• debe editi: (bkz: sma hastası ayaz bebeğin 5 ayı kalması)

    bugün doğum günü olan*, osmanlı'nın yetiştirdiği en önemli insanlardandır. genellikle sanayi-i nefise mektebi'nin kurucusu olarak bilinse de aslında çok yönlülüğüyle tam bir entelektüeldir ve çağının çok ötesinde bir değerdir. arkeolog, ressam, müzeci, belediye başkanı ve girişimcidir. yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları bu ülkede yaşayan herkes tarafından bilinmeli ki kendimize osmanlı'dan rol model belirleyeceksek böyle profilleri tercih edelim. o yüzden elimden geldiğince osman hamdi beyimiz hakkında bildiklerimi aktaracağım.

    1842-1910 yılları arasında yaşayan osman hamdi bey, sadrazam ibrahim edham paşa’nın oğludur. babası gibi avrupa’da eğitim almak için 1860 yılında paris’e giden osman hamdi bey, burada hukuk eğitimi alırken bir yandan da dönemin ünlü ressamlarından ders alır. bu dersler osmanlı'nın bir diğer önemli ressamı şeker ahmet paşa ile osmanlı resim sanatının gelişimi ve dünyaya açılmasında büyük önem taşır. stil olarak oryantalisttir ancak resimlerindeki doğulular, dönemin oryantalist tablolarındaki eğlence düşkünü betimlerin aksine ciddi ve ağırdır. tasvir ederken uyguladığı betimleme tekniği oryantalist ekolün izlerini taşısa da, osmanlı-islam coğrafyasının çeşitli bölgelerinden, farklı dönemlere ve kültürlere ait nesneleri aynı kurguda kullanması resimlerini zamansal olarak belirsizleştirir. batılılaşmaya çalışan osmanlı aydınları, avrupa’nın doğu’yu temsil ederken kullandığı bazı alçaltıcı kalıplara karşı eleştirel bir duruş sergilemiştir. osman hamdi bey de bu nedenle özellikle kadınların şehvet nesnesi olarak sunulmasına karşılık tablolarında doğu’nun egzotik unsurlarıyla birlikte verdiği bireyleri okur ya da sanatla ilgilenir halde resmeder. kendini de tablolarında doğulu kıyafetler içinde resmetmeyi ihmal etmemiştir. osman hamdi bey’in sanatı ayrı bir girdi konusu ancak ahmet güven’in bu konuda söylediklerini belirtmeden geçmek istemiyorum. bence girdinin genel gidişatının çok güzel bir özeti niteliğinde:

    “… osman hamdi’nin tablolarından, mektuplarından ve hayat hikâyesinden çıkarabildiğimiz modern, rasyonel, aklın ve bilimin ışığında bir toplum yapısıdır. hurafelerden, geleneğin akıl dışı pratiklerinden arınmış, kabuğundan sıyrılmış, dünyayı ve kendini tanıyan insanların oluşturduğu bir toplum yapısı arzular. bu da yetişkin benlik enerjisini harekete geçirmiş, çocuk benlik ve ebeveyn benliğini yetişkin benliğin kontrolüne vermiş ideal tip ile mümkün olabilirdi. belki de en çok ıstırabını duyduğu nokta kadının erkeğe, tebaanın padişaha, talebenin hocaya, çırağın ustaya sembiyotik bir şekilde bağlanması idi. bu sembiyozu ortadan kaldırmak için giriştiği kavgada ona en büyük motivasyonu veren idealizmi ise çocuk benliğinin bir uzantısı konumundaydı. devlet memuru olarak –devlete ve padişaha karşı- uslu çocuk, resimlerini yaparken, arkeolojik kazılarla uğraşırken doğal çocuk, toplumun içinde bulunduğu durumdan şikâyet ederken asi çocuk enerjilerini harekete geçirmiş olmalı. fakat yine resmi görevlerini ifa ederken batıda eğitim görmüş bir aydın olarak yetişkin benliğini kullanmış olmalı. toplumu ıslahatçı, tepeden bir anlayış ile değiştirme çabası ise tam bir ebeveyn benlik durumunun göstergesidir.
    … "

    1875 yılında kadıköy'e şehremini olarak atandı ve belediye başkanlığı görevini 1 yıl süreyle üstlendi.

    osmanlı-rus harbi'nin ardından devlet memurluğu görevinden ayrıldı. 1881’de müze-i hümayun müdürü anton dethier'in ölümü üzerine bu göreve atandı. yeni görevi doğrultusunda depo olarak kullanılan aya irini’deki eserleri bilimsel tasniflere göre yeniden tanımladı ve bugün istanbul arkeoloji müzesi olan imparatorluk müzesini dünya çapında bir müze haline getirdi.

    1882’de sanayi-i nefise mektebi’ne müdür olarak atandı ve bu görevi müzecilik göreviyle birlikte yaşamının sonuna kadar sürdürdü. yeni bir okul binası inşa etmek için paris yıllarından tanıdığı mimar alexandre vallaury ile anlaştı. ilk aşamada inşa edilen bina bir yıldan kısa bir sürede tamamlanan ve 5 atölyeden oluşan bir yapıdır. bu yapıda çok geçmeden kapasite sorunu doğar ve 1892’de bir ek bina inşa edilir. binaya sergiler için büyük bir salon, gravür ve heykel bölümlerinin kullanımı için iki ayrı atölye ve hazırlık sınıfı atölyesi eklenmiştir. okulun eğitimi müdürün başkanlığında olan bir ressam, oymacı, hakkak, mimar ve beş diğer sanat erbabından oluşan bir kurulun yönetimindeydi. sanat tarihi, resim, mimarlık, çizgisel geometri, manzara, kısa hesap, eski eserler, anatomi gibi derslerin okutulduğu okul kütüphanesi için fransa’dan kitaplar getirilmiştir.

    1884 yılında, 1874’te çıkarılan asar-ı attika nizamnamesinin eksik ve hatalı kısımlarını tamamladı/düzenledi. asar-ı attika’ya göre arkeolojik kazılardan elde edilen eserlerin 1/3’ü devlete, 1/3’ü kazıyı yapana ve 1/3’ü de arazi sahibine aitti. nizamname eserlerin yurtdışına çıkarılmasını yasaklamadığı gibi 1867’de çıkarılan bir yasaya göre yabancılara mülk edinme hakkının tanınmış olması da tarihi eser kaçakçılığını resmen yasal hale getiriyordu. bütün bu yasal şartlardan faydalanan yabancılar da anadolu ve mezopotamya’da yaptıkları kazılardan elde ettikleri buluntuları ülkelerine götürdü. bugün coğrafyamıza ait çoğu eseri yurtdışından getiremiyor olmamızın en büyük sebeplerinden biri de bu yasalardır. neyse ki osman hamdi bey dönemin padişahının gelene geçene peşkeş çektiği ve yağmaya açık hale getirdiği anadolu topraklarını bir nevi koruma altına almak amacıyla hazırladığı 1884 nizamnamesiyle eski eserlerin tamamının devlet malı olduğunu, eserlerin ülke dışına çıkarılmasının yasak olduğunu ve yapılan tüm kazı çalışmaları için ruhsat gerektiğini belirtti. bu durum arkeolojik tahribatı ve eser kaçakçılığını önlemek adına son derece önemlidir ki bunu batılıların nizamname sonrasında türkleri eleştirmesinden, osman hamdi bey’in aleyhine yazılar yayınlamasından ve yabancı arkeologların, ülkelerine eser kaçırma konusunda yaşadıkları ciddi zorlukları içeren mektuplarından anlamak mümkündür. ayrıca bu nizamname, "osmanlı ülkesindeki bulunmuş olan ve bundan sonra yapılacak araştırmalar ile meydana çıkarılacak olan ve deniz, göl, nehir, çay ve derelerden çıkarılacak olan her çeşit eski eser tamamen devlete aittir." maddesiyle de, sualtı kültür varlıklarının korunmasına dair bir devletin hazırladığı bilinen en eski örnektir. yani osman hamdi bey sadece türk toplumu için değil, dünya toplumları için de yenilikçi adımlar atmıştır. bu açıdan kendisi için sadece türk arkeolojisinin temellerini attı dersek eksik söylemiş oluruz. kendisi türk sualtı arkeolojisinin de temellerini atmıştır ki bu alan ülkemizde sadece belirli üniversitelerin yüksek lisans kapsamında yer alan, çalışmaların hayli sınırlı olduğu bir alandır.

    müze müdürü olduğu sırada çok önemli arkeolojik kazılar yürüttü. nemrut dağı **, sayda/sidon ve lagina gibi kazılardan çok önemli eserleri kültürümüze kazandırdı. özellikle sayda kral nekropolünde bulunan iskender lahdi hem osman hamdi bey hem de türk arkeolojisi için dünya çapında tanınırlık ve başarı sağladı.

    beni en çok şaşırtan kabataş - taksim füniküler hattı projesi oldu ne yalan söyleyeyim. müze-i hümayun ve sanayi-i nefise mektebi müdürüyken deniz ulaşımıyla da alakalı önemli bir konumda olan kabataş'ı taksim'e bağlayacak bir füniküler projesi gündeme getirir ve bu hat için mart 1895'te imtiyaz talebinde bulunur. bölge tepelik ve dolambaçlı olduğu için ulaşım zorlayıcıdır. dönemin gelişmelerini yakından takip eden osman hamdi bey bunun çözümünü buharlı bir metroda buldu. fikrin öncülü elbette 1863 londra, 1867 new york (başarısız olsa da) ve 1868 galata-beyoğlu arasına yapılması planlanan "tünel" metrolarıydı. ii. abdülhamit tarafından olumlu karşılanan projeyi araştırması için mühendis mösyö set'e görev verilmiş; osman hamdi bey de bu çalışmaların sekteye uğramaması için zaptiye nezareti'ne* taleplerde bulunmuştur. ama nedense bütün bu önlemlere rağmen "bilinmeyen nedenlerle" proje tamamlanamamıştır. sonrasında gelen savaşlar ve yaşanan bunalımlar sonucunda proje rafa kalkmış, gerçekleştirilmesi ise haziran 2006'yı bulmuştur. vay arkadaş ya, hunharca kullandığımız kabataş-taksim fünikülerinin fikir babası 1 asır önceden osman hamdi bey'miş meğer! aslında büyükşehir belediyesi füniküler hattı istasyonuna osman hamdi bey'in hayatı hakkında (en azından füniküler projesi kısmına değinerek) bir bilgilendirme panosu ve birkaç tablosunu koysa ne şahane olur. ekrem başkana iletelim bunu.

    1898’de bir fransız ortağı ile birlikte anavatanı kuzey amerika ve avrasya olduğu bilinen houblon (ömürotu/şerbetçiotu) bitkisini adapazarı'ndaki arazisinde yetiştirmeye başlar. bu bitkinin yaygın şekilde yetiştirilmesi için halkı teşvik etmek amacıyla, ilk ekiminin çok masraflı olduğunu ve ciddi emek istediğini vurgulayarak on yıl süreyle tarımını yapan kişinin öşürden muaf tutulmasını ister. 5 haziran 1902'de padişahın kararıyla çiftçi (tıpkı patates yetiştiricileri gibi) vergiden muaf tutulur. günümüzde bursa ve bilecik'te yetiştirilen bitki yatıştırıcı, iştah açıcı, sindirimi kolaylaştırıcı, idrar söktürücü ve bedeni güçlendirici etkilere sahip. dikkat; en önemli kullanım alanı bira yapımı :) osman hamdi bey'in ülkemize kazandırdığı şerbetçiotu'nun kendisi bu.

    son derece donanımlı ve pek çok farklı görevi başarıyla sürdüren osman hamdi bey'in hayatında dair bazı bilinmeyen noktalar da vardır. hakkında bilinenler genellikle mektuplaştığı insanların arşivleri ve görev/resmi belgeler sayesinde bilinmektedir. özel hayatına ilişkin son derece ketum olan bu büyük değer, 24 şubat 1910'da kuruçeşme'deki yalısında vefat eder. kalabalık cenaze töreninin ardından vasiyet ettiği üzere çok sevdiği gebze-eskihisar'daki köşkünün arazinde, çam ve servi ağaçlarının bulunduğu bir tepeye defnedilir. dönemin bakanlar kurulu kararıyla da kabrinin baş ve ayakucuna iki selçuklu mezar taşı dikilir.

    kendisine çok şey borçluyuz. ruhu şad olsun.

    detaylı okuma yapmak isteyenler için kaynaklar:
    - ahmet ersoy, "şarklı kimliğin peşinde osman hamdi bey ve osmanlı kültüründe oryantalizm", toplumsal tarih 119, 84-89.
    - ahmet güven, "osman hamdi ve tablolarında benlik durumları", marmara iletişim dergisi 20, 220-245.
    - edhem eldem, "osman hamdi bey'in 'karanlık' yılları (1871-1881)", milli saraylar, 53-75.
    - erdal taşbaş, "osmanlı'da eski eser korumacılığı ve bir örnek: osman hamdi bey'in side'ye göçmen iskânını engelleme çalışmaları", hitit üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü dergisi 2, 1315-1336.
    - fatma ürekli, "farklı yönleriyle osman hamdi bey", uluslararası kara mürsel alp ve kocaeli tarihi sempozyumu-ıı, 2016, 1913-1924.
    - hakan öniz - okay sütçüoğlu, "sualtı kültür mirası, osmanlı imparatorluğu ve osman hamdi bey", arkeoloji ve sanat 153, 241-248.
    -mehmet çağlayan özkurt, "sanayi-i nefise mekteb-i âlisi'nin yapılandırılmasında iki öncü: osman hamdi bey ve alexandre vallaury", stratejik ve sosyal araştırmalar sempozyumu bildiriler kitabı, ankara 2018, 225-237.
  • #76231735, benzerini osman hamdi için düşünüyorum. ---bu entry kenardaydı, bugün birkaç ay evvel yayımlanan yaşar yılmaz'ın "osman hamdi bey'in öteki yüzü" kitabına denk gelince aklıma geldi. gerçi eleştirdik mi vay efendim hiçbir şeyi de beğenmiyorsunuz oluyor amma, doğru bildiğimizden geri duracak değiliz. ayrıca beğenmemek, müşkülpesent olmak insan olmanın gereğidir, insanın hep daha iyisini istemesi ahlaki bir ödevdir. bu açıdan ekşi sözlük hiçbir siki beğenmeme timi sözlük'te ortaya çıkmış en kıyak timdir.

    osman hamdi bey, en bilinen ressamlarımızdan biri. alkışlayanı çok, tek tük eleştireni de var şükür. osman hamdi'nin son kuşak torunlarından edhem eldem'in ansiklopedik çalışması "osman hamdi bey sözlüğü" dâhil, üzerine yazdığı makalelerle hakkında bazı şeyler aydınlatıldı, öne çıkarıldı. merhum sezer tansuğ'un, ahmet kamil gören'in ve daha nicesinin bu hususta birçok çalışması vardır. unutulmasın.

    [bu arada kaplumbağa terbiyecisi adlı tablonun başlığında sayfalar dolusu yazılmış ama bu tablonun asıl ismi "kaplumbağalı adam" (aynı başlıkta birkaç kişi değinmiş). bir seyahat mecmuasında gördüğü japon gravüründen esinlenip yapmış bu tabloyu osman hamdi. edhem eldem saptamış bunu da. yan anlamı, alt anlamı filan yok yani. kaplumbağa terbiyeciliği diye bir şey de yok. hakkındaki spekülasyonlar hep aşırı yorum kavlinden. birazdan göreceğimiz üzere, kuramsal değil dekoratif resme daha yakın bir ressam zaten osman hamdi.]

    iki konuya dikkat çekeceğim:

    1) arkeoloji. bazı kaynaklarda, berlin'deki pergamon zeus altarı'nın bergama'dan berlin'e götürülmesinin, osman hamdi'nin müze müdürlüğü döneminde olduğu kaydedilmiş, zira kazılar 1878'de başlamış*. ama bizdeki birtakım doktora tezlerinde, altarın taşınmasının ısrarla osman hamdi'nin görevinden önce olduğunun altı çiziliyor. tarafsız olarak belgelerle araştırılması gereken bir konu bu. ben araştırdıkça işin içinden çıkamaz oldum, tarihler karıştı, görevler karıştı. bir kere osman hamdi, tüm alman arkeologlarla yakın ahbap ve aralarında birçok mektup alışverişi olmuş. bu yüzden şu an sadece kendi deneyimlerimden çıkardığım bazı noktalara değineceğim: berlin'de zeus altarı'nın bulunduğu müzenin* yanındaki müzenin* girişinde, osman hamdi'nin büyük boyutlu "ab-ı hayat çeşmesi" adlı "oryantalist" tablosu bulunur. o dönem osmanlı toprağındaki çoğu arkeolojik kazının başkanı alman. nemrut mesela, 1881'de alman arkeolog karl sester tarafından keşfediliyor. yeri gelmişken sidon da fransız bir asker tarafından. almanlarla yakın ilişkiler içinde olduğumuz malum, almanlar yenilince yenilmiş sayılacak kadar. elbette bunlar ille planlı programlı değildir, muhtemelen çoğu birtakım şahsi zaafların şekillendirdiği, tıpkı günümüzdeki gibi parayı verenin düdüğü çaldığı vakıalardır. sonuçta biz de bir arkeoloji müzesi kazanmışızdır falan filan. zaten asıl mesele, gerek imparatorluğun gerek cumhuriyetin hep şahsi zaafların gölgesi altında olmasıdır. hâlen devam eden en büyük sorunumuz. buradaki büyük resim kursu bu özetle.

    2) resim. ingres*, delacroix* yahut zonaro* oryantalist olur anlarım, neticede egzotik diyarları keşfetmiş, kolonyalist kültürün çocukları. fakat orient'in kendisi olan bir ressamın oryantalist olmasını anlayamıyorum ben. osman hamdi'nin resimsel araçları nasıl kullandığı bilinir. kendisi fotoğraftan resim, genelde de kolaj yapıyor. yani bir fotoğraftan bir figür alıyor, ötekinden başka bir figür, hop el çabukluğu marifet. sebah and joaillier'nin müdavimi, beraber çalışıyorlar. kolajda usta bir isim, tablolarında gördüğümüz kitabelerin içine kendi imzasını da kolajlıyor.

    bu verileri eleştirel düşünce metodu babında veriyorum. tartışma ve eleştiri kültürü hakkında yazmıştım*. tekrara lüzum yok. kaplumbağalı adam tablosu, edisyon kritiğin* olmamasının yol açtığı karışıklığa iyi bir örnektir. eleştiri derken şunu benimsiyorum, verilerden çıkabilecek olası görüşlerin hepsini değerlendirmeye almak. şunun gibi mesela: osman hamdi örneğinde, sanat tarihsel açıdan ortada muazzam bir durum yoktur. bakınız, sanat tarihsel açıdan bazı muazzamlıklar kaydetmiştir tarih. rus konstrüktivizmi mesela, çünkü sonunda rusları ay'a göndermiştir. bir sanat akımı nasıl bunu becermiş derseniz, o da meraklısına araştıracak konu.

    pandemiden önce meşher'de alexis gritchenko sergisi açılmıştı. griçenko, mütareke yıllarında istanbul'da kalmış rus avangard ressam. istanbul'daki sanat ortamına girmiş, 14 kuşağı ressamlarımızla ahbap olmuş ve eserlerine bakıp demiş ki: "bunları ustaca yapmışsınız, ancak hepsi ikinci sınıf avrupacılık." ikinci sınıf avrupacılık. son üç yüzyılımızı bundan daha iyi tasvir eden tanımlar ancak şunlar olabilir: üçüncü sınıf osmanlıcılık, beşinci sınıf islamcılık. nazarımda hepsi aynı şeyi anlatıyor. griçenko, daha o zamandan tespiti alnın çatına yerleştirmiş. kendisi pera bölgesinden hiç hazzetmemiş, suriçi'ne âşık olmuş. mezar taşlarındaki sanatımıza hayran kalmış ve onları çizmiş vs. biz olağan şeyleri olağanüstüymüş gibi alkışlamaya meraklı bir milletiz. hiçbir şeyi beğenmeme timinin muhterem üyeleri müstesna.

    gerçekten tarafsızca araştırılmasını diliyorum demişim en son, 2020'de başladığım bu entry'ye. o vakit konuya epey takmış, mesai de harcamışım. 2023'de gerçekten araştırılmış, belgelerle ortaya konmuş: osman hamdi'nin öteki yüzü. ben de meseleye noktayı koyayım bu vesile.
  • enteresan bir kisiliktir. dogudan cikmis bir oryantalisttir. nemrut'u ilk farkeden almanlar'in turkiye'ye kazi yapmak icin yolda olduklarini ogrenip, acele istanbul'dan bir ekiple nemrut'a tirmanmis burada commagene uygarliginin meshur kalintilarini bulmustur boylece tarihe nemrutu ilk bulan kisi olarak gecer. kazida cektirdigi ve insani gulumseten bir de fotografi vardir, dev basin uzerine uzanmis haliyle araba fuarlarinda son model arabalarin uzerine uzanan manken kizlari animsatir. onemli bir kisidir.
  • 30 aralık 1842 istanbul doğumlu arkeolog, müzeci, ressam ve kadıköy'ün ilk belediye başkanıdır.
    günümüzde varlığını mimar sinan üniversitesi güzel sanatlar fakültesi olarak sürdüren sanayi nefise mektebi'nin kurucusudur.
    ilk türk arkeloğu olarak kabul edilir, en önemli arkeolojik kazısı lübnan'da bulunan sayda kral mezarlığı kazılarıdır. bu kazılar sırasında dünyaca ünlü iskender lahidi'ni bulmuştur.
    çağdaş müzeciliğin kurucusudur. istanbul arkeoloji müzesini kurmuş ve 29 yıl müdürlüğünü yapmıştır.
    ilk türk ressamlarından birisidir ve türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olarak tarihe geçmiştir.
    24 şubat 1910 tarihinde hayatını kaybetmiştir. mezarının başına bakanlar kurulu kararıyla iki adet selçuklu taşı konulmuştur.
  • turk muzeciliginin kurucusu sayilan insan, ama aslinda ismini unuttugum ba$ka bir pa$adir ilk muzeci,
    neyse
    bu adam ayni zamanda realist tarzdaki resimleri ile me$hurdur
    kaplumbaga egiticisi ise en me$hur resmidir.
    resimleri icin fotograf kullanmasi ve kendi pozlarini yerle$tirmesi ilginc. gozden kacmi$ bir resmi ise ressamin ilginc tabiatini yansitiyor , mihrapta bir kadin sanirim ismi resmin, kadinin onunde rahle ve kur`an , yerlerde ise diger kutsal kitaplardan sayfalar, kadin ise cami de dekolte sayilabilecek bir kiyafette.

    kendisi iskenderin lahtini hediye etmek isteyen padi$aha , eminim padi$ahimiz bir milleti ba$ka bir millete armagan etmek istemeyecektir deyip gonlumu calan ki$i,
    allah rahmet eylesin
  • mimar sinan üniversitesinin de kurucusudur. ama ne yazık ki mimar sinanın adı verilmiştir üniversiteye.
  • sadrazam ibrahim edhem paşa’nın oğludur. hukuk öğrenimi amacıyla paris’e gönderilir. hukuk yerine resim ve arkeoloji eğitimini tercih eden osman hamdi, 1869'da yurda döndükten sonra devletin farklı kademelerinde görev alır. 1881'de müze-i hümayun müdürlüğüne atanır, eski eserlerimizin yurt dışına götürülmesini yasaklayan “1883 asar-ı atika nizamnamesi”ni hazırlar. yaptığı kazılarla ilk türk arkeoloğu unvanını alır. ülkede ilk bilimsel türk kazıları ve çağdaş müzecilik anlayışı onunla başlar. bu çalışmalarından ötürü türk müzeciliğinin modern anlamda gerçek kurucusu olarak kabul edilmiştir. bugünkü mimar sinan üniversitesinin temeli sayılan “sanayi-i nefise mekteb-i alisi”ni 1883 de kurması ile sanat ve kültür alanında ülkemize yaptığı katkılar doruğa ulaşır.

    hayatı
    30 aralık 1842 de istanbul’da doğar. osman hamdi bey, 1856'da mekteb-i maarif-i adliye’de öğrenime başlar ve birkaç yıl sonra hukuk öğrenimi amacıyla paris’e gönderilir. osman hamdi burada bir süre hukuk öğrenimine devam ettikten sonra güzel sanatlara sevgisinin ağır basmasıyla hukuk ve resmi bir arada yürütmeye karar verir. ancak sonunda resmi tercih etmiştir(1) . genç yaşta gönderildiği paris’te 12 yıl kalır. bu sırada açılan paris sergisi’nde görev alır(1867)(2) . paris’te tanıştığı marie adlı bir bayanla evlenen osman hamdi, istanbul’a 1869 yılında döndüğü zaman, mithat paşa’nın “umur-u ecnebiye müdürü” (yabancı işleri müdürlüğü) olarak bağdat’a gider. hamdi bey, bağdat’ta iken, bölgenin tarihi ve arkeolojisiyle ilgilenir. ilk arkeolojik çalışmalarını bağdat’ta yapar, bazı arkeolojik eserleri istanbul’a göndertir. istanbul’a dönüşte, 1871'de ecnebi büyükelçilerin protokol işleriyle uğraşmak görevine atanır. bu sırada düzenlenen 1873 viyana sergisi’ne birinci komiser olarak katılır. viyana’da bulunduğu sırada yine bir fransız ve adı da marie olan ikinci eşiyle tanışır. o zaman on yedi yaşında olan ve sonradan naile olarak adı değişen bu hanımla istanbul’a döndüğünde birinci eşinden ayrılır. ilk eşinden fatma ve hayriye isimli iki kızı olmuştur. naile hanımdan da melek, leyla, edhem ve nazlı adlı çocukları olur.

    osman hamdi bey iyi dil bilmesinden dolayı 1875'de hariciye nazırı arifi paşanın yanına hariciye umur-u ecnebiye katibi (dışişleri bakanlığı protokol müdür yardımcısı) olarak atanır. abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra 1876'da bu görevinden alınarak matbuat-ı ecnebiye’ye (yabancı basın yayın müdürlüğü) atanır. 1877'de beyoğlu altıncı daire belediye müdürü olur ve osmanlı rus harbinin sonunda (1878) devlet memurluğundan ayrılır. artık resim yapmak için bol vaktinin olacağını düşünmekte olan osman hamdi’nin en verimli döneminde bir kenara çekilmesi, uzun sürmez. müze-i hümayun’un müdürü dethier’in 1881 yılındaki ölümünden sonra, o sıralar viyana sefiri olan babası edhem paşa’nın ve yakın çevresinin gayretleriyle müze-i hümayun’un müdürlüğüne atanır.

    aslında müzenin başına yine bir yabancı, alman dr.millhofer getirilmek istenmiş(3); son anda bu fikirden vazgeçilmiştir. osman hamdi bey’in müze-i hümayun’un başına getirilmesindeki en önemli etkenlerden birisi onun eski eserlerin değer ve korunması hususlarına değindiği dönemin ilk özel gazeteleri olan ceride-i havadis ve ruzaname-i ceride-i havadis gazetelerinde 17 ve 24 ocak 1865 tarihlerinde yazdığı yazılardır. osman hamdi bey müze müdürlüğüne getirilmeden on altı buçuk yıl önce eski eserlerimizin yabancılar tarafından götürüldüğüne dair yazılar yazarak dikkatleri üstüne çekmeye başlamıştır(4). gençliğinde fransa’ya hukuk tahsili yapmak üzere gönderilen ve orada batılı anlamda güzel sanatlar ve eski eserlerle verilen önemi çok iyi gözlemleyen osman hamdi bey müze müdürlüğüne getirilmesiyle,türk arkeoloji, müze ve sanat dünyası büyük ve verimli gelişmelere tanık olacaktır.

    osman hamdi bey’den önce ilk türk müzesinin çekirdeği batı ülkelerinde olduğu gibi bizde de saray bünyesinde gerçekleşmiştir. topkapı sarayında birikmiş çeşitli hediyeler, ganimet ve silahların harbiye nazırı fethi ahmet paşa tarafından 1846 yılında aya irini’de sergilenmesiyle ilk müzemiz kurulmuştur(5). müze-i hümayun adını alan müzenin teşkilatlanmasına maarif nazırı saffet paşa’nın gayretleriyle çalışılmıştır(6). giderek gelişmeye başlayan müzeciliğimizde önceleri üst düzeyde yabancı uyruklu kişiler görevlendirilmişlerdir. galatasaray lisesi öğretmeni mr. e. goold ve tarihçi, arkeolog, epigraf ve ressam olan alman dr. philip anton dethier (1872 -l881) müze-i hümayun müdürlükleri yapmışlardır. dr. dethier müzeye eserler kazandırmış, 1874 ‘de eski eserleri koruyucu mahiyette bir de nizamname çıkartmıştır. ancak, ne yazık ki “1874 asar-ı atika nizamnamesi” eski eserlerin yurt dışına çıkışını yasaklayan bir hüküm getirmemektedir. 1840 yılından itibaren yabancılara kazı izni verilmesiyle başlayan osmanlı imparatorluğu sınırları içerisinde kalan maddi ve manevi değerleri üstün müzelik eserleri türlü araçlarla, hatta gemilerle avrupa müzelerine götürmeye başlamışlardır. diğer bir deyimle eski eser yağmacılığı resmen devlet eliyle başlatılmış ve uzun sürede buna dur denilmemiştir .

    1881 yılında müzenin başına getirilen osman hamdi bey, müzeciliğimizi ilk kez modern anlamda ele almaya başlar. ilk işlerinden birisi başından beri karşı olduğu, yabancıların yaptığı kazılarda ortaya çıkan eserlerin yurt dışına götürülmesini yasaklamayı planladığı tüzük hazırlığıdır. paris’te yarım bıraktığı hukuk eğitiminin yararları burada görülür. yürürlükte bulunan “1874 asar-ı atika nizamnamesini” 1883 yılında yeni baştan düzenleyerek eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan maddeler koydurur. böylece batılı ülkelere osmanlı topraklarından eser akışını kesin olarak engeller.

    ülkede yapılan arkeolojik çalışmaları tek elden kontrol eden disiplinleri oluşturur. daha önce yabancılar tarafından başlanmış ve yarım bırakılmış kazıları ele alır ve bunları geliştirir. ilk türk bilimsel kazılarını başlatır. kendisi nemrut dağı, lagina hekate ve sayda (sidon)’da kazılara başlarken yakın çevresini de başka kazılarda görevlendirir. oğlu mimar edhem bey bunlardan biridir. edhem bey’in aydın’da tralles’de yaptığı kazılarda bulunan mermer heykeller, artemis’e atfedilmiş tapınağın frizleri ve daha birçok eser ortaya çıkartılır. eserler istanbul’daki müze-i hümayun’a getirilir. yine aydın çevresindeki alabanda ve sidamara antik kentlerinde yapılan kazıların başında kardeşi halil ethem bey vardır. müze memurlarından makridi bey, rakka, boğazköy ve alacahöyük, akalan, langaza, rodos, taşoz ve notion kazılarını yürütür. sayda (sidon) kazılarında pek çok lahit bulur, bunlardan bir tanesi daha sonra dünyaca ünlenen iskender’in lâhdidir. muğla milas ilçesi içinde lagina’da hekate tapınağına ait, kabartmalı firizler (1891-92), istanbul’a getirilir. böylece müze-i hümayun avrupa’daki büyük müzeler gibi, son derece görkemli arkeolojik eserlerle dolu bir “imparatorluk müzesi” haline gelir.

    osman hamdi bey’in müze müdürü olur olmaz ilk yaptığı çalışmaların başında, artan eserlere sağlıklı bir binanın sağlanmasıdır. aya irini’den sonra çinili köşke taşınan arkeolojik eserlerin büyük bölümü üst üste depolanmaktadır. ayrıca, müzeciliğin yalnızca eser depolamak olmadığının bilincinde olan birisi olarak bunların kaydedilmesi, onarılması ve sergilenmesi çalışmalarına hızla başlamıştır. osman hamdi bey eserlerin nem ve rutubetten uzak ve sağlıklı korunup sergilenebileceği gerçek anlamda bir imparatorluk müze binası yapılması için dönemin yöneticilerini ikna eder. aldığı destekle bugünkü istanbul arkeoloji müzesinin ilk kısmını 1899'da, ikinci kısmını 1903'de ve üçüncü kısmını 1907 yılında bitirterek ziyarete açar. modern bir müze için gerekli kütüphane, fotoğrafhane ve modelhaneyi tamamlatır.

    osman hamdi döneminde başka müzeler de faaliyete girmeye başlar. arkeoloji ağırlıklı olan müze-i hümayun’un içinde yeterli yer olmadığı için, ilk müze binası olan aya irini’de silahlar ve askeri teçhizat kalmış ve burası günümüzdeki askeri müzenin temeli olan (cebehane olarak tanınan) esliha-i askeriye müzesi olarak düzenlenerek (1908) ziyarete açılmıştır. deniz müzesinin temeli olan bahriye müzesi (1897)’de yine osman hamdi bey döneminde açılmıştır. osman hamdi bey, başkent istanbul dışında selanik, sivas, bursa ve konya’da eser depolarını kurdurarak ilerde geliştirilecek bölge müzeleri projelerini de başlatmıştır.

    eski eserlerimizin yabancılarca yurt dışına götürülmesini engelleyen yasayı çıkarıp, ortaya çıkan eserlerin müzelerimize kazandırılmasını ve müzelerin de depo anlayışından çıkartılıp modern anlamda bilime hizmet verecek şekilde tasnif, koruma ve sergileme çalışmaları yapmasını sağlayan osman hamdi bey aynı zamanda, imparatorluk müzesi dışında ülkenin değişik yerlerinde yeni müzelerin temellerini de atar. bu arada, güzel sanatlar müzemizin çekirdeğini de oluşturmaya başlamıştır. dünyaca ünlü sanatçılara ait resimlerin kopyalarını yaptırmış ve bu tabloları, sanai-i nefise’de yetişen türk ressamlarının eserleriyle birlikte, güzel sanatlar akademisi’nin büyük salonunda toplamıştır. bu çalışmalarından ötürü çağdaş türk müzeciliğinin gerçek kurucusu olarak kabul edilmiştir.

    osman hamdi bey, arkeoloji alanındaki başarılı çalışmaları ile yurt dışına ulaşan bir ün sahibi olur. fransız, alman, yunan, ispanyol müzeleri, madalya ve nişanlarla hamdi bey’i kutlamışlar, böylece türkiye milletlerarası üne sahip bir arkeolog, müzeci ve ressam, kazanmıştır. birçok üniversite kendisine doktorluk unvanı vermiştir.

    osman hamdi bey 1881'de müze-i hümayun’un başına getirildikten bir yıl sonra 1 ocak 1882'de sanayi- nefise mektebinin müdürlüğüne de atanır. bir yandan kazı ve müze işleri ile uğraşırken diğer yandan türk kültür ve sanat hayatına büyük katkıları olacak bugünkü mimar sinan üniversitesinin temeli sayılan “sanayi-i nefise mekteb-i alisi”ni 1883 de kurar. burada eğitim verecek hocaları seçer. bugün istanbul arkeoloji müzelerinin eski şark eserleri binası olarak hizmet veren binayı, “sanayi-i nefise mekteb-i olarak mimar vallauri ile birlikte tasarlayarak öğretime 2 mart 1883 öğretime açar. böylece osman hamdi bey’in sanat ve kültür alanında ülkemize yaptığı katkılar doruğa ulaşır.”

    osman hamdi bey, gerek devlet işlerini yaparken, gerek arkeoloji ve müzecilik çalışmalarını sürdürürken ressamlığını, hiç ihmâl etmemiş, fırsat elverdikçe resim yapmıştır. aslında kendisini en mutlu eden anlar resim yapabildiği anlardır “kur’an okuyan hoca”, “silah tüccarı”, “kaplumbağa terbiyecisi”, “arzuhalci”, “şehzadebaşı camisi avlusunda kadınlar”, ” feraceli kadınlar”, “mimozalı kadın”, “leylak toplayan kız” gibi tabloları onun en ünlü yapıtları arasındadır. resimlerini çoğunlukla yaz aylarını geçirdiği ve en sevdiği yer olan kocaeli’nin gebze ilçesindeki eskihisar’daki evinde yapmıştır.

    1910 yılında istanbul’da öldüğü zaman, memlekette ve dünyada büyük yankılar uyandırır. osman hamdi bey, son çağ biliminin en seçkin siması ve gerçek anlamda uluslararası ün kazanmış birkaç sanatçımızdan biridir.

    batılı anlamda türk resim sanatının öncüleri arasında da yer alan osman hamdi bey ‘in(10) 1910'da ölümünden sonra müze-i hümayun’un ve sanayi-i nefise mektebinin başına kardeşi halil ethem bey (1910-1931) geçmiştir.

    kaynak : yrd. doç. dr. şengül aydıngün
  • edhem eldem, izini sürmeye devam ediyor... osman hamdi bey'in karanlık yılları
  • okurken dinleyiniz

    aslen yunan devşirmesi olan kişi. memleketi güzelim sakız adasıdır. vezir çocuğudur. osmanlı'nın ilk arkeoloji müzesi olan istanbul arkeoloji müzesi'nin kurucusudur.

    fransa'da hukuk okurken louis pasteur ile ahbaplık ettiğini söylerler, ama ne kadar doğrudur bilinmez. enteresan bir şekilde pasteur'ün mezarı, ölene kadar yöneticiliğni yaptığı pasteur enstitüsü'nün altındadır ve kapısı bizans mozaikleri ile kaplı, pasteur'ün yaptığı bilimum icat/başarıların mozaiklerinin olduğu bir mahzendedir. neden bizans mozaiği diye sorarsanız, bizim sanat sever osman hamdi bey sayesinde olabilir. tabii olmayadabilir.

    kendisi istanbul'a dönükten sonra fransızcası çok iyi olduğu için dışişleri bakanlığında (hariciye nezareti) görev yapmıştır. aynı sir isaac newton'un "sen çok zekisin, sayılarla da aran iyidir sen o zaman paradan da anlarsın" diye kandırılıp royal mint'de çalışması gibi.

    gel git sabah 8 akşam 4 mesaisi osman hamdi bey'in canını sıkınca kendisi arkeoloji hobisine yönelmiş, nemrut dağı'nın ilk kazılarını kendi elleri ile yapmıştır.

    osmanlı tarihinin, en önemli resimlerinden birisini kendisi yapmıştır. bu adamın yaptığı resimin anlamını öğrendikten sonra dönemin gizli anarşik tavrını takdir ettim.

    kaplumbağa terbiyecisi çok derin bir resimdir. resimde 5 tane kaplumbağa vardır, bir tane yaşlı adam elinde sopa ile kaplumbağaları terbiye ediyordur. kaplumbağa terbiye etmek de ne demek ola? kaplumbağalar terbiye edilmez, terbiyesiz midirler ki bu kaplumbağalar? ey sakallı sen kimsin ya? sen kimsin ki kimi terbiye ediyosun? ama bir dakika dur, neden beş tane kaplumbağa var? tanzimat fermanı da beş ana reformdan oluşmuyor mu? ulan, haaaa... seni gidi çakal.

    yakın bir arkadaşım süreki bu adamın gebze'de bir evi olduğunu söyler, o ne alaka pek anlamadım.
    ---- ekleme: teşekkürler @ablakadam -------
    gebze eskihisar'dadır evi.daha doğrusu yalı. sadece yazları kullanılırmış.kayıkhanesi ahırı müştemilatı koruluğu ile köşkvari bir yapıdır. hali hazırda müze olarak ziyaretçilere açıktır.mezarı da eskihisar köy mezarlığındadır osman hamdi'nin.

    gebze 1980lerin başında 20bin nüfuslu bir yer bakmayın şimdi milyona dayanan gündüz nüfusuna ve sanayi şehiri olmasına.

    kartaca komutanı hannibal'in mezarı da gebze de fatihin otağı da...
    ----------------------------------------------------------

    görsel

    ayrıca çok fantastik türk gurubu kitschcraftın bir şarkısının adıdır.

    sözleri ise şöyledir:

    my boy with a pink hat
    soldier reading in bed
    believing is stealing
    something we'll never have

    paris, london and rome
    hometown, such a big dome
    faces leave traces
    what we believed after all

    oh, osman hamdi bey
    you failed at what you want to say
    your art was good enough
    but you felt pride and betray

    oh, osman hamdi bey
    you failed at what you want to say
    your art was good enough
    but you felt pride and betray

    oh, oh oh
    oh, oh oh
    oh, oh oh
    oh, oh oh

    my boy with a pink hat
    soldier reading in bed
    believing is stealing
    something we'll never have

    paris, london and rome
    hometown, such a big dome
    faces leave traces
    what we believed after all

    oh, osman hamdi bey
    you failed at what you want to say
    your art was good enough
    but you felt pride and betray

    oh, osman hamdi bey
    you failed at what you want to say
    your art was good enough
    but you felt pride and betray

    paris, london and rome
    hometown, such a big dome
    faces leave traces
    what we believed after all

    oh, osman hamdi bey
    you failed at what you want to say
    your art was good enough
    but you felt pride and betray

    oh, osman hamdi bey
    you failed at what you want to say
    your art was good enough
    but you felt pride and betray

    oh, oh oh
    oh, oh oh
  • ressam osman hamdi vardır.arkeolog osman hamdi vardır. bu ikisinin aynı insan olduğunu ben bu sene anladım.
hesabın var mı? giriş yap