• zamaninda gecenin korunde, ayni anda hem sabah 8'de i$te olmak ve hem de gece ba$ka bir programi yeti$tirmek zorunda olmanin getirdigi lanet olasi celi$kili pozisyonda kafayi dagitmami saglami$ iki $eyden biri... borcluyum..
  • resmi olarak sözlük sourtimes'ı tanıdılar, diyebiliriz bu grup için artık.

    aha inanmıyorsan geoff dayıya sor.
    demiş ki: "i’ve no idea what this means but it looks um… nice"
    bu cümle şaka mı abi, zamanında hiç mi google amcaya "sour times" yazarken yanlışlıkla bitişik* yazıp sonuçlarda sozluk.sourtimes.org'u görmediniz? sourtimes.org açılıp sonradan eksisozluk.com'a evrileli neredeyse çeyrek asır oldu ya...
    neyse, "geç olsun güç olmasın" demişler, bu başlığa yazdığım ilk entry'de dediğim gibi azrail artık kapımı çalabilir.*

    edit (08.01.2024): oha, bu entry'm zamanında debe'ye girmiş ve ben daha yeni fark ediyorum! demek ssg buradan görüp geoff'un tweet'ini retweet'lemiş. debe takvimi gelmese hiç öğrenemeyecektim belki de...
  • sicak suya tutulan süngerin sirt civarinda dola$tirilmasi
  • hızlı metalcilik yıllarımın en doom dönemleri.
    my dying bride, betray my secrets, lacrimas profundere, anathema ve bilimum depresif gruplar arasında süregelen kısır bir döngü.
    o zamanlar bu tür gruplara kucağını açmış peaceville records isimli bir plak şirketi var.
    bünyesinde barındırdığı grupların yaptığı cover şarkılardan oluşan "peaceville x" isimli bir compilaton albüm çıkarıyor bu şirket.
    anathema'nın bad religion ve pink floyd coverları, thine'in efsane bir nick cave cover'ı, tears for fears'ın shout şarkısına fazlasıyla gothic bir yorum sunan dominion performansı, my dying bride'ın some velvet morning ve portishead cover'ı.
    haliyle en çok dikkatimi çeken performans oluyor roads.
    şarkıyı dinlememin hemen sonrasında yoğun bir portishead araştırma süreci. bahsettiğim dönem sanırım 1999 yılı. internetin lüks olarak tanımlandığı dönemler. aradığın şeyi bugünkü gibi hızlı ve detaylı bulamıyorsun haliyle.
    ulaşabildiğim en net materyal 1994 çıkışlı dummy albümleri oldu. zaman geçtikçe, internet geliştikçe, siber dünya, sınırları sadece duvardaki haritadan ibaret kılınca hem gruba hem de grubun icra ettiği türe ait bilgiler ve dökümanları da edindik haliyle.
    1994 yılında çıkardıkları dummy albümü, müzik tarihinin gelmiş geçmiş en iyi albümlerinden biri olarak gösterilmekte.
    hoş, gösterilmese ne olur.
    mysterons gibi türünün zirve noktasi bir şarkıyla açılan albüm nasıl kötü olabilir sevgili dostlar.
    aradan geçen 20 sene ve halen türünün en iyi albümlerinden biri olarak gösterilen bir albüm.
    bir müzik grubu adına ne büyük onur.
    sour times ile trip hop matematiğine karmakarışık formüller ekliyorlar mesela. hele bir de bu şarkının konserlerde çaldıkları bir live versiyonu var ki, mevcut haliyle dinleyeni depresif derinliklere gömen şarkıyı daha da içinden çıkılamaz bir ruh haline büründürüyor.
    strangers ile devam ediyor serüven. daha orkestral bir konsept. rock altyapılar ile süslenmiş yüksek metronomlu bir deneyim.
    it could be sweet, it's a fire ve pedestal gibi yer yer acid jazz kokan şaheserlerin yanında, trip hop denilen karanlık türün satırbaşları niteliğinde örnekleri olan wandering star, roads ve glory box gibi başyapıtlar.
    glory box şarkısında kullanılan altyapının, isaac hayes tarafından ike's rap ii isimli şarkıda kullanıldığını ve bu sample'ın aynı zamanda tricky'nin hell is around the corner şarkısında da yer aldığını belirtmekte fayda görüyorum.
    elbette ki portishead'in bu altyapı ile çizdiği kurgunun, ortaya çıkardığı eserin ne denli bir şaheser olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. beth gibbons'un kaotik sözleri, adrian'ın kirli gitar tonu ve barrow'un sample'ları ile tam bir başyapıt. trip hop müziğinin dönüm noktası eserlerinden biri.
    dummy albümünün üstünden geçen 3 sene ve ardından grubun kendi adını taşıyan ikinci albümü.
    barrow - gibbons ortaklığıyla üretilen cowboys ile başlayan güzel bir hikaye. zaten albümün genelinde ufak bir barrow show dinliyoruz. turntable ile yaptığı zeki dokunuşlar, fazlasıyla zengin altyapılı şarkılara çok daha büyük bir keyif katıyor. tür itibariyle elektronik müzik kapsamında yer alan trip hop'a en sadık şarkılar da bu albümde yer alıyor kanımca.
    cowboys şarkısındaki kirli yapıyı, all mine şarkısı ile bir anda çok daha soft ve melodik bir ballad'a çeviriyor portishead, albümdeki değişken ruh halini ispatlarcasına...
    ardından, bence portishead'in şimdiye kadar yaptığı en karanlık şarkılardan biri olan undenied geliyor. anlatması, betimlemesi, bıraktığı ruh hali zor tanımlanabilir bu şarkının. aydınlık günü karanlığa çevirmek kavramını en minimalist kurguyla sunuyor dinleyene. yine bir barrow - gibbons ortak çalışması.
    aynı minimalist altyapıyı bu defa barrow'un bireysel şovuna sahne olan over şarkısında da görüyoruz.
    half day closing ile devam eden karanlık kompozisyon, humming ve mourning air şarkılarıyla tavan yapıyor. özellikle humming şarkısındaki orkestral altyapının, trip hop beat'lerle harmanlanışı fazlasıyla zeka içeriyor. aynı şarkının roseland nyc konserinde, kocaman bir orkestra ile beraber çalındığını ve farklı yaylılar ile çok daha zengin bir altyapıya büründüğünü hatırlatmakta fayda görüyorum.
    portishead her ne kadar bir trip hop grubu olsa da, çok farklı türleri, trip hop içinde harmanlamış, uygulamış bir grup. elysium şarkısı da bunun en net örneklerinden biri sanırım. son derece kirli bir gitar tonunu, yine fazlasıyla minimalist bir klavye partisyonu ile sunuyor portishead bizlere. açılış şarkısı olan cowboys'a gönderme yapıyor sanki.
    ikinci albümün hikayesi, western eyes ile bitiyor. 1994 yılında yaptıkları to kill a dead man isimli kısa filmde main theme olarak kullanılan şarkının altyapısı ile fazlasıyla benzerlik taşıyor western eyes. ancak bu şarkı çok daha soft ve keskin. şarkının sonunda kullanılan hookers&gin sample'ı da finali çok daha görkemli kılıyor.
    1998 yılında grubun efsane konseri roseland nyc gerçekleşiyor. new york senfoni orkestrası eşliğinde geçen bir buçuk saatlik şaheser bir performans. konser piyasaya hem audio hem de dvd olarak sunuluyor. izlemek isteyenler şu linkten izleyebilir.
    1998 yılında çıkan bu kayıttan sonra grup 2008 yılında çıkan third albümüne kadar sessizliğe bürünüyor.
    bu dönemde grup elemanlarının kimi solo projeleri üzerinde yoğunlaştığını ve zaman zaman yaptıkları bazı mix'lerle ortaya çıkıp kaybolduklarını gözlemliyoruz.
    2008 yılındaki third albümü, grubun daha önce çıkan diğer iki albümünden çok daha farklı bir konsepte sahne oluyor.
    daha az turntable, daha fazla akustik, bol bol moog.
    ayrıca gruba konserlerde eşlik eden john baggot, bu albümdeki magic doors şarkısında gruba aktif olarak katkıda bulunuyor.
    silence ile açılan, threads ile kapanan bir işitsel şölen. the rip ve magic doors şarkılarında kullanılan sax ve moog altyapılar, machine gun ve we carry on şarkılarındaki keskin loop'lar, hunter ve nylon smile şarkılarındaki kurgulanmış akustik konsept. portishead'in olgunluk dönemi eseri dersek haksızlık etmiş olmayız sanırım.
    aradan geçen 6 senede grup chase the tear isimli bir single'dan başka herhangi yeni bir şarkı yayınlamadı.
    zaman zaman yeni albüm yapma çalışmalarına dair dedikodular dönse de, henüz net bir haber, ya da duyum yok. olacağa da pek benzemiyor.

    ilk dinlediğim günden bugüne, yani yaklaşık 15 senedir, portishead'in türkiye'ye gelip konser vermesini hayal ediyordum.
    hayatımdaki yeri dinlediğim tüm müzik gruplarından daha farklı olan, yaptıkları her işi fazlasıyla dikkate değer bulduğum, şarkılarını dinlerken bana yaşattığı duyguları her defasında tekrar tekrar hissettiğim portishead 20 ağustos'ta nihayet istanbul'a geliyor.
    bugüne kadar bana yaşattıkları tüm hezeyanların karşılığını almak için bekliyorum bu konseri.
    şimdiye kadar hiçbir konseri beklemediğim kadar.
    orada görüşürüz.
  • beth ablanın sesinde kendimi buluyorum. aynı etkiyi radiohead dinlerken yaşarım. bütün hücrelerim esas duruşa geçiyor gibi dinlerken öyle güçlü şarkılara sahip gruptur. çok pis kafa yapıyor. bir viski içerken bir de portishead dinlerken çok fena oluyorum. bazen içsel sıkıntınız ne yaparsanız yapın geçmez. acıyı acı, közü köz ile yoğurmanız gerek..
  • en guzel parcalari roads, sour times, undenied ve mourning air'dir. evrensel bir gercektir bunlar.
  • huzurlu mutsuzluk
  • portishead çok fazla dinleyip, üzerine çok fazla yazamadığım bir gruptu düne kadar. çok fazla hoparlörden müzik dinleyen bir insan değilim. ekseriyetle kulaklıkları tercih eder, bu şekilde müziği daha da kişiselleştirip, içselleştirdiğimi düşünmekten zevk alırım. bu sebeple kulaklıklarıma verdiğim değer hayli fazladır. satın aldığım bir kulaklığı 3-4 sene gibi uzun bir süre kullanıp onunla da kişisel bir bağ kurarım. bu döngüde müzikten aldığım zevk iyice artar. müziğin içine yerleştirilmiş bir duygu bütününden bahsedeceksek veya müziğin direk o duygu bütününün içinden simyavari, ezoterik bir sistem ile ortaya çıktığını göz önünde bulundurursak, durumumun pek de abartılacak bir şey olmadığını idrak edebiliriz.

    fakat, dün kulaklık takmayı bilinçli veya bilinçsiz şekilde unutmuştum. annemin dinlediğim müziklerden pek haberi yoktur, müzikten de televizyonda gördüğü kadar haberi vardır. (bu çok talihsiz bir durum, farkındayım) dün odama girdiğinde mysterons çalıyordu ve kendisinin ağzından çıkan üç kelimelik "dinlediğin müzik de güzelmiş" cümlesi, beni müziğin icra edilmesi, hitap ettiği kitle, entelektüel kapsamı ve müziğin elitist yapısı üzerine düşüncelere sevk etti.

    bu durum üzerine ilk beynimi çaprazlama şekilde yararak geçen düşünce, tabii ki, ortak bir estetik yargının olabilip olamayacağı idi. binyılınargümanı "renkler ve zevkler"i yıkabilmek için materyallerin derinine inmek ve bu materyallerin insanların psikolojisi üzerinde bıraktığı etkiyi kolektif bir açıdan değerlendirmek elbette elzem. fakat insanların taklit edilebilir ve neredeyse transparan olan psikolojilerini en genel testlerle bile ölçüp, belli bir noktaya koyamazken, bu tür bir deneyin yapılması (en azından hayal ettiğim şekilde yapılması) imkansızdı. fakat dünkü başıma gelen bu küçük olay, bana kısmen bu deneyin ufak bir simülasyonunu yaşama şansı verdi.

    farklı geçmişlere, kültür segmentlerine, entelektüel arkaplanlara sahip olan insanlara hitap edebilecek sanat eserlerinin verilebileceğine dair (burada annemin söylediği şeyde samimi olmama ihtimalini göz ardı ediyorum) bir umut doğdu içime. argumentum ad populum gibi bir savunma mekanizması da oluşturmuyorum burada, herhangi bir insanın mevzu bahis sanat eserine karşı hissettiklerinin aynı doğrultuda olabileceğini düşündüm. bu analojinin yanlışlanabilirliğinin ihtimali doğrulanabilirliğinden çok daha yüksek, bunun da farkındayım. fakat oluşan durumun beni bu düşünceye itmiş olması dahi hayli mutlu edici bir durum.

    portishead işte böyle bir grup.
  • bristol'ün bağrından çıkıp massive attack ile birlikte trip hop'ın kitabını yazmış efsane ingiliz grup. sığ müzik kültürü ile grubu bilmeden "bu neymiş ki, bi bahak hele la" diyerek dinleyip haklarında yargıda bulunarak komik duruma düşmemek lazım. ergenlere göre değildir müzikleri

    adadan çıkan belki de en iyi 10 grup arasına giren, solist beth gibbons'ın müzik tarihinin en önemli kadın volkallerinden biri olan gruptan bahsediyoruz, boru değil. öyle ergenlerin ve aynı sığ sularda yüzmekten yıllarca bıkmayanların dinlediği kıytırık gruplara benzemez portishead, adamın amına kor. 20 yıl önce çıkan debut albüm "dummy" ile "mercury music prize" almış, brit awards'da en iyi yeni brit grup seçilmiş, efsane dergi rolling stone tarafından (dream tv listelerini takip edenler bilmez gerçi) tarihin en iyi 500 albümünden biri olarak seçilmiş..

    ya ben de ne anlatıyorsam, eşek hoşaftan ne anlar de geç. şu yazarı olduğun site bile adını grubun şarkısı olan sour times'tan almış, daha ne deyim ben sana! tabi ki kimse grubu sevmek zorunda değil, ama ben de bir şeyler yazayım hakkında diyerek kendi kendine müzik otoritesi havalarına girmek cidden cahillikten öte bir şey değil

    (bkz: 20 ağustos 2014 portishead istanbul konseri)
    (bkz: vay amına koyim)
  • bilemiyoruz ne zaman gelecekler türkiye' ye, ölmeden canlı dinlemek lazım... zaten ölümün de ne zaman geleceğini bilemiyoruz. portishead gelmiyor diye ölünmez ama, canlı canlı portishead dinleyemedikten sonra ölmesek ne olur.
hesabın var mı? giriş yap