• tertemiz turkuaz suları, orospu çocuğu tekneciler tarafından sintine bırakılarak sık sık kirletilen sahil.
    kıyıda insanlar yüzerken onlarca kilo bokunu, sidiğini, spermini o denize bırakabilen bir insan ömür boyu zindanda çürümeli.
    zaman zaman suyun yüzeyinde yağlı bir katman, köpükler, hatta kahverengi lekeler görebiliyorsunuz. dikkatli olun, farkettiğiniz an sahil güvenliğe şikayet edin.
  • bakkalların ve restoranların pahalı olduğu koy.
    indirim yapmazlar, fabrika ayarları "ister al ister alma, ister ye ister yeme"dir.
    "nakit vereceğim, indirim yapar mısınız"dediğinizde, "farketmez nakit ya da kart, indirim yok" derler.

    biz apart otelde kalıyoruz, yiyeceklerimizi ve temizlik malzemelerimizi istanbul'dan getirdik. su ve ekmek ve süt gibi şeyleri alıyoruz, suyu a101'den alıyoruz. sütü de köylüden alıp kaynatıyoruz, yoğurdumuzu bile kendimiz yaptık.

    ilk geldiğimiz gün 4x12 li küçük su, 6 şişe de damacana tipi aldık. buranın uyanık esnafı suyu a101'den 55 kuruşa alıp 1,5 liraya satıyormuş, 101 bunu farkedince kota getirdi.

    her neyse, burada cafe gaye var, sahipleri istanbullu bir karı-koca, fiyatları uygun, yemekleri lezzetli ve porsiyonları da doyurucu, reklam entry'si gibi oldu ama değil. kazıklanmanızı istemediğim için yazıyorum. orada yolunmadan kahvaltı yapabilir, yemek yiyebilirsiniz. mesela, sahildeki köy kahvesinde küçük çay 3 lira, gaye cafe'de 2 lira.
    menemen diğer yerlerde 20 lira, gaye'de 13 lira. temiz bir yer ve güleryüzlüler.

    tek eksisi sahilden 100
    mt. kadar içeride ara sokakta olması. knidos tabelasının olduğu sokakta, çeşmeköy yolunda.
    gidin, yeni açmışlar, kalabalık bir müşteri kitlesini hakediyorlar.
  • bayram tatilinde karanlık sahil arayışlarımda beni hazine bulmuş gibi sevindiren bir yer burası.

    buraya gelene kadar güneyli ve zeytinli'de kamp yaptık. güneyli, saroz'un karşı kıyılarından gelen ışıklara rağmen zifiri karanlık denebilecek bir yerdi. çekimler sırasında uluslararası uzay istasyonu geçişi ise çok hoş bir sürpriz oldu. 400 km yüksekten 27000 km/sa hızla geçtiği için sadece bir kez çekebilme imkanı bulabildim:

    https://www.instagram.com/p/bhug-pddhb9/

    güneyli'de sahilin yukarısında bir tarla vardı daha önce kamp kurduğumuz ancak tarla sahibi bu yaz tarlayı sürmüş, kamp kuracak yer bulamayınca oradaki kafe sahibinden rica ettik bir gece için sahile çadır kurmamıza izin verdi:

    https://www.instagram.com/p/bh1m515dufk/

    daha sonra zeytinli'ye geçtik ancak çok fazla ışık kirliliği vardı, samanyolu'nu fotoğraflamak bir hayli zorluydu:

    https://www.flickr.com/…s/mesutbirinci/27685765893/

    buradan palamutbükü'ne geçtik. denizi gerçekten de mükemmel. ama benim gitme amacım deniz değil tamamen ışık kirliliği haritasında karanlık gözükmesiydi. samanyolu gözlemi ve çekimi yapmaya elverişli bir yer olarak gözüküyordu.

    gece olduktan sonra dalga sesleriyle birlikte samanyolu'da yükselmeye başladı. burada değil samanyolu, nebula'lar bile çıplak gözle kısmen gözüküyordu. bir kaç saat izledikten sonra samanyolu'nun iyice yükselmesiyle fotoğraf makinasını çıkardım. ilk denemelerden sonra hayal kırıklığı yaşadım. tüm gökyüzü ve samanyolu kıpkırmızı çıkıyordu. buna 100 metre ileride bir sahil işletmesinin tüm sahile doğru yönelttiği yeşil bir spot ışığının sebep olduğunu anladım. işletmeye gidip fotoğraf çekimi yaptığımı söyledim, çok anlayışlı çıktılar ve ışığı kapattılar, ertesi gece de açmadılar. ama şanssızlık bu ya, bu sefer de 4x4'üyle 200 mt ileride sahile dalan biri kuma battı farları bize doğru dönük olarak sabaha kadar kurtulmaya çalıştı:

    https://www.instagram.com/p/bh1pszfdyom/

    ertesi gece sahilden yukarılara çıkmaya karar verdim, buradan samanyolu çok daha parlaktı:

    https://www.instagram.com/p/bhn1udxjmg5/

    https://www.instagram.com/…f/?taken-by=mesutbirinci

    sahile döndükten sonra gelen geçen arabalar bitmek bilmediği için timelapse yapmak için makinayı zamanlayıcı ile ayarlayıp sabaha kadar çekim yapması için bırakacaktım ancak zamanlayıcı çalışmadı. ben de makinayı önüme alıp oturdum ve her 3 dakikada bir çekilen 10 fotoğraftan sonra 4 saat boyunca deklanşöre bastım, toplam 550 fotoğraf çekmişim.

    burada çektiğim fotoğraflardan 30 tanesini istifleyerek(stacking) birleştirdim ve samanyolu'nun toz bulutlarının detaylarını elde ettim:

    https://www.instagram.com/p/bhrlwbyjcek/

    daha sonra bu 550 kareyi kullanarak bir timelapse video yaptım. müzisyen bir arkadaşım da bu videoya güzel bir müzik yaptı sağolsun:

    https://www.instagram.com/p/bhzj2gdj2jy/

    seni hiç unutmayacağım palamutbükü.
  • şimdilerde biz büyük şehirlerin modern çalışanlarının storylerinde postlarında bol bol paylaştığı, son bir kaç sene içerisinde çok meşhur olmuş ve buraya gidenler tarafından emel sayın'ın keşfettiği yer diye bilinen bu güzide koyumuzu, gözlerimiz kapalı osmanlının son döneminden, bir balıkçının yazdıklarından hayal edebiliriz.

    palamutbükü'nü emel sayın'ın, bozburun'u bülent ortaçgil'in, bodrum'u zeki müren'in keşfetmesi de işte kolomb'un amerika'yı keşfetmesi gibi bir durum herhalde. halihazırda binlerce yıldır var olan, üstünde insanların yediği, içtiği, ektiği, biçtiği, savaştığı yerler nasıl oluyor da keşfediliyor?

    günümüz bakış açısıyla trend olmayanın popüler ve ilgi çekici bir hale sanatçısıyla, elitiyle, basınıyla, medyasıyla getirilmesinden sonra keşfedilmiş sayılması tüketim toplumumuzun en güzel örneklerinden birini sunuyor bize. meyve sinekleri gibi kokusunu alıp üşüştüğümüz yerleri, yerlilerinin de sonsuz mutluluk ve destekleriyle bir güzel hacamat ettikten sonra da "abi orası çok bozuldu artık ya" deyip başka diyarlara yelken açmak üzere, yeni keşfedilmiş bir yerin kokusunu almak için bekliyoruz. keşfedilmeden öncesi için bakir kelimesini kullandığımız bu yerleri bizler keşfedip de ne yapmış sayılıyoruz? utanmaz arlanmaz insanoğlu işte. ayıp ayıp.

    işte bu artık bozulmaya başlanmış maviliğin koyunun fotoğrafları sosyal medyalara düşmeden ve hatta büyük kaşif emel sayın teknesinden bu bakir topraklara kolombvari o ilk adımını atmadan çok çok önce, halikarnas balıkçısı cevat şakir kabaağaçlı, 1946 yılında çıkan kitabı aganta burina burinata'da palamutbükü'nü bizlere ucundan azıcık anlatmış. olayın başkahramanı mahmut o zamanlar daha 17 18 yaşlarından genç ve testesteron yüklü bir gencimizdir. ama yüreği yumuşacıktır. palamutbükü'ne, gemilerine portakal yükleyip izmir'e götürmek için uğrarlar. yıl mı kaç? palamutbükü'nden izmir'e, ordan da istanbul'a giden mahmut, italyanlar trablus'a saldırdıkları ve bu nedenle akdeniz'de dolanan gemi bulamadığı için bir süre istanbul'da kalır. demek ki sene 1911 olsa gerek o palamutbükündeyken.

    "palamut bükü hilal şeklinde koca bir plajdı, karşısında rodos, sömbeki, tillos ve bu adaların yavruları başka adalar sıralanıyordu. dört - beş mil uzunluğunda dalgalar, sırtlarında köpükle karışık gök gürültüsünü açık denizlerden taşıya taşıya gelirler ve köpükle gök gürültüsünü, plajın enince devirirlerdi, adeta yer sarsılırdı" diye anlatıyor balıkçımız o zamanlar bakir olan bu koyu. kahramanımız bu koca plajın bir ucundan taa diğer ucuna bakarken denizde kımıldanan bir şeyler görür. fakir bir gemidir, dürbünü bile yoktur. neden sonra o kımıldanan şeylerin denize çırılçıplak giren kızlar ve kadınlar olduğunu keşfeder ve ertesi gün ileride bir çalılığa çömerek yine portakal toplamaktan bunalmış kadınların kendilerini bükün serin sularına bırakışlarını izlerler.

    şimdiki palamutbükü'nde birileri sizleri görmeden çıplak bir şekilde denize girmeniz olası değildir. ama büyük ihtimalle palamutbükü'nde de, ege ve akdeniz'in diğer tüm koylarında olduğu gibi yerleşim denizden uzak ve yüksek yerlere yapılmış olsa gerektir. belki havası daha yaşanılası belki de korsanlardan ve yağmacılardan uzak kalabilmek için bu yörenin halkının adetidir denizden uzakta yaşamak. tuz etkisinden dolayı da verimsiz olarak görülen yalı topraklarını genelde kızlarına bırakırmış aile babaları. mahmut'un röntgenlediği kadınlarımız da bu ıssızlıktan yararlanmış olmalı. datça'dan kalkan serdar ortaç soundtrackli bir tur gemisinin bir anda koya yanaşması da mümkün değil. oh ne güzel! yüzün kadınlar yüzün! mahmut röntgencilik çok ayıp ama çok iyi bir adamsın sen, hele bir de gençsin... affediyoruz seni palamutlu kadınları temsilen, okuyucu olarak, emel sayın olarak, instagram kullanıcıları olarak...

    ah keşke alişle sonra da görüşseydin. başına askerde bir şey gelmemiştir umarım. ne de güzel anlatmıştı sana palamutbükü'nde "sevgi nedir?"
  • yaz aylarında gecenin 12'sinde bile ulasabileceginiz kucucuk yer. yazın datca merkez'den oraya giden son iki otobus 20.00 ve 00.00 satlerinde kalkıyor.. telasa gerek yok yani durduk yere. 20.00 olan 19.00 da olabilir veya ikisi de olabilir, onu bi gidince tekrar sormak lazım.

    simdi de sizlere palamutbuku ile ilgili kucu kucucuk, mini minicik bir kac sır gibi ama degil gibi de bilgiler veriyorum.

    oncelikle gidenler biliyordur ki, yerlilerin dortyol dedigi ama benim tum marmarise ve cevremdekilere yaydıgım uzere "ucyol" dedigim bir ayrımı var. datca merkeze ve palamutbuku'ne gidiyor bu yol, marmaris'ten gelen ilk yol ayrımı yani.. simdi bu yol ayrımında.. marmaris'ten giderken sagda yani palamutbukune donen tarafta kalan bir pideci var, genelde onunde bir iki masada amcalar oturuyor olur. hemen tam o kavsakta orası. gidiyoruz ve oturup kavurma istiyoruz, parmaklarımızı da yemek uzereyken palamutbukune direksiyonu kırıp isimize bakıyoruz..

    geldigimiz zaman kalacak pansiyonu ayarlamadıysak ilk onu ayarlıyoruz, aman 1 saat sonra buluruz once denize girelim demek bile tehlikelidir, sakın deneyeyim demeyin, aniden bitebiliyor yerler gelen bir rezervasyon telefonu ile.. siz gidecek olursanız, yer lazım olursa, mesaj fasilitesi ile bu yazar kulunuza bir ses edin, kac kisilikse arar iyi bir pansiyon bulurum.. rezervasyon istemeyene de hangi pansiyonun iyi oldugunu nereyi tercih etmesi gerektigini caktırmadan soylerim.. beslenme icin de kritik yerler var, onlar gittiken sonraki is.. gidince sana nasıl ulasırız lan it diyenlere de, wireless teknolojisinin bir cok cafe ve restorana 2008 yazı ile birlikte goz kırptıgını soylerim.. o hususta rahat olunsun..

    konaklama, yeme-icme, heb isin detayı bunlar.. biz gelelim gezerken lazım olacak iki uc kucuk ama guzel bilgiye..

    bu kucuk yerde, limanın arkasındaki dagın eteginden biraz gidip once ufak bir magaramsı oyuk gorursunuz, biraz daha gidip ufak bir koya ulasırsınız.. tanıdıgınız iletisim kurdugunuz bir balıkcı olursa oraya sizi bırakabilir, donerken kendiniz yurursunuz dagdan yine.. zor degil yani gitmek.. o magarasmsı yere inmeye kalkmayın, zira hic birsey yok, her sey o ustten bakarken gordugunuzden ibaret. inip bakıp cıkarken zorluk ceken arkadaslar var, caktırmayın. neyse efenim..

    o koya vardıgınız vakit, palamutbukunden geldiginiz degil de diger tarafa dogru uzanan dagın eteklerine dogru cıkarsanız taptaze yepisyeni, mis gibi adacayı toplayabilirsiniz.. boyle de sinsi bir bilgi vereyim size, orada yasayanlar veya ben gibi yarısı oralı oldugundan kelli surekli ugrayanlar dısında asla bilinmeyecek bir seyi ilettim sizlere, terazi neyin bulursanız tıklayın. koy biliniyor az cok da, o dagın eteklerinde 15-20 metre yuksege cıkınca tamamen dogal mis gibi adacayı bulunabilecegini bilen varsa cıksın gelsin karsıma..

    o koyda baska da bir olayımız yok, gerci gecen sene bos olmuyordu orası bazen. tekne turu hadisesi orada yeni yeni gelistigi icin, tekneler ilk once veya donerken oraya da ugruyorlar. o yuzden gittik de insan kaynıyordu senin gibi yazarın da allah bin belasını versin demeyin, hic gerek yok bunlara durduk yere..

    bir de o akvaryum denen yere gitme niyetindeyseniz ki ufacık tahmini 8-10 metre yuksekliginde egimli bir yolu gecerek ulasıyorsunuz, hic mi hic zor degil, yolda akvaryum nerde deseniz, "iste su karsısı" derler, limanın oldugu ucta degil diger ucta.. neyse bi gidin de bulmak kolay. ben demek istedigime getireyim lafı, orası boyle senede bir kac gun gelen tatilciler icin ilginc bir yer olabiliyor ama benim icin artık cocuklugumdan beri gide gele sıktı.. evden cıkıp denize dalıp hemen geri donup babaannemle yemek yapma polemigine girmek gibi sıradan bir olay oluyor bana palamutbuku'ne gittigim zamanlar.. ben yine diyecegimi atladım.. akvaryum denen arkadasa gideceksiniz diyelim, yeni bir yer, merak ettiniz geldiginiz bu kucuk tatil yerinde farklı yer arzusu tavan yaptı... ne yapıyoruz ? yeni gelinin malum edevata sarıldıgı gibi oglenin 1'inde 2'sinde gitmiyoruz oraya.. zira yalnız degilsiniz o saatlerde, sizin gibi onlarca kisi akın edebiliyor ve gunesin altında ıstakozlara nispet yapıyrsunuz teninizin rengiyle.. o yuzden, gunes hain yuzunu hafiften sakladıgında saat 5-6 gibi gidiyorsunuz oraya, insanlar oglen sıcagında gidip 3-4 tane golgelik yeri kapayım diye ugrasıp didindikleri yerde, siz gidip daha rahat sekilde o kucuk ama guzel yerin tadını cıkarmaya baslıyorsunuz..

    eksi sozluk marmaris muhabiri frtslck oturdugu sandalyeden bildirdi. iyi gunler.

    edit : lan ben yaz okulu yüzünden gidemediydim bu sene oraya, sonra telefonda öğrendim ki bu sene kaldırmışlar gece 12 otobüsünü.. aman diyeyim dikkat edin gece vakti kalmayın oralarda.. oysa çok yararlıydı yolcusu da bol oluyordu bunun.. niye kaldırmışlar artık bilemiyorum..

    2013 yılından gelen edit: palamutbükü'nden gece 22.30'da datça'ya gidip 00.00'da datça'dan palamutbükü'ne dönen otobüs mevcut tekrar. burayı okuyanlar yanılmasınlar diye yazayım dedim. ancak bu dediğimi 4 temmuz günü kaldırmışlar, yani gece 00.00 otobüsü yine yokmuş, o aptallığı yine yapmışlar. müşteri yok diye kaldırıyorlar en kritik otobüsü.
  • plajlarla ilgili yetkilerimiz bizden alınarak valilik ve çevre bakanlığı ortak şirketi muçev'e devredildi. işletmelere o şirket kiralıyor. davalar sürüyor. en büyük sıkıntımızdır.
  • buranın sahili taşlı, kum yok. arkadaşım küçük taşlardan kedi köpek, ev yapıyor. daha büyük taşları da boyuyor. her gün taş ocağına iniyoruz ve beni çalıştırıyor. bütün gün taş toplatıyor, beğenmediklerini geri atıyor, yerine yenilerini toplattırıyor. bugün isyan çıkarıp onu öldürmeyi planlıyorum.
  • dünya üzerinde kendimi sardığım kozam.. hayatımın en boktan zamanlarında beni yeniden ben yapabilmeyi başarmış huzurun vücut bulduğu yer.

    6 sene sonra gelen edit: tatil yeri romantizmimi sikeyim arkadaş ya. ne pis bir herifmişim ben. lafa bak, kozammış. hay kafama sıçayım.
  • ılgınların, denizin, çam ağaçlarının ve yanan odunların kokuları birbirine karışıyor, ben sahilde yatıyorum ve cennet palamutbükü gibi kokuyor olmalı diyorum. istanbul'daki evi barkı satıp buraya yerleşmek ve ömrümün sonuna kadar burada yaşamak istiyorum.
  • yolunuz datça'ya düşerse bu koya gidin demeyeceğim. bu koy öyle uğranıp geçilecek bir yer değil, özel olarak gidilmesi gereken, tatil mekanı olarak hedeflenmesi gereken bir koy.

    cam gibi berrak, girildiğinde gerçekten serinleten bir denizde yüzer, ucuz pansiyonlarda kalır, ucuz akşam yemekleri yer, zeytinyağlı mezelerle ve balıkla şenlenen sofralarda keyif yapar, köylü kadınlardan alınan tazecik badem, adaçayı, çeşit çeşit ballarla kürkçü dükkanınıza dönersiniz.

    ne kadar alkol alırsanız alın başağrısı olmadan güne başlamanın tarif edilemez mutluluğunu burada yaşarsınız.

    havanın anormal sıcak olduğu anlarda bile bir esinti gelir ve sizi ferahlatır, burada nem yoktur, yapış yapış olmazsınız.

    akşam illa ki esintisi vardır, bunaltıcı sıcakla boğuşarak uyumaya çalışmazsınız, akşam rüzgarı uyumanıza yardım eder.

    gece boyunca duyacağınız tek ses cırcır böceklerinin sesidir. onlar hiçbir yerde olmadıkları kadar enerjiktir burada. sabah da devam ederler birbirleriyle yarışırcasına cırcırlamaya.

    bar,disco,gece hayatı meraklısı iseniz, hiç zahmet edip de gitmeyin bu güzelim sakin koya.

    "sakin olsun, kitabımı alır okurum, tüm gün mis gibi denizde kulaç atarım, gün batmak üzereyken sahilde biramı yudumlarım, akşam da balığımı yer, mezemi tırtıklar, rakımı içer, küp gibi uyurum" diyenler için daha iyi bir mekan olamaz.

    tek temennim böyle kalmasıdır, her sene gitmek için bana yazı bekletmeye devam etmesidir.
hesabın var mı? giriş yap