• cüce romanını fellik fellik aradığım halde bulamadığım yazar.

    yahu madem bu kadar iyi bassanıza ulan şu kitabı. saçma sapan debbie macomber kitapları heryerde. korsanı, e kitabı, yeni basımı.. emekli sahaflara sorduğumda şöyle bi iç geçirip ah ediyorlar. madem için gidiyor bulsana amcacım. * *

    edit: gittik yine nadir kitaptan paşa paşa aldık.
  • hakkında şöyle güzel bir yazıyla karşılaştığım yazar

    http://okudumyazdim.net/par-lagerkvist/
  • cüce adlı neffis bi romanı vardır amma tükenmiştir, aşağılık duygusu, kin, nefret üçgeninde zavallılığa yazılmış bi kreşendodur
  • par lagerkvist, bundan aylar önce bir sahafın tozlu raflarında denk düştüğüm ve epeyce eskimiş cildiyle aslında gözden kaçabilecek bir nobel yayınları baskısıyla çıkmıştı karşıma. bende de garip bir huy vardır. bir kitabı almak için de okumak için de garip bir “evet, o zaman bu zaman” hissiyatı beklerim kendimde. göz attığımda kitap ilgimi çekmişti çekmesine ama nedense yerine geri bırakmıştım o ara. yine de sahaftan lagerkvist olmadan çıkmak içime sinmemiş olacak ki geri dönüp aldım kitabı.

    üzerinden aylar geçtikten sonra elim tekrar uzandı kitaba. kitabın barabbas ve cüce olmak üzere iki ayrı romanın bir arada sunulmuş hali olması, çevirinin melih cevdet anday ve yaşar anday'ın kalemlerinden çıkmış olması şanslı olduğum noktalardı. neden özellikle bu zamanı seçmiştim okumak için, bilmiyorum fakat içimden bir ses “o zaman bu zaman” deyivermişti işte. kitabı kurcalamaya başladığımda andre gide'in ufak bir yazısıyla karşılaştım. gide, “şaşılacak şeydir, (tanrının işine bakın demiyorum) o sırada bu kitabı okumaya girişmemi kolaylaştıracak bir hazırlıktan geçmiş durumdaydım çünkü bütün bir ayımı l'histoire des origines du christianisme'i incelemekle geçirmiştim” diyor. ben de tanrının işine bakın demiyorum, son birkaç günümü russell'ın ortaçağ felsefe tarihi'ni okumakla geçiriyordum. :') neyse böyle tatlı tesadüfler hoş tabii.

    par lagerkvist, adından da anlaşılacağı üzere isveç dolaylarından bir amcamız ve eserlerinde dini motiflerden bol bol yararlandığı gibi 1951 yılında da nobel ödülüne layık görülüyor. ben elimdeki kitap vesilesiyle barabbas ve cüce romanlarını okuma fırsatına eriştim. esasında iki roman da benzerlikler taşıdığı gibi birbirinden büyük farklar da içermekte. öncelikle yazarın dilinden bahsedecek olursak her ne kadar çevirinin çevirisini okumuş olsam da melih cevdet anday'ın çevirmen notunda da bahsettiği üzere (orijinal metin de bu şekildeymiş) yazar kısa ve kesik cümleler kullanmayı seviyor. ama bu kelimelerinin etkileyiciliğinden herhangi bir eksilmeye sebep olmuyor. olay örgüsü anlamında baktığımızda barabbas da cüce de zengin bir içeriğe sahip diyebiliriz. diğer yandan protagonist açısından bakacak olduğumuzda barabbas bize daha gelişimsel bir profil çiziyor. çarmıha gerilen isa yerine bağışlanan barabbas olarak karşımıza çıkan ana karakter, süreç içerisinde bir dönüşümden geçiyor diyebiliriz ve bu dönüşüm bana biraz da suç ve ceza'nın raskolnikov'unu hatırlattı esasen.

    her iki kitabın benim nezdimdeki en can alıcı ortak noktalarından bir tanesi de yazarın ironiyi ve zıtlıkları harika biçimde kullanmış olması. bağışlanan barabbas'ın insanların gözünde nasıl lanetlenmiş olduğunu ve bir bakıma yaşamın onun için zindana dönmüş olduğunu görüyoruz. barabbas'ı okumak benim için heyecan vericiydi, yer yer de aklıma master i margarita geldi. ancak diğer yandan cüce, bana göre çok daha etkileyici bir hikayeydi.

    cüce adlı roman, günlerini sarayda geçiren ve prensin özel cücesi olan karakterin ağzından yazılan bir günlük gibi çıkıyor karşımıza. kitapta üzerinde durulması gereken birden fazla karakter var esasında. örneğin, cücenin başlarda nefret ettiği fakat sonrasında saygısını kazanan (bu özellik bakımından kitaptaki tek karakter) bernardo. (bernardo, yer yer bana oscar wilde'ın lord henry'sini anımsattı); kitabın başlarında aşıklarıyla gününü gün etmekten hoşlanan bir prenses olarak karşımıza çıkarken kitabın sonunda ülke çapında bir azizeye dönüşen prenses ve baştan sona hiçbir değişim geçirmeyen protagonistimiz cüce, kesinlikle farklı perspektiflerden de incelenmesi gereken karakterler.

    esasında kitaba da adını veren cüce hayli ilginç. kitap zaten cücenin bize boyunu söylemesiyle başlıyor ve kendisinin insan ırkından farklı bir ırktan geldiğini beyan etmesiyle devam ediyor. kitap bilimkurgu ya da fantastik edebiyat ürünü değil, yanlışlık olmasın. ama bizim karakterimiz kendisini diğerlerinden o kadar üstün görüyor ki kendisinin farklı bir ırktan geldiğini iddia ediyor. bununla da kalmıyor, kendi ırkı içerisinde de kendisinin üstün bir kimse olduğunu iddia etmeye kadar vardırıyor işi. zaten cüceyi ilginç kılan en temel özelliği de bu bana kalırsa. baştan sona nefretiyle, kiniyle, kana susamışlığıyla, kendisi dışında kimseyi sevemeyişiyle, hiçbir şekilde değişemeyişiyle ve aynı kalışıyla bambaşka bir karakter.

    karakterlere dair ufak tefek bir fikir edinebilmek için iki alıntı paylaşacağım.

    bernardo:
    “gerçeği aradığımız için daha mı mutluyuz? bence değiliz. ben sadece arıyorum gerçeği. bütün yıllarım, dur dinlen nedir bilmeden, onu araştırmakla geçti ve kimi zaman onu anladığımı, kavradığımı sandım. onun arı göğünden parlayıp sönen bir ışık yakalamıştım… ama bu gök, bana hiçbir zaman açmadı kendini, gözlerim onun sonsuz boşluğu ile dolmadı hiç. oysa o olmadan burada hiçbir şey tam olarak anlaşılamazdı. bize ihsan edilmemiştir o. bu yüzden bütün çabalarım boşa gitti. dokunduğum her şeyin bu yüzden ancak bir parçası doğru, bir parçası tam. bir torso durumunda olan yapıtlarıma üzüntü ile bakarım, herkes de öyle bakacaktır onlara… yarattığım şeylerin hiçbiri bitmiş değildir, hepsi eksiktir. arkamda bıraktığım şeylerin hiçbiri bitmiş değildir. ama bunda şaşılacak bir şey var mı? insanın alınyazısıdır bu. bütün insanların çabasının, bütün insan başarısının kaçınılmaz kaderi. bir denemeden başka bir şey midir, başarıya erişilemez, bizim elimizle başarıya erdirildiği söylenemez bir denemeden daha fazla bir şey midir bu? bütün insan kültürü elde edilemez bir şey için girişilmiş, bizim gerçekleştirme gücümüzü çok aşan bir atılımdan başka bir şey değildir. işte kötürüm, korkunç bir torso gibi duruyor orada. insan ruhu da bir torso değil midir? açılamadıktan sonra kanatlar neye yarar? kurtarmaz, azap verir, bizi ağırlıkları ile aşağı çeker, sırtımızda sürükler, sonra da nefret ederiz onlardan.” (lord henry değilse nedir???)

    cüce:
    “kimi zaman insanlardan korktuğumu fark etmişimdir. oysa onlar kendilerinden korkarlar gerçekte. benim onlardan korktuğumu sanırlar ama içlerindeki cücedir onları korkutani ruhlarının derinliklerinden başkaldıran insan suratlı varlık. içlerinde başka bir varlık olduğunu bilmedikleri için korkuyorlar. içlerinden, ruhlarının çifkefliklerinden, tanımadıkları ve gerçek yaşayışlarının bir parçası olmayan bir şeyin yüzeye çıkması korkutuyor onları. yüzeyde bir şey görünmediği sürece korkusuz yaşıyorlar. hiçbir anlamı olmayan yumuşak yüzeyleriyle, uzun ve kayıtsız dolaşıp duruyorlar. ama içlerinde bilmedikleri bir şey var hep, bundan habersiz olarak çeşitli yaşamları sürdürüp gidiyorlar. böylesine tutarsız, garip ve kapalılar.” (aslında cücenin karakterine ilişkin en keskin görüşü de bizzat kendi ağzından kendini özetlediği bu noktadan çıkarabiliriz.”

    velhasıl, baskısını bulmak kolay olmasa da karşınıza çıktığı gibi alın, okuyun, okutun diyebileceğimiz bir eser bırakmış par lagerkvist bizlere. okuyun da şuraya karakter analizlerinizi girin yahu.
  • iç sıkıntısı
    iç sıkıntısı mirasımdır benim.
    boğazımda yara,
    dünyalı yüreğimde çığlıktır.

    sen nesin be babacım? yılın ilk günlerinde, ümraniye'deki odasında sıkıntıyla cebelleşen şahsımın, tam 100 yıl önce doğmuş hali misin?
  • tam adı par fabian lagerkvist olan isveçli şair, yazar.
    "acı, ıstırap benim mirasım
    boğazımın yarası
    dünyadaki kalbimin ağlaması"
    barabbas, cüce, yeryüzü sürgünü, tanrı gelini sibyl türkçe'ye çevrilen eserleridir. melih cevdet anday tarafından barabbas ve cüce adlı eserleri tek kitap olarak çevrilmiştir.
    hakkında yazılan bir yazı:
    par lagerkvist kimdir?
  • tanrı'nın gelini'nden bir pasaj....

    insanın kaderi vardır; ama bir tane. tamamlanınca hiçbir şey kalmıyor. yalnızca tanrılardır birçok kaderi olan ve ölümü gereksemeyen. onlar her şeyle doludur ve her şeyi denemişlerdir. her şeyi.. insan mutluluğundan başka. yalnız onu bilemezler ve bu yüzden de insanlara çok görürler mutluluğu. insanların mutlu olmaya kalkmaları ve bu dünyasal mutluluk uğruna onları unutmalarıdır tanrıları bunca zalim, bunca kötü kılan; başka bir şey değil. bundan ötürü de alıyorlar işte öçlerini. ve ağaçlarının bir dalını da sıkıştırıveriyorlar kurbanlarının eline.

    tanrı amansızdır. iyidir diyenler onu tanımayanlardır. en insansal olmayan şeydir o. vahşidir, yıldırım gibi hesaba kitaba gelmez. kimsenin, içinde yıldırım var mı yok mu bilmediği bir buluttan çıkan yıldırım gibi. apansız vurur, apansız vurur insana; tüm zulmünü ortaya çıkararak. ya da aşkını. zalim aşkını. her şey gelebilir ondan. herhangi bir zamanda, herhangi bir şeyde gösterir kendini.

    evet, tanrı anlaşılmaz, zalim ve korkunçtur. tanrı kötüdür. kalpsiz ve uğursuz. ondan başkasını sevmeye kalkan herkese karşı öçle dolu. "başını evime dayama" demeye cesaret edene karşı. zalim ve amansız. insanları hiç düşünmez; yalnız kendini düşünür. ve hiç bağışlamaz, hiç unutmaz.
  • uzaktan parker lewis okunmasi pek olasi yazi, baslik, entry
  • iyi, kötü, ahlak kavramlarinin üzerine kafa patlatmis, dini motifli eserler yazan, dolayisiyla bir pazar günü ögleden sonrasinin sikiciligina cuk oturan nobel ödüllü isveçli yazar.
  • barabbas ve 7 cüce, sibyl'i arayan tanrı gibi masalların yazarı bir çocuk, bir biz..
hesabın var mı? giriş yap