• mutluluk kaynağı.

    ancak mutsuzluk getirdiği anlar da olabilir. çikolatalı beklerken meyveli pasta sunulması veya evde pasta yapmayı deneyip istediğiniz gibi olmaması.

    pastadan bir ısırık sonrası edit: vazgeçtim lan. bununla ilgili hiç bir durum mutsuzluk kaynağı falan olamaz. mmm...
  • izlediğim tüm k- dramalar arasında top tene rahat rahat girecek dizi. yirmi bölümü, üç günde acayip eğlenerek bir o kadar da acıkarak bitirdim. zaten coffee prince'de gong yoo'ya karşı hep lee seon gyun'u tutmuşumdur o yüzden ajussimi dizinin baş rolünde görmemle çarpılmam bir oldu. o nasıl karizmadır, o nasıl sestir ey buda..

    --- spoiler ---
    yee şepp
    --- spoiler ---

    okulu bırakıp aşçı mı olsam acep..
  • coffee prince'te seksi ses tonu ve şahane kahkahasıyla içimizin yağlarını eriten lee seon gyun'un şef karakteriyle tanışmak için bile izlenesi kore dizisi. mimikleri, vücut dili, ses tonu*, avazı çıktığı kadar bağırmaları, çubuklarını kıskaç gibi kullanması, diğer şefler işlerini doğru yaparken sevgiyle onları izlemesiyle kısacası kabuğu sert içi yumuşacık haliyle şef karakteri şahane gerçekten. sevimli bir aşk hikayesi var, üstelik burda yan karakterler esas çifte cehennem azabı çektirmiyor, entrikalar çevirip, ayırmaya çalışmıyorlar. makarna yapımıyla ilgili öğrenilen püf noktalar da cabası. kesinlikle çok eğlenceli bir 20 bölüm vaadediyor. özellikle my name is kim sam soon yada coffee prince sevdiyseniz beğeneceğiniz bir drama. koreliler cafe, restaurant gibi ortamlarda geçen dizilerin altından çok güzel kalktıklarını bir kez daha kanıtlıyor.
    bir de çok acıktırıyor doğal olarak, hele diyet yapılıyorsa o sıralarda. şefin deyimiyle "fare boku" kadar porsiyonları bir solukta yutasım geldi valla.
    son olarak şefin ve bizim favori sözümüzle bitirelim: yeee şeppp.
  • misafirliğe giderken alınan, evsahibi kendi ikramlarının yanında çıkarmaya gerek görmediyse akılda fena halde kalan tatlı mı tatlı yumuşak mı yumuşak yiyecek.
  • çok çok sevimli kore dizilerinden biridir. sevimlilikte coffee prince ile yarışır, o kadar.

    şef. sen nasıl bişeysin? "yan gülmek" kavramımı yeniden şekillendirdin, o nasıl bir gülüştür, nasıl bir sempatiklik abidesidir, nasıl bir görsel şölendir? hayranlıkla izledim her sahneni. coffee prince'te de "haa" diyerek gülmene bayılmıştım zaten lakin orada "gong yoo" realitesi olduğundan ötürü ilgimi sana yoğunlaştıramamıştım. :)

    bir de eun-soo var bu dizide. insan ağlarken nasıl bu kadar şeker olabilir diye düşündüm. kardeşim gibi sevdim kendisini, çok sempatikti bu eleman da. :)

    my girlfriend is a gumiho dizisinde tipine ölüp bittiğim park dong joo (no min woo) bu dizide italyan ekibinden acayip feminen bir karakter olduğu için çok itici geldi. olmadı no min woo. cıx.

    velhasıl izleyin efenim.
  • pasta benim gözümde basit bir yiyecek değildir. hazır pandispanya alıp, arasına krem şanti ve üzerine hazır çikolata sosu dökülüp yendiğinde, buna "harika bir pasta" diyebilen insanlar beni korkuyor sözlük.
  • "ekmek bulamazlarsa pasta yesinler" ozlu sozunde ba$rol oynayan $ekerli mamul..
  • çok güzel bi dizi bu,
    ve yemek pişirmeyi seven, restoran türünden bir yerler açma hayalleri taşıyana, daha da cazip gelecektir zira dizimizin mekanı bir restoran...hoş fazla birinci sınıf...
    fazlasıyla gerçekçi ve leziz...her bölümden(abartmayayım 2-3 bölümden) sonra kendimi mutfakta buluyorum...servis tabağı dediğin beyaz olacak dediğimde kimse bu takıntıma anlam verememişti ama işte evet bu dizi benimle ayni fikirde!...neyse...
    çok strese sokan bir başrol oyuncusu olmasına rağmen izleyebildim, ki bağırış çağırışın olduğu ortamlardan tabanları yağlayarak kaçangillerdenim ama burda bağırıp çağıran amcaya tahammül edilebiliniyor, zira kendisi iyi manevra yapıyor birden olayın rengi değişiveriyor...ya da kendisine aşık olan esas kızımız yüzünden tölerans değerlerinde sapmalar oluyor...bir de izledikten sonra her hitaba "yee şepp" der hale geliyor insan...aşk meşk sosyolojik çıkarımlar, psikopat ruhlar kore'nin her daim gizlenmeye bastırılmaya çalışılan hırçınlığı, batı'nın (burda da mı(!)) yarattığı kompleks, saygı kavramı bir sürü şey...
    bu ne biçim bi yazı olduysa da, bu yazıdan daha şirin güzel aksi şeyler içermekte, güzel dizi izleyin derim...
  • 2010 yapımı, 20 bölümlük güney kore dizisi.

    en baştan söyleyeyim; cinsiyet ayrımının had safhada olduğu, buna dayalı sinir bozucu bir ana karaktere sahip bu dizi. ama kendi yarattığı karakter çerçevesinde ortaya attığı sorulara (başarı, erkeğin toplum tarafından aşırı beslenen egosu, mutfakta kadın ile erkek arasında yaşanan şef savaşları/rekabet) yine kendi cevap veriyor. cevaplar tatmin edici değil ('ben böyleyim'e çıkıyor bütün cevaplar); ama ortaya çıkan iş buna rağmen iyi bir seyirlik.

    seo yoo kyung (kong hyo jin), la sfera adlı italyan restoranında 3 yıldır aşçı yamaklığı yapmaktadır. tam bu süre dolup şef onu pasta (makarna) asistanı olarak ocak başına aldığı gün şef kovulur ve yerine başka biri getirilir. yeni şef, choi hyun wook (lee seon gyun) uzun yıllar italya'da eğitim görmüş/çalışmış ve la sfera'dan aldığı teklifle kore'ye geri dönmüştür. ancak zamanında italya'da eski sevgilisi oh seo yeong (lee honey) bir yarışmada hile yaptığı için, mutfakta kadınların varlığına tahammülü yoktur, ayrıca erkeklere de tahammül sınırlarını zorlayacak şekilde sert davranmaktadır. bunların yanında bir de la sfera'nın gediklisi, you kyung'un hayranı, seo yeong'un arkadaşı, ve la sfera'nın gölge yöneticisi kim san (alex) var ki dizinin sevgisine karşılık bulamayan efendi gencini canlandırıyor. bütün olay hyun wook'un ilk üç gün içinde tüm kadın aşçıları kovmasıyla başlıyor ve dizinin kalanı azim, aşk, huysuzluk, ego savaşları olarak devam ediyor.

    ---bir de spoiler---

    dizi başladığı yaya geçidinde son buluyor.

    bir de mor kadife pantolona dikkat! gözleriniz bozulabilir. ama behlül'ün kırmızı pantolon saldırısından sağ kurtulanlar bunu da atlatacaktır eminim.

    ---spoiler sonu---

    dae jang geum'u beğenen bunu da beğenir diyorum ben. yine ortalıkta yemek yapma yöntemleri , çeşit çeşit makarna tarifleri, aşçılık hikayeleri dolaşıyor.

    bir de bu dizide lee seon gyun'un sesi bende jack bauer etkisi yaptı. 24'ü izlerken sutherland ne zaman "drop your weapon" dese elimde ne varsa yere atıveriyordum bir ara. işte burda da lee ne zaman hönkürse ben de dizidekilerle beraber "yes, chef" diyecek kıvama geldim (3 günde 20 saat dizi izlemek sağlığa sakıncalıdır).

    evet dizimizin anahtar sözcükleri "yes, chef" (yee, chepp): bu kelimeleri esas kızımız yoo kyung'un ağzından çok çeşitli tonlamalarda duyacaksınız (izlerseniz tabi). kızgın, hüzünlü, utangaç, sevinçli, umutsuz... vs. bu kelimelerin sadece verilen emrin yerine getirileceğini göstermekle sınırlı değil; aynı zamanda bir iletiim yöntemine işaret etmekteler.

    şimdiden iyi seyirler.
  • besin maddesi olanı yaşama sebeplerimden biridir. çikolatalısı olsun, mozaiki (ev tipi değil piramit diye bilinen nadir bulunanı) olsun , benim olsun.

    kdrama olanı ise gayet eğlenceli bir dizidir.

    spoiler falan işte yormayın beni. öyle alengirli bir dizi değil zaten. bu dizi sayesinde uzakdoğulu milletin neden böyle incecik olduğunu çözdüm. dev tabakta bir çatal dolamalık makarna yiyorlar. benim önüme öyle birşey gelse bunu yemekten önce mi yiyoruz sonra mı diye sorarım.

    romantizmi baya baya az bir romantik komediydi, pasta. böylesi işime geldi açıkçası. çünkü mutfaktaki tempoyu daha çok sevdim.

    karakterlere el atacak olursam;
    coffee prince'in afakanlar geçirten kararsız kuzeni lee seon gyun, sen neymişsin be abicim. şepp choi hyun wook karakterine bayıldım. cezalarına, bağırmalarına hatta biri bana yapsa dümdüz kalaylayacağım o fiskelerine bile kızmadım. az bile yaptı. o mutfak o güne kadar nasıl gelmiş zaten hayret. kore ekibine de çok pis gıcık oldum. fesat, içten pazarlıklı, satışçı hergeleler. anladıkları dil oymuş demek ki şepp böyle böyle adam etti hepsini. mutfak hakimiyetini, cesaretini ama en çok da objektifliğini takdir ettim. duygusal konularda ise olgunluğuna hayran oldum desem yeridir. genç bir kızın kendisine olan ilgisini hiç kullanmadı. şepp olarak terör estirse de duygusal bakımdan takdir edilesi örnek gösterilesi bir davranış sergiledi.

    greatest love'ın talihsiz ae jung'ı gong hyo jin, yine bir talihsiz olan seo yoo kyung rolünde daha iyi geldi bana. duygularını saklamamasının ve iş konusunda asla pes etmemesinin de etkisi var. ayrıca öyle bir babaya ve dolayısıyla eksik özgüvene rağmen gösterdiği azim takdirlikti.

    seo yoo kyung'un babası ve kardeşi, o tembellikle bir halt olmaz o çocuktan. babası da fenaydı baya, ne ezikledi kızı. neyse dişine göre bir damat buldu en azından.

    oh se-young hırsının kurbanı olmuş çok gerçekçi bir karakterdi. üç tatlı makarnasını denemek isterdim.

    kore ekibi; tam sopalıktı bunlar. hele o sos şefi yok mu, adam sanmıştım başta. aklı başında, dingin, ortama hakim biri diyordum ki satışçının önde gideni çıktı. kendi ekibine karşı yaklaşımı makuldü. fakat başta seo yoo kyung olmak üzere bir çok konuda yanar döner davrandı. diğerleri zaten koyun sürüsü nereye çeksen gidiyordu. yine bu kore ekibine dahil edilebilecek olan baştan kovulan hatunlara da ayar oldum ben. böyle cırlak karakterleri sevmiyorum. ben de olsam kovardım dahası bir daha geri de almazdım.

    italya ekibi; bu arkadaşlar tam yemelik. karizmatik sıpalar. tabi daha önce şepp wook'la çalıştıkları için şerbetliler ama yine de kore ekibi adam gibi davransaydı ilk el uzatan bunlar olacaktı zaten. gumiho'nun mucize fondötenli abisi no min-woo'ya (philip) bu saç çok yakışmış. müdürün tatlı kaçık ablasıyla alır yürürler diye bekledim ama arkadaş karizmasından ödün vermedi. içlerinden en çok lee ji-hoon'a bayıldım. dalgalı saçlarına kurban, çok sevimli ve patavatsız.

    müdür kim san, aslında üç yıl sessizliğini koruyan bu adama sinir olmam lazımdı. çünkü yeni nesil kore dramaları sayesinde aşkını içinde saklayıp itiraf edemeden acısından geberen karakterlere tahammülüm kalmadı artık. bizi sürekli atak karakterlere alıştırdılar. fakat öncelikle dizinin başlangıç noktası o üç yılın sonuna denk geldiği için o kısımları görmediğimizden, sonracıma karakterin sempatikliğinden kendisine kızmak mümkün olmadı. hatta seo yoo kyung'a duygularını açtıktan sonra bile her zaman desteğini sunmasını, kesin cevap alana kadar pes etmemesini ve aldığı cevabı da olgunlukla karşılamasını çok sevdim. en çok da şepp'le rahat rahat konuşmalarını. hele de şepp'in istisnasız her seferinde müdür diye seslenip sonradan bey diye eklemesine çok güldüm.

    abla kim kang, insanın böyle bir ablası olsa hayat ne eğlenceli olurdu. kendiyle yüzleşebilen, kardeşinin mutluluğu sözkonusu olunca kimseyi küçümsemeden değerlendiren ve hayatı içinden geldiği gibi yaşayan bu ablayı sevdim ben.

    eski müdür yeni çömez sul joon-suk, beter olsun uyuz şey. klişe karikatür karakterlerden, o yüzden ortalığı karıştırmaktan başka bi işe yaramadı pek. finalde biraz olsun akıllanmış gibiydi ama boş bir karakter yine de.

    son çömez jung eun-soo, anime bu yaa peluş oyuncak hatta. o nasıl ağlamaktır yarabbim. çok çok çok tatlıydı.

    final bir genel sorun olarak çok birşey vaadetmiyordu yine sıradan bir bölüm havasında bitti gitti. sonuçta tempolu mutfak sahneleri, benim açımdan deniz ürününün makul kullanıldığı ya da hiç kullanılmadığı makarnaların iştah açıcılığı, bazı karakterlerin geçmişleriyle hesaplaşıp bazılarının önyargılarından kurtulmasıyla hayatı daha kolay hale getirmeleri keyifliydi. bir de hayatımda gördüğüm en gerçekçi denize düşme sahnesi bu dizideydi. yani görüldüğü şekilde herhangi bir hile kullanılmadan aynen denize atarak çekmiş olmalılar o sahneyi. öyle çıkışta yağmurda kalmış köpek yavrusu gibi göstermelik titrenilen diziler gibi değil. o nasıl kitlenip kalmak ve sonrasında haykırarak koşmaktır. kahkahalarla gülerek alkışladım şepp'i.
hesabın var mı? giriş yap