• sadece "marketing" çok genel bir kavramdır.kendi içinde gruplara ayrılır.
    direct marketing.
    halka ilişkiler.
    reklam.
    telemarketing.
    ve son olarak da marka olursunuz.

    konuyu açıklamak için örnek verecek olursam şu örnek gayet güzel ;

    bir partide çok şahane bir kiz gördünüz diyelim.hemen yanina gidip :
    "harika sevişirim!" derseniz ; bu , doğrudan pazarlamadir (direct marketing)

    arkadaş grubunuzla partide takılırken , arkadaşlarınızdan biri kıza
    gidip sizi gösterip : "su çocuk var ya , harika sevişir." derse ; bu reklamdır

    partide şahane bir kız gördünüz. yanına gidip telefon numarasını
    aldınız.ertesi gün kızı arayıp dediniz ki : "merhaba , harika
    sevişirim." ; bu telemarketing'dir.

    partide şahane bir kız gördünüz.hemen kravatınızı düzeltip ona bir içki
    koyarsınız , ona kapıyı açarsınız , çantası düşerse hemen davranıp
    yakalar , kendisine verirsiniz.dolaşmayı teklif edersiniz ve dersiniz
    ki : "ha bu arada , harika sevişirim." ; bu halkla ilişkilerdir.

    partide şahane bir kiz gördünüz.kiz yanınıza geldi ve dedi ki :
    "duydum ki harika sevişiyormuşsun." bu artık marka olmaktır..
  • en parlak fikirlerin kimden çıkacağı tahmin edilemeyen alan.

    şöyle ki; yıllar önce cep telefonları yeni yayılmaya başladığında, herkeste ister istemez bir yandan özenti, bir yandan da çekinceler var. gidip de ben bir hat alayım, cep telefonu alayım diyen sayılı. sabit iş ve ev telefonları işi görüyor çünkü.

    cep telefonu bayilerinde ise hummalı bir satış çabası var. daha çok hat satan, daha çok prim alıyor turkcellden. derken ay sonu geliyor, sonuçlar inceleniyor ve görülüyor ki keçiören'de alalade bir şube, diğer şubelerden en az on kat daha fazla satış yapmış. turkcell hemen şubeye danışmanlarını gönderiyor, şubenin sahibiyle görüşüyor, adam satışları 20 yaşında bir elemanının yaptığını söylüyor. elemanı çağırıyor danışmanlar, işin içinde bir iş olduğundan emin, bir açıklama bekliyorlar.

    elemanın satış sırrı; hat numarasının başından "0 532" kısmını çıkarıp, ankara'daki aynı sabit hat numarasına ulaşarak, "ev telefonu numaranızın aynısını, cep telefonu numarası olarak vereceğiz, kaçırmayın fırsatı, başkası numaranızı almadan gelin alın." diyerek ikna etmesiymiş.
  • bunun bir de telefondan olan çeşidi vardır ki adamı delirtir bazen.

    beklemediğiniz bir anda çok alakasız bir ürünü neden almak istemediğinize dair açıklama yapma zorunluluğu doğurur.

    seinfeld'te bulunla ilgili çok güzel bir dialog vardı. eğer size ısrarla bir şey satmak isteyen olursa uygulayabilirsiniz.

    telefon çalar, jerry açar.

    -alo
    +merhaba bilmemne şirketinden arıyorum bilmemne satıyorum.
    -ilgilenmiyorum
    +neden ilgilenmiyorsunuz.
    -bana ev telefonunuzu verirseniz sizi arayıp söylerim
    +üzgünüm bunu yapamıyoruz.
    -neden tanımadığınız insanların sizi evinizden arayıp rahatsız etmesini istemiyor musunuz?
  • "pazarlamanın amacı, satış yapmayı gereksiz hale getirmektir."

    peter drucker
  • (bkz: yiğit özgür / karikatür)
  • aklı başında, iyi ile kötüyü birbirinden ayırabilen insanların henüz kesinleşmemiş kararlarını yönlendirme veya kesinleşmiş kararları hatalı gibi gösterip değiştirme sanatı.

    ürünün kendisinin hedef müşteri kitlesinin beğeneceği şekilde tasarlanmasından tutun da, hedef kitlenin ürüne göre seçilmesi veya şekillendirilmesine, normalde son derece tırt görünen bir ürünün etrafını sarmalayan ortamın ürünü muhteşem gösterebilmesini sağlamaya kadar giden metodlar içeren nitelikli dolandırıcılık.

    ürün para ile satılan bir "şey" olmak zorunda değil. bir insan veya bir fikir de ürün olarak değerlendirilebiliyor.

    kişilerden bağımsız olarak, bilindik örnek olsun diye, örneğin hüseyin çelik, komünizm veya aids pazarlanabilir kavramlardır.

    pazarlamacılar çeşitli duyu ve duyguların insanda nasıl etkiler bıraktığını daha iyi anlamak için deneme yanılma yoluyla başladıkları işi fmri, eeg gibi ileri sinir sistemi tarama tekniklerine kadar götürdüler.

    size saç boyası satmak için beyaz saçlardan korkmanızı sağladılar, araba satmak için dünyanın dört bir tarafından meyve, kumaş ve deri kokularını salgılayan aerosol kutularını showroom'daki arabaların içine koydular, recep tayyip erdoğan'a oy vermeniz için akp afişlerini beyaz ve sarı renklerde yaptılar, yüzünü yukarılara doğru baktırdılar, beden dili eğitimleri aldılar.

    hey şey pazarlanabilir. pazarlamak. pazar.

    pazar sensin. her şey de sana giriyor.

    bunlardan korunmanın adblock kadar kolay bir yolu var: mecbur kalmadıkça boktan şeylerini alma, o zaman analarını da alıp giderler.
  • "biz fabrikalarımızda ruj üretir, mağazalarımızda umut satarız" kimin söylediğini hatırlamıyorum ama bu cümleyle pazarlamanın en temel anlamı yapılabilir
  • ... bu noktada sergio zyman'a kulak vermek gerekir:
    "geleneksel pazarlama can cekismiyor, coktan oldu."

    pazarlama, bir imaj yaratmak ya da oduller kazanan reklamlara sahip olmak degildir. pazarlama, bir seyler satmakla ilgilidir. yani, bir satis yapma bilimidir.
    artik musteri odakli* stratejiler uygulamanin zamani gelmistir de geciyordur bile. "ben urettigimi satarim kardesim, pazar genis" fikri merhum olmus, kitlesel pazarlamanin mezarinin ustune "hmmm bu insanlarin neye ihtiyaci var, neler istiyorlar, uretimimizi bu yonde yapmaliyiz" cagi dogmustur.
    belki zaman gelecek, bu sistem de cokecektir. ne de olsa hayattir, her sey mumkundur.
    biz buyuduk ve kirlendi dunya.
  • 4 kilit olgu uzerine insa edilen bir aktivitedir; urun , fiyat , yer ve promosyon cabalari*. isletmecilik jargonu yaratmaya cok merakli amerikalilar, p harfi ile basladiklarindan bunlara "4 p's of marketing" ismini vermislerdir.
  • her duyduğumda aklıma şu iğrenç anıyı getiren sözcük.

    vakti zamanında bir bankada çalışıyordum. genel müdür değişikliği yapılmış ve pazarlamadan başka sözcük, kargadan başka kuş tanımayan birisi bu göreve getirilmişti. "herkes, her ürünü satacak" temalı konuşmalar yapan bu amcanın pazarlama/marketing/müşteri ilişkileri yönetimi içerikli cümlelerinden fenalık gelmekteydi.

    her zamanki gibi mesaiye kalındığı bir gece, genel müdür gelmiş, pazarlama birimine yeni atanacak yöneticinin kim olacağı konusunda diğer müdürle ayak üstü konuşmaya başlamıştı. bu görev için önerilen otuzlu yaşlarının ortalarında ve yıllar önce boşanmış bir hatun için "evli mi" diye sorduktan sonra,
    "o daha kendisini pazarlayamamış, bankanın ürünlerini nasıl pazarlayacak"
    diyerek bu konuşmaya şahit olan herkesi şok etmiş ve insanların içinden en hafifinden "yuh ayı" demesini sağlamıştı.

    bizimkiler dizisi seyreden bir kuşaktan olduğum için daha önceleri duyduğumda sadece "halil pazarlama"yı hatırlatan bu sözcükten, işletme okuduğum yıllarda bile tiksinmemeyi başarmışken bankacılık serüvenim boyunca nefret etmemi sağlayacak daha pek çok anım oldu, ama sanırım bu en iğrençleriydi.
hesabın var mı? giriş yap