlamak. ameliyat nedeniyle de yerimden hiç kalkamadım 10 gün. işte o günlerde kendimi iyice güçsüz, beceriksiz, annelik denen her neyse ona hiç olmamış, yanlış gelmiş gibi hissettim. ameliyat yeri dayanabileceğimin çok ötesinde ağrıyor, sızlıyor, yanıyor; evde bir bebek var ben kucağıma bile alamıyorum, emziremiyorum süt gelmiyor. ben ne bok yedim gibi derin bir pişmanlık, mis gibi hayatımız vardı neden bozduk diye gelip giden düşünceler, eski hayata ağıt. eski hayat dediğim de gerekli olmadığı zaman evden çıkmayan, zerre gürültüye katlanamayan sakin bir yaşam. bebek ağlaması. nasıl çıldırtıcı, nasıl boğucu, nefret edilesi bir ses. susmuyor, en fazla 1 saat susuyor ve tekrar mızıldamaya başlıyor. ufacık sesine bile katlanamıyordum. şimdi katlanabiliyor muyum, eskisinden daha iyi bence. en azından kafamı duvarlara vurasım gelmiyor. bu çocuk kim diye düşündüm, niye biz böyle bir şey yaptık, ne akla hizmet dertsiz başımızı derde soktuk. arada yine aynı şeyleri düşünüyorum. manyak mıyız diye soruyorum kendime. yalnız kaldığımız 15 gün boyunca uyku, yemek haram oldu. uyku uyumadık, yemek yemedik. eşimle birbirimize biz nasıl böyle bir hata yaptık diye defalarca söyledik. fazla sakin hayatımıza çok ağır geldi. kaçasım geldi, bırakıp her şeyi. annelik denen şey ne bilmiyorum. bana uğramadı. evde küçük, bazı zamanlar sevimli bir canlı var. içime sokasım geliyor bazen sevgiden. ama anlayabiliyorum, bu süreçte ayrılan eşleri, bozulan ilişkileri vs... gayet mümkün.
    bana çocuk çok zor derlerdi, nesi zor diye düşünürdüm. zor denilen birçok şey bana zor gelmedi çünkü. zormuş. kimse bana doğumdan sonra yaşayacağım şeyi, bu halleri anlatmadı diye hayıflanıyorum. halbuki bunun hakkında bir sürü çalışma var. al oku, alıp okuyaydım, yapmadım. biliyorum ben zaten, böyle şöyle olacak hormonlar falan diyordum. al. al. al. yaşadığım hiçbir depresyon gibi değil. şimdi ben neyiyim bu çocuğun? meme veremiyorum, ne veriyorum? neyiyim? benim eve gelen başkasından ne farkım var? bilmiyorum.
    bir de galiba iyice dibe gitmeme bu emzirme mevzu sebep oldu.
    bu cümleden sonra yazamadım. zaten bunu yazmam bir hafta aldı. dün yine delirdim. arada kendimi bir yerden atmak istiyorum. bakıcısız yapamıyorum. bebekten çok korkuyorum. eski hayatım asla geri gelmeyecekmiş gibi. kendimi yorgun, bitkin, bitmiş, perişan hissediyorum ve suçlu.
    belki başka zaman yine yazarım. bu yazdığımın geleceğe not olacağını bile düşünememeye başladım.

    1. not: 50. gün. bugün 7 haftalık oldu. bakıcının gelmesiyle biraz düzene girer gibi olmuştum. devletin evlerine el koyması nedeniyle ülkesine geri dönmek zorunda olduğu söyledi. daha iki hafta olmuştu. ve dün bu haberi duyduğumda depresyonda başladığım noktaya geri döndüm. kaptanın seyir defterine kaydediyorum.
    2. not: her şeyi panik halinde yaptığımı, sabırsız olduğumu, çocuğa sürekli somurttuğumu anladım. sanırım evin ortamını da ben geriyorum. tek başıma hiçbir şeyi yapamayacağımı düşünmüştüm. çok önemli bir şey anladım. her şeyi hemen olsun istiyorum ve kızıma gerçekten sarılmıyormuşum. kaçıncı gün bilmiyorum ama yarın 8 haftalık olacak. poposuna pıt pıt yaparken bile pıtpıtpıt diye seri halde yapıyormuşum, hangi insan bundan hoşlanır ve tekrar uykuya dalar ki? biraz iyi gibiyim, tekrar bir tsunaminin gelmesinden korkuyorum.
    3. not: kaçıncı gün bilmiyorum. dün 10. hafta bitti. sanırım giderek düzeliyorum. bir arkadaşım benimle konuştu. sanırım temmuz'un 15'iydi. artık kabul et senin annen baban yok dedi. sanırım pek kimsemin olmadığını o an idrak ettim. zor yutuyormuş insan. ben hâlâ annemin gelmesini bekliyordum çünkü. çok anne dersem belki gelir diye. çok içten söylersem, belki kapı çalar, çok çocukça olabilir belki ama, der ki ben aslında ölmedim, çok mühim bir işim vardı, ben de hiç gönül koymam falan filan... sarılırım, ne kadar da sana benziyorum derim. halbuki pek duymak istemediğim bir şey. sonra bu çocuk meselesi nasıl oluyor, sen nasıl büyüttün beni derim. o anlatır, sakin ol der, ben yanındayım der. hayaller, hayaller... aynaya bakıp anneaaa diye ağladığım günler, ben ağladıkça başka bir annenin bir zamanlar bebeği olduğumu, ben ağladıkça onun da benim gibi ağladığını düşünerek geçti. güzel kızımın bir gülümsemesiyle. şimdi korkmuyorum. hiç korkmuyorum. sadece kırgınım. anlamsızca kapris yapıp telefonlarımı açmayan anneanneme, kardeşime bir kere bile torununu sormayan babama kırgınım. evet uyutmak güç, evet akşamüstü huzursuzlukları var vs. ama büyüyor ve ben her gün onunla büyüyorum.
    4. not: 3 ay bitti. depresyon mu artık her neyse gelip gelip gidiyor. burada yazdığım her şey bitti ama. bütün o duygular, korkular vs. kucağıma aldığım an dünya benim oluyor.
    5. not: 5 ayın bitmesine 5 gün kaldı. kafa çok az miktarda gidip gelmekte. buna sevgi mi demeli, ne demeli bilmiyorum. çok tuhaf bir duygu: tanıdıkça sevmek. ne hissettiysem çarşaf çarşaf her yerde yazayım diyorum.
    6. not: haftaya 6. ay bitiyor. korkum, kaygım hikâye değiştirdi. annem gibi olmaktan korkuyorum. dün annemin ölümünün 32. yılıydı. minik bir bebeğin günlerini, haftalarını, aylarını sayarken, 32 yıldır dünyada sevdiğim yegâne insandan ayrı olduğumu, onun olmadığını, onsuz olduğumu kabullenmek çok zor. bazen kızımın bakışlarında annemin fotoğrafını görüyorum. kaşlarını kaldırmasında, odaklanmasında. çok korkuyorum annem gibi olmaktan, annemin sonunu yaşamaktan çok korkuyorum. doktorun dediğine göre bitmemiş benim yas süreci, kapanmamış bir yasla böyle baş başa. annelik biraz uydurma, çokça toplumsal. uğramadı bana. tek şey var, kızımı çok çok çok seviyorum.
    7. not: 7. ayın bitmesine sanırım 3-4 gün kaldı. ortam güzel. tamamıyla geçmedi; araz bıraktı. bu arazdan da memnunum. mutluyum.
    8. not: huuu hu merhaba kendim. ben atlattıysam bence herkes atlatır. kaptanın seyir defterine kaydolsun, 13. aydan yani 1 yaşın sonrasından sesleniyorum, ortam harika, kafam nihayet ben gibi çalışmakta.
    9. not: bu yazdıklarım, hakikaten geleceğe not oldu benim için. acayip bir sevgi, tanıdıkça sevmek, iletişim kurdukça sevmek, ne bileyim nasıl açıklayayım. bu notlarımı okuyan varsa, her kimse, bu hallerdeyse, beni bulsun, belki bir yaraya merhem olurum. 1 hafta sonra, ilk gördüğüm ve kucağıma verdikleri an deli gibi annesi olmaktan korktuğum küçük arkadaşım, canım paresi, gözüm nuru 2 yaşında olacak...
    10. not: 3 yaşına tam 25 gün kaldı. 2 yaş zıkkımıyla beraber içimdeki şeytan yeniden zuhur etti, zaman zaman yokladı, zaman zaman dürttü beni... nefes alamıyormuş gibi bir his var ya, o ilk başta yaşadığım, o işte geldi gitti. iyi miyim, evet. tamamıyla iyi miyim, hayır, sanırım yazmaya başlayınca daha iyi olacağım. aşağıdaki kata yeni doğum yapacak bir çift taşınıyor. çok heyecanlıyım, artık onları yemeğe mi boğarım, neler yaparım, sanırım kendimi yırtarım... yeter ki kimse kendini yalnız hissetmesin. bıcır bıcır konuşan bir kızım var, sanırım iyi bir ikiliyiz.
    11. not: 4,5 yaşında. iletişim kurduğu an her şey geçiyor mu demiştim, meğerse olay yeni başlıyormuş... şaka... vallahi geçiyor, evet az araz bırakıyor ama geçiyor...
    12. not: bu entry sayesinde aynı durumu yaşayan pek çok kadınla tanıştım. artık ay değil, gün değil, tam 7,5 yaşında! geçen gün bir yenidoğan geldi evimize. onunla ilgilenirken anladım, ben doğumdan sonra fiziksel ve mental güç açısından perişanmışım, e o nedenle ben kayışları koparmışım. hem doğal olarak perişansınız hem de uykusuz hem de aç, e sonra asabın bozulması da olağan. tabii bu durum asap bozulmasının da ötesinde bir şey, hafifletmeyeyim öyle. bir dakika... benim bu yazdıklarım üzerinden yedi buçuk yıl mı geçmiş? bu harfleri ben mi yan yana getirmişim? büyüdükçe zorlaşıyor diyenlere kanmayınız, büyüdükçe güzel.
  • en yakin arkadasin kendisini asarak intihar etmesini saglamis allah belasini veresice hastalik.
  • bazen bazi hastane personelinin de sorunlara yol açtığı depresyondur.
    yurtdışında bir hastanede ilk bebeğim doğmuş.bakıcı, ebe personeli iyi ama sık sik vardiya değiştirdikleri icin sürekli yanınızda değiller. bazılari gercekten cok insancıl ama bazıları yabancı düşmanı, ırkçı. hastanenin yeni anneler icin düzenlediği güzel bir programı var. bebeğin ilk banyosunun nasıl yapilacağı ögretilecek. sırada benden önce ısvecli cift var.hemşire minik bir lavaboya bebeği koyarak yıkıyor. acemi anne ve baba mutluluk dolu gözlerle izliyor öğreniyorlar. hemsire de bu ısveç'li çiftin mutluluğundan memnun, oda mutlu. derken sıra bana geldiğinde kaşlar çatılıyor. doğum yapalı bir gün olmuş ve doğum sonrası depresyondayım zaten. bebeğimle yıkanma bölümüne geldiğimde kollarini kavusturmus buz gibi gözlerle bana bakıp bebeğimi kendi eline almadan benim onu suya koymamı ve nasıl yıkamam gerektiğıni tarif ediyor. şaşırıyor bocalıyorum. oysa isvecli annenin bebeğini kollarına alarak nasıl yıkaması gerektiğini göstermisti. yapılması gereken uygulamalı olarak kendisinin göstermesi ama ben yabancı olunca buz gibi bakarak naziler gibi konuştu sadece.
    eğer depresyonda olmasam anında kayda alir, ayırımcılıktan dava açardım ama depresyondan kollarım kanadım kırık. en basit savunmamı yapamayacak, tepki veremeyecek kadar zayıf durumda sürekli ağlıyorum. şimdiki halim olsa o hastaneyi onun kafasına yıkardım . ama o gün yapamazdım, yapamadım.yalnızdım. ne bir akraba, ne bir annem vardı yanımda. eşim ogün işi olduğu için ofisteydi. odama döndüğümde ağladığımı gören bir ebe bana yardımcı olmaya çalışmış, bebeğimi alıp koridora, kafeye gidip insanların arasına karışmam gerektiğini söylemişti. bugün bile hala içim sızlar. o nazi bozuntusuna ogün neden haddini bildirecek gücüm olmadığını kendi kendime sorarım. işte böylesine insanı zayıf düşüren bir depresyondur.
  • evet o an geldi, bebeğinizi kucağınıza alacaksınız, heyecanla beklenen an geldi ama bir şeyler ters gidiyo... doğum yapmak için hastaneye gidiyorsunuz, kontroller yapılıyor, eş dost arkadaş herkes yanınızda, tamam güzel. başlıyor muhabbet. ben normal doğum yapıcam biz doktorla böyle karar verdik. eee noluyo? biri gidip biri geliyo odaya? en sonunda çıkartıyorlar ağızlarından baklayı. bebek ölüyor. acil sezaryen lazım. hayır kesecekler beni, istemiyorum, ben buna hazırlamadım kendimi. birden ışıkların altındayım, lanet olası acılar, ilk kez ameliyathane görüyorum, kolumdan devasal bir enjektörle beyaz bir sıvıyı kanıma zerk ediyorlar, bayılıyorum....
    uyandığımda her şey bitmiş oluyor, doğumu göremedim, bebeğim hala yok, sağa sola dönemiyorum, tarifsiz bir acı karnımda, beni kestiler..... beni kestiler.....

    malum sendrom bu şekilde başlar. devamı ise şöyledir: dört ay boyunca iki saatte bir viyaklama sesiyle uyanmak, oturur konuma geçip, en az yirmi dakika bebeğimizi beslemek. evet bunu anneden başkası yapamıyor. her gece saat 11'de başlayıp 2'de biten gaz krizleri, ekstra uykusuzluk, aşırı terleme, sıfır sosyal hayat, eve gelen ziyaretçi akını...

    veeeeeeeee insanın çileden çıktığı an, o an fena bir an, o an insanın cinayet işleyebileceği, her şeyi kırıp dökebileceği bir an. o an insanın karşısına kim çıkarsa çıksın avazı çıktığı kadar bağırabildiği bir an, o an hiçbir şeyin önemli olmadığı an...

    bu depresyon kimi zaman atlatılabiliyor demekki ama kimi zaman da olmuyor.. destek lazım, hisleri anlamak her ne kadar zor olsa da yardımcı olmak lazım.
hesabın var mı? giriş yap