7 entry daha
  • şiirsel ve politik bir godard filmi. fransız sinemasını o dönemde bir hastalık gibi sarmış "ölümcül aşk" temasını, bu temayı en klişe şekilde yansıtan bir hikayeyle anlatmaya çalışır godard. yani bande a part soygun filmi janrının, a bout souffle bonnie and clyde misali kaçak aşıklar janrının godard'ın anarşik mizahının süzgecinden geçmiş versiyonlarıyla, pierrot le fou'da aynen o filmler gibi belli bir janr üzerine ve o janr üzerinden düşüncelerdir. (ölümcül aşk teması, les amants, jules et jim, 2 girls from wales ve vesair gibi bir sürü filmde karşımıza çıkan bir temadır). hikayenin kabacası şöyle:

    jean pierre belmondo, evli, monoton bir hayat süren bir fransız bireydir. hayatı öyle monotondur ki sinema tarihinin en absürd komik sahnelerinden birinde, belmondo'nun gittiği bir ev partisindeki tüm konuklar, aralarındaki sosyal diyalog babında, ezberden reklam metinleri okumaktadırlar. sonra yıllar evvel beraber olduğu, sonra kendisini gizemlice terketmiş, ortadan kaybolmuş anna karina ile karşılaşır. eşini ve çocuğunu hemen bırakıp onunla ıssız ada misali bir yere kaçar. ama anna karina'nın bir sırrı vardır, günün birinde ne idüğü belirsiz adamlar beliriverir, bir cinayet işlenir, karina tekrar ortadan kaybolur: geri döndüğünde belmondo'yu siyasi bir cinayet işlemeye yönlendirir.

    film bu izlek üzerinden gidiyor, ama sistematik bir teorisyen değil de, kaotik bir yıkıcı olan godard, hikayenin her ilerleyen noktasında kendini bir başka fikre kaptırıveriyor binbir türlü gönderme, dokunuş ve fikirle konudan sapıp, sonra bir yolunu bulup tekrar geri dönüyor: film temadan temaya sıçrayışlarında o derece radikal ki, herhalde godard'ın en doğaçlama çekilmiş filmlerinden biri olduğu izlenimine kapılıyoruz, yer yer irrite olmuş seyirciler olarak. ama zaten godard baştan aşağı mükemmel filmleriyle değil, içinde mükemmel kelimesinin açıklayamayacağı derecede dahiyane buluşlar içeren filmleriyle sevdiğimiz bir yönetmen. bu film de kendisinin bu özelliğinin doruğa çıktığı ama hayli yorucu bir film. başlangıçtaki "monoton hayat süregiderken birden çıkagelen gizemli eski sevgili" kısmını patır kütür ve hakkaten çok komik ayrıntılarla geçiştiren godard, insanlardan ırak doğa içinde yaşamaya başlayan iki sevgiliyi görünce hikayeden sapıp, insanlardan ırak yaşayan bir çiftle ilgili akla gelebilecek ne varsa çekiyor: hemingway usülü maço yazar ve egzotik karısı modeli bir ilişki portresi, erkeğin hantallığından ve asosyalliğinden sıkılan, tekrar insan içine çıkmaya çalışan kadın, "erkek düşünür, kadın hisseder" muhabbetleri... tüm bunlar ve benzerleri politiktir, ilişki politikasıdır, pierrot le fou godard'ın en olmasa da pek politik bir filmidir.

    şiirsel bir filmdir. godard'ın izleme, görme alışkanlıklarımızı yerle bir eden bir kadrajı, hayatımızda daha önce çok gördüğümüz şeyleri ilk defa tecrübe ediyormuşcasına insanı heyecanlandıran bir mizanseni vardır. filmin yazılı olanı, sesi, görüntüyü birbirine monte etme biçimi, ayzenşıtaynın "sinema tüm sanatların en üstünüdür, çünkü tüm sanatları içinde barındırır" lafını da hatırlatalım yerine gelmişken, tüm alışageldiğimiz, standart bellediğimiz sinema dilini yerle bir edip, "gülün adı"ndaki bir cümlede her dili bir cümlede kullanarak konuşan adamı hatırlatır ve ufkumuzu genişletir. istemediklerini hızlıca geçiştirmesi, istediği yerde birden müzikal sahnelerin girmesi, en bir dramatik sahnenin, alakaya çay demle, kafasındaki şarkıdan kurtulamayan bir delinin hikayesiyle kesilivermesi, biz tüm bunlara godard anarşisi diyelim, insana sinema denen meret ile yapılabilecek şeylerin ne kadar da fazla olduğunu gösterir, insan zekasına, duygusuna, zevkine olan kaybolmuş güvenimize bir umut ışığı oluverir. delirtmeyin beni.
75 entry daha
hesabın var mı? giriş yap