• ışık ergüden'in tercümesi ile, albert caraco'dan madame mère'e:

    “bitirdiğimi sanıyordum ama hâlâ söyleyecek bir iki şey kaldı, beni boyunduruğuna alan eğilime niçin direneyim ki? silinen bir acıyı tatmama izin verin, defalarca baktıktan sonra bir kez daha arkama bakmama izin verin. sayın anne'nin ölümlü olduğunu biliyordum, onun öleceği fikri yıllardır benim hayal gücümü çalıştırıyordu, kendimi yavaşça buna hazırlamak istedim ve bu olay meydana geldiğinde dehşet benim için aşinaydı artık, yatıştığımı hissettim, ölümün, sayın anne'nin ölümünün bile bir hiç olduğunu görmüştüm. ölüler ölü olmaktan acı çekmezler, yalnızca yaşayanlar yaşadıkları için acı çekerler.

    hep acı çekmek akla yatkın bir şey değil, tabii eğer acı bizi ıslah etmiyorsa, ağladığımız ölüler bunu hiç bilmez, teselli bulmaz bir hâl alırsak eğer kendi sevgimizin esiri olmuşuzdur. insanın sürdürmek için yaratılmadığı saflığın içinde varlığımızı asla uzun süre koruyamayız, azizlerin yaşamı bu nedenle tehlikelere daha açıktır, bir tutku içimizi sardığında biz de kimi zaman onlara benzeriz. kendime ağlayacak ve merhumeyi düşünmenin yerine kendimi geçirebilecek miyim? teselli bulmayan herkes buraya varır, üzüntülerimden daha değerli olduğumu hissediyorum...

    çünkü acının bile içinde sanılandan çok kendini beğenmişlik ve itiraf edilenden çok şehvet vardır. bizi tecrit eden yas, bizi hantallaşmak zorunda bırakarak, sonunda yükümlülük altına alır: o zaman herkese benzeriz ve herkesin dengi oluruz, herkesle birlikte kayıp kitleyi oluştururuz, arzunun, kaygının, sevgi ve nefretin, yanılsama oyuncaklarının ve olumsallık kölelerinin dokuduğu ağlara kapılır kalırız. aslında ben zinciri kırdım, sayın anne bunu biliyordu, bu özgürlüğün ilk öğelerini bana o sağladı, bunlar beni sırası geldiğinde onun anısından da kurtaracaklar.

    sayın anne'yi, yüceltme eğilimi gösterdikten sonra, saygıyla ve minnetle sevmek istiyorum, çünkü başka türlü, canlıların ortasında, bir merhumenin teselli bulmaz oğlu olarak kalırım. ustaca yenilenmiş bir acıdan yararlanırsam onun anısını kötüye kullanırım, yasımı bir yaşama nedeni yaparsam kendime ihanet ederim. sayın anne çok meziyetliydi, ne kendi ailesini ne de benim ona borçlu olduğum mizacı o seçmişti, bunlar benim nefsime egemen olmam sayesinde hazırladığım mutsuzluklardır. ölümü bir sevgiliyi bekler gibi bekliyorum, sayın anne'yi beklediğim gibi bekliyorum.”
  • post mortem fotoğrafları insanı abartılı şekilde kendine bağlıyor. eğer vaktiniz varsa ve gece evde korkmazsanız bence bu konuyu araltırın cidden araştırmaya değer. garip bi melankolisi var bu işin.
  • post mortem ölümden sonra demektir. ve post mortem fotoğrafları vardır bu da ölen kişiyle son bir anı olması adına çekilen fotoğraftır.

    post mortem foto
  • türkçeye morg görevlisi* olarak çevrilmiş 2011 istanbul film festivali filmi.
  • albert caraco yeri yerinden oynatma gücünde. georges bataille'ın ma mere'iyle önlü arkalı çok şık vurur.

    "onları (ölmüşlerimizi) asla görmeyeceğiz ve bu yüzden onları seviyoruz, hiçlik sevginin bedelidir ve hiçliğin tacı sevgidir, böyle olması da iyidir, zaman ve kişi çakışıyor, sevgi ve hiçlik birbirine denk, bu konuda bizi aldatanlara mugalatacı diyorum. rıza okulu, büyüklüğün müjdecisi ve ezeli yaşam bizim bu dünyada -asla başka yerlerde değil- yer aldığımız yaşamdır, biz yoksak başka yer de yoktur. işte, öğretilmesi gereken, işte öğrenmeyi hak ettiğimiz şey bu! ve işte yine de bizden esirgenen ve hatta inanmamızın bile yasaklandığı şey bu!

    aynı tin tanımaz şunu da söyler: "biz buraya ancak kendi dünyamızı inkar ederek erişebiliriz."

    arada kalma, karar verici ol: hisli olan ahlak yoksunudur, edepli değil.
  • ölüm sonrası anlamına gelir, otopsilerde sıkca kullanılan terimdir
    ayrıca patricia cornwellin bu isimde süper bir kitabı da vardır
  • genel olarak anayurt oteli'ne (ana kahramanımız zebercet gibiydi), sonuyla da kuyu filmine (o esnada pek bir keyiflendim) selam çakmış şili filmi. en baştaki komedyenin esprileri, üst düzey darbe askerleri ile gerçekleşen salvador allende'nin otopsisi, cesetlerle dolup taşan hastane görüntüsü çok etkileyiciydi. bunun dışında üzerimde pek tesir bırakmadı...
  • god is an astronaut'un kendi adini tasiyan albümünün pek bir enfes ikinci parcasi. hem post-mortem bir huzur hem de pre-natal bir heyecan veriyor insana.
  • gereksiz derecede zor olan oyun.
  • 1900 lerin başında paris te geçen oyun. firması microids dir. siz oyunda bir dedektifi canlandırıyorsunuz. bir bayan müşteriniz kızkardeşi ile eniştesinin korkunç bir cinayete kurban gittiğini söyler ve yardımınızı ister. sizde başlarsınız cinayetin olduğu orfe otelinden türlü türlü mekanları incelemeye. araştırmanız sırasında şeytani bafomet grubu ile karşılaşırsınız.
    oyun çok iyi derecede ingilizce gerektiriyor. diyaloglar da çok uzun. syberia kadar ilgi görmedi maalesef.
hesabın var mı? giriş yap