• izleyeni her an tetikte olmaya iten bir filmdir bu.. insan her karede nereye bakacağını şaşırıyor: "önde olan bitene mi odaklanayım, geri plana mı bakayım, yoksa ortadaki hulot'ya mı?" soruları birbiri ardına üşüşüyor beyninize.. devamlı bir hareketlilik, bir devinim... ve zavallı beyin ne yapacağını şaşırıp "amaaan ne halin varsa gör" deyip sizi bu hengameyle başbaşa bırakıyor.. tati'deki müthiş zeka hitchcock ya da kubrick izlenirken hissedilenlere benzer şeyler bırakıyor zihinde.. filmin modern zamanlara dair anlattıkları gösterdikleri kadar, hatta onlardan daha çetrefilli.. globalizasyona yapılan atıfların yanında kanımca taa 1967'de amerikan kültürel emperyalizmine dair yapılmış bir referans aynı zamanda playtime.. restorandaki mise-en-scenei izlerken nefes almayı unutmayın..
  • modernizmin getirisi olan "yeni paris"te, sadece camdaki yansımalarını görebildiğimiz "eski paris"e ait olan m. hulot'nun çektiği sıkıntıları anlatan harikulade film.
  • tamamlayabilmek için kastığım fakat başarılı olamadığım film.
    sorun; akıcı sahnelerle dolu olmasına rağmen hikaye olarak o kadar da akıcı olmaması ve zaman zaman izleyeni sıkabilmesi.
    dikkatli izlenirse zevk alınacak pek çok küçük sembolik detay mevcut. ama olmasa da olur denebilecek bazı hikayeler akışı yavaşlatıp zaman zaman da ilgiyi tamamen kaybetmeye neden oluyor.
  • 1967 yapımı sarkastik bir jacques tati filmi. zaman zaman takip etmesi epey zor olsa da, filmin ikinci yarısında geçen restoran sahneleri pek eğlenceli. o kadar çok detay var ki, her kareye etraflıca göz atmaktan alamıyor insan kendini. yine de kenarda köşede fark edilemeyen semboller kalıyor. belki de bu yüzden biraz yorucu bir film.

    bu arada, film boyunca sacre coeur ve eyfel kulesinin yalnızca camdan yansıması, modernizme getirilmiş bir eleştiri olsa gerek...
  • jean baudrillard'ın la societe de consommation (tüketim toplumu) kitabında değindiği, boş zaman etkinliklerinin dramına ve modern dünyanın allanıp pulladığı teknik ilerlemenin "işlevsizleştirilmiş" ve "fetişleştirilmiş" hallerine dikiz atan bir tati filmi. chaplin'in "modern zamanlar"ının fransız yorumu olarak da alınabilir.

    film bin bir çeşit ayrıntı ve tesadüflerle doludur. bu yüzden tati hiç bir şeye "zoom" yapmaz. geniş çerçevede isteyenin istediği yere odaklanacağı "demokratik" bir söylem geliştirir.

    bu arada filmin türkçe adı -bana kalırsa- "lünapark" olmalıydı. filmin finalini düşününce bu isim daha bir anlamlı oluyor zira.
  • tertemiz bir rejisi vardır bu filmin. alaycı eleştirelliği incelikle işlenmiştir, entelektüel ifadesi tam dozundadır.
  • tati play time adlı eserinde modern fransa yaşamına ve mimarisine eleştiri getiriyor. fransa'nın ve fransız kültürünün git gide amerikan yaşam tarzına ve yüzeyselliğine büründüğünü filminde dile getiriyor. filmde özellikle amerikalı tursit kafilesi ve tipik bir fransız erkeğini baş role koyması amerikalı kafilenin bir fransızdan daha rahat bir şekilde şehre adapte olabilmesi de parisin dokusunun git gide tüketim ve tatil edüstrisi üzerinde gelişim gösterdiğini ve parisin sembol yapılarının kasıtlı olarak gösterilmemesi de mimari dönüşümün yapılar ve yaşam tarzı üzerinde yıkıcı etkisini hissettirmektedir. filmin açılış sekansının havalimanı olması yaşam tarzının hızlı gelişimini, alışveriş ve çalışma ofisinin iç içe geçişi ise tüketim toplumuna dönüşün göstergesi olarak görülmekte. çalışanların ofislerinin yarı veya tam açık olması mahremiyetinin ihlali ve mekanikleşmenin çalışma alanlarının da içine girdiğini göstermektedir.

    özellikle kişisel alan sayılan evlerde tamamen camekan sayılan geniş pencerelerin perde ile örtülmemesi özel hayatın afişe edilerek bireysellik algısının yıkımına bir göndergedir.

    restoran ve bistronun aynı sokakta karşılıklı olması ve restorandaki özensiz mimarinin ( tam anlamıyla tamamlanmamış açılışa yetiştirilen restoran) ilerleyen sahnelerde çöküşü ancak insanların eğlencesine devam etmesi hatta o karmaşanın tam bir sirk alanına dönmesi toplumun ortak paydada birleşiyormuş gibi davranması ve aksaklıklara aldırış etmemesi günü kurtarma hevesi ve görmezden gelmeye en büyük işarettir.

    restoran sahnesinden sonra insanların 24 saat açık mekanda toplanması ve var olan kaygısızlıklarına devam etmesi " arzula, tüket, yeniden arzula" döngüsünün içine girmiş bireylerin durmadan tüketmesi ve eğlence hayatının buna teşvik etmesinin göstergesidir.

    ayrıca filmin bu sahnelerini domine eden ana karakterden daha fazla ön plana çıkan karakterin tipik bir amerikalı olması kapitalizme bir göndermedir. hatta restoranın sahibiymiş gibi davranan yine bu amerikalı filmin son 1 saatini domine etmektedir.

    2. aşağıdaki mimari kavramları film üzerinden örneklemeler :

    -açık mekan: paris sokakları, yaya ve taşıt trafiği

    tati filminde açık mekanları daha az kalabalık göstermektedir. filmin son sahnesine kadar paris sokakları ve kaldırımları kalabalık göstermemiş ancak filmin son sahnesinde ise yoğun bir kalabalık yaratmış lakin bu kalabalık kaotik olmaktan öte sistemli iç içe geçmiş bir kalabalık olarak bize sunmuştur.

    -yaya sirkülasyonu: yaya sirkülasyonunda ise kurulu bir düzen ile ilerlemektedir. bu sirkülasyona uymayan bireyler ya tolum tarafından görmezden geliniyor ya da trajik komik durumlara düşmektedir. yine bir üstte belirttiğim gibi yaya trafiği sanki makinenin dişlileri gibi bir uyum içinde hareket ederken en avare kişi bile bir amaca hizmet ediyormuşçasına bir düzen halinde bir rutini gerçekleştirmektedir.

    -doluluk-boşluk: filmin son sahnelerine kadar iç mekanlar dış mekana göre daha boş, iç mekanlar ise bilakis kalabalık ve yoğun olarak gösterilmekte ve bu iç mekan kalabalığı kişinin özel alanını ve konfor bölgesini azaltmaktadır. filmin başından sonuna doğru kronolojik bir sıra izlersek iç mekan dış mekanlara göre daha kalabalık iken filmin sonlarına doğru dış mekan günün ilk saatlerine doğru yoğun bir insan ve araç trafiğiyle dolu hale gelmektedir.

    -araç sirkülasyonu: araç trafiği filmin başlarında sakin ve düzenliyle filmin sonlarına doğru artmakta ve düzenli ancak komplike bir bir yoğunluğa dönüşmektedir. eğer filmi fransanın kapital sisteme ayak uydurması olarak algılarsak filmin başındaki sakin araç sirkülasyonu farkı kültürlere kapalı fransa iken globalliğe ayak uydurmaya çalışan yoğun ama fabrika gibi bir düzen halinde işlemeye çalışan fransa ise filmin sonlarına doğru eğlenceye ve mekanik bir düzen halinde işleyen fransa diyebiliriz.

    -mahremiyet: tati'nin bu filmindeki en büyük eleştrisi mahremiyet ve özel alanın azalmasıdır.

    filmdeki apartman dairelerinin açık ve sanki bir televizyon ekranıymış gibi dışarıdan görülen apartman camları, çalışma alanlarının tamamen şeffaflaşması restorandaki eğlence adı altında bireyselliklen ziyade kollektif eğlence anlayışı, masaların arasındaki kişisel alanın korunmadığı boşlıklar yavaş yavaş sistemin bireyselliğin ve kişisel alanların yok olması ve mahrem kavramının sadece yüzeysel olarak algılanmasının birer karşılığıdır. özellikle en modern şekilde donatılan evlerin parka bile sahip olmaması; mekan kapılarının ve duvarların git gide şeffaflaşması bunu kanıtlar niteliktedir.

    -kentsel mekan: bu filmde kentin sembolleri kullanılmamış ancak kapital sistemin en büyük silahlarından olan alışveriş, eğlence ve toplu yaşam alanları ön plana çıkartılmıştır.

    -kenarlar: filmde kenarlar silikleştirilmiş ve mekanlar iç içe geçmiştir.

    -kesişim nokta(sı)ları: silik ve belirsizdir ancak sanki herkes bu silikliğe rağmen kesişim noktalarından sapmamakta ve kesişim noktalarını işlevsel olarak kullanmaktadır.

    -tampon bölge: şehrin kalabalık alanlarında tampon bölgeler hiçe sayılmış ve gösterilmemiştir.
    not: mimarlık öğrencilerine genellikle izletilip kritize edilmesi istenen güzide filmdir. umarım 1. sınıftayken yaptığım kritik size birazcık katkı sağlar.
  • yanlış hesaplamadıysam günümüzün parasıyla yaklaşık 23milyon euroya çekilmiş film.

    kıyaslamak açısından şey edersek hemen hemen aynı yıllarda çekilmiş 2001 a space odyssey'in günümüze uyarlanmış bütçesi yaklaşık 60 milyon euro.
  • çoğu ludwig mies van der rohe tarzı binalarda geçen, biraz da alaycı bir üslupla ele alınan, taşralı ms hulot'nun paris'e ve modernizme ayak uydurma çabalarını anlatan, hoş film.
    (bkz: mon oncle)
    (bkz: jacques tati)
    (bkz: ms hulot)
  • edebiyatın asıl işi en başından itibaren hayatın hakikatine şahitlik etmek ise, modern zamanlardan itibaren de bu sanatların topunun yapıp yapabildiği önümüzdeki olasılıklar denizini bir ucundan diğerine işaret etmek ise kusursuz metinler mümkündür diyebiliriz. bu bağlamda the waves kendi mecrasında kazanılmış en uç mevzidir. uzay gemisi geldikten seneler sonra * hatırlanacak ve kaynağına varılamayan bir sıkıntı yaratacaktır. playtime da başka bir mevzidir, başka bir yoldan kazanılmış olsa da biçimini kendi içinde eriterek biçimsellikten kurtulmuştur. yine bu bağlamda ve bu filmin tanıklığı sayesinde kusursuz filmlere ikna oluruz. kurgu yoktur, hakikat vardır.
hesabın var mı? giriş yap