• sözcük arapça "bâdincân"dan gelmiş, o da farsça "bâdingân"dan gelmiş, o da hintçe "brincâl" ya da sanskrit "vatin-canah" gibi bir sözcükten gelmiş. biz bu sözcüğü "patlıcan" diye aldığımız gibi, bir görüşe göre katalanlar da "alberginera" diye almışlar, oradan batı dillerindeki "aubergine" sözcüğü gelmiş... (bkz: melanzani)

    buna karşılık 19. yüzyıl fransız sözlükçüsü littré'ye göre batı dillerindeki "aubergine" sözcüğü "auberge"in küçüğüdür ve "auberge" bir şeftali türü olan "alberge"in türevidir. her ne olursa olsun bu "alberge" aslında ispanyolca "alberchigo"dan geliyormuş ki anlamı 1623'te ingilizcede "apricocke" diye kaydedilmiş. demin patlıcana şeftaliden nasıl geçildiğini anlamadığım gibi, şimdi de şeftaliden kayısıya nasıl geçildiğini anlayamadım. şunu anladım ki kökenbilimde meyva sebze adları alengir ve entrika yumağı. (bkz: #8808237)

    nitekim eski ingilizcede kayısı anlamına gelen deminki "apricocke" arapça "al-barkuk" gibi bir sözcüğe dayanıyor ama onun anlamı "kayısı" da değil, "patlıcan" da değil, "şeftali" de değil: "kuru erik". ya hurma? arapça "al-barkuk" ise bizans yunancasındaki "berikokkia" ya da "praikokion"dan geliyor, o da yunancaya geçmiş nadir latince sözcüklerden "praecox"tan geliyormuş ki anlamı "erken olgunlaşan", "erken pişmiş". (bkz: precocious)

    ne de olsa eskilere göre meyvanın olgunlaşması bir tür pişme... örneğin armut. (bkz: armut piş ağzıma düş)
  • osmanlı zamanında tütün yasaklanınca en gözde sebze oluvermiş birden patlıcan. içerdiği nikotin sayesinde nice harman kalmış zavallıya derman olmuş bu güzide bitki. e haliyle hünkar da beğenmiş imam da bayılmış. boşuna değil tabi.
  • sülalemin anne tarafının bu sebzeyle tanışma öyküsü biraz buruk biraz eğlencelidir.

    hiç şansınız yok, anlatacağım...

    dedem sivas'ta köy öğretmeniymiş. en büyük oğlu olan büyük dayım da köy enstitüsünde okuyor. yazın da çoluk çocuk tarlada çalışıyorlar.

    mesai şu şekilde: sabahtan tarlaya gidiliyor. çalışılıyor. öğlene yengem bulgur pilavı pişiriyor (her gün). köyün çobanını da çağırıp beraber yiyorlar. yine çalışılıyor. akşam olunca da toplanıp eve dönülüyor.

    sivas özellikle kışları çok soğuk geçen bir memleket. tarım teknolojisi, seracılık falan da gelişmiş olmadığından genellikle patates, havuç, turp gibi kök sebzelerle pancar falan tüketiliyor. bostan sebzeleri pek bilinmiyor o zamanlar.

    neyse, bizimkilerin çalıştığı tarlanın kenarındaki yoldan sebze kamyonları geçiyor batıdan doğuya doğru. bir gün bu kamyonlardan birinden bir tane patlıcan düşüyor. bizimkiler gidip bakıyorlar bu neymiş diye. en eğitimlileri olan büyük dayım olayı ele alıyor: "ben biliyorum. balcan derler buna. yemeği yapılır." alıp hanımına veriyor "balcan"ı, yengem de tüm kabuklarını soyup pişirerek o günkü bulgur pilavının içine katıyor.

    yine çobanı da çağırıp oturuyorlar sofraya öğlen olunca.

    akşama çoban köy kahvesinde anlatıyor: "öğlen hocanın gelini bir etli pilav yaptı ki, parmaklarımızı yedik!"
  • geçen yine makarnayla yiyip kendimi kaybettiğim şey.

    rondoya bir adet köz patlıcan, bir adet köz kapya biber, yarım domates, biraz salça, sarımsak ve tuz.
    makarnanın üzerine önce bu, sonra biraz parmesan rendesi.

    allah'ım sana geliyorum. (tencereye gitti.)
  • türkiye'nin üretiminde dünyada 4. olduğu sebze, 1 numara tabii ki çin. dünyanın batısında pek tüketilmez; ingilizlerin anlayamadığım bir tutkusu vardır lakin patlıcana karşı. ayrıca sigarayı bırakanların patlıcana saldırmaları da pek bir anlamsızdır çünkü 1 sigaradaki nikotin miktarını patlıcandan karşılamak isterseniz 9 kiloya yakın patlıcan yemeniz gerekir. daha başka bir hurafe de patlıcanın besin değerinin olmadığıdır. folik asit ve potasyum bakımından oldukça zengin olan patlıcan zannımca haftada 2-3 kere yenmelidir. sera patlıcanı 31 olsa çekilmediği için yaz boyunca bol bol patlıcan tüketilmedilir. kayış da koptu zaten entry'nin sonlarına doğru, hadi afiyet olsunggg.
  • anadolu mutfağında en fazla kullanılan sebzedir fakat bu nankör sebze buna yangınlarla karşılık vermiştir. öyle ki , çoğunluğu ahşap konaklardan oluşan istanbul’da patlıcan mevsimi gelince patlıcan kızartma yapılırken yangınların ardı arkası kesilmez olmuş; her gün şehrin farklı bir çok köşesini yok eden yangınlardan dolayı , patlıcanın şehre girişinin padişah fermanıyla yasaklandığı dahi olmuş. hatta usüle göre bir yangın bir geceden fazla sürerse padişahın yangın bölgesine lütfetmesi lüzüm gelirmiş. tahminime göre yazın zırt pırt yataktan kalkmak istemeyen padişah yasaklayıvermiş gitmiş..

    gaziantep'te ise patlıcan mevsimi geldiğinde delilerin çoğaldığı söylenir. yine antep'te "evlat bir su ver,patlıcansız olsun"şeklinde bir deyim vardır.

    işin yemek kısmına geldiğimizde bire-üç yağ çeken bu sebzenin pek fazla yemeklerde kullanılmaması kanaatindeyim. illa kullanıcam diyorsanız patlıcan için ayrı bir fritöz bulundurun. tavada kızgın yağda kızartmakla olmuyor bu işler. biraz daha ileriye gidersek çelik tenceredeki bol yağda dahi kızarttığımda patlıcanımızın gereğinden fazla yağ çektiğini tecrübe ettim.
  • eline aldın mı götüne sokasın gelirse onu poşete at diyerek bana iyisinin nasıl seçildiğini öğreten amcanın bahsettiği sebzedir.
  • "fan" sahibi benim duyduğum bildiğim tek sebze. daha kimseden "abi fasulyeye ölürüm" "kabaksız yaşayamam" "offf patatesi çiğ bile yerim" diye bişey duymadım ama kimden "her yemeğini yerim hoca ben bunun" gibi bişi duysam patlıcandan bahsediyorlardı, ki ben de onlardan biriyim.

    nikotin içeriyormuş, sanırım bundan seviyoruz milletçek. gerçi ben sigaranın kokusuna bile gelemeyen bir insanım ama kokusuz ve azcık alınca hoşuma gidiyor demek ki.

    şimdi efendim, eğer patlıcansever bir kişilikseniz, acilen ama acilen doğu akdeniz yöresinden arkadaşlar edinin. mersin, adana, hatta akdeniz'i geçin mümkünse antep... (antep çok önemli) sonra da o arkadaşlarınızdan "dolmalık patlıcan" tabir edilen patlıcanlardan isteyin. hani buralarda kurusunu bulabiliyoruz ya sadece, minik minik oluyolar. işte onların tazesini isteyeceksiniz. yazın isteyeceksiniz tabi, ama eğer sonbahara doğru isterseniz çok deli ucuza alınabilir. atıyorum burda 1 lira olacaksa kilosu siz 50 kuruşa filan alabilirsiniz. (bu arada geçen bizim orda manavdan alayım dedim, kilosu 7 lira mıydı 8 mi... oh my god...)

    o patlıcanı yiyince gözünüz dönecek, başka bir şey düşünemeyeceksiniz. çünkü efendim, siz de göreceksiniz ki kemer patlıcan öyle lezzet saçan bişey değil. bostan patlıcanına da basıyolar hormonu, ne yediğinizi anlamıyosunuz. zaten aldığınızın yarısı çekirdeğiyle gidiyo. ıyy kara kara... ne fena.

    alın o küçümen patlıcanları, oyun bi güzel. mis gibi adana dolması yapıverin.

    içinden çıkanı da ister tuzlayıp öyle yiyin, isterseniz soğanla kavurup tercihe göre eser halde salça ve/veya karabiber ekleyip patlıcanlı börek yapın.

    yok illa kemer patlıcan alıp karnıyarık yapayım diyosanız dikkat edin, patlıcanlar öyle kocaman olmasın. bölmeye gerek kalmadan tencereye sığsın mümkünse. bi de fazla kızartmayın, her şeyin bi kıvamı var.

    imambayıldı soğansız da yapılabilir, başkavurması olur adı. ki bence zaten soğansız olmalı.

    kızartmasına domatesli sarımsaklı sos yaparsınız, şakşuka olur.

    közlemesini yoğurtla karıştırır üstüne et koyarsınız, yoğurtlama olur, antakya işi. biraz daha geliştirip ali nazik'e çevirebilirsiniz

    yine közler içine domates biber doğrarsınız, limon tuz zeytinyağı, hatta ben turşu da doğradım fena olmadı, biraz maydonoz isterseniz, oldu mu sana fantastiko bir babagannuş

    allam nası unuttum, güveç tabi ya, toprak güveçte kısık ateşte pişen etli patlıcan, offf, gerçeküstü bişeydir o ya. 1 numara dolma ise iki kesinlikle budur. buna da soğan koymuyoruz. yanında da bakır tencerede pişmiş pirinç pilavı... allah'ım sana geliyorum...

    bi de, tek bi kere çiçek pasajı'nda yedim, adını da bilmiyorum ama şa-ha-ne bişi yapmışlardı kemer patlıcanla; böyle bi toprak tuğlada geliyo, tek parça, kabuksuz ama kararmamış bembeyaz, içinde kaşarlı sarımsaklı bişeyler... deli bişeydi.

    bunların hiçbiriyle uğraşamam, anne yemeği bunlar diyorsanız size kesinlikle hak veririm.
    o zaman şöyle yapalım, tencereye biraz yağ, üstüne alalanmış küp doğranmış patlıcan, üstüne soyulmuş doğranmış domates, üstüne biraz yeşil biber, yemeğin miktarına göre azcık sarımsak, tuz karabiber. kesssinlikle su eklemeyelim, pişsin o. isterseniz yağ koyarken salça da karıştırın, renk verir, lezzet katar.

    patlıcanın en taze en güzel olduğu haftasonuna not ediyorum, adana'ya gidip "patlıcan haftasonu" yapıcam kendime. şöyle söyleyeyim, ailesiyle arası iyi olmayan biri olsaydım bile annemin o dolması için yine de herkesten daha çok sevebilirdim onu. öyle bişey bu benim için. canım annem.
  • "...filvâki güzel sebzedir. misafir ağırlar. biraz hazmı batîdir ama doyurur, bıktırmaz.

    her şeye karışır, türlüye girer, dolma olur, şişe dizilir. ezim ezim ezilir. imambayıldı suretinde görünür. fakat tavası dehşetlidir. ...

    ne de kolay yemektir. biraz çalı çırpı yonga, bakkaldan yüz dirhem yağ, sütçüden bir kâse yoğurt alındı mı misk!

    evde bir meşguliyet peydâ olur. iki diş sarmısağa havan işlemeye başlar. delikli kap sahanlıktan iner. birer birer alaca biçim kesilip dilim dilim doğranır. zehiri çıksın diye tuzlanır, bir kenara çekilir.

    odunun kurusu, ortaya, yanına mevâdd-ı müştaile yerleştirilir. gelsin yelpaze, kürek puf puf. alev aldı mı tava üstüre boca zeytinyağı, 'oh' ne cızırtı. yağ fıkırdar. daha yanmadı. çıtırdar, biraz daha hışırdar. ha ha ha...."

    .

    ahmet rasim üstadımızın tadına doyulmaz türkçesi. nuri akbayar'ın çevriyazısı ile 94 numaralı şehir mektubu'ndan.
  • 25 yaşıma kadar ağzıma koymadığım sebze. fakat son bir yıldır ben patlıcan müptelası oldum. patlıcansız geçen günlerim ne kadar boş ve anlamsızmış meğer. kızartması, musakkası, karnıyarığı hepsi ayrı güzel. seni çok seviyorum patlıcan. iyi ki varsın.
hesabın var mı? giriş yap