• pehlivan yiğit demektir, sözüne sabrına imrenilen adam demektir, mensubu olduğu yörenin, köyün, kasabanın onuru, gücü, koruyucusu demektir. zamanenin kikirdeyerek altta kalınca üzülmemekten, üste çıkınca sevinmemekten anladığı hınzırlık ve sakillik ne olursa olsun, pehlivan kazansa da kaybetse de ruh halini belli etmeyen ve karşısındakine selamını yerden veren ağır adamdır.

    644 yıldır güreşirler, 644 senedir yiğitliklerinden kimsenin şüphesi yoktur ve 644 yıldır insanların kafasında güçleri ile yer etmişlerdir. ama sadece son birkaç senedir kendini bilmezler yüzünden rencide edilmiş, kalpleri kırılmıştır. gene de hiçbirini "böyle iş olur mu?! fatih ürek kim oluyor ulan?" derken göremezsiniz (ki içlerinden biri dellenip dese de, yavşak magazin sunucuları cesaret edip bir daha soramasalar diye umut ediyorum hep), aksine "herkese kapımız açık, kim olursa olsun önce bu kapıdan girmenin şartlarını yerine getirmeli," gibi, benim diyen insanın bu devirde gösteremeyeceği bir dirayetle cevap verirler.

    pehlivan artık bürokrasi ile güreşir olmuş. kameralar er meydanına girdi gireli kurallar değişmiş, medya pehlivanı kurt kapanına almış... saatler süren bir güreş seyretmek mümkün değil diyorlar artık, çünkü yeni kurallar güreşleri 40 dakika ile sınırlıyor ve sonrasında minder güreşi misali puanlama ile galip belirleniyor. hal böyle olunca, minder güreşinden kırkpınara para kazanmaya gelen sporcular da köyümüzün gururu pehlivan karşısında minderci taktiği ile 40 dakika kapanıp, gene minderci taktiği ile iki kaçamak sayı alıp güreşin galibi sayılıyor. eskiden göbek gökyüzünü görmeden güreş bitmezdi, şimdi güreş de çabuk tüketilsin diye "kompakt"laştırılmış.

    gene de pehlivan galip geliyor çoğunlukla. mindercilerin ve diğer ülkelerden gelen pehlivan olma heveslisi yabancıların onca teknik desteğe ve ilaca rağmen yenilmelerinin sebebi, gözden kaçırdıkları ince bir noktadır benim gözümde: kendileri demir çubuklar kaldırırken, pehlivan çocukluğundan beri insan eti yoğurur, kendinden büyüklerle kapışıp, onları kaldırıp üç adım yürümeye çalışır, ensesine, kulağına tokadı yiye yiye, oraları morara kızara güreşir. pehlivanın gücü dambıllarınkine benzemez, acıtır.

    bu kadar yazmamın sebebi de bizim köyün pehlivanıdır. kendisi, köye koşan kuduz köpeğin yolunu kesip, üzerine atlayan hayvanın ağzına elini sokup dilini koparıp atarak öldüren bir yiğit olduğu kadar, dargınları barıştırıp, güreşten kazandığını da fakirlere dağıtan bir abiymiş... bizim köyün pehlivanının arkasından, onun gibi yiğitlik ve mertlik (bu iki kelime vadili silahlı dizilerin sözüm ona vecizlerinde kaldı değil mi?) örneği olan birçok köyün pehlivanının arkasından edilen alaylar, zevzeklikler bugünlerde sinirimi bozuyordu, yazayım istedim.
  • --- spoiler ---

    gaza getirilme olayından sonra gelen hayal kırıklığını çok güzel anlatan filmdir. bilal iş bulamaz, arada bir para için güreşir ve kazanır. zamanla daha çok güreşmeye başlar, kazanır; etraftakilerin, özellikle cazgırın gazına gelir, kırkpınar'a hazırlanmaya başlar.
    kırkpınar'da görürüz ki bilal oradaki pehlivanlardan herhangi biridir yalnızca. ve sonunda sırtı yere gelir, bilal için tüm sesler kesilir, ama onun gözlerinden görürüz ki aslında hiçbir şey durmamıştır. bilal yenilmiştir fakat diğer pehlivanlar güreşe devam etmektedir.

    aynı şey köydeki (ya da kasaba mıydı emin olamadım) futbol takımı için de geçerlidir. takım yenerken oyuncular herkesin omuzlarında taşınır, tüm destek onlara verilir, kimse güreşle falan ilgilenmez. ama tam da bilal'in yıldızının parladığı zamanlarda futbol takımının yenilmesi ile halk tüm ilgisini takımdan çekip tamamen bilal'e yöneltir. hatta bu kadar itibar gören bilal'in sokakta yürüyüşü bile değişir, daha bir kendinden emin dolaşmaya başlar. filmin sonunda umutlarının yıkıldığı sahnede ise yerden kalkar ve ifadesiz bir suratla yürür.

    --- spoiler ---

    ayrıca filmde cazgır'ın bilal'e maddi destek ararken kaymakama (vali değildi herhalde, ondan da emin olamadım şimdi) gittiği sahnede sıra bekleyenler arasındaki kadın meral okay'dır. küçük bir detay.
  • pehlivan gibi yiğidoların ortalıktan el etek çekmesinin arkasında yatan gerçekler nedir? mevzuyu münevver ayaşlı hatıralarında şöyle dile getirmiştir:

    --- alıntı ---

    bir ara bir bulgar pehlivan türemiş, önüne geleni yeniyormuş. müslüman ahali tedirgin. rumeli beyleri üzüntülü olduğu gibi dedemin de canı fena halde sıkılmakta. bir gün selamlıkta otururken, ağası yanına gelmiş:
    - beyim biri sizi görmek ister.
    dedem sorar:
    - kim imiş?
    - pehlivan imiş.
    - ko gelsin.
    kapıdan iki büklüm biri girer, karkas gibi bir şey, selam verir. dedem sorar:
    - sen pehlivan imişsin?
    - evet beyim.
    - sen bu gavur pehlivanı yener misin?
    - yenerim beyim.
    - amma yaptın, nasıl yenersin?
    - beni doyur beyim, beş on gün doyar, gavuru yenerim.
    dedem pek inanmaz; ama yine de sorar:
    - sen ne ile doyarsın?
    - günde bir koyun.
    - pekâlâ.
    ağasına döner:
    - sen her gün bir koyun kes pehlivana. rahat bir döşek de hazırla, aranızda yatsın kalksın.
    pehlivan “allah ömürler versin beyim” der ve ağa ile beraber odadan çıkarlar.
    dedem bu hadiseyi unutur bile. aradan beş on gün ya geçer ya geçmez, selamlıkta oturur iken ağası yine gelir:
    - beyim, sizi pehlivan görmek ister.
    biraz sonra, iri yarı biri, kapıdan zor girer. dedem tanıyamaz:
    - sen kimsin?
    - pehlivanım beyim.
    - gavuru yener misin?
    - evet beyim yenerim, der pehlivan.
    dedem de kanaat getirir ki bu, bulgar’ı yenecek. hemen akraba beylere, dost beylere, selanik’e manastır’a, serez’e davetiyeler uçururlar.
    beyler, hepsi gelirler. konakta bir telaş, bir misafir ağırlama hazırlığı ve heyecanı. büyük gün, güreş günü gelir çatar. konaktan çıkınca hemen orada geniş çayıra çadırlar kurulur, bayraklar dikilir. pilavlar, helvalar pişer, koyunlar kuzular döner. davullar, zurnalar var kuvvetiyle çalmaya başlar ve güreşin başladığı ilan olunur. herkesin nefesi tutulur heyecandan. bizim pehlivan, bir iki el enseden sonra gavuru havaya kaldırır, pervane gibi bir iki döndürdükten sonra, oradan geçen suya bulgar’ı fırlatır.
    bir kıyamettir kopar, alkış, tebrikler, sevinç gözyaşları. çayır, bayram yerine döner.
    menlik’teki türk-bulgar pehlivanlarının günde bir koyun yediklerini, seneler ve seneler sonra ağır sıklet millî şampiyonumuz hamit kaplan merhuma anlatmıştım. şaşacağını sanmıştım ama şaşmadı. “ben de güreştiğim zamanlar bir kuzu yerim” demişti.

    eveeet. güreşçilerimizin, futbolcularımızın şimdi yenilmeleri, başarısızlıkları, hep kâfi beslenmemelerinden ileri geliyor. kampa girdiler, kamptan çıktılar, hep laf ü güzaf. etraflarında bir sürü tufeyli insan, beraber seyahatler, beraber gezmeler, başarısız bir maçtan sonra avdet ve yine bol bol beyanat, gazetelerde bol bol resimler.
    kampta ne yiyorlar? köfte ve patlıcan kızartması ile güreş olmaz, gol atılmaz.
    evet ben çocuk iken, türkler iri yarı, boylu poslu, geniş omuzlu idiler. bol et ve hayvanî yağlarla pişmiş yemekler yerlerdi, “türk gibi kuvvetli” tabirini hak etmiş insanlardı. rahmetli koca yusuf’umuz başta, bütün pehlivanlarımız rakiplerini titretirdi. türk milletinin boyunun kısalması, güçten düşmesi, velhasıl formunu kaybetmesi ittihatçılarla başlar. bilhassa birinci dünya savaşı’nda çekilen açlıkla, un yerine süpürge koçanı ile yapılan ve hiçbir besleme kuvveti olmayan ekmekler ve gıdalarla başlamıştır.

    --- alıntı ---

    rumeli ve muhteşem istanbul, s. 24-26.
  • 1984 yapımı zeki ökten filmidir.
    sinematürk yazarı eylül fırtınası tarafından aşağıdaki gibi yorumlanmıştır.
    ""zeki ökten'in çaresizlik ve umutsuzluk içerisinde sıkışmış kalmış sıradan insanların dokunaklı hikayelerini kendine özgü sade ve etkili sinema diliyle anlattığı en güzel filmlerin birisidir pehlivan.
    askerin dönüşü,faize hücum,yoksul ve düttürü dünya filmleri de bu anlamda değerlendirilebilecek başarılı filmlerdir.
    öncelikle fehmi yaşar'ın son derece gerçekçi ve gözleme dayalı başarılı senaryosu filmin en önemli kozlarından birisi.trakya'da geçen çok az sayıda filmden birisi olan pehlivan'da yerel söyleyiş biçimleri,trakya insanına özgü söylemler ve dünya görüşünü yansıtan birbirinden güzel diyaloglar senaryoya ustaca yedirilmiş.fehmi yaşar trakya sözkonusu olunca şematik bir biçimde ''abe,beyav,hüsmen dayı'' klişelerine yaslanmayıp ciddi bir çalışma gerçekleştirmiş.ancak konu açısından çokta orijinal bir fikre dayandırılamamış.bilal pehlivan'ın oğluna bir bisiklet dahi alamayacak kadar acz içinde olması, hissettiği eziklik ve bu durumdan kurtuluşu yurt dışına işçi olarak gitmekte görmesi şüphesiz yılmaz güney'in ''baba'' filmini çağrıştırıyor.ve yine bu filmden birebir kopyası temel gürsu'nun ''nasıl isyan etmem'' filmini.tabi bu noktadan sonra pehlivan farklı mecralara kayarak diğerlerinden ayrılmaktadır.
    bilal'in kırkpınar'a giderken babasıyla vedalaştığı sahnede babası kenarda biriktirdiği üçbeş kuruşu ihtiyacı olur diye oğluna vermek ister.bu durum karşısında bilal birşey diyemez ve acı ile bakakalır babasına.o bakışta yarım saatlik bir sekansta anlatılamayacak kadar derin bir keder gizlidir.benzeri bir hüzünlü bakış faize hücum filminde turgut savaş'tan gelir.banker bürosuna gelip parasını kurtarmaya çalışan gözleri görmeyen bir bankerzedeye bakışında bilal'in bakışlarındaki acı gizlidir.
    filmde pehlivan'ın çıkar yol arayışlarının yanısıra ilçe halkının ata sporumuz güreşe karşı ''gavur icadı'' futbola ilgi göstermesi de yan bir tema olarak işlenmiş.kendi yitip giden değerlerimize sahip çıkamadığımız vurgulanmak istenmiş.ancak bu vurgu yüzeysel bir bakış açısı ve konu ile ilgili direkt mesaj vermeye yönelik sahnelerle yapılmaya çalışıldığı için pek etkili olamıyor.alamancı cevdet aracılığı ile de yurtdışında yaşayan işçilerimizin sorunlarına,artık oralarda da işlerin pek iyi gitmediğe de kenarından köşesinden şöyle bir değinilmiş.pehlivan'ın ilkel koşullarda çalışmaları akla rocky filmini getiriyor.eskiden hemen her trakya ilçesinde rastlayacabileceğiniz ve sanki hep ayni kişiymiş sanılan fötr şapkalı koku satan amca da filmle ilgili bir başka ilginç detay.
    kırkpınar öncesi deniz kenarında yapılan moral eğlencesi sekansı son derece ustalıkla çekilmiş.herkesin farklı beklentileri ve dünyası başarıyla yansıtılmış.bıyıklı dönem tabir edilen dönemdeki oyunculuğunu genelde donuk ve ruhsuz bulduğum tarık akan bu filmde mükemmel bir oyun sergilemiş.birçok sahnede bakışları ile güçlü bir oyuncu olduğunu kanıtlamış.yaman okay,yavuzer çetinkaya,meral orhonsay,tülu çizgen gibi deneyimli oyuncular da çok başarılı.bilal'in babası rolündeki vize'li amatör oyuncu ahmet kayışkesen için özellikle bir iki cümle etmek gerek.hayatında ilk defa kamera karşısına geçen ahmet amca'nın içtenlikli ve iç burkan oyunculuğu unutulacak gibi değil.ne yazık ki kendisi filmin çekiminden kısa bir süre sonra vefat etmiş.cazgır mestan rolündeki erol günaydın ise bana göre filmin en başarılı oyuncusu.tuluat geleneğinden beslenen muhteşem oyunculuğu ile mestan aga'yı oynamamış adeta yaşamış.erol günaydın gerçekten büyük usta.,
    pehlivan kimi küçük kusurlarına rağmen çok önemli ve değerli bir film.son dönemlerinde çinliler geliyor ve gülüm gibi filmleriyle hayal kırıklığı yaşatan rahmetli zeki ökten'in ise doruk noktalarından. "

    http://www.sinematurk.com/ dan alıntıdır.
  • tarık akan antremanlarda koşmaya başladı mı, davul da gümbürdemeye başlar. rocky'deki eye of the tiger'ın misyonu bu filmde davullara yüklenmiştir. gaza getirme müziği olarak davullar gümbürder.

    ama filmin sonu çok sağlamdır. bıçak gibi.
  • sait faik diyor ki:
    ----------
    bir pehlivanın pehlivan olup olmadığı nereden anlaşılır?

    birisi, yanınızda, ben pehlivanım diye övünse, şöyle iriyarı, gösterişli de biri olsa, "eh ! .. olabilir. neden olmasın?" dersiniz. ben de şimdiye kadar öyle derdim. ama şimdi yağma yok! derhal anlarım pehlivan olup olmadığını? öyle gösterişe falan aldırmam. bizim pehlivanları gazeteciler birliği'nde görseydiniz, gazetecileri de tanımasaydınız çok defa yanılabilirdiniz. bunlar hepsi tığ gibi delikanlılar. elbiselerinin içinde mütevazı , erkek, sakin, mahcup ve sevimli idiler. sözüm iriliklerine: evet, bu avrupa şampiyonları ne öyle iri, boylu boslu, ne göbekli, ne de gösterişli...

    gelelim pehlivanları ayırdetmek meselesine: söyleyeceğim inanmayacaksınız. ama ister inanın, ister inanmayın. ben, şimdiden sonra hiç aldanmadan pehlivanları kulaklarından tanırım. evet, kulaklarından ... bu kulaklar kafa kol kapmaktan , köprüye gelip gitmekten (unkapanı, karaköy köprüsü değil, pehlivan köprüsü) şekil değiştirmiştir. bazen bir pehlivanın bir kulağı, bazen her ikisi kırılmaktan, kan hücumundan tombullaşmıştır böyle birisini gördünüz mü hiç korkmayın, yalancı pehlivan değildir. yook öyle kulaklarına hiçbir şey olmamış birisi yanınızda kündeye getirilmekten söz açarsa yutmayın , halis dünya şampiyonu yalancı pehlivandır.
    ----------
    "avrupa şampiyonları neler anlatıyor?", 1946. açık hava oteli içinde.
  • 1984 yapımı başarılı bir film. (altın portakal en iyi aktör, kültür bakanlığı sinema başarı ödülü)
    yönetmen : zeki ökten
    oyuncular : tarık akan, meral orhonsay, erol günaydın, tuluğ çizgen.
    yurtdışına işçi olarak gitmek için sıra beklerken baba mesleği pehlivanlıkta şansını deneyen bir adamın hüzünlü öyküsü.
  • meral orhonsay hanimefendiden bu filmde resmen estrojen fiskirmakta. teninden sacina, goguslerinden dudaklarina ancak bu kadar feminen olunur. ustelik canlandirdigi kadin da karakter/mizac olarak her turk erkeginin istedigi ideal bir kadin. yemek yapar, cocuklara bakar, kocasina bakar, evine bakar, kendisine bakar, kavga etmez, kafa utulemez. cocukken izledigimde hayran kalmistim, seneler sonra tekrar izledim, busbutun meral orhonsay hayrani oldum.
  • (bkz: tarık akan)'ın oynadığı bilal karakterinin babasını muazzzam doğallıkta canlandıran vizeli ahmet kayışkesen'i (bkz: müşfik kenter)'in şahane seslendirdiği yerli filmdir.
  • ilkokuldaydım. seksenlerin sonuna doğru bir zaman. vhs kasetlerin renkli dünyasına bir çocuk olarak dalış yapıyorum. tabii komşunun evine random ziyaretler elverdiğince oluyor bu. komşu, aynı zamanda uzaktan akraba. ama bizden farklılar. daha bi alafranfa, daha bi batılı bi hayat. onlar da, biz de memleketin yeterince batısında yaşıyor olmamıza rağmen izafiyet teorisi icabı onlar bizden daha batılı. her neyse, videoları var özetle. bir gün, gündüz vakti yani, pehlivan filminin kasetini almışlar. biz de çocuklar olarak televizyona en uzak pozisyonda konumlanmış filmi dikizliyoruz. finalinde herkes bi burukluk yaşıyor. sonradan, yani büyüyüp de böyle şeyler yazmaya başladığımda anlıyorum ki aslında o an orada filmi izleyen yetişkinlerin tamamı aşağı yukarı ukdelerin toplamı olan kendi hayatını düşünüyor. peki o yaşta çocuğun bir filmin dramatik yönünü anlaması mümkün müdür? bana sorarsanız 7-8 yaşlarında bir çocuk dramatik yapısı belirgin olan bir hikayeyi gayet iyi kavrar. yani özünü anlar. benim de aklımda iz bırakmış bir vhs kaset eseridir pehlivan. yeşilçam'ın senaryo açısından gayretli ve deneyimli olduğu dönemin eseridir. şimdi de açsan izlenir, çünkü hikayesi uzun ömürlüdür. ha güreş falan kalmadı artık ama işte biraz eli yüzü düzgün bir dramatik mevzu olunca kolay ölmüyor hikayeler. vesselam.
hesabın var mı? giriş yap