• 12.yy.da yaşamış bir ortaçağ feylesofu..

    abelard ve heloise'deki hadım edilmiş papaz olan petrus, çok çileli bir yaşam sürmüştür; heloise'ine bir türlü kavuşamamış ve sadece mektuplaşarak bu büyük aşkın izini sürmüştür..

    öğretileri hayli sağlam bir aydındır bir de petrus, çağdaşlarını ve ardıllarını boyuna etkilemiştir, ama tabii o bunu zerre sallamamamıştır; -keşke hadım edilmeyip heloise'ne kavuşsundur, bir halt tefekkür üretemesindir; ama hayın kaderin ağları öyle örülmemiştir işte..

    sonraları kilise de afaroz etmiştir bizim papazı; elem, keder dolu bir yaşam öyküsüdür yani bu..

    abelard ve heloise, ronald duncan tarafından oyunlaştırılmıştır vaktiyle; -bizde de yankı yayınlarından çıktıydı.. hatta sonraları, cüneyt türel ve tilbe saran aksanat'da oynadıydı iki sene ..

    ayrıca, being john malkovich'de de epey bir gönderme yapılmıştır bu dokunaklı oyuna; elbet bu, biz ortaçağ tutkunlarını nasıl mesud etmiştir, anlatmanın bir alemi yok..
  • sokaktaki herhangi bir sümüklüyü çekip sorsanız dahi, "bizim aşkımız gibisi yoktu, bambaşkaydı" diyecektir, lakin bir de abelard'ın mektuplarında bahsettiklerine bakınız (tüm mektupları içeren baskının ilk mektubundan iki paragraf çevirdim, uzun değil korkulmasın.) düşünün ki 13. yüzyılın mantık alanındaki dehası, akademi ve kilisenin klavyesi olmuş gidiyorsunuz, teolojiden felsefeye ve musikiye, vitamini sarısında yaşıyorsunuz. canınız sıkılıyor şak notre dame'da konferans veriyorsunuz mesela, tüm avrupa entelektüel hayatı sizinle şarj oluyor yani. ama ömrünüz hep böyle geçmişken genç bir kız ile aşk yaşayıp açığa çıkınca, peynir ve peksimete talim edilmek zorunda bırakılıp, papa'nın bile götürsünler merkeze öptürsünler herkese nazarıyla yakalattıracağı adam haline geliyorsunuz. üstüne kızın amcası adam tutup, evinize zorla girerek sizi hadım ettiriyor (ilmine fayda getirmek için hayırsever bir girişim olduğunu iddia ediyor adam, kimse kötü niyetli değil bu alemde zaten.) sonra da düşünün ki o eksiltilmiş halinizdeyken, çocuğunuzun da annesi olan manastıra kapanmış kadına mektuplar yazıyorsunuz (mektuplar bütün bu olaylar başladıktan sonraya tarihli, buradaki arkadaşına olan, serüvenini anlattığı mektubundan.) şu satırları aşkı avucundan alınmış, akademiden de kopmuş, kilise tarafından reddedilmiş, üstüne turşu olsun diye hadım da edilmiş halde yazan kişiyi bir düşünün:

    "daha ne kadarını söyleyebilirim? ilk başta aynı evde, daha sonra da aynı ruhta bir araya geldik. ders çalışma bahanesiyle kendimizi bütünüyle aşka terkettik ve derslerimiz, aşkımızın ihtiyaç duyduğu mahremiyeti sağladı. kitaplarımız açık olmasına rağmen ilimden çok aşktan bahsettik. konferanslardan çok öpücükler vardı. ellerimiz bir defa metinlere gittiyse on defa göğüslerimize gidiyordu. şüphelenmelerini önlemek için dışarıdan ona ceza veriyor gibi göründüğümde darbelerim nefretin değil, bütün parfümlerden daha hoş bir şefkatin izleri oluyordu. daha fazla ne söyleyebilirim? tutkumuz içinde hiçbir aşk aşamasını ihmal etmedik ve eğer aşk, yeni bir şey icat edebiliyorsa, biz icat ediyorduk. bu kendinden geçişleri ne kadar az yaşarsak daha büyük şevkle peşinden koşuyor ve susuzluğumuz daha güç diniyordu. bu sevinç beni daha bütünüyle esir ettikçe felsefeye ve sınıflarıma daha az dikkat ayırmaya başladım. aşırı ölçüde bıktırıcı buluyordum onları artık ve orada kalmak da daha bayıcı hale geliyordu çünkü gündüzleri çalışıyor, akşamları ise akşam nöbeti tutuyordum. verdiğim derslerde o kadar tembel ve dikkatsizleşmiştim ki öğrencilerime taze hiçbir düşünce sunmuyor, sadece hafızamda kalanlardan aktarıyordum. daha önceleri öğrendiklerimi ezberliyordum sadece ve eğer şarkı bestelemeyi arzu edersem, bu şarkılar felsefenin gizemleri ile ilgili değil, aşk ile ilgili şarkılar oluyordu. bildiğiniz gibi bu şarkılardan birçoğu halen popülerdir ve birçok yerde söylenir, özellikle de aynı tür yaşama çekilmiş kişiler tarafından (...)

    bu kadar aşikâr olarak yapılan bir şeyden onuru en fazla kırılacak kişi, yani kızın amcası kadar kimse daha fazla yanıltılamazdı. aslında insanlar buna işaret etmeye çalıştıklarında inanamıyordu, hem daha önce de bahsettiğim, yeğenine karşı ölçüsüz sevgisinden dolayı hem de benim önceki yaşamımdaki çok iyi bilinen ölçülülüğümden dolayı inanmıyordu. en çok sevdiklerimizdeki kötülükten kolayca kuşkulanmayız ve utanç verici şüphenin lekesi özverili bir sevgiyi kirletemez. sabinian'a mektubunda st. jerome'un dediği gibi, "kendi evimizdeki kötülükleri en son öğrenecek kişi kendimiz oluruz ve komşularımız çoktan dedikodularını ederken eşlerimiz ve çocuklarımızın ahlaksızlıklarını gözardı ederiz." fakat en son bilecek de olsa, en sonunda öğreniyordu; herkesin haberdar olduğu birşeyi saklamak kolay değildi." (abelard, pierre, 2009, the letters of heloise and abelard, polgrave macmillan, new york, s:24-25)
  • “dil akıl tarafından yaratılmıştır ve aklı yaratır” demiştir
  • "acı çekmenin, utanmanın, umutsuzluğa kapılmanın ne demek olduğunu anladığım günler oldu."
    **
  • "dünyada herkes en büyük acıyı kendilerinin çekmiş olduklarını sanırlar, oysa bilmezler ki hayatta en büyük acıyı ben çekmişimdir"* demiş olması bakımından sevdiğim kişiliktir.
  • "felsefe inanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır." demiş.
  • 11. yy in ilk yarisi ve 12.yy in ikinci yarisinda yasamis fransiz tanribilimci ve filozof. notre dame kilise meclisi uyesi fulbert'in yegeni heloise e asik olup onunla gizlice evlendigi icin fulbert onu igdis ettirerek cezalandirdi. (bkz: gulun adi)
  • 1079-1142 yılları arasında yaşamış olan fransız filozof ve teolog. bernard of clairvaux tarafından din düşmanı olarak suçlandı. sic et non, christian theology ve story of misfortunes kitaplarını yazdı."nothing is to be believed until it is understood" demiştir kendisi.
  • hristiyan ortaçağ felsefesinin en önemli isimlerinden biri olan abelardus, hem önemli bir din adamı hem de -kendisi bunu doğrudan kabul etmese de- bir filozoftur. ayrıca her iki kişiye de büyük acılar çektiren, bir aşk hikayesinin de kahramanı olan fransız bir din adamıdır.
    aslında ilahiyat ve felsefe alanında çok önemli olsa da doğal olarak abelard ve heloise
    aşkı/skandalı/dramı ile hatırlanır.
    "bu dönemde abelardus ve héloise karşılıklı mektuplaşmaya başladı. bu mektuplar, batı edebiyatının en önemli aşk mektuplarından biri durumundadır. sonu acı biten bu öykü en önemli aşk öykülerinden biri olarak hem sanatın her alanında hem de popüler kültürde yüzlerce yıl olduğu gibi günümüzde de etkilidir. ancak mektuplar incelendiğinde héloise’nin daha tutkulu bir aşkla yazdığı yazıları, abelardus’un tam bir karşılık vermediği de gözükmektedir. özellikle uzun yıllarca ondan haber alamayan heloise’nin daha duygulu bir ifadesi vardır. ne olursa olsun bu mektuplar önemli birer eser olarak günümüze kadar geldi."

    "abelardus, dönemindeki din adamlarınca çok eleştirilse de aslında onun önceliği hep vahiy bilgisiydi. onun akla verdiği önem vahiy bilgisini eleştirmek değil onu daha anlaşılır kılmak için vardı. yuhanna incilinin en başında “başlangıçta logos vardı” sözü aklın kutsallığını işaret etmesi bakımından önemliydi. abelardus, ortaçağ alimlerinin çoğunun savunduğu gibi havariler, kilise babaları ve papaların yanılmazlığına karşıydı. ona göre kutsal kitap dışında herkes yanılabilirdi."

    detay

    (bkz: tümeller tartışması)
  • heloise'a olan askini ve bu sevginin felaketli sonuclarini historia calamitatumda anlatmistir.
hesabın var mı? giriş yap