• şiirsel ve politik bir godard filmi. fransız sinemasını o dönemde bir hastalık gibi sarmış "ölümcül aşk" temasını, bu temayı en klişe şekilde yansıtan bir hikayeyle anlatmaya çalışır godard. yani bande a part soygun filmi janrının, a bout souffle bonnie and clyde misali kaçak aşıklar janrının godard'ın anarşik mizahının süzgecinden geçmiş versiyonlarıyla, pierrot le fou'da aynen o filmler gibi belli bir janr üzerine ve o janr üzerinden düşüncelerdir. (ölümcül aşk teması, les amants, jules et jim, 2 girls from wales ve vesair gibi bir sürü filmde karşımıza çıkan bir temadır). hikayenin kabacası şöyle:

    jean pierre belmondo, evli, monoton bir hayat süren bir fransız bireydir. hayatı öyle monotondur ki sinema tarihinin en absürd komik sahnelerinden birinde, belmondo'nun gittiği bir ev partisindeki tüm konuklar, aralarındaki sosyal diyalog babında, ezberden reklam metinleri okumaktadırlar. sonra yıllar evvel beraber olduğu, sonra kendisini gizemlice terketmiş, ortadan kaybolmuş anna karina ile karşılaşır. eşini ve çocuğunu hemen bırakıp onunla ıssız ada misali bir yere kaçar. ama anna karina'nın bir sırrı vardır, günün birinde ne idüğü belirsiz adamlar beliriverir, bir cinayet işlenir, karina tekrar ortadan kaybolur: geri döndüğünde belmondo'yu siyasi bir cinayet işlemeye yönlendirir.

    film bu izlek üzerinden gidiyor, ama sistematik bir teorisyen değil de, kaotik bir yıkıcı olan godard, hikayenin her ilerleyen noktasında kendini bir başka fikre kaptırıveriyor binbir türlü gönderme, dokunuş ve fikirle konudan sapıp, sonra bir yolunu bulup tekrar geri dönüyor: film temadan temaya sıçrayışlarında o derece radikal ki, herhalde godard'ın en doğaçlama çekilmiş filmlerinden biri olduğu izlenimine kapılıyoruz, yer yer irrite olmuş seyirciler olarak. ama zaten godard baştan aşağı mükemmel filmleriyle değil, içinde mükemmel kelimesinin açıklayamayacağı derecede dahiyane buluşlar içeren filmleriyle sevdiğimiz bir yönetmen. bu film de kendisinin bu özelliğinin doruğa çıktığı ama hayli yorucu bir film. başlangıçtaki "monoton hayat süregiderken birden çıkagelen gizemli eski sevgili" kısmını patır kütür ve hakkaten çok komik ayrıntılarla geçiştiren godard, insanlardan ırak doğa içinde yaşamaya başlayan iki sevgiliyi görünce hikayeden sapıp, insanlardan ırak yaşayan bir çiftle ilgili akla gelebilecek ne varsa çekiyor: hemingway usülü maço yazar ve egzotik karısı modeli bir ilişki portresi, erkeğin hantallığından ve asosyalliğinden sıkılan, tekrar insan içine çıkmaya çalışan kadın, "erkek düşünür, kadın hisseder" muhabbetleri... tüm bunlar ve benzerleri politiktir, ilişki politikasıdır, pierrot le fou godard'ın en olmasa da pek politik bir filmidir.

    şiirsel bir filmdir. godard'ın izleme, görme alışkanlıklarımızı yerle bir eden bir kadrajı, hayatımızda daha önce çok gördüğümüz şeyleri ilk defa tecrübe ediyormuşcasına insanı heyecanlandıran bir mizanseni vardır. filmin yazılı olanı, sesi, görüntüyü birbirine monte etme biçimi, ayzenşıtaynın "sinema tüm sanatların en üstünüdür, çünkü tüm sanatları içinde barındırır" lafını da hatırlatalım yerine gelmişken, tüm alışageldiğimiz, standart bellediğimiz sinema dilini yerle bir edip, "gülün adı"ndaki bir cümlede her dili bir cümlede kullanarak konuşan adamı hatırlatır ve ufkumuzu genişletir. istemediklerini hızlıca geçiştirmesi, istediği yerde birden müzikal sahnelerin girmesi, en bir dramatik sahnenin, alakaya çay demle, kafasındaki şarkıdan kurtulamayan bir delinin hikayesiyle kesilivermesi, biz tüm bunlara godard anarşisi diyelim, insana sinema denen meret ile yapılabilecek şeylerin ne kadar da fazla olduğunu gösterir, insan zekasına, duygusuna, zevkine olan kaybolmuş güvenimize bir umut ışığı oluverir. delirtmeyin beni.
  • - ne kötü değil mi? böyle anonim olması.

    - neyin?

    - 115 gerilla deniyor, hiçbir duygu uyandırmıyor. ama hepsi birer insan. kim olduklarını bilmiyoruz. sevdikleri bir kadın var mı, çocukları var mı, sinemayı mı tiyatroyu mu tercih ederler... hiçbir şey bilmiyoruz. sadece 115 ölü. fotoğraflar gibi. beni hep büyülemiştir. bir adamın hareketsiz bir görüntüsünü altında bir yazıyla görürüz. belki kötü, belki iyi bir adamdır. ama resmin çekildiği anda, onun kim olduğunu ve ne düşündüğünü asla bilemeyiz. karısını mı? metresini mi? geçmişi? geleceği? basketbolu? kimse bilemeyecek.
  • filmin sonu itibariyle içerisinde de geçtiği üzere poe'nin william wilson hikayesine mi gönderme yapıyordu? birbirine zıt iki karakterin, duygular-düşünceler konusundaki yaklaşımlarını vurgulayarak aslında bir insana mı ulaşıyordu? düz bir anlatım istiyorsan histoires extraordinaires'i izle. burada godard var.

    ama sıkıcı olan şu; film okumalarında sürekli yönetmen şöyle düşünmüş, bunu şu yüzden demiş gibi bir mantık döne dolaşa karşı-teze hayır aslında şunu amaçlamış, ben şu filmini izledim ve şu kitabı okudum bak bundan yani deme fırsatını yaratıyor. godard'ın kendi yaklaşımını da tanımlarken, işin aslında bir yorumlama olduğunu da görmek gerek. yani film politiktir hayır politik değildir çizgisi izleyiciye göre belirlenir bence. yoksa 'sen orospu lafındaki inceliği anlayamayacak bir götverensin' lafından context olarak fark kalıyor sadece. en azından sikim ve taşağıma göre.. herkes kendi sik ve taşağına göre okumalı bence filmi. çatı katında pipi yarıştırma yıllarıysa maalesef geride kaldı.

    koca bir ben'ce; film week end öncülü, şiirsel ama apolitik ve dahi sembolik bir can sıkıntısı. hani haneke'nin filmleri vardır; televizyonda paso politik olaylardan bahseder. filmin benzeri politikliği ise dereye maya çalma düzeyinde. ama dağa bayıra kaçan serseri aşıklar teması, 'ölüm de var sonunda gülümde var' yolunda devam ederken, sinan çetin'e iade-i itibar ettirecek skeçler-parçalı anlatım, misak-ı milli hudutlarında teke zortlaması olarak görülebilecekken godard'ın üslubunu bildiğimizden ve alışık olduğumuzdan komserşekspirleştirmediklerimizden oluyor haliyle, hakkıyla. çok sayıda zekice detay var. sürüyle ufuk açıcı hamle var. bütünleştirmek de bir dert değil; ama o zayıf-zorlama şiirsel yapı, filmi bitirilebilir kılan asıl şey. ah tabi bir de anna karina.

    bahsetmiş miydim? anna karinasporluyum.
    sen bana felsefeyi sever misin diye sor. luther de makyevelli?
    sana klark ve şampiyon biziz çekeyim, çünkü biz hep dönerciyiz.
  • anarşizmin doruklarında bir godard filmi.. godard kendi şiirsel üslubunu, politik duruşunu ve spontan edasını beyaz perdeye ustaca aktarmıştır.. filmimiz varoluş sancısı çekmektedir.. bir amaç bulmaya çalışmak ve bu amaç uğruna amaçsızlaşmak filmin ana temasını oluşturur.. filmin en hoşlaştığım kısmı ise ferdinand'la marianne'ın aya bakıp ilk uzay yürüyüşü yapan rus astronot leonov'la, uzay yürüyüşünü gerçekleştiren ilk amerikalı'nın bahsini geçirdikleri andır..

    --- spoiler ---

    -baksana, ay ne güzel.
    +bana o kadar ilgi çekici gelmedi.
    -bence öyle.
    -bir adam görüyorum orada.
    +leonov olabilir,
    ya da o amerikan olan, white da olabilir..
    -evet, ben de gördüm.
    +ama o, bir "yoldaş" ya da "sam amca'nın" yeğenlerinden biri değil.
    +o kim sana söyleyeyim mi?
    -söylesene.
    +ay'ın tek sakini. peki ne yapıyor biliyor musun?
    kaçmaya çalışıyor.
    -neden?
    + iyi bak.
    - neden kaçmaya çalışıyor?
    +çünkü bıktı. başta leonov'u gördüğüne çok sevinmişti. ezeli yalnızlıktan sonra konuşacak birini bulmak! ama leonov onun kafasını lenin öğretileriyle doldurmaya çalıştı. bu yüzden o da amerikalıları gördüğünde hemen yanlarına gitti. ama amerikalılar da onu görür görmez önce teşekkür ettirdikten sonra... zorla kola içirdikleri için canına yetti. ay'ı amerikalılara ve ruslara bıraktı, ne hâlleri varsa görsünler diye. ve gitti.
    -nereye?
    +buraya.. çünkü senin çok güzel olduğunu düşünüyor. sana hayran. kalçan ve göğüslerin çok tahrik edici.

    --- spoiler ---
  • -ne yapacağız orada?
    -on existera...
  • filmin sonlarinda karsimiza cikan deli karakterini de es gecmemek gerek. zira boylesi komik bir karakter pek az filmde mevcuttur. ciktigi bes dakikalik sure boyunca gulmekten gozlerinizden yaslar akmasina neden olabilir. surekli konusur, sonunda pierrot'ya "deliyim di mi ben? bana 'delisin' de de rahatlayayim!" der. pierrot da "delisin." cevabini verir.
  • yapımcılığını dino de laurentiis'in üstlendiği, jean luc godard'ın yazıp yönettiği ve en çok eleştirildiği filmidir. fazla politik ve fazla şiirsel bulunmuştur. "teori mi, pratik mi?" sorusunun cevabını sakladığını düşündüğüm bu filmi hâlâ izlerken çok yoruluyorum.
  • “marianne ne zaman dese: ‘ne güzel bir gün!’ diye; acaba gerçekten ne düşünür? tek bildiğim onun, ‘ne güzel bir gün!’ dediği. gerisi gizem. gerçi bunları çözsem de ne fayda! hayaller kurarız, sonra o hayaller yaşantımız olurlar. ‘ne güzel bir gün!’ aşkım; hayalleri, sözleri ve ölümleri ile. ne güzel bir gün bu, aşkım. ne güzel bir gün, yaşadığımız bu gün.”

    yön: jean-luc godard, "pierrot le fou/çılgın pierrot" – (1965)
    oyn: jean-paul belmondo (geç dönem romantiği) & anna karina (maskeli kadın klişesi)

    özelde kadın ruhunu, genelde ise insan ruhunu tam anlamıyla anlamanın olanaksızlığı. “bir kadının içinden geçenleri kim bilebilir?” dedirtmişti bir filminde bir kadına hitchcock. o ruh hâliyle akraba bir film. aslında godard, anna karina'nın bedeninde çift taraflı bir araştırma yapmıştır. yaklaşık on yıl. şu: kadınları anlamak olanaklı mıdır? anna karina'yı anlamak olanaklı mıdır? cevabı hâlen bulamamıştır. çünkü film çekmeye devam ediyor hâlâ!
  • çılgın pierrot (jean-paul belmondo) picasso reprodüksiyonları arasında: görsel
  • filmde görünen duvardaki bazı resimler;

    pierre auguste renoir, nu (1880)

    henri matisse, grand intérieur rouge (1948)

    henri matisse, conversation (1941)

    henri matisse, la blouse roumaine (1940)

    picasso, les amoureux (1922)

    picasso, paul en pierrot (1925)

    marc chagall, saint jean cap ferrat (1952)

    picasso, portrait de sylvette (1954)

    picasso, jacqueline aux fleurs (1954)

    modigliani, femme à la cravate (1917)

    picasso, jeune femme au miroir (1932)

    mathieu, les capétiens partout (1954)

    pierre auguste renoir, petite fille à la gerbe (1888)

    renoir, baigneuse couchée au bord de la mer (1892)

    van gogh, café terrace at night (1888)
hesabın var mı? giriş yap