• insanların sizde neler görmek istediğine bağlı olarak değişir.

    eğer uluslararası bir şirkete başvuru yapıyorsanız bildiğiniz yabancı dillerdir.
    eğer özel ders vermek istiyorsanız öğrencilerinizin geçmişteki başarılarıdır.
    eğer staj yapacak yer arıyorsanız şirkette çalışan bir tanıdığınızın adı-soyadıdır.
    eğer lisansüstü eğitim için bir kuruma başvuracaksanız not ortalamanızdır.

    yani aslında "öz" olduğu falan yoktur. yanar dönerdir ve sadece geçmiştir. gerçekten öz olan geçmişinizde ise yaşadığınız aşklar, her şeyi paylaştığınız dostlar, bulunmaktan müthiş haz duyduğunuz mekanlar, yerin dibine girmek istediğiniz anlar vardır. gerisi sadece teferruattır. lakin bunlar, sizden öz geçmişinizi isteyen hiç kimsenin sikinde olmayacaktır. dünya tuhaftır.
  • 19.. yılında almanya’nın s. kasabasında doğdum. babam varlık sahibi bir çiftçiydi. üç yüz kölesi ve... sanırım fazla havaya girdim. hayatımda ilk kez özgeçmiş yazıyorum. (çok heyecanlıyım.)

    ilk ve orta öğrenimimi ankara’da, şu başlayınca herkesin bir şekilde bitirebildiği kenar mahalle okullarında yaptım. mezun olmakla gurur duyulacak bir iş başarmış sayılmam yani. berbat bir gecekondu mahallesinde geçti çocukluğum ve çocukluğu berbat bir gecekondu mahallesinde geçen bütün talihsizler gibi ne köylü kalabildim ne de şehirli olabildim. babam, hiç değilse değerlerine bağlı bir köylü; ekmeğini kazanmak için geldiği bu şehrin bir parçası “olmamak” konusunda diğer hemşerileri kadar kararlı bir adamdı. şimdi ona bakınca bunun bir anlamda saygıyı hak eden bir duruş olduğunu hissediyorum.

    her neyse… 20.. (eheh) yılında anadolu üniversitesi iktisat fakültesi kamu yönetimi bölümü’nden mezun oldum. daha kısa ifade etmem gerekirse, “açık öğretimi” bitirdim ama uzun yazınca daha havalı görünüyor. ikinci itirafımı sanırım tam bu noktada yapmam gerekiyor: açık öğretim okumak benim için bir fakülte bitirmenin önemini kavramış olmaktan çok askerliği mümkün olduğunca erteletmek anlamına geliyordu ve işe de yaradı. (insan özgeçmiş yazarken bir tür samimiyet buhranına kapılıyor nedense.) 19.. (cia beni izliyor olabilir. kimseye güvenemiyorum ben. en sevmediğim özellliğim -evet üç l ile yazılıyor- mükemmeliyetçi oluşum. kusmadan önce parantezi kapat lütfen) yılında evlendim: son beş yıldır otuzuncu yaşını kutlayan ve “okumamdan” nefret eden bir karım (ona yeterince zaman ayırmadığımı düşünüyor) ve “okumaktan” nefret eden on beş yaşında bir kızım (okumanın tamamen zaman kaybı olduğunu düşünüyor) var.

    zaten her babanın idealleri yıkılmaya mahkumdur. ben, babamın hayallerini gerçekleştirmek için biraz çaba gösterseydim, şu anda, yazarken içine ettiğimi hissettiğim bu özgeçmişle uğraşmak yerine muhtemelen bir orduevi salonunda alkolden çatlamış sesimle güneydoğu maceralarımı anlatıyor olurdum devrelerime. kendi hayallerimin peşinde koşma cesaretinden de yoksun olduğum için şimdi ankara’da, animasyon filmleri yapan özel bir "ev"de çalışıyorum.

    aslında çizgi film bizde aile mesleği sayılır ama sahip olduğumuz aile stüdyosu yıllar önce iflas etti ve hepimiz bir yerlere dağıldık. tatsız bir konu bu, fransızca konuşan rus kahramanların dediği gibi: “passons!”

    tutunamayanlar’daki metin karakterinin lafın dönüp dolaşıp “aşka” gelmesini sabırla bekleyişinin ardından konuyu açarken yaptığı o harika girişi ben de burada kullanmak istiyorum izninizle: “peki ya edebiyat!”

    yaklaşık yirmi yıldır öyküler yazıyor, hayat izin verdiği ölçüde edebiyatla ilgileniyorum. daha önce yayımlanmış bir öyküm ya da bu anlamda burada sıralayabileceğim başarılarım yok maalesef. size en fazla bir yığın alaycı bakıştan ya da meyhane sohbetlerinde yapılmış sarsak iltifatlardan söz edebilirim.

    edebiyatı seviyorum ve işte edebiyatı seven herkesin bir gün mutlaka içine düşeceği o çamura ben de saplandım: yani, benden nefret eden bir kızım ve “artık denemek zorundasın” diye kafamın etini yiyen bir egom var.

    bir tavan arasında kendi halinde eskiyen öykülerin yazarı olmak canımı çok sıkmıyor, yanlış anlamayın. ama kendimi bunun için suçlayacağım o kaçınılmaz gün geldiğinde, aynadan bana bağırıp çağıran o mutsuz ve öfkeli adama, “en azından denedim.” demeliyim. “sen de gördün işte! o allah’ın belası çıktıları almam, dokuz kopya şeklinde çoğalttırmam, saçma sapan bir özgeçmiş denemesi yapmam, on beş yıl sonra ilk kez bir fotoğraf stüdyosuna gitmem; seksenlerde elektriklerin çok sık kesildiği o karanlık günlerden birinde henüz hevesli bir çırakken bu stüdyoda unutulmuş ve o günden beri kendisinden haber alınamamış olduğundan kuşkulandığım fotoğrafçı lütufkar bir sesle, ‘kravat takmak istersen şunlardan bir tanesini seçebilirsin.’ dediğinde ona sabırla gülümsemem; o adamın, saçlarımı taramam konusundaki anlamsız ısrarına kahramanca göğüs germem, objektifine, yüzüme taktığım ve adı kesinlikle gülümseme olmayan o yapay ifadeyle gözümü kırpmadan bakıp vesikalık çektirmem; etrafta “aps” “iade” ve “taahhüt” kelimelerinin sersemce dolaştığı, dilini bilmediğim o tuhaf ülkede babamdan miras köylüce bir suçluluk duygusuyla terlemem gerekse de denedim. beni suçlayamazsın.”

    biliyorum, içine ettim özgeçmişin. yanlış anlaşılmaya da çok müsait görünüyor. hani, dikkat çekmeye çalışıyor olabilirim filan. belki de öyledir, bilemiyorum. sanırım şimdi bu sayfayı kaydetmeden çıkmam ve internette gerçek bir özgeçmiş örneği arayıp daha ciddi bir şeyler hazırlamam gerekiyor ama bunu yapmayacağım. yazdığım şeyden gurur duymuyorum elbette, sadece ne isem öyle görünmek istiyorum. (hoş, bunun mümkün olmadığını da biliyorum ya!) her durumda olan, çıktılar ve fotokopiler için harcadığım o kadar paraya olacak. (bir de posta masrafı var tabii.)

    neyse, en azından denedim, siz de gördünüz. o mutsuz ve öfkeli adam bir gün yakama yapıştığında şahidim olacaksınız. *
  • ilkokul 2, hayat bilgisi sınavında şöyle ifade edilmiştir:

    soru: özgeçmişinizi yazınız.

    cevap: ben küçükken okuldan kaçmışım, teyzemin köpeğinin kakasını yemişim. sonra bi çocuk bizim kapımıza çarpmış. ben de kapıyı açmışım, sonra bir gün çok sıkılmışım evden kaçmışım. babam beni 7. katta bulmuş. birgün restoranda tuvaletim gelmiş. ben bir yaşındaymışım. kakam ilaç yüzünden kötü kokmuş. ben babama annemin kakası kötü kokuyor demişim.

    geçmişte evler bir katlıymış. şimdi 18 filan. eskiden bir oda varmış, şimdi 4, 5 falan. eskiden evler kötü yapılırmış, şimdi iyi yapılıyor.

    öğretmenin sınav kağıdına yorumu: hayret yani, öz geçmişe bak!

    tabii ki tufan özdemir. ya kim olacaktı?
  • özenle hazırladığım her şeyde dediğim gibi, özenle inceleniyor mudur acaba?
  • avrupali olanina asagidaki web adresinden ulasabilir. özellikle ingilizcesini hazirlamakla saatler gecirmek istemeyenler icin cok kolay yöntemler sunuyorlar, örnekler de var, faydali, islevsel. ne yazik ki hala türkce'sini eklememisler.
    http://europass.cedefop.eu.int/… cv/navigate.action
  • "geçmişimi sikiim" yazmayı planlıyorum, "risk bodon"
  • adam hobiler kismina hayvanlar yazmis. hayvanlar? hayvanlar ama ne? hayvanlar diye hobi mi olur andaval misin arkadasim? sonra ikcilar soyle, ikcilar boyle.. aday ne ki ikci ne olsun? neyse biz sizi arariz.
  • bir mustafa bülent ecevit şiiri:

    bir boşluktan bir boşluğa
    bir cam bardağa dolmuşum
    cam bardakta su olmuş
    sudan içmiş can olmuşum

    görünmezden cana
    bir kumaş örülmüş
    kumaşa bürünmüş
    beden olmuşum

    bir varmış bir yokmuş
    iki boşluk arası
    bir rüyâlık âlemde
    sen ben olmuşum*
  • " 1979 yılının kasım ayında artvin hopaspor'un tesislerinin tam arkasındaki bir evde doğar gibi yapmışım evvela. telaşlanan valide, peder ve bilimum komşu yaldır yaldır hastaneye koşmuş. lakin feyk verdiğim anlaşılınca hayal kırıklığına uğramışlar. ki bu olay küvez yüzü görmeden atlatılmış bir bebekliğim olmasının da nedeni olacaktır ilerde. zira gerçek anlamda kapıya dayandığım vakit, durumu basit bir sancıdan ibaret sanan anam ve dahi babaannem hastaneye gitme gereği duymamış. durumun ciddiyetini kavradıklarında da yapacak pek fazla bir şey yokmuş tabii. 1 tas sıcak su, 1 sıcak havlu ve biraz da pamukla eve gelen ebe yardımcı olmuş doğuma. bu anlamda suda doğumun türkiye'de bilinen ilk örneğiyim (1 tas su faktörünü hatırlatırım). göbek bağımı hopaspor teknik direktörü kesmiş. kulağıma ezan okuyacak imamın bu iş içün para istemesi üzerine tatsızlık çıkması, sorunu dedemin çözmesini sağlamış ki kendisi ezanı tam olarak bilen biri değildir. yarım yamalak okumuş o yüzden. ve adımı fısıldamış usulca. dini konulardaki eksiklerimi o olaya bağlıyorlar şimdilerde. dedem son kıtayı da doğru oksaydım sen böyle olmazdın diyor. bilemiyorum.

    muhtemelen babamın genlerinden bana zerk olan inatlık, ilk çocukluk dönemimin sancılı geçmesini sağlamış. 2,5 yaşına kadar her türlü mamayı reddedip bilfiil meme emmem bunun ispatı niteliğinde. akranlarım olan amca ve hala çocukları konuşmaya başladığında benim yürümem, onlar yürürken de benim konuşmam dikkate alınması gereken başka noktalar. hem konuşup hem yürüme işini ancak 4,5 yaşımdaykene halledebilmişim. ki bu, dedemin 2 koyun kesmesine de vesile olmuş. pek sever beni zaten.

    okul hayatımda da beklentilerin uzağında kaldığımı söyleyebilirim. ilk 6 ay babam bırakıp, annem aldı zira. sonrasında, apartman çocukları olarak kavimler göçüne örnek teşkil edebilecek sahnelerle gittiğimiz içün okula, çok sorun yaşamadım. okumayı 1. ay çözmüştüm. kırmızı kurdelayı da ilk ben takmıştım dolayısıyla. elmam da kızarmıştı. lakin, matematik konusunda sorunlarım vardı. o işaretler ve dahi işlemlerle barışık olamadım hiç. ki onlarında beni sevdiğini söylemem saçma olur sanırım. 2. sınıfın ortalarına doğru çarpmayı öğrenmem ailemi benim gerizekalı olabileceğim sanrılarına sürüklese de, bu durumu ortaokul hayatım boyunca sınıfın en iyi matematikçisi olarak ortadan kaldıracaktım."

    kısa özgeçmişim bu şekilde. cv'me eklemeye hazırlanıyordum ki sözlüğe de aktarayım dedim. umarım iş bulmam da bana yardımcı olur. şunu söyleyerek bitireyim, göründüğü kadar kolay değilmiş bunu hazırlamak ya. ayrıntıları hatırlayana kadar götüm çıktı amına koyyim.
hesabın var mı? giriş yap