• en sevdiğim 10 kara filmden biri.

    fatalizmi bu denli iyi yansıtan başka bir film neredeyse yoktur. sonunu bilen ve ölüme yürüyen kara filmin erkek-öznesinin cool tarafı dünyaya aldırış etmemesinden ya da kendini sevmemesinden kaynaklanmaz; bilakis pesimizm kara filmin ruhunda mevcuttur. anti-kahramanlar ölü olduklarının bilincindedirler çünkü.

    filmin en sevdiğim yanı romantizmin imkânsızlığına işaret etmesidir. yeniden izlediğimde (sanırım en az beş defa izledim) bunu iyice fark ettim. narrator'un bütün şiirsel içmonologuna karşılık dünyada (ya da yeraltında) romantizm imkânsızdır.

    aşk da sonludur kuşkusuz. femme fatale'in sadakatsiz doğası ve hiçbir yere ait oluşu öykünün merkez noktalarındandır. aşk sonluysa, romantizm imkânsızsa, insan ilişkileri istikrarlı değilse, dünyaya riyâkarlık egemense yaşamanın ne anlamı var? film bunu kanıtlar adeta. ölüm, belki de nihai tatmindir.

    bir ara cımbızladığım diyaloglar ve içmonologlardan örnekler:

    "bütün kadınlar birer harikadır; çünkü bütün erkekleri oldukları gibi gösterirler."

    "günün geri kalanından ne arttıysa o da içilen bir paket sigara gibi uçup gidiyordu."

    "rüzgarın bir oluktan diğerine sürüklediği bir yaprak gibisin."

    "neyi beklediğimizi bilmiyorum. belki dünyanın her an sona erebileceğini düşünüyorduk. belki de bunun bir rüya olduğunu ve akşamdan kalma bir içki mahmurluğu ile niagara şelalesi'nde uyanacağımızı düşünüyorduk."

    asla eskimeyen bir filmdir out of the past. geçmiş geri gelir ve bizi bulur. film freud'u doğrular: mutlak unutma diye bir şey yoktur.
  • --- spoiler ---

    özet olarak:

    "don't you see? you've only me to make deals with now" der esas kadın kathie.
    baily de "well, build my gallows high, baby" der.

    esas fettan kadın da kurar, elini korkak alıştırmamıştır, herkesin ve kendinin de sonunu getirir. türkçe adını da burdan alır. daha da yerelleştirirsek, mezarımı derin kazın.

    bir film noir'ın da sonuna gelmiş oluruz böylece.

    --- spoiler ---
  • ve diğer bir film de robert mitchum, jane greer, kirk douglas'ın başrollerini paylaştığı, 1947 yapımı, yönetmenliğini jacques tourneur'un yaptığı film noir türündedir.
  • paul auster, new york üçlemesi'nin ikinci kitabı hayaletler'de bu filmi başından sonuna kadar anlatmıştır.
  • elit sözlük camiasının atladığı bir filmle daha karşı karşıyayız. bu güzide filmin imdb notu 8.1. hak ediyor mu, hak ediyor. aslında filmin son 25 dakikalık bölümünü bir gün sonra izleyebildiğim için sonlarda istediğim tadı alamadım ama yine de gayet iyiydi. film noir'in en "nadide" örneklerinden biri desem abartmış olmam. bu kısım filmi izlemeyenler içindi, gerisini okumayın istirham ediyorum.

    --- spoiler ---

    aslında bakıldığında casablanca'dan gerek tür gerek konu itibariyle farklı bir film fakat özellikle filmin ilk bölümü, yani acapulco sahneleri bana çokça casablanca'yı hatırlattı, aklım sık sık bogart&bergman aşkına gitti. izleyenler de büyük ihtimal bana katılacaklardır. amma velakin melek yüzlü şeytan ortaya çıktı ve filmi bir aşk efsanesini anlatmaktan çıkarıp klasik film noir'e çevirdi. sıralama yapsam, izlediğim film noir'lerdeki en kötü kadınlar arasında başı çeker jane greer'in canlandırdığı kathie moffat adlı karakter. rolünün hakkını verdiğini belirterek anmış olalım. diğeri de yanılmıyorsam the maltese falcon'daki kadındı.

    kathie moffat, allah seni bildiği gibi yapsın, başka da bir şey demiyorum. insan mısın sen? bi kendine bak, bir de diğer kıza... ee şimdi ondan zekiydin ve güzeldin de ne oldu? çat çat adam vuruyor bir de. hiç utanma da yok kadında yahu... filmi izleyip de en sonlarda bizim esas adama dediklerini duyduktan sonra küfretmeyen kalmamıştır herhalde bu kadına. korkacaksın böylelerinden. bizim jeff bailey'ye gelince... cüneyt arkın'ın canlandırdığı bazı karakterlere benziyor. film boyunca ölmesin, o diğer kızla mutlu mesut yaşasınlar diye dua ettim ama olmadı. mutlu sonlar görmek istiyoruz, neden öldürdünüz adamı, eyy senaristler?

    sabahın 7'si oldu, yavaştan uykum gelmeye başladı ve daha karanlıktakiler'i yazacağım. bu yüzden fazla uzatmak istemiyorum. özet olarak film noir'in en güzel örneklerinden biri, izlemeyi düşünüp de tereddütte olanlar vardır belki diye yazayım dedim. hiçbirimizin kathie moffat gibi bir şeytanla tanışmaması dileğiyle.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    jane greer'in yani kathie'nin deniz kenarında başbaşayken jeff'e suratını nefesini hissedebileceği kadar yakınlaştırıp would you believe me? deyişi sırasında ben de bağırıyorum: inanmayanı siksinler.

    jeff yani robert mitchum tabi film yıldızı olduğu için baby i don't care demek zorunda, ama o da o sırada benim içine düştüğüm çoşkuya kapıldığını inkar edemez. ölmeden önce son nefesinde bana her şeyi anlattı zira. o sahne çekilirken o kadar ateşlenmişki koskoca set durmuş dekorlar filan sallanmaya başlamış. sonra jacques gelmiş, yahu robert noluyo allah aşkına demiş, bi sakin dur demiş, sen böyle yaparsan bu film bitmez demiş. bakmışlar bu robert durulcak gibi değil, çekime iki gün ara vermişler. o sıralar hollywood'da çalışan bi yakınımın söylediğine göre robert amca sırf bu yüzden içkiye başlamış, hastanelere düşmüş, falcılara koşmuş.

    ama robert amca sonuna kadar haklıdır. dünya üzerinde, bu kahrolası dünya üzerinde, jena sözkonusuyken, bu kadar önemsiz bi şey daha olamaz. 40.000 bin papel mi? 40bin papel mi. jena, 40bin papel mi dedin. oh bebeğim tabi ki o parayı sen almadın. sen bir meleksin. ohsyş.

    --- spoiler ---

    ne güzelmişsin rahmetli ya.
  • 1998 yapımı, stephen spinella ve gwyneth paltrow'un başrollerini oynadığı, jeffrey dupre'nin yönetmenliğini yaptığı aynı adlı filmdir.
  • 1947 yapımı ve en şahane olanından...
    jeff bailey: "i never saw her in the daytime. we seemed to live by night. what was left of the day went away like a pack of cigarettes you smoked. i didn't know where she lived. i never followed her. all i ever had to go on was a place and time to see her again. i don't know what we were waiting for. maybe we thought the world would end."
  • 1927 yapımı, başrollerini robert frazer ve mildred harris'in paylaştığı, yönetmenliğini dallas m fitzgerald'ın yaptığı film*.
  • aynı isimdeki bir diğer film, 1933 yılında, başrollerini lester matthews ve joan marrion'un paylaştığı, leslie s hiscott'un yaptığı, dram türündedir.
hesabın var mı? giriş yap